Kuranda Harut ve Marut Öyküsü
“Ellerinde olanı doğrulayan bir peygamber Allah katından onlara gelince, kitap verilenlerden bir takımı, bilmiyorlarmış gibi, Allah’ın kitabını arkalarına attılar. Şeytanların Süleyman’ın hükümdarlığı hakkında söylediklerine uydular. Oysa Süleyman kafir değildi, ama insanlara sihri öğreten işeytanlar kafir olmuşlardı.
Babil’de, melek denilen Hârût ve Mâruf a bir şey indirilmemişti. Bu ikisi “Biz sadece imtihan ediyoruz, inkar etme” demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi. Bu ikisinden koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Oysa Allah’ın izni olmadıkça onlar kimseye zarar veremezlerdi.Kendilerine zarar verecek, faydalı olmayacak şeyler öğreniyorlardı. And olsun ki onu satın alanın ahiretten bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şeyin ne kötü olduğunu keşke bilselerdi! Onlar inanıp Allah’a karşı gelmekten
sakinsalardı, Allah katından olan sevap daha hayırlı olurdu. Keşke bilselerdi!” [2]
Öykü Île İlgili İsrailiyyat Haberler:
Haber nakledenler Hârût ve Mârût öyküsü ile ilgili bir sürü israiliyyat haberler anlatmışlardır. Tefsirciler de bu rivayetleri görmüş, hoşlarına gitmiş, tefsirlerine doldurmuşlar ve Allah’ın kelamını onlarla tefsir etmişlerdir.
Bu batıl rivayetler özetle şöyledir:
Melekler, yer yüzünde insanın halife olmasına ve Allah’ın insanı meleklerden üstün tutmasına itiraz etmişler. Ancak Allah onlara mümin insanın üstün olduğunu, çünkü günah işleme arzu ve isteğine sahip olduğunu, ancak nefsi ile müc adele ettiğini ve Allah’a itaat etmesi için onu cezalandırdığını belirtmiştir, bize de şehvet verseydin, biz günah işlemezdik, demişler. Sınanmaları için aralarından Hârût ve Mârût adında iki melek seçmişler. Allah onlara şehvet vermiş, yer yüzüne indirmiş, haram ve günahları işlemelerini yasaklamıştır. İkisi babil şehrine inmişler ve Allah dilediği kadar Orada kendisine ibadet etmişler.
Babil’de en güzel kadınlardan bir kadın görmüşler, ikisi ona aşık olup elde etmek istemişler, ama kadın kabul etmemiş, kendilerine teslim olm adan önce ya puta tapmalarını veya çocuğu Öldürmelerini yahut içki içmelerini şart koşmuştur.
İkisi,puta tapmanın küfür, çocuğu öldürmenin büyük günah, ama içki içmenin küçük bir günah olduğunu söylemişler, içki içince sarhoş olup puta tapmışlar ve çocuğu öldürmüşler, sora da kadınla yatıp zina etmişler.
O da kendilerini göğe yükselten ism–i âzami onlardan almış ve göğe uçmuştur. Allah onu Havada değiştirerek gökte ışık saçan ve güneş sistemine bağlı olan Zühre yıldızı yapmış.
Hârût ve Mârût ise, işledikleri günahlardan sonra Allah onlara kızmış, dünya ve ahiret azabından birini seçmelerini söylemiş, onlar da geçici olduğuna bakarak ve ahiretfe kurtuluş ümidiyle dünya azabını tercih etmişler.
Bunun üzerine Babil semalarında yerle gök arasında ayaklarından başaşağı asılmışlar ve o tarihten kıyamet saatine kadar Orada asılı duruyorlarmış. Gökte asılı durmalarına ve işkence görmelerine rağmen, hâla insanlara büyü yapmayı öğretirlermiş. Büyü yapmayıö ğrenmek isteyen herkes Babil’de onlara gider ve onlardan öğrenirmiş!” [3]
Sorgulayıcı/Muhakkik Alimler Bu İsrailiyyat Haberleri Reddeder:
Hârût ve Mârufla ilgili anlatılan bu masal, israitiyyat olup bu konuda Rasulullahtan sahih senedie bir şeyin gelmediğini belirtelim. Sorgulayıcı alimler bu masalı red etmiş, anlam ve sened yönünden yalan olduğunu belirmişlerdir. Bu rivayetleri verdikten sonra Ibn kesir şöyle der:
“Hârût ve Mârût öyküsü ile ilgili olarak Tabiinden Mucahid, Suddi, Hasan Basri, Kat ade, Ebu’l-Âliye, Zuhri, Rabi Ibn Enes, Mukatil îbn Hayyan ve başkalarından rivayetler yapılmış, eski ve yeni tefsirciierden bir kesim bu rivayetleri nakletmiştir.
Halbuki hepsi de lsrailiyattır. Çünkü içlerinde sahih senedie hevesinden konuşmayan Rasulullaha ulaşan hiçbir hadis yoktur. Kur’an, öyküyü uzatıp kısaltm adan anlatmıştır. Biz Kur’anda geçenlere Allah’ın istediği şekilde inanıyoruz. Endoğrusunu Allah bilir.” [4]
el-Bidaye ve’n-Nihaye kitabında da Ibn Kesir, Hârût ve Mârût öyküsü ile ilgili israiliyatta haberleri verdikten sonra şöyle demiştir:
“Zühre yıldızının kadın olduğu ve ona Hârût ve Mârufun aşık olduğu, kendisine ismi azamı öğretmeleri şartıyla isteklerini kabul edeceği, ismi azamı ona öğrettikleri, onu söylediği, böylece yıldız olarak göğe yükseldiği gibi Hârût ve Mârût öyküsü ile ilgili anlatılan şeylerin Israiloğullarının uydurması olduğunu düşünüyorum. Zaten onları Ka’bulahbar anlatmış, eski alimlerden bir kesim de anlatmak ve israiloğullarından rivayet etmek için nakletmiştir.” [5]
Bu öykü ile ilgili rivayetleri verdikten sonra şöyle der: “İyi niyetle baktığımızda bunların Israiloğullarının haberlerinden olduğunu görüyoruz. Ibn Ömer’in Ka’bulahbar’dan daha önceki rivayeti gibi. Bunlar kabul edilemez mitolojilerindendir.” [6]
Ahmed Muhammed Şakir bu israiliyat rivayetlerinden üç yerde söz etmektedir.
a- lmam Taberi’nin aktardığı birçok rivayetleri değerlendirirken şöyle der: “Hârût ve Mârût öyküsünü anlatan ve kadın iken yıldıza dönüştürüldüğünü söyleyen bu haberleri hadis bilginleri red etmişlerdir.” [7] Sonra az önce verdiğimiz Ibn Kesir’in söylediklerini belirtmiştir.
b- Ibni Kesir’in Tefsirini kısalttığı ve “Umdetu’t-Tefsir ani’l-Hafız Ibn Kesir” adını verdiği muhtasar tefsirde, Ibn Kesir’in öykü ile ilgili rivayetlerini değerlendirirken bu haberlerden söz etmektedir. Ibn Kesir’in Ibn Ebi Hatim’den verdiği bir rivayetin senedini değerlendirirken Ahmed Muhammed Şakir şöyle der:
‘lbn Kesir’İn belirttiği ve bizim vermediğimiz sened doğrudur. îbn Abbas’ın sözü olarak mevkuf bir haberdir. Biz de onunla ilgili bir şey söyleiyoruz.İbn Kesir bu anlamda haberleri uzun uzun nakletmiştir. Allah ona da, bize de rahmet etsin ve bizleri bağışlasın” [8]
Umdetu’t-Tefsir kitabında bu gerçekdışı israiliyat haberleri vermesinin sebebini de şöyle belirtmektedir: “Önsözde şart koştuğum şekilde, Umdetu’t-Tefsir kitabından sözkonusu hadisi çıkarmayı düşünüyordum. Fakat anlam olarak onu halkın ve yazarların kullandığını gördüm. Onun için açıklama ihtiyacını hissettim ve yararlı olanı yaptım. Sonra, Ibn Kesir’in -Allah rahmet etsin-uzun uzun naklettiği, ama aynı zamanda çarpıklıklarını belirtmeyi ihma! etmediği rivayetlerin tümünü red ettim. “ [9]
c-lmam Ahmed Ibn Hanbel’in Musned’ini tahkik edip şerhederken bu konuya değinmiştir. Ahmed İn Hanbel, îbn Ömer’den merfu bir hadis nakletmiştir. Kimileri bu sebepten onu sahih saymıştır. Ahmed Şakir, sened bakımından 6178 numaralı bu hadisin anlamı, garip ve münker oluşunu açıkl adıktan sonra senedi üzerinde uzunca durmuş, senedindeki ve diğer senedlerdeki ravileri alimlerin nasıl eleştirdiğini açıklamıştır.Bu hadisin zayıf ve münker, hatta israiliyattan oluğunu belirten Ibn Kesir ve Muhammed Reşid Riza’nın da aralarında bulunduğu meşhur alimlerin söylediklerini vermiştir. Sonunda hadisle igili sözlerini şöyle tamamlamıştır:
“Bütün bunlar Ibn Kesir’in tercihini haklı çıkarmaktadır. Bu hadis, Ka’bulahbar’m israiliyat hikayelerindendir, Rasulullaha kadar ulaşmamaktadır, merfu olduğunu söyleyenler öyle sanmış ve yanılmıştır, Ka’bulahbar’dan rivayet edenler merfu olarak rivayet edenlerden daha güvenilir ve sağlam kişilerdir. Bu da hafız olan değerli bir imamın çok güzel açıklamasıdır” [10]
Üstad ve imam Seyyid kutup ise, Hârût ve Mârût öyküsü için şöyle der:
“Hârût ve Mârût kimlerdir? Ne zaman Babil’de olmuşlardır? Bu ikisinin öyküsünün yahudiler tarafından bilindiği anlaşılmaktadır. Çünkü Kur’amn bu anlatımına itiraz etmemişler ve yaianlamamişîardır. Kendisinin muhatabı olanlar tarafından bilinen bazı olaylara Kur’anda kısa değinmeler bulunmaktadır. Bu kısa değinmeler amacı belirtmek için yeterli olmuş ve daha fazla ayrıntıları vermeye ihtiyaç olmamıştır. Çünkü amaç, ayrıntılı anlatmak değildir. Fi Zilal kitabında ben de iki melek öyküsü ile ilgili mitolojilerin peşine takılmak istemiyorum. Çünkü sağlamlığına ve doğruluğuna güvenilecek bir tek rivayet yoktur.” [11]
O Halde Nedir Hârût ve Mârufun Öyküsü?
Sahih hadislerde Hârût ve Mârufun öyküsü ve Babil’de ne iş yaptıklarına ilişkin hiçbir açıklama göremiyoruz. Öykülerini öğrenmek istiyorsak, Kur’anın o konuda yaptığı açıklama ile yetinmemiz gerekir.
Kur’an, Yüce Allah’ın meleklerinden Hârût ve Mârût adlarında iki melek seçtiğine ve onları Babil şehrine indirdiğine işaret etmektedir. Babil, İrak’ta eski Babi! uygarlığının başkentidir. Meşhur Hammurabi (Nabukadnezar/Buhtunnasır) onun krallarındandır.
İki meleğin Babil şehrine niçin ve ne zaman indirildiğini bilmiyoruz. Anlaşıldığı kadarıyla Babil’e indirilmelerinin büyü ile bir ilişkisi bulunmaktadır. Babil’de büyü yaygınlaşmıştır. Belki de Filistin’de büyü, devletlerini yıkıp yağmalayan Nabukadnezar tarafından esir alınan yahudiler tarafından Orada yayılmıştır. Büyünün yahudilerle direkt iliştili olduğu ve dünya milletleri arasında en çok onların büyü ile uğraşıp yaydıkları bilinmektedir.
Öyle görülüyor ki bu yahudiler veya başkaları halkı büyü ile korkutup ürkütmüşler, büyünün etrafına büyük bir hale örmüşler, büyünün insanlara yarar ve zarar verebileceğine, hatta her şey yapabileceğine inandırmışlar, böylece başkalarını egemenlikleri altına alıp korkutmuş ve ürkütmüşlerdir.
Babil’de Hârût ve Mârût’un görevi, büyü ve büyücülerle ve insanların kalbine yerleşen büyünün korkusundan onları kurtarmakla ilgili olmuştur. Babil’de insanlara büyüyü öğretmişler, büyünün gerçeğini onlara göstermişler, dayandığı temel ve prensipleri onlara açıklamışlar, böylece büyünün etrafına örülen korkunç haleyi dağıtmışlardır.
Onlara sanki şunu demişlerdir: Büyüyü insan öğrenebilir. Büyü, bilmece veya gizli kapaklı bir şey değildir.Öğrenme ve öğretme ile elde edilen her bilgi gibi bir bilgidir. Büyücü, Allah’ın izni olmadıkça hiçbir kimseye ne yarar, ne zarar vereilir.
İnsanlara büyü öğretirken, öğrenip sanat ve meslek edinmeleri için değil, kendilerine iç yüzünü }östermök ve ondan sakındırmak için öğretirlerdi. Onun için kime öğretmişlerse,”Biz ancak sınamak için yapıyoruz, sakın kafir olma” demişlerdir. Yani büyü yapma ve onu meslek edinme, diyerek sakındırmışlardır.
Babil’de Hârût ve Mârût meleklerin görevi bitmiş, değerli iki melek olarak oraya indikleri gibi yine değerli iki melek olarak göğe yükselmişlerdir. Ama Babil halkı değerli iki meleğin nasihatini dinlememişler, aksine öğrendikleri büyüyü zarar ve kötülük için kullanmışlar, başkalarını büyülemişler ve karı ile kocayı birbirinden ayırmışlardır.
Yüce Allah bu kötü uyguiam adan dolayı onları kınayarak şöyle buyurmuştur: “Kendilerine zarar verecek ve yarar sağlamayacak şeyler öğreniyorlardı.And olsun ki onu satın alanın ahiretten bir nasibi olmadığını biliyorlardı.Keindilerini karşılığında sattıkları şeyin ne kötü olduğunu keşke bilselerdi” [12]
Yahudiler, Hak Yerine Batılı Seçiyolar:
Hârût ve Mârût öyküsü, yahudiler, onların uygulamaları, davranışları, İslama ve müslümanlara karşı hile ve oyunları bağlamında geçmektedir, âyetler bu yahudiler için ne diyordu? “Ellerinde olanı doğrulayan bir peygamber Allah katından onlara gelince, kitap verilenlerden bir takımı, bilmiyorlarmış gibi, Allah’ın kitabını arkalarına atılar. Şeytanların, Süleyman’ın hükümdarlığı hakkında söylediklerine uydular.”
Yahudiler sapıktırlar. Hakkı ve onu getireni yalanlıyorlar.Onların bu yalanlama ve küfürleri, köklü ve değişmeyen tavırlarıdır.Her zaman verdikleri hazır bir karardır. Ne zaman hak kendilerine gelse, onu inkar eder ve ne zaman peygamber onlara hakkı getirse, onu yalanlarlar. Bunu, önceden takınılan tavrı ve alınan kararı belirten “Lemmâ” kelimesinin anlamından öğreniyoruz.
Şüphesiz Hz.Muhammed, yahudilerin elindeki kitabı doğrulamaktadır. Kur’an, Tevratta söylenenleri doğrulamaktadır. Nasıl olmasın ki! Kur’an da Allah’ın kitabı, Tevrat da Allah’ın kitabıdır.
Yahudiler, Hz.Muhammed’in Allah’ın peygamberi olduğunu kesin olarak biliyorlardı. Ama ne yaptılar? Ona inanıp uydular mı?
Hayır! sanki hiç bilmiyormuş gibi, Allah’ın kitabını gözardı ettiler. Allah’ın kitabım bıraktılar ve sanki arkalarına attıiar.
Arkalarına attıkları ve Yüce Allah’ın “Kitap verilenlerden bir takımı, bilmiyorlarmış gibi, Allah’ın kitabını arkalarına attılar” dediği kitap, Kur’anı Kerim değil, yahudilerin inandıklarını iddia ettikleri Tevrat’tır. Tevrat’ın verdiği müjde olan Muhammed’i kabul etmemekle onu arkalarına atmış oldular. Böylece Muhammed’i haber veren Tevrat’ın âyetlerini gözardı ettiler. Gözardı etmek, o âyetleri inkaretmek demektir. O âyetleri inkar etmeleri de Tevrat’ın tümünü inkar etmeleri demektir. Arkalarına atma, terketme, ihmal etme ve işlevsiz bırakma işte budur.
Bu kin dolu davranışlarıyla yahudilerin hakkı bıraktıklarını, onu yalanlayıp inkar ettiklerini görüyoruz. Ondan sonra ne oldu? Allah’ın kitabını arkalarına attıktan ve inkar ettikten sonra yahudiler ne yaptılar?
Şüphesiz batıla uydular. “Süleyman’ın hükümdarlığı hakkında şeytanların söylediklerine uydular” Elbette yahudilerin bu yaptıkları, zarar eden bir ticaret ve boşa gien bir çab adır.Hakkı bırakmış ve batıla uymuşlar, peygamberiinkar etmiş ve şeytanlara inanmışlar, onların haber, yalan ve sözlerini doğrulamışlar.
Şüphesiz üçüncüsü olmayan iki yol vardır; Hak yol ve batıl yol. Kim hak yolda değilse, ister istemez batıl yold adır. Kim hidâyet yolunu bırakırsa, ister istemez sapıklık yoluna uymakt adır. “Hakkın dışında sapıklıktan başka ne vardır?”
Bu, Kur’anın kesin bir gerçeğidir.Gördüğümüz ve insanların yaş adığı gerçek olaylar bunu doğrulamakt adır. Hak yoldan uzaklaşan ve ayrılan, böylece sapıklık yoluna giren nice insanlar gördük! [13]
Şeytanlar, Büyü ve Hz.Süleyman:
âyet, şeytanların iftira ve yalanlarına işaret etmektedir. ‘Bunlar Hz.Süleyman’in büyü yaptığını iftira ettiler. “Şeytanların, Süleyman’ın hükümdarlığı hakkında söylediklerine uydular” âyet, şeytanları yalanlamış ve Hz. Süleyman’ı büyü yapmaktan tenzih etmiştir. “Oysa Süleyman kafir olmadı, ama insanlara büyüyü öğreten şeytanlar kafir olmuşlardı’1.
Rivayet düşkünleri, şeytanların yalanları ile ilgili bir sürü haberler nakletmişler ve Hz.Süleyman’la İlişkileri konusunda bir dizi uydurmalarda bulunmuşlardır. İbn Ebi Hatim, İbn Abbas’tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Hz.Süleyman’m katibi Asif ismi azam’ı biliyordu. Her şeyi Süleyman4ın emri ile yazar ve tahtının altına gömerdi. Süleyman ölünce, onları şeytaiar çıkardılar ve her iki satır arasında büyü ve küfür şeyler yazdılar. Sonra Süleyman’ın bunlarla amel ettiğini söylediler. Bunun neticesinde cahil insanlar Süleyman’ı tekfir ettiler ve sövdüler. Alimleri buna karşı çıktılar, ama cahiller ona sövmeye devam ettiler. Sonunda âyet inmiş ve bu şeylerden uzak olduğunu belirtmiştir. [14]
İbn Abbas Rivayetinin Değerlendirilmesi:
imam Ibn Kesir, İbn Abbas’tan yapılan bu rivayeti almıştır. [15] Bu rivayete baktığımızda, rasulullaha ulaştığını görmüyoruz. Çünkü Ib Abbas bunu Rasulullahtan rivayet etmemektedir. Onun için îbn Abbas’ın sözü olan bir rivayettir.
İbn Abbas daha önce geçmiş olaylardan söz etmektedir. Bu olaylar geçmişin bilinmezleri haline gelmiştir.Bilindiği gibi geçmişin bilinmezleri hakkında ancak Kur’an ve sahih hadislerin verdikleri bilgileri kabul ediyoruz. Allah’ın kitabına ve Rasulullahın sahih hadislerine dayandığını belirtmedikçe, bu konuda hiçbir kimsenin söylediklerini kabul etmiyoruz.
İbn Abbas’ın sözkonusu sözleri de bu iki kaynağa dayanm adığı için onu da kabul edemiyoruz. Onun için bu rivayetin doğru olmadığını söylüyoruz. Ahmed Şakir “Umdetu’t-Tefsir” kitabında bu rivayeti değerlendirerek şöyle der: “îbn Kesir’in naklettiği ve bizim vermediğimiz senedi sahihtir. İbn Abbas’ın sözlerinden mevkuf bir haberdir.Biz de hakkında iyi veya kötü birşey söylemiyoruz.İbn Kesir bu anlamdaki rivayetleri çok nakletmiştir….” [16]
Kimdir Bu Şeytanlar?
Şeytanlarla büyü arasında sıkı bir ilişki vardır.Çünkü insanları etkilemek, yönlendirmek ve baştan çıkarmak için büyü şeytanların araçlarından biridir.
buradaşeytanlar genel bir sözcük olup onlardan iki sınıfı da içermektedir.
Birincicisi, ‘şeytanlar’ kelimesinin gene! olarak kullanıldığında akla gelen sınıftır. Bunlar şeytan cinlerdir. Onları biz göremiyoruz, ama onlar bize vesvese vermekte,batıl, küfür ve günahları süsleyip baştan çıkarmaya çalışmakt adırlar.
İkincisi ise, şeytanlaşmış insanlardır. Bunlar, şeytan cinlerin yardımcısı olan kafirlerdir. Bu sınıfın en açık
temsilcileri yahudilerdir. Bunlar, insanların en büyük büyücüleri, kafirleri, şeytanları ve insanları yoldan saptıranlarıdır.
Acaba çokça büyü yapan ve bunu Süleyman’a maleden şeytanlar kimlerdir? Bu büyüyü en çok kullananlar kimlerdir?
Şüphesiz bunlar yahudilerdir. Süleyman’ın hükümdarlığı hakkında büyülerini konuşurlar. Çünkü onlara peygamber ve hükümdar olmuştur. Aynı zamanda insanların ve cinlerin yönetici olmuştur. Üstelik isanlan korkutup kendilerine boyun eğdirmek için bu tür yalanları kendileri rivayet etmekte ve yararlan için kendileri kullanmakt adırlar. [17]
Süleyman’ın Hükümdarlığı Hakkında Şeytanların Konuşması:
Tefsirciler, “tetlû” kelimesinin anlamında ihtilaf etmişlerdir.Taberi, tefsirinde bu kelimenin en önemli anlamlarını belirtmiştir. Kimilerine göre bir şeyi haber vermek, rivayet etmek, konuşmak, bildirmek anlamındadır. “Kişinin Kur’an okuması” gibi.
Kimilerine göre ise, uyduğu; rivayet ettiği ve yaptığı şeyler anlamındadır.
Taberi, açıklarken her iki anlamı bir araya getirmiş ve bu kelimenin iki anlamı da belirttiğini söylemiştir. Araplaı:: konuşmasında “Falan şunu okuyor” sözü iki anlamı içerir; bir anlamı, tabi olmaktır. Birinin peşinden gittiğim zaman “şu kişiye tabi oldum, izinden gittim” denir.
Diğer anlamı da, bir şeyi okumak ve çalışmaktır. Şu kişi Kur’anı tilavet ediyor, denildiğinde, onu okuması ve çalışmasının anlaşılması gibi.
Şeştanlar bu işi okuyarak, rivayet ederek ve işleyerek okumuş olabilirler. İşleyerek onun peşinden gitmiş ve rivayet ederek çalışmış da olabilirler. Yahudiler bu konuda yöntemlerine uymuş, yapmış ve rivayet etmiştir.” [18]
Şeytanlar, Süleyman’ın hükümdarlığı hakkında yalan şeyleri rivayet ediyor, anlatıyor ve konuşuyor. Yahudiler de şeytanların anlattığı şeylere uyuyor, yapıyor, başkalarına naklediyor ve kendileri de aktarıyorlar.
“Süleyman’ın hükümdarlığı hakkında” sözüne gelince; Taberi’ye göre buradaki cer harfi olan “ala”, yine cer harfi olan “fi” anlamındadır. Şöyle der: “Süleyman mülkünde. Araplar ‘ala’ ile ‘fi ‘harflerini birbirinin yerine getirirler. Mesela Kur’anda “Sizi hurma dallarında asacağım” [19] âyetinde fi harfi, ala harfi anlamındadır. Yine falan kişi zamanında şunu yaptım, derken, ‘ala’ ve ‘fi’ harflerini aynı anlamda kuilnırlar.” [20]
ala harfi fi anlamında olunca, âyetin anlamı şöyle olmaktadır: Şeytanlar, Süleyman’ın Israiloğullarına hükümdarlığı zamanında yalan söylüyor, anlatıyor ve haber veriyordu. Yani bu işleri Süleyman’ın hayatında yapıyorlardı.
İbn Kesir’e göre ise, “tetlû” kelimesinin anlamı, yalan söylemektir, “ala” cer harfinin anlamı da fi anlamında değil, kendi anlamıdır. Böylece “şeytanların okuduğu şeyler”, Süleyman’ın hükümdarlığı hakkında onların rivayet edip anlattığı ve haber verdiği şeyler olmaktadır. Fiilin cer harfi ala ile etken yapılmasının sebebi de, yalan söyleme anlamını kazandırmak içindir. Taberi, ala harfinin buradafi harfi alamında olduğunu, yani Süleyman’ın hükümdarlığında yaptıklarını belirtirken, ancak fiile yalan söyleme anlamının kazandırılması daha güzeldir, demektidir.” [21]
Büyü Yapmak Küfürdür ve Büyücü Kâfirdir:
âyet, büyü ve büyücülere savaş açmıştır. Hârût ve Mârût da büyü ve büyücülerle savaşmıştır. Âyete iyice baktığımız zaman büyü yapmayı küfür ve büyücüleri kafir saydığını görüyoruz. Böyle olduğunun ellileri de şunlardır:
l- “SüIeyman kafir olmadı”sözleriyle Hz.Süleyman’ın büyü yapmadığını ve büyü ile iş görmediğini belirtmesi.
âyet, Hz.Süfeyamn’ın büyü ile ilişkisinin bulunm adığını söylerken, kafir olmadığını da söylemektedir.Bu da büyü ile küfür arasındaki ayrılmaz bilrikteiiği gösterir.
2- lnsanlara büyü Öğreten şeytanların kafir olduğunu söylemesi.”Ama şeytanlar kafir oldular, isanlara büyü öğretiyorlar”. Şeytanlar insanlara büyü öğrettikleri için kafir olmuşlardır. Yani büyü yapmak,başkalarına uygulamak ve öğretmekle kafir olmuşlardır.
“insanlara büyü öğretiyorlar” cümlesi, dil yönünden hâl/durum cümlesi olup şeytanların insanlara büyü öğretirken küfre gittiklerini belirtmektedir.
3- Hârût ve Mârût, “Biz sadece imtihan ediyoruz, sakın kafir olma, demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi” sözleriyle isanları büyü yapmaktan ve uygulamaktan sakındırmaları, bilindiği gibi Kur’anın kelimeleri seçmedir. Çünkü bu seçim anlatılmak istenen anlamı anlatacaktır.
Hârût ve Mârût, biz imtihan ve fitneyiz,sınama ve denemeyiz, sakın büyü ile uğraşıp kafir olma, dediler. Öğrettikleri kişilere büyü yapma, demeyip kafir olma, dediler. Bu da ancak büyü ile küfür arasındaki ayrılmaz
birliktelik ve sıkı ilişki sebebiyledir.
Bu da Kur’an anlatımının inceliklerindendir.
Süleyman’ın büyü ile ilişiksinin olmadığını belirtirken, küfürle de ilişkisinin olmadığını belirtmektedir, iki melek de insanları büyü işlerinden sakındırırken küfürden de sakındırmakt adırlar.
4- Hz.Muhammed, büyü yapmayı küfür görmektedir. Kâhin ve gelecekten haber veren kişilerin söylediklerini doğrulayanların kafir olduklarını söylemektedir. îbn Hacer Askalani, şöyle der:
“Sünen sahiplerinin rivayet ettiği ve Hakim’in sahih ve merfu abul ettiği şu rivayet, kahinleri kötülemektedir: Kim kahine veya gelecekten haber veren kimseye gelir ve söylediklerini doğrularsa, Muhammed’e indirileni inkar etmiş olur” Bezzar’ın iyi senedle naklettiği Câbir ve İmran Ibn Hüseyin hadisi de bunu desteklemektedir. Ebu Ya’la da Îbn Mesud’un hadisi olarak iyi bir senedle rivayet etmiş ancak merfu olduğunu belirtmemiştir. Böyle bir şey salt görüşle zaten söylenemez” [22]
“Mâ” Kelimesi, Olumsuzluk Harfi Midir, İlgi Zamiri Midir?
Tefsirciler, “Babil’de Hârût ve Mârûta indirilen…” âyetindeki “mâ” kelimesinin ne tür kelime olduğu konusunda. ihtilaf etmişlerdir. Bu kelimenin başındaki vav harfinin atıf (bağlaç) olduğunu ve bu cümlenin kendisinden
önceki bir cümleye bağlandığını ittifakla söylemelerine rağmen, hangi cümleye bağlı olduğunda sözbirliği etmemişlerdir. Sözbirliği etmemelerinin sebebi de, mâ kelimesinin türünde ittifak etmemeleridir. Bu kelime olumsuzluk harfi midir, yoksa ilgi zamiri midir? konusunda anlaşamamışlardır.
Taberi’nin tercihini ele aldıktan sonra, İbn Kesir’in açıklamalarını da belirteceğiz. Böylelikle bize göre uygun olan görüşü tercih edeceğiz.
Birinci görüş: buradaki mâ, olumsuzluk bildiren harftir. Bu görüşün İbn Abbas’a ait olduğu söylenir.
Taberi bu görüşü şöyle açıklamaktadır: “âyetin “Süleyman’ın hükümdarlığında şeytanların söylediği büyüye uydular. Süleyman kafir olmadı ve Allah iki meleğe büyü indirmedi. Ancak şeytanlar kafir oldular, insanlara büyü öğretiyorlar. Babil’de Hârût ve Mârût vardır.
Bu durumda, anlam olarak önce bulunan “Babil’de Hârût ve Mârût” sözü, sonraya kalmış olmaktadır.” [23]
Bu görüşe göre, iki melekten maksat, Cebrail ve Mikail’dir. Hârût ve Mârût isimleri de şeytan iki adamın adı olup bunlar Babil’de insanlara büyü öğretirler.” [24]
Böylece, sözkonusu cümle, “Süleyman kafir olmadı” cümlesine bağlı kabul edilir, yani Kur’an, Hz.Süleyman’ın kafir olduğunu red ettiği gibi, Babil’de iki meleğe büyünün indirilmesini de red etmektedir. Şeytanlar yalan söylemiş, büyü ve küfrü Süiemyana nisbet ederek yalan söyledikleri gibi, Babil’de iki meleğe büyünün indirildiğini iddia ederken de yalan söylemişlerdir.
ikinci görüş: Mâ, kelimesi ilgi zamiridir.Taberi, bu görüşün îbn Mesud, Kat ade, Zuhri, Suddî ve başkaların görüşü olduğunu seylemektedir. Bu görüşü açıklarken Taberi şöyle der:
“Bu görüşe göre âyetin anlamı şudur: Yahudiler, Süleymanın hükümdarlığı hakkında şeytanların söylediklerine uydukları gibi, Babil’de iki melek olan Hârût ve Mârufa indirilen şeye de uydular.” [25] Taberi bu görüşü tercih etmiştir.
Ancak İmam İbn Kesir, Üstadı Taberi’nin görüşünü irdeleyerek yaptığı tercihi kabul etmemiş ve şöyle demiştir:
“İbn Cerir, sonra bu görüşü red etrrîeye başlamış ve mâ kelimesinin ilgi zamiri olduğunu söylemiştir. Bunu uzunca anlatmıştır. Hârût ve Mârufun iki melek olduğunu, Allah’ın onları yer yüzüne indirdiğini, peygamberler tarafından yasaklanan bir şey olduğunu açıkl adıktan sonra kullarını denemek ve sınamak için onlara sihri öğretmelerine izin verdiğini iddia ettiği gibi, Allah’ın emrine uydukları için bu konuda Hârût ve Mârufun itaat ettiklerini de iddia etmiştir. Halbuki bu açıklaması gerçekten tuhaftır.” [26]
Ahmed Şakir ise, ibn Kesir’in söylediklerini şöyle değerlendirir: “İbn Kesir’in ğı gibi ben Taberi’nin söylediğini yadırgamıyorum. Taberi’nin söylediklerine iyice bakılırsa, görüşünün doğru olduğunu gösteren açık ve güçlü bir delil içerdiği görülür. Hatta bu değerli tefsirden başka tefsirlerde bulunmayan kelimeler üzerinde iyiden iyiye düşündüğü, anlamlan da incelik ve dikkatle kavradığı görülür.” [27]
Melekler Nasıl Büyü Öğretir?
Taberi, Yüce Allah, Babil’e iki melek indirdi mi? Onlara büyü indirmesi caiz midir? Melekler insanlara nasıl büyü öğretir? diye sormakta ve cevaplarını vermeğe çalışarak şöyle der:
“Yüce Allah bütün iyilik ve kötülükleri indirmiştir. Hepsini kullarına açıklamıştır. Peygamberlerine bildirerek onu kullarına bildirmelerini, neyin helal, neyin de haram olduğunu öğretmelerini emretmiştir. Zina, hırsızlık ve bildikleri diğer haramlar gibi haramları bildirmiş ve bunları işlemelerini yasaklamıştır. Büyü de bildirdiği ve işlemelerini ya sakladığı o haramlardan biridir.
İçkinin nasıl yapıldığını bilmek nasıl günah değilse, büyü hakkında bilginin kendisi de günah değildir. Put yontma, saz ve başka eğlence aletlerini yapma bilgisi de böyledir. Günah olan, bunlarla amel ederek kişilere zarar vermektir.
Yüce Allah’ın iki meleğe büyü indirmesinde ve onların da bunu insanlara öğretmesinde bir günah yoktur. Çünkü öğrettikleri kişilere hem Allah’ın emrini yerine getirerek öğretmiş, hem de onlara kendilerinin bir imtihan için bunu yaptıklarını söylemiş, büyü yapmaktan, onunla amel etmekten ve kafir olmaktan sakındırmışlardır. İnsanlardan büyüyü öğrenen ve onunla amel edenler günah işlemişlerdir. Çünkü Yüce Allah onu belirtmişse, kendilerine öğrenme ve uygulamalarını da yasaklamıştır. İnsanlara büyüyü haram etmeyip serbest bıraksaydı, onu öğrenmek yasak olmadığı gibi, iki meleğin onlara öğretmesinde de sakınca olmazdı. Çünkü büyüyü bilmeleri ve insanlara Öğretmeleri Allah’ın emri ile olmuştur.” [28]
Insai arın iki meleğe muhalefet etmeleri, yasağını dinlememeleri, büyü yapmaları ve bunu karı ile kocayı bibirinden ayırmaları için kullanmaları iki meleğin suçu değildir. Durum, Taberi’nin söylediği gibidir. Şöyle diyor:
“Allah’ın yerine onun veli kullarından kimi insanlara tapılmıştır. Onlara tapmak, onların suçu değildir. Çünkü onlar böyle şeyleri tapanlara emretmemişlerdir. Aksine bunlar kendilerine tapılmasını yasaklamış, ama kimi insanlar gelip onlara tapınışlardır.
iki melek de böyledir. “Biz sadece imtihan ediyoruz, sakın kafir olma” deyip uyarı ve yasaklarını yaptıktan sonra onlardan kimi insanların bunu yapması ve uygulaması iki meleğin suçu olmadığı gibi, onlara zarar da vermez. Çünkü bunlar görevlerini yapmışlar, emri yerine getirdikleri gibi, yasaklamayı da yapmışlardır.” [29]
Âyetlerde “Mâ” Kelimesinin Geçmesi:
Bu kelime, öyküyü anlatan âyetlerde bazan olumsuzluk belirten harf, bazan da ilgi zamiri (mevsul isim) olarak dokuz kez geçmektedir. Şöyleki:
l- “Şeytanların söylediklerine uydular” cümiesinde ilgi zamiridir.
2- “Süieyman kafir olmadı” cümlesinde olumsuzluk harfi olup Süleyman’ın kafir olmadığını belirtmektedir.
3- “İki meleğe indiri!en”cümiesinde bize göre ilgi zamiridir. Yani iki meleğe indirilen büyüye uydular.
4- “kafir olma, demedikçe hiçbir kimseye Öğretmezler” ümlesinde olumsuzluk harfi olup sakındırm adıkça kimseye öğretmediklerini belirtir.
5- “Kan ile kocayı birbirinden ayıran şey” cüı .leşinde ilgi zamiri olup karı ile kocayı birbirinden ayn,.n şeyi öğrendiklerini belirtir.
6- “Aliah’ın izni olm adan onunla kimseye zarar veremezler” cümlesinde olumsuzluk belirten harftir.
7- “Kendilerine zarar veren şeyi öğrenirler” cümlesinde ilgi zamiridir.
8- “Ahirette hiçbir nasibi yoktur” cümlesinde olumsuzluk belirten harftir.
9- “Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür!” cümiesinde ilgi zamiridir.
âyetlerde mâ kelimesinin gelişine dikkat edersek,ilgi zamiri-olumsuzluk harfi-ilgi zamiri- olumsuzluk harfi, şeklinde bir sıraya göre kullanıldığını görürüz. Kur’anm anlatımında bu sıralama açıkça görülür. [30]
Büyü Çeşitleri:
Büyü çeşitlidir. Kimi gerçek, kimi sanal/hayalidir. Büyü çeşitleri hakkında Rağıb Isfahani şöyle der: “Büyü, kelimesi değişik anlamlarda kullanılır:
Birincisi, gerçeği olmayıp gözbağcılık anlamında kullanılmakt adır. Gözbağcının yaptığı gibi. El çabukluğu ile yaptığı işten dikkatleri başka tarafa çeker ve insanların gözünü büyüler. Jurnalcılar da böyledir. Kulağa hoş ve süslü gelen kelimeler söyler ve dinleyiciyi kandırır. Yüce Allah’ın ‘İnsanların gözlerini büyülediler, ürküttüler ve büyük bir büyü yaptılar” [31] ve “Büyülerinden dolayı o yaptıkları kendisine hareket eder gibi göründü” [32] âyetlerinde bu anlamdadır.
ikincisi, şu veya bu şekilde şeytanla işbirliği yaparak yardım ve desteğini almak anlamında kullanılmakt adır. Yüce Allah’ın “Şeytanların kimin üzerine indiğini size bildireyim mi? Onlar, çok günahkar ve aşırı müfterilerin hepsine İner” [33] ve “Fakat şeytanlar kafir oldular, insanlara büyü öğretirler” sözlerinde bu anlamd adır.
Üçüncüsü, bazan bir şeyin güzelliği anlamında kullanılmıştır. Mesela, “Anlatımın öylesi var ki, büyüleyicidir” denilmiştir. Bazan da bir şeyin incelik ve dikkatli yapılışı anlamında kullanılmıştır. Mesela bilginler ‘Tabiat büyüleyicidir” demişlerdir. Besin için de büyü demişlerdir. Çünkü etkisi çok gizli olup görünmemektedir.” [34]
Fahreddin Razi ise, büyünün türlü çeşitlerini belirterek şöyle der:
1- Eski zamanda yaşamış Keldaniler ve Kesdaniler’in büyüsü. Bunlar gezegenlere tapmış ve bu evreni bunların yönettiğine inanmışlardır.
2- Başkalarını etkileyip büyüleyen vehim ve güçlü nefis sahiplerinin büyüsü.
3- Cinler ve yerdeki ruhlardan yardım aimak.
4- hayaller ve nazar değmesi.
5- Geometrik ölçülerde yapılmış ilginç araçlar ve dev aynasında görünme yollarından biri ile yapılan büyü. Firavn sihirbazlarının büyüsü bu türden olmuştur.
6- Özel ilaçlar yardımı ile yapılan büyü. Yemeğe sersemleştirici ve aklı giderici ilaçların katılması, sarhoş edici tütsülerin yapılması gibi. Mesela eşek beyni bir insana yedirilecek olursa, o kişinin zekası azalır ve aptallaşır.
7- Aklın çelinmesi ile yapılan büyü. Büyücü ism-i azamı bildiğini ve emrinde cinlerin çalışıp çok zaman kendisine itaat ettikİerini iddia eder, bu da büyücünün söylediklerinin doğru olduğuna inanıp aklına takıhrsa, içinde bir tür korku ve ürkeklik meydana gelir, korku meydana geldiğinde de duyarlı yetenekler zayıflar, o zaman da büyücü yapmak istediklerini yapma imkanını bulur. [35] Deneyimi olup bilgi sahiplerinin durumlarını bilenler, işlerin yaptırılmasında ve sırların gizlenmesinde aklı çelmenin ne büyük etkisi olduğunu bilirler.
8- Gizli ve farkedilmeyecek bir şekilde jurnalcilik yapmak. [36]
Büyü Etkiler Mi, Yoksa Gözbağcılık Mıdır?
büyünün çeşitlen olduğunu gördük. Bazısı gerçek, bazısının da aldatma, ürkütme ve kuruntulara dayanan hayali gözbağcılık olduğunu öğrendik.
Müslümanlar büyü konusunda ihtilaf etmişlerdir. Acaba büyü, büyülenen insan üzerinde etkisi olan bir gerçek midir, yoksa etkisi ve gerçeği olmayan bir sanal/hayal midir?
İmam Taberi, büyünün gerçeğinin olmadına, sadece gözbağcılık (hayal) ve aldatmaya dayandığına inanır. Bu konuda şöyle der:
“Büyücünün yaptığı, gözbağcılıktır, olağandışılıktır ve sergilediği marifetlerdir. Büyülenen kişi, içinde bulunduğu gerçek durumdan başka bir durumda olduğunu sanır. Tıpkı kişinin uzaktan serabı görüp su olduğunu sanması gibi. Denizde hızlı seyreden kişinin gördüğü ağaçların ve dağların da kendisi ile beraber hızlı seyrettiklerini sanması gibi. Büyülenmiş kişinin durumu da bu şekildedir. Büyücünün büyülemesinden sonra kişi gördüğü ve yaptığı şeylerin olduğundan başka şekilde olduğunu sanır ve hayal eder.” [37]
Razi ise, büyünün gerçek olup etkisinin bulunduğuna ve büyücünün Allah’ın izni ile zarar verebildiğine inanarak şöyle der:
“Ehli Sünnet, büyücünün Havada uçabileceğini, insanı eşek ve eşeği insan yapabileceğini caiz görürler [38] . Ancak, büyücü özel duaları ve belirli kelimeleri okuduğu zaman bu işlerin yaratıcısının Allah olduğunu, bu etkiyi yıldızların veya feleğin meydana getirmesinin söz konusu olmadığını söylerler. Bu tür büyünün olabileceğine Kur’andan ve rivayetlerden delil getirirler.
Kur’an’dan delilleri “Allah’ın izni olm adan hiçbir kimseye onunla zarar vermezler” âyetidir, âyetteki istisna, etkinin olabileceğini belirtir. Rivayetler ise, Hz. Peygamberden mütevatir ve tek kişinin verdiği âh ad haber derecelerinde çoktur.” [39]
hadisçiler de büyünün gerçekliğinin olduğunu ve büyücünün Allah’ın izniyle büyü yaptığı kişileri etkileyebildiğini söylerler. İbn Hacer Askalani, Fethu’1-Bari kitabında şöyle der:
“Büyü konusunda ihtilaf edilmiştir. Gerçekliği olmayan hayalden ibaret oduğu söylenmiştir. Bu, Şafiilerden Ebu Cafer Esterab adi, Hanefilerden Ebu Bekr Razi ve Zahirilerden İbn Hazm ile başka bir grubun görüşüdür.
Nevevi şeyle der: Doğrusu, büyünün gerçekliğinin olmasıdır. Cumhur’un görüşü budur. Alimlerin geneli de böyle düşünür. Kur’an ve sahih sünnet de buna delalet eder.
Fakat, büyü ile görüntü değişikliği olurmu, olmazmı? konusunda ihtilaf edilmiştir. Büyünün gözbağcılık (hayal ettirme) olduğunu söyleyenler, görüntü değişikliğinin olmadığını söylerler.
Büyünün gerçekliğininin olduğunu söyleyenler ise, ihtilaf etmişlerdir. Bir nevi hastalığa yol açarak psikolojiyi değiştirecek şekilde etkisi mi vardır, yoksa cansızı canlı ve canlıyı cansız yapacak şekilde değiştirme etkisi mi yapar?
Cumhur alimlere göre, sadece psikolojiyi etkileyecek şekilde etkisi vardır. Küçük bir grup ise, ikinci görüşü savunur.
Mazri şöyle der: Cumhur alimler, büyüyü kabul eder ve gerçekliğinin olduğunu söylerler. Bazıları gerçekliğinin olmadığını söylemekte ve yaptığı söylenen etkilerinin asılsız hayaller olduğunu belirtir. Halbuki büyünün olduğunu kanıtlayan haberler olduğu için bu inkarları geçersizdir. Kaldı ki büyücünün düzenlediği bazı sözleri söylerken veya cisimleri şekillendirirken yahut belirli bir ölçü ile birtakım kuvvetleri karıştırırken olağandışı şeyler meydana getirmesi akla aykırı değildir.” [40]
Hz.Peygamber’in Büyülenmesi Konusu:
Büyünün gerçekliği ve etkisinin olduğu, büyücünün Allah’ın izni ile rakibini etkileyip zarar verebildiği yönündeki Ehli Sünnetin görüşü daha doğrudur. Racih olan budur. Çünkü Kur’an ve Sünnetten delillere dayanmakt adır. Kur’an’dan delili, Hârût ve Mârût öyküsünde geçen âyetlerdir. Az sonra buna değineceğiz.
hadisten delili ise, yahudinin Hz.Peygamberi büyülemesidir. Buhari’nin Sahih’inde birkaç yerde belirttiği olay şudur: “Hz.Aişe anlatıyor; Zurayk oğullarından Lebid İbn A’sam adında bir adam Rasulullahı büyü yaptı. Öyle ki, Rasulullah, yapmadığı bir şeyi yapmış sandı. Bir gün veya bir gece benim yanımda iken uzun uzun dua etti ve şöyle dedi: Ey Aişe! gördün mü? Allah beni iyileştirecek şeyi bildirdi. Yanıma iki adam geldi, biri baş ucumda, diğeri ayak ucumda oturdu ve birbiriyle şöyle konuştular:
“Bu adamın hastalığı nedir?
“Büyülenmiştir. -Kim büyülemiştir? -Lebid ibn A’sam. -Ne ile büyülemiştir?
“Tarak, saç ve erkek hurmanın kuru kapçıkları ile. -Büyü nerededir? -Zervan kuyusund adır.
“Rasulullah, arkadaşlarından birkaç kişi ile beraber kuyuya geldi. Dönünce şöyle dedi: Ey Aişe! Suyu kına suyu gibidir, hurmaları da şeytanların başlan gibidir. Dedim ki: Ey Allah’ın rasulü! Onu çıkarıp bozm adın mı? Şöyle dedi:
Allah beni onun hastalığından kurtardı, onun yüzünden halkın arasında bir kötülüğün çıkmasını istemedim. Kuyunun kapatılmasını emretti ve kuyu toprakla kapatıldı.” [41]
Buharı, yine Tıp bölümünde, “büyü çıkarılır mı”? kısmında başka ilaveleri olan şu rivayetle de rivayet etmiştir:
“Hz.Aişe anlatıyor: Gördün mü? Fetva sorduğum konuda Allah bana fetva verdi. Bana iki adam geldi.Biri baş ucumda, diğeri ayak ucumda oturdu. Baş ucumda oturan adam diğerine sordu:
“Bu adama ne olmuştur?
“Büyülenmiştir.
“Kim büyülemiştir?
“Lebid İbn A’sam. Zurayk oğullarından bir ada m, Yahudilerin işbirlikçisi olan bir münafık.
“Ne üe büyülemiştir? -Bir tarak ve saç ile. -Nerede yapmıştır?
“Zervan kuyusunda basamak taşının altında, erkek hurma kapçığı içinde.
Rasulullah kuyuya geldi ve büyüyü çıkardı. Bana gösterilen kuyu budur, suyu kına suyu gibidir, hurmaları da şeytanların başları gibidir, dedi ve çıkarıldığını söyledi. Bunu çıkarıp bozm adın mı? dedim. Madem ki Allah beni onun hastalığından kurtardı, ben de halktan kimseye zarar gelmesini istemiyorum, dedi.” [42]
îbn Hacer, her iki hadisle ilgili uzun açıklamalar yapmıştır. Onlardan sadece bazı kelimeler için yaptığı açıklamaları alacağız.
Hz.Aişe’nin “kadınlarla yatm adığı halde yatmış sanırdı” sözü, sanma ve hayal etme anlamındadır. Kadı Iyaz, bu ifadeye dayanarak büyünün kişinin akıl ve düşüncesini değil, beden ve organlarını etkilediğini söylemiştir. [43]
Rasulullahın büyülenmesi, korunmuş ve şeytanların etkilemesinden muhafaza edilmiş olmasına aykırı değildir. Peygamberin şeytanların şerrinden korunması, onların kendisine zarar vermeye çalışmalarını engellemez. Büyüden etkilenmesi de, tebliğ görevine bir eksiklik getirmez, sadece konuşm adaki bir zayıflık, bazı işleri yapmaktan acizlik veya bir şeyi aralıklarla hayal etme gibi diğer hastalıklar gibi bir hastalıktır. Allah şeytanların hilelerini boşa çıkarır. “ [44]
Vakıdi, bu büyülemenin Rasulullahın Hudeybiye’den döndüğü hicretin yedinci yılı Muharrem ayında meydana geldiğini belirtir. Yahudilerin ele başları, Zurayk oğullarından büyücü ve münafık bir yahudi olan Velid Ibn A’sam’a gelmişler ve üç dinar vereceklerini söyleyerek
Rasulullaha etkileyici bir büyü yapmalarını istemişlerdir. [45] Velid’in kız kardeşi onlara “Peygamber ise, zaten Allah ona bildirecek, değilse, aklı gidecek kadar büyü onu etkileyecektir” demiştir. [46]
Büyücü Lebid tarağı, saçı huma lifinin içine sarmış ve kuyu taşının altına bırakmıştır. [47]
Beyhaki, Delalilu’n-Nubuvve kitabında bundan fazla olarak şunu riâyet etmektedir: Rasulullah Zervan kuyusuna bir adam göndermiş, adam kuyuya inerek taşın altından bir hurma lifi çıkarmış, içinde Rasulullahın tarağı ve bir tutam saçının yanında iğneler batırılmış mumdan bir heykeli ve onbir düğüm atılmış bir iplik olduğunu görmüştür.
Cebrail, Nâs ve Felak surelerini getirmiş ve iki surenin âyetlerinden birer birer okuyarak düğümleri çözmesini söylemiş, o da okuyarak çözmüştür. Sonra çıkardığı her iğne için önce bir sızı, sonra bir rahatlama duymuştur.
Ey Allah’ın rasulü, bu yahudiyi öldürseydin ya! demişler. O da “Allah beni iyileştirdi, onun göreceği Allah’ın azabı daha çetindir” demiştir.” [48]
Kimi müslümanlar Rasulullahın büyülenmesini yadırgayabilir ve bunu Rasulullahın şeytanlardan korunmuş olmasına aykırı görebilir. [49] Halbuki bu y adırgamaya gerek yoktur. Çünkü olay bütün hadis kitaplarında sabit olmuştur. Buhari ile Müslim’in ittifak ettikleri bir konudur, hadis, tefsir ve siyer kitaplarının hepsinde bulunmaktadır.
Büyülenme olayı ile Peygamberin korunmuşluğunun uzlaştırılması konusuna gelince, bu konuda Müslim’in şerhinde Nevevi’nin belirttiği Mazri’in şu sözlerini vermekle yetineceğiz:
“Kimi bidatçılar başka bir sebeple bu hadisi inkar etmiştir. Peygamberlik makamını lekelediğini, o makamı şüpheli duruma düşürdüğünü ve bunu caiz görmenin şeriata güveni sarsacağını iddia etmiştir.
Bu bidatçıların iddiları geçersizdir. Çünkü bunun doğru ve sahih olduğu kesin delillere dayanmakt adır. Peygamberin korunmuşluğu tebliğle ilgilidir. Mucize bunun şahididir. Delilin aksini gösterdiği şeyi caiz görmek yanlıştır.
Rasulullahın diğer inanlar gibi olduğu ve karşılaştığı birtakım dünya işlerinde gerçekliği olmayan bazı şeyleri yapıyor sanması uzak bir şey değildir.
Eşleriyle birleşmediği halde onlarla birleştiğini sanmıştır, diye itiraz edilebilir. Şüphesiz insan böyle bir şeyi rüy ada sanabildiği gibi uyanık iken de sanabilir. Halbuki bir gerçekliği yoktur.
Bir şeyi yapmadığı halde yapmış sanmıştır, denilebilir. Halbuki sandığı şeylerin doğruluğuna kendisi inanm adığı için sandığı şeyler de doğru değildir.
K adı Iyaz şöyle der: Bu hadisin rivayetleri büyünün aklını, kalbini ve inançlarını değil, vücudunu ve dış organlarını etkilediğini belirtmiştir.
Böylece hadisteki “Eşleriyle birleşmediği halde birleştiğini sanmıştır” veya “hayal etmiştir” sözünün anlamı şu olmaktadır: Önceki alışkanlığı ve davranışlarından buna gücünün olduğunu görür. Onlara yanaşınca, büyü etkisini gösterir ve büyülenen kişide görüldüğü gibi,buna imkan bulm adan girişimi yarım kalır.
Rivayetlerde geçen”bir şeyi yapmadığı halde yapmış sanma” yi ve benzerini belirten bütün şeyler, aklına bir zarar gelmesi anlamında değil, gözünün önünde canlanması anlamındadır. Bunda peygamberliği bulandıracak veya sapıklık ehline eleştiri kapısını açacak hiç birşey yoktur” [50]
Biz İmtihan Ediyoruz:
Babil halkına büyü göreten iki melek insanlara ne diyordu? “Biz ancak imtihan ediyoruz, sakın kafir olma” diyordu.
Yüce Allah ikisini Babil halkını imtihan için indirmiştir. Onların görevi, halkı sınamaktı. Onlara büyü öğretmeleri de onları imtihan etmek içindi.
Fitne sözcüğü, sınamak, imtihan etmek ve denemek anlamındadır. Nitekim Hz.Musa, yüce Allah’a şöyle seslenmişti: “Rabbim! İsteseydin daha önce onları ve beni helak ederdin. Bizden beyinsizlerin yaptıkları sebebiyle bizi helak mi ediyorsun? Bu ancak senin sınamandır. Onunla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola erdirirsin” [51]
Yani senin bu yaptığın, bizi imtihan etmektir. Bu imtihan ve sınamanın sonucu farklı olmaktadır. Kimi insanlar bu imtihanda başarısız olup sapıtır, kimi de imtihanı kazanır, hidâyeti bulur ve imanı artar.
Hârüt ve Mârût, Babil halkı için bir fitne olmuştur. Onlara büyü öğretmesi de bir fitne idi. İki melek, Babil
halkını büyü ile uğraşmaktan sakındırmaya çalışmıştır. Büyünün içyüzünü ve mahiyetini kendilerine göstermek için onlara öğretmişler. Öğrenen kişilerin büyünün cazibesi ve etkisi karşısında, onunla başkalarına zarar verme konusunda dayanamayıp büyü yapmayı meslek edin irse, onların imtihanı kaybetmeleri anlamına gelir.
iki melek bir imtihandı. İnsanları büyüden, kafir olmaktan ve imtihanı kaybetmekten sakındırdılar. Fakat insanlar imtihanı başaram adılar, kaybettiler ve büyü ile uğraşıp kafir oldular. Seyyid Kutup şöyle der:
“İnsanlık tarihinde milletler durumlarına ve hayatının her aşamasında anlayışlarına uygun sınavlardan geçmişlerdir. Sınamanın iki melek yahut onlar gibi iyi iki insan ile olması, zifiri karanlıklar içinde aydınlatıcı ilahi meşalenin ışığını izleyerek emekleyen ve yürüyen insanlığın geçtiği türlü şekiller ve olağandışı sınamaların yanında görülmemiş tuhaf bîr şey değildir. “ [52]
Bu hayatta Allah insanları denemekte, sınamakta ve imtihan etmektedir. Ama insanlardan sınanıp imtihan olduğunu kaç kişi farkediyor? imtihan ve denenme şekilleri karşısında kaç kişi iyi davranıyor? Bu imtihanda kaç kişi kazanıp başarılı oluyor? Yüce Allah buyuruyor:”Hanginiz daha güzel iş yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratan odur” [53] “Kiminizi kiminiz için bir imtihan yaptık. Sabrediyor musunuz? Şüphesiz Rabbin her şeyi görendir” [54]
Karı Koca Birbirinin Eşidir:
Kur’anı Kerim, büyünün bazı şekillerini belirtmekte ve karı ile kocayı birbirinden ayırma etkisinin bulunduğunu söylemektedir. Babil halkı, Hârût ve Mârufun tavsiyesini tutm adılar, büyü ile uğraşıp insanları büyüiediler, eziyet ve zarar vermekte, karı ile kocayı birbirinden ayırm ada kullandılar. Yüce Allah “O ikisinden kan ile kocayı birbirinden ayıran şeyi öğreniyorlar” buyurmaktadır.
Eş, sözcüğü hem kadın, hem koca için kullanıldığı gibi, beraber olan her ikili için de kullanılır. Rağıb Isfahani şöyle der: “İkili olan her şeye eş (çift) denir. Eşleşen hayvanlar çifttir. Ayakkabı gibi ikili olan her şeye çift denir. Benzeri veya zıddı olan şeyler. çifttir. Bunun tekine de eş denir.”Erkek ve dişi iki eşi ondan var etti” [55] “Ey Âdem! sen ve eşin cennette kalınız” [56] âyetlerindeki gibi.
Yüce Allah, “Her şeyden çift yarattık” [57] buyurmaktadır. Bu da gösteriyor ki bütün şeyler araz ve cevher, madde ve şekilden oluşmakt adır.Bileşik olan her şey yaratılmış demektir. Mutlaka onu yaratan vardır. Bu da sadece Yüce Allah’ın tek olduğunu gösterir.
“Çift yarattık” sözü, evrendeki her şeyin zıddı, benzeri, bileşiği olması açısından çift olduğunu gösterir. Hatta mutlaka bileşiktir.
Çift sözü, bir şeyin zıddı ve benzeri olmasa bile, mutlaka araz ve cevher bileşiminden oluşmakt adır. Bu ikisi de çifttir.” [58]
Koca, karının eşidir. Yüce Allah “Kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın” [59] buyurmaktadır.
kadın da erkeğin eşidir. Yüce Allah “Pegamber, müminler için kendi canlarından daha evi adır,eşleri de onların anneleridir” [60] buyurmaktadır. Kan ve koca birbirinin eşidir.
Hem karı, hem koca için zevç kelimesinin kullanılmasında güzel bir nükte vardır. Şüphesiz koca tek başına eksiktir, tam olmaz, kadın da tek başına eksiktir, tam olmaz. Bağımsız bir yapı olmaları için ikisinin birlikte ve beraber olması gerekir.
Erkeğin bir takım yönleri vardır ki onları ancak kadın bütünler. Onlar tamamlanmazsa erkek eksik kalır, kadının da birtakım yönleri vardır ki onları ancak erkek bütünler. Bunlar olm adan kadın eşik kalır. Erkek kadının eksiğini tamamlar, onun için kadının eşidir, kadın da erkeğin eksiğini tamamlar, onun için erkeğin eşidir.Böylece her biri diğerinin eşidir. [61]
Büyücü, Eşleri Birbirinden Ayırır:
Kur’an, büyücünün eşleri birbirinden ayırma gücü olduğunu söylemektedir. Babil halkı için “O ikisinden kan İle kocayı birbirinden ayıran şeyleri öğreniyorlar” der.
Bu da bazı büyü şekillerinin bir gerçekliği ve başkaları üzerinde etkisinin olduğunu gösterir. Büyücüler, büyü ile karı ile kocayı birbirinden ayırırlar.
“Ayırırlar” sözünün öznesi dikkati çekmektedir. Özne zamir olup büyücülerin yerini tutmakt adır. Özne, fiili yapandır. Yani büyücüler karı ile kocayı birbirinden ayırabiliyorlar.
Kan ile kocayı birbirinden ayırmak, sevgi ve dostluğun yerine çatışma ve ayrılık tohumlarını ekmek, şeytanın ve askerlerinin temel görevidir. Şeytan insanları saptırmak ve aralarını ayırmak için askerlerini görevlendirir. Gözde askerler de, karı ile kocayı birbirinden ayırabilirler. Bununla büyük şeytanın yanında en büyük takdir ve iltifatı kazanır. Rasulullah bunu belirtmektedir.
Müslim, Câbir İbn Abdullahın şöyle dediğini rivayet eder: “İblis, tahtını suyun üstüne kurar. Sonra müfrezelerini gönderir. Ona en yakın olanlar, en zararlı olanlardır, Biri gelir ve şöyle şöyle yaptım, der. Şeytan ona “bir şey yapmamışsın” der. Sonra bir başkası gelir ve “kan kocayı birbirinden ayırıncaya kadar vazgeçmedim” der. Şeytan onu yanına alır ve “Aferin sana” der.” [62]
“Kişi ile eşini birbirinden ayırıyorlar” cümlesinin büyünün insanları etkileyebildiği, büyücünün büyü ile karı ile kocayı birbirinden ayırabildiğini gösterdiğini söyledik. Ne var ki İmam Taberi, büyünün gerçekliğinin olmadığını ve hayal ile gözbağcılıktan ibaret olduğunu söylemektedir. âyette geçen eşleri birbirinden ayırmanın da hayal ettirme anlamında olduğunu söyleyerek şöyle der:
“Eşleri birbirinden ayırması, büyü ile birini diğerine, güzellik yönünden, olduğundan farklı hayal ettirmesidir. Böylece birini diğerinin gözünde çirkin göstererek eşinden yüz çevirmesine yol açmakta, erkeğin eşine karşı ayrılık duygusu beslemesini sağlamakt adır. Böylece büyücü, eşlerin birbirinden ayrılmasına yol açacak sebebi meydana getirmiş olmaktadır. Araplar, sebep olan bir şeyi sebep olan kişi yerine kullanırlar. Büycünün büyüsü ile eşleri birbirinden ayırması da bu şekildedir.”
Taberi, eşleri birbirinden ayırması konusunda Kat ade’nin şu görüşünü de aktarmakt adır: “Birbirinden ayrılması, her birinin diğerinden koparılması ve birbirinden nefret ettirilmesidir.” [63]
Ayırmanın büyücülere nisbet* edilmesi, hakiki değil, mecazidir. Böylece büyü, gerçeği olmayan hayal ettirme ve canlandırın adan ibaret olur. sadece psikolojik etkilemeye dayanır. Bu etki altında kalan veya kalmayan, büyü yapılan kişidir. Büyü yapılan kişi bundan etkilenmeyip sağlamlığını korursa, büyücü onu etkilemekten aciz kalır, büyü de ona zarar vermez. Ama bu telkinden etkilenir ve bu hayal ettirmeye boyun eğerse, kendisi tercih etmiş ve boyun eğmiş olarak eşine buğzeder ve ondan nefret duyar, Böylece birbirlerinden ayırma meydana gelmiş olur.
Büyünün etkisi ve eşleri birbirinden ayırması konusunda Taberi’nin görüşü budur. Bu açıklama ve yorumlam ada biz de kendisine katılıyoruz. Ancak bu açıklamayı sadece belirli büyü çeşitleri için geçerli görüyoruz. Büyünün bütün çeşit ve şekillerini kapsayacak şekilde görmüyoruz. Taberi’nin genelleme yapmasına da katılmıyoruz. Çünkü bazı büyü şekillerinin, soyut hayal ettirme ve canlandırma değil, gerçekliği ve etkisi vardır.
Bu konuda Seyyid Kutup şöyle der:”Büyünün herhangi bir şekli, ya duyular ve düşünceler üzerinde yahut eşya ve cisimler üzerinde etkileme ve telkin gücüne sahip olabilir.
Kur’anda Firavn büyücülerinin yaptığı büyü, gerçekliği °lmayan salt bir hayal ettirmeden ibarettir.”Onların büyüsü i’e kendisine koşan bir yılan gibi geldi”. Böyle bir etkinin eşleri ve arkadaşları birbirinden ayırmaya sebep olmasının bir sakıncası yoktur. Tepkiler, etkilenmelerden doğar. Gerçi bütün araçlar, sonuçlar, sebepler ve sebep olunan şeylerin tümü ancak Allah’ın izni ile meydana gelir.” [64]
Büyü, Allah’ın izni ile, eşleri birbirinden ayırmanın sebebi olur. Büyücü de Allah’ın izni ile eşleri birbirinden ayırabilir. Durum böyle olduktan sonra, büyünün gerçekliğinin ve etkisinin olup olmaması önemli değildir. Çünkü ayırma işi olmakta ve kabul edilmektedir. Yani Taberi ve Seyyid Kutub’un dediği gibi, psikolojik etkileme yolu ile eşlerin birbirinden ayrılması olagelmektedir. [65]
Büyü, Ancak Allah’ın İzni İle Zarar Verir:
Kur’an, büyünün eşleri birbirinden ayırma gücü olduğunu belirttikten sonra, bu ayırmayı Allah’ın iznine bağlamıştır. “Eşleri birbirinden ayıran şeyi o ikisinden öğreniyorlar. Allah’ın izni olm adan onunla hiçbir kimseye zavar veremezler”
Allah’ın izni, bilgisi dahilinde bu işin olması ve büyülenen kişiyi büyünün etkilemesine imkan vermesidir. [66]
Kur’an bu gerçeği, Hârût ve Mârût Öyküsünde, büyünün insanları etkilemesi ve büyücünün başkalarına zarar vermesinden söz ederken ortaya koymaktadır. Kur’an, bunu inancın netleşmesi, her şeyin, her sebebin,her gücün,her olayın Allah’ın izni olm adan zarar veremiyeceğini belirtmesi için kararlaştırmakt adır.
Allah’a inanmak, genel olarak kıyamet saatine kadar olmuş ve olacak her şeyi onun bilmesi ve olaylar olm adan önce onlardan hebardar olması demektir. Ona inanmak, bu evrende her şeyin onun izni, isteği ve kararı ile meydana gelmesi, bütün insanlar da istese, onun kararı ve izni olm adan hiçbir şeyin meydana gelmemesidir. Bütün insanlar karşı da çıksa, Allah’ın dileyip takdir ettiğinin mutlaka gerçekleşmesidir.
Şüphesiz kişiler, kuvvetler ve sebepler ancak Allah’ın gücü ile çalışır, ancak onun izni ile etkiler, yarar veya zarar verir. Etki yapmamasını isterse, onu durdurur ve işlevsiz yapar. Bunlar sadece sebeplerdir. Halbuki her şey, isteyen ve takdir eden Allah’ın elindedir.
Büyü zarar verir. Evet, büyü eşİeri birbirinden ayırır. Ama bunu ancak Allah’ın izni, istemesi, bilgisi ve onayı ile yapabilir. Büyünün zarar vermesini Allah istemezse, zarar veremez, eşleri birbirinden ayırmasını dilemezse, eşleri ayıramaz. “Allah’ın izni olm adan onunla hiçbir kimseye zarar veremezler”.
Seyyid Kutup bu konuda şöyle der: “Sebepler Allah’ın izni ile yapacağını yapar, etkiler bırakır ve sonuçlarlar doğurur. Bu, müminin bilincinde mutlaka açıklık kazanması gereken genel bir kuraldır.
Bunun en güzel örneği şudur: Elini ateşe yaklaştırırsan, yanar. Ancak bu yanma sadece Allah’ın izni ile olur. Çünkü ateşe yakma ve eiine yanma Özelliğini veren Allahtır. Allah, Hz.İbrahim için yaptığı gibi, dilediği özel bir sebeple bu özelliği kaldırabilir.
Karı ile kocayı birbirinden ayıran büyü de bu şekildedir. O da bu etkiyi Allah’ın izni ile yapmaktadır. Dilediği Özel bir sebeple bu özelliğini Allah kaldırabilir.
Bunun dışında olanlar bildiğimiz etkenler ve etkilerdir. Her etkileyiciye etkileme özelliği Allah tarafından verilmiştir. Bu izinle çalışır. Allah, dilediğinde bu etkiyi ona verdiği gibi, dilediğinde de durdurabilir.” [67]
Müminin bu iman gerçeğini kabul etmesi, Allah’ın istediği şekilde kendisine inanmasını sağlar. Böylece açık ve gizli şirkin bütün şekillerinden kendini uzaklaştırır. Mümin, sebepleri, kuvvetleri ve kişileri Allah’a ortak veya ondan bağımsız etki eden tanrılar yapmaz.
Bu iman gerçeğini kabul etmesi, hayatına izzet, cesaret, atılganlık gibi canlı pozitif anlamları kazandırır. Çünkü Allah’tan başkasından korkmaz, onun dışında kimseden bir şey beklemez, ondan başkasına boyun eğmez ve başka bir varlığın önünde zelil olmaz.
Bu da mümine mutluluk ve afiyet, umut ve güven, hoşnutluk ve kesinlik gibi anlamlan kazandırır.Bu anlamlara her insan muhtaçtır ve bunlardan yoksun olan insan, her şeyini yitirir. [68]
Zararlı Bilgi:
Babil halkı ne öğrenmişlerdi? Bu insanlar büyü Öğrendiler. Büyü yaptılar? Büyüyü zarar verme ve eşleri birbirinden ayırm ada kullandılar.
Halbuki bilgilerini hem kendilerine, hem insanlara yarar sağlayacak işlerde kullanabilirlerdi. Fakat bunu yapmadılar, onun yerine insanlara zarar verecek işlerde kullandılar.
Kur’an bu tuhaf davranışı belirterek şöyle der: “Kendilerine zarar veren ve fayda sağlamayan şeyi
öğreniyorlar. Onu satın alanın ahirette hiçbir payının olmadığını elbette bilmişlerdir. Kendilerini vererek satın aldıkları şey ne kötüdür! Keşke bilselerdi!”
Gözü açık insan, bunların yaptıklarına hayret eder, onlara ve başlarına gelenlere üzülür. Çünkü bunlar kendilerine zarar veren, ama yarar sağlamayan şeyi öğrenmişler. Öğrendiklerini yararlı şeylerde kullanabilirlerdi. Ama onu zarar verecek şeye dönüştürdüler. Böylece onlara zarar ve kötülük getirdi.
Bilginin bazısı yarar, bazısı da zarar verir. Bilgiyi öğrenmek zor ve çetindir.Emekler, masraflar ve vakitler ister. Bunları, öğrenmek için harcayan herkes bilir.
insan, öğrenmekten zevk ve rahatlık duyar. Öğrenmek için hare adığı herşey kendisine hoş gelir. Çünkü sonuca ve meyveye bakar. Bu da Öğrenmek için devam etmeye teşvik eder.
Fakat öğrenen insan, her şeyi harcamasına rağmen, ögrendikleriyle bedbaht olup kazandığı ve elde ettiği ürüne baktığında kendisine yarar yerine zarar verdiğini görünce, ne kadar yıkılır ve zarar eder! İnsan, zarar eden bu kişiye acı ve hüzün gözü ile bakmaz mı? Bu insanın cahil kalmış olması, onun için daha yararlı olacağına inanmaz mı? Curcan’h şair bunu ne güzel dile getirmiş:
Sokakta karşılaştığım kişilere hizmet ekmek için değil, kendime hizmet için canımı telef ettim.
Bedbahtlık fidanı olarak dikeyim de zillet olarak mı devşireyim? Böyle ise, cahil kalmak daha iyidir!
Günümüzde dünyalık bilgileri öğrenenlere bakıyoruz. Bunlardan nice kişiler kendilerine yarar sağlayacak bilgileri ödenirken, nice kişiler de zarar verecek bilgileri Öğrenmektedir. Bugün nice bilgiler sahiplerine yarar değil, zarar vermektedir! Onlarla iyilik ve yarar yerine, kendilerine ve başkalarına nice zararlar ve eziyetler vermektedirler!
Batı dünyasından bize gelen bilgilerin çoğu, yararlı değil, zararlı bilgilerdir. Değilse, çılgın müzikler, müstehcen resimler, edepsiz heykeller, ahlaksız gazete ve yayınların acaba ne yararı vardır? Keşke bilselerdi:
Hârût ve Mârût öyküsünde “Keşke bilselerdi!” ibaresi iki kez geçmektedir.Birincisi, Babil halkının büyü öğrenmeleri ve zarar verme işlerinde kullanmaları bağlamında geçmektedir:”Onu satın alan kişinin ahirette hiçbir payının bulunm adığını elbette bilmişlerdir. Kendilerini vererek satın aldıkları şey ne kötüdür! [69]
Keşke Bilselerdi!”
Cümle, onların bilmediklerini söylemektedir. Bilselerdi, kendilerine zarar veren ve yarar sağlamayan şeyi öğrenmezlerdi.Bilselerdi ahireti bırakmaz ve ahirette alacaklarını gözden çıkarmazlardı. Bilselerdi, kendilerini batıl,kötülük, eziyet ve şeytana satmazlardı.
Yararlı bilgiye sahip bir insan böyle davranır mı? Bilgi sahibi bir insan dünyayı ahirete tercih eder mi? Kötülük, batıl ve şeytana yönelmek için ahiretin nimetlerini tepen akıllı bir insan olur mu?
En büyük diplomalara sahip olsa ve yıllarını bilgi ile geçirse de, bütün bunları yapan bir insanın hiçbir bilgisinin olmadığına inanıyoruz. ikincisi de, bilginin götürmesi gereken yararlı yol ve sağlayacağı yararlar bağlamında geçmektedir. “Onlar inanıp Allah’ın dediklerini tutsalardı, elbette onun vereceği sevap daha iyidir. Keşke bilselerdi!”
Bilselerdi, iman ve takvayı seçerlerdi. Bilselerdi, Allah’ın vereceği sevabı tercih eder ve iyiliği Onun yanında ararlardı. Bunu yapmadıklarına göre, bilmiyorlar. Bilgi bunların elinden tutup oraya götürmediğine göre, yok demektir.
Hârût ve Mârût öyküsünden ve büyüye uymalarından söz etmeden önce, Yahudilerin kötü davranışı ve hakka kötü bakışları konusunda Kur’anın söylediklerini unutmayalım. “Yanlarındakini doğrulayan bir peygamber Allah tarafından kendilerine gelince, kitap verilenleden bir grup Allah’ın kitabını, hiç bilmiyorlarmış gibi, arkalarına attılar.”
Yahudiler Orada bilmiyenler gibi davranmışlar, buradada bilmîyenlerin yolundan gidiyorlar. Bilselerdi, böyle yapmazlardı.
Geçerli ve değerli bilgi sahibine yarar sağlayan ve zarar vermeyen bilgidir. Yararlı bilgi, başkalarına yarar sağlayan bilgidir. Böyle değilse, yok hükmündedir. Sahipleri de, bildklerini sansalar bile, bilmiyenler olurlar. Çünkü bilginin sonucu ve meyvesi önemlidir. [70]
[2] Bakara,101-103 (âyetin yukarıdaki şekilde çevrilmesi doğru değildir. Doğru çevirisi, İbni Kesir’in söylediği gibi, şöyle olmalıdır: “Süleyman’ın hükümdarlığı hakkında şeytanların söylediklerine uydular. Oysa Süleyman değil, şeytanlar kafir olmuşlardır. Babil’de Hârût ve Mârût meleklerine bir şey indirilmiş değildi ki kimseye bir şey öğretsinler ve ‘biz sadece sınıyoruz/baştan çıkarıyoruz, sakın kafir olma’ desinler ve karı ile koyayı birbirinden ayıran şeyleri insanlar onlardan öğrensinler. Zaten Allah’ın izni olmadıkça kimseye zarar veremezler. Onlar kendilerine yarar sağlamayan, ama zarar veren şeyleri öğrenirler…..” . âyet bu şekilde anlaşılsaydı, bunca yanlışa düşülmez ve bu kadar tutarsız yorumlar yapılmazdı. Ama öncül yanlış olunca sonuçlar da yanlış olduğu gibi, âyet yanlış anlaşılınca, yorumlar da aynlış olmaktadır. Bütün bu yanlış yorumlar ve açıklamalar, rivayetlerin Kur’ana değil, Kur’amn, rivayetlere uydurularak anlaşılmasından kynaklanmakt adır.
Taberi’nin ileride verilecek açıklama ve benzetmelerinin tutarlı olmadığını belirtmeliyiz. Çünkü anlattıklarına göre benzetme, iki şey hakkında bilgi edinmek veya bilgi vermek arasında değil, ikisini uygulamak arasında olmalıdır. Zira anlatılanlara göre melekler insanlara sihir hakkında teorik bilgi vermeyip sihir yapmayı, yani haram ve yapılması küfür olan bir işi öğretiyorlar. Evet,haram olan şeyler hakkında bilgi vermek ve bilgi edinmek, haram değildir. Ama bunların haram olduğunu halka öğretmek için peygamberler ve melekler aynı işleri uygulayarak göstermezler.
Örneğin, faizin, hırsızlığın, büyücülüğün , zinanın, vs. haram olduğunu anlatmak için faizcilik, hırsızlık, büyücülük, zina, vs. yapmazlar. Başka bir deyişle, bu işlerin haramiığını anlatmak veya öğretmek için onları uygulamalı olarak yapmazlar. Peygamberler, emredilen şeyleri yaparak, yasaklanan şeyleri de yapmayarak öğretirler ve örnek olurlar. Onun için sihrin haram ve küfür olduğunu göstermek için meleklerin bunu uygulayarak halka Öğrettiklerini söyleyen Taberi’nin ve başkaların görüşüne katılmak mümkün değildir, âyet, yahudilerin Hz.Muhammed’e düşmanlık yapmalarının çirkin huylarından olduğunu belirtir. Nitekim Hz.Süieyman’ın peygamberlik ve hükümdarlığı hakkında çirkin şeyler söyleyip emrinde çalıştırdığı şeytanlarla işbirliği yapmışlar, hükümdarlığını kötülemişler, bunun için Babıl esareti zamanında öğrendikleri sihir gibi birtakım numaralara başvurmışlardır. Gerçekte yahudilerin söylediği gibi Babil’de Harut ve marut adında ne melekler olmuş, ne insanlara sihir öğretmiş, ne de böyle bir sakındırma olmuştur. Zaten Harut ve Marut isimleri, Babil halkının isimlerinden değil, yahudilerin Dâvûd, Talût, Câlût, gibi kendi isimlerindendir. Meleklerin Babii’de insanlara sihir öğrettiği senaryosunu kendileri uydurmuşlardır. Âyet, onların bu düzenbazlıklarına bir cevaptır. Onun için âyeti yanlış anlayan Taberi ve benzeri önceki alimlerin ve yazarın açıklamalarına katılmıyoruz, (çeviren). Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: III/9-10.
[3] Bakınız, Taberi Tefsiri,2/427-430,Tahkik, Ahmed Şakır.Suyuti, ed-Durru’l-mensur,1/238-249, ibn Kesir. Tefsır,1/138-142,İmam Ahmed, Musned,9/29-34, hadis no.6178, tahkik, Ahmed Şakir. Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: III/10-12.
[4] İbn Kesir, Tefsir.1/141
[5] Ibn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye,1/37
[6] İbn Kesir, ei-bidaye ve’n-Nihaye,1/38
[7] Taberi Telsıri,2/434,dipnot, Tahkik Ahmed Muhammed Şakir.
[8] Umdetu’t-Tefsir, 1/192, dipnoi
[9] Age.1/197,dipnot
[10] Musnedu Ahmed,9/32,tahkik, Ahmed Şakir.dipnot. Açıklamaların tümü için bak iniz. 9/29-33, dipnot
[11] Seyyid Kutup, Fİ Zila!i’l-Kur’an,1/97 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: III/12-15.
[12] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: III/15-17.
[13] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: III/17-19.
[14] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: III/19.
[15] Bakınız, Umdetu’t-Tefsir,1/192
[16] Umdetu’i-Tefsir.1/192, dipnot Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: III/19-20.
[17] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: III/20-21.
[18] raberiTefsiri,2/409
[19] Taha, 71
[20] Taberi tefsiri, 2/411-412
[21] Umdetu’t-Tefsir, 1/193 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: III/21-23.
[22] ibn Hacer Askalani, Fethu’1-Bari,7/217 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: III/23-24.
[23] Taberi Tefsin,2/419
[24] Taberi, Age.2/420
[25] Taberi.Age.2/421
[26] Umdetu’t-TefsiM/194
[27] Taberi Tefsiri, 2/422,dipnot. Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: III/24-26.
[28] Taberi Tefsiri,2/422-423
[29] Taberi Tefsiri,2/426-427 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: III/27-28.
[30] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: III/28-29.
[31] Araf, 166
[32] Ta ha, 66
[33] Şuara, 221
[34] el-Mufredat,226
[35] Herhalde insanlar arasında büyücülerin yaptığı ve kimi insanların inandığı büyü bu olsa gerektir. Bunun dışında anlatılanlar, onun değişik versiyonlarından ibaret görünmektedir. Görüldüğü gibi bu da ancak aklı ve ruhu hasta olanlarla ilgili bir meseledir. İnancı, aklı ve yetenekleri yerinde olan insanların bu şeylerin etkisi altında kalması sözkonusu değildir. Razi, bu kadar gereksiz ve tutarsız şeyi anlatacağına, sadece Kur’an’m söylediklerini insanlara açıklasaydı çok daha iyi yapmış olurdu. Onun için öncekiler, Tefsir kitabı için “içinde tefsirden baka herşey vardır” boşuna dememişlerdir, (çeviren).
[36] Razi, et-Tefsiru’l-Keir,3/206-213 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: III/29-31.
[37] Taberi Tefsiri,2/436
[38] Herhalde Ehli Sünnet adına anlatılan bu tür söylentilere eşeklerden başkası inanmaz, (çeviren).
[39] Razi, et-Tefsiru’l-Kebir,3/213, özet
[40] İbn Hacer Askafani,Fethupl-Ban,l0/222-223 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: III/31-33.
[41] Buhari, Kitabu’Mıb.47, Sihir babı, hadis no,5763
[42] Buhari, Kitabu’t-Tıb, 49 Büyü çıkarılır mı? babı, hadis rıo,5765
[43] Fethu’l-Bari,10/227
[44] Fethı/I-Bari, Aynı yer.
[45] Fethu’l-Bari,10/226
[46] Fethu’i-Bari, 10/227
[47] buradabirkaç satırlık dil açıklamaları çevrilmemiştir, (çeviren).
[48] Beyhaki, De!alilu’n-Nubuwe,7/94, Fethu’l-Bari.10/230
[49] Hz.Muhammea’in düşmanları laralından büyülendiğini kabııi etmek hem din, hem akı! açısından doğru değildir. Söyle bir olayı kabul etmenin mümkün olmadığının sebeplerinden şunlar sayılabilir, a-Yasar, hadis kitaplarında geçti diye bu olayın doğruluğunu savunmak! adır. Oysa hadis kitaplarında doğru olmayan nice şeyler geçmektedir. Dolayısıyla genelleme yapmak doğru değildir. b- Her şeyden önce Kur’anın âyetlerine aykırıdır. Kur’an ‘Allah seni insanlardan korur” (Maide,67j der. Bu korumanın vahyin selameti için hem bedenen.hem ruhen olması gerekir, âyet geneldir. Onun için korumanın sadece bedenle ilgili veya ruhla ilgili olduğunu söylemeye kimsenin hakkı yoktur. Bu koruma şeytanlardan olduğu gibi insanlardandır da. Nitekim şeytanların vahyi bulandırmak için yapacakları girışmleri Allah’ın boşa çıkardığını âyetler belirtmektedir. Mesela “Senden önce gönderdiğimiz hiçbir elçi ve peygamber yoktur ki. bir şeyi arzul adığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmanı iş olsun. Allah şeytanın karıştırdığını siler, sonra âyetlerini yerleştirir. Allah her şeyi bilen, her şeyi yerli yerinde yapandır. Allah, şeytanın karıştıracağı şeylerle kalplerinde hastalık bulunan ve kalpleri kasKatı olan kimseleri imtihan eder Zalimler şüphesiz derin bir ayrılık içindedirler.”(22 Hac/53) c-Müşrıkler vahyin başlangıcından beri peygambere inanmamak için bir dizi suçlam ada bulunmuşlardır Bunlardan biri de Peygamberin büyülü ve getirdiği vahyin büyü olduğu iftirasıdır. Mesela, “Siz sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz…” (İsra,47), “Bu zalimler, inananlara. Siz sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz, dediler” (Furkan.S). “Bu apaçık bn büyüdür. Öldüğüm üz, toprak ve Kemik olduğumuz zaman, önceki babalarımız yahut biz mi dıri!et1;egız?derler” (Şarlat,15) Butun peygambeılere gönderildikleri insanlar aynı suçlamayı yapmışlardır “Onlardan öncekilere ne zaman bir peygamber gelirse, büyücüdür veya delidir, eterlerdi.” (Zariyat.52) Hz Peygamberin büyülendiğini söylemek, müşrklerin iddialarını doğrulamak olur.
d-Büyülendiğin i savunanlar büyünün akıl ve ruhunu değil, beden ve organlarını etkilediğini söylerler. Oysa yapmadığı bir işi yaptığını hayal etmesi ve eşleriyle yatm adığı halde yattığını sanması psikolojik bir anormillik değil midir? Acaba o durumda iken, yanındakilere “Bana şu âyetler vahyedıldı. deyip yazdırsaydı. Oradakiler “Hayır, sen büyülenmişsin, ne söylediğini bilmiyorsun” mu diyeceklerdi? Vefatından önce yanında bulunanlara” Kağıt getirin, size sapmayacağınız bir öğüt yazdırayım” dediğinde Hz Ömer’in “O, hasta halinde ne söyleyeceği belh değil” dediği gibi, yazdıracağı vahyi yazmayı red mi edeceklerdi? iddia edildiği gibi, sözkonusu û nasihati yapmasına fırsat verilmemesi yüzünden ümmet arasında bugüne kadar ihtilaf hâla sürmektedir Onun için büyülendiğini savunanların bu konuda savunmaları tutarlı değildir. e-Müşrikler vs hıristiyanından yahudısine kadar bütün düşmanları büyü ile etkileyip Peygamberi hasta edebildiklerine inansalardı, bu Kadar zayiat vermek ve savaşlarda hem canlarını hem mallarını , hem iktidarlarını yitirmek yerme, sürekli ona büyü yapar ve gözünü açtırmazlardı. Nasıl olsa düşmanı saldışı eden, hatta, yukarıdaki açıklamalarda sözde Ehil Sünnetçilik yaparak Büyü ile insanın hayvana dönüştürülebileceğini iddia edenlerin iddia ettiği gibi. şeklini başka bir varlığa dönüştürür ve bütün insanlara teşhir ederek amansız düşmanlarından külfetsiz ve kestirmeden kurtulmuş oluılardı. Nasıl olsa, böyle ucuz ve sonuç alıcı yolu bulmuş ve fırsat ellerine geçmişti.
1-Büyünün gözbağcılıktan öte bir gerçekliğinin bulunm adığmı ve hem psikolojik, hem bedensel olarak insanların vücutları üzerinde etkisinin olmadığını söyleyenlerin düşünceleri daha doğru ve Kur’anın söylediklerine daha uygundur. Kur’an, Firavun’un büyücüleri için “İnsanların gözlerini büyülediler” (Araf, 118) der. Çünkü büyü. gözbağcılıktan ibaret olup yalnız o an için insanları etkilemektedir. O an geçtikten sonra insanlar üzerinde etkisi kalmaz.
ğ-Büyücül erden korunmak için indirildiği iddia edilen Nâs ve Felak sureleri daha Önce Mekke’de inmiştir. ■ Hz Peygamberin büyülenedığini belirtmek için söylenen bütün bu şeyler. Kur’anın ve Hz.Peygamberin korunması içindir Çün<<ij Rasulullahın güvenilirliğinin gölgelenmesi. Kur’anın. Peygamberin ve hadislerin gölgelenmesi demektir. Dine hiçbir katkısı bulunmayan veya bir prensibinin inkarını veya kabulünü sağlamayan, aksine dinin peygamberini tartışmalı duruma düşüren bu tür rivayetlerin doğru olmadığını söylemek, acaba dine veya olduğunu söyleyenlerin dine olan bağlılıklarına bir eksiklik mi getirir?! Rivâyetperestlik adına Kuranın ve Peygamberin kendisini tartışmalı yapmanın ne anlamı vardır! (çeviren).
[50] Nevevi. Şerhu’n-Nevevj ala Sahihi Muslim,14/174-175. buradan itibaren iki sayfa çevrilmemiştir, (çeviren). Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: III/33-40.
[51] Araf, 155
[52] Fi Zilali’l-Kur’an, 1/97-98
[53] Mûlk,2
[54] Furkan.20 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: III/40-41.
[55] Kıyame,39
[56] Bakara, 35. Zevce, sözcüğü çok fasih bir kelime değildir.Çoğulu zevcat gelir. Şair, kızlarım ve zevcem hıçkıra hıçkıra ağl adılar, demiştir. Zevç sözcüğünün çoğulu ise, esvac geiir.
[57] Zariyat,49
[58] Mufredat,215-216
[59] Bakara. 232
[60] Ahzab,6
[61] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: III/41-43.
[62] Müslim,Kitabu Sıfati’l-Munfıkin,16,Şeytanın kışkırtması kısmı, hadis no,2813
[63] Taberi Tefsiri,2/447
[64] Seyyid Kutup, FiZilali’l-Kur’an, 1/97
[65] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: III/43-46.
[66] Taberi Tefsiri,2/449-450
[67] Seyyid Kutup.Fİ Zilal,1/96
[68] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: III/46-48.
[69] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: III/48-50.
[70] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: III/50-51.