Resmi sıralamada 112. İniş sırasına göre 22. Süredir. Mekke döneminin ilk yıllarında indirilmiş ve 4 ayettir. İhlas süresi baştan sonuna değin tevhid inancından bahseder.insanı şirkten uzak tutmayı hedeflediği için bu süreye bu ad verilmiştir. Sûrenin kaynaklarda tespit edilen 20’yi aşkın adı vardır. Ancak yaygın olarak İslâm dininin temel ilkesi tevhîd inancının vecîz bir ifadesi olan “İhlâs” adıyla tanınmıştır. En çok kullanılan isimlerinden biri de “Kul hüvellahü ehad”dır. Ayrıca “Samed, Tevhîd, Esâs, Tecrîd, Necat, Velayet, Mukaşkışe, Muavvize” adlarıyla da anılmaktadır. [1]
Nüzulü
Mushaftaki sıralamada yüz on ikinci, İniş sırasına göre yirmi ikinci sûredir. Nâs sûresinden sonra, Necm sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Medine’de indiğine dair rivayet de vardır. Mekke’de indiğini söyleyenler Mekkeli müşriklerin Hz. Peygamber’e gelerek “Bize rabbinİn soyunu anlat” dediklerini, bunun üzerine bu sûrenin indirdiğini bildiren rivayetleri delil getirirler, Medine’de indiğini söyleyenler ise yahudilerle hıristiyanlann Hz. Peygamber’e yönelttikleri Allah hakkındaki sorulara bir cevap olmak üzere Cebrail’in Hz. Peygamber’e gelip “Kul hüvellahü ehad” sûresini okuduğunu bildiren rivayetleri delil göstermişlerdir.
Ancak sûrenin üslup ve içeriği Mekke döneminde indiği İzlenimini vermektedir [2]
Konusu
Sûrede Allah Teâlâ’nın başlıca sıfatlan tanıtılmaktadır.
Fazileti
Hz. Peygamber bu sûrenin önemi ve fazileti hakkında söyle buyurmuştur; “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki bu sûre Kur’an in üçte birine denktir” [3] (Denktir çünkü Kur’an’ın üç ana konusu vardır bunlar tevhid nuüvvet ve ahirettir.İhlas süresi tevhitten ibaret olduğu için üçte birine denk sayılmıştır.)
, Yine Hz. Peygamber, sevdiği için bu sûreyi her namazda okuyan bir sahabîye, “Onu sevmen seni cennete götürür” [4] müjdesini vermiştir.
Arapçası :
سورة الإخلاص (112) ص 604
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ {1} اللَّهُ الصَّمَدُ {2} لَمْ يَلِدْ
وَلَمْ يُولَدْ {3} وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُواً أَحَدٌ {4}
Meali :
1- De ki: O Allah’tır, bir tektir,
2- Allah’tır, sameddir.
3- Doğurmamıştır/ doğurutmamıştır , doğurulmamıştır.
4- Hiçbir şey O’nun dengi değildir.” [5]
Belagat:
“De ki: O’ Yüce ismi, tazim için şan zamiri (O) ile zikretti.
“Allah’tır, sameddir.” Tahsis ifadesi için her biri marifedir.
Allah’ın tek olmsı ,tecrit(tüm noksanlıklardan soyutlanma) ifade eder. Çünkü Yüce Allah’ın bu kelâmı, dengi ve çocuğu olmamasını icâbettirir. Âyeti, umûmun içine girmiş olan bir şeyin, daha sonra özellikle zikredildiğini ifade eder. Bu da, konuyu daha çok açıklamak ve izah etmektir.Diğer bir deyişle Allah tek olunca zaten doğmamış,doğurulmamış ve eşinin benzerinin olmaması gerekli olur.Bu genel ayetten sonra hususi ayetlerin gelmesi bir edebiyattır ve buna tecrit diyoruz. [6]
“Ahad”,” Samed”, “Lem yûled” kelimelerin sonları ses bakımından birbirleriyle uyumlu olup seci vardır. [7]
Ayetlerin izahı (Tefsir)
1-Birinci ayet ikifarklı şekilde tercüme edilebilmektedir :
A-De ki o Allah’tır , tektir.
B- De ki o Allah tektir.
Mehmet okuyan , Diyanet Kur’an yolu tefsiri ve daha pek çok tefsir kitabı , a şıkkındaki manayı tercih etmiştir.
Ayet -1
‘’ De ki o Allah’tır, tektir.’’ Allah’ın tek oluşu hem zat yönünden hem de sıfatları yönündendir.
Yüce Allah tektir , ehad kelimesi teklik sadece kendisine ait olan anlamında sadece Allah için kullanılan bir sıfattır. Ehad kelimesi , bir anlamına gelen vahidden farklıdır.Ehad , maddi – manevi , hissi-akli her şeyde tek olmayı bir olmayı ifade eder.Bu ehad kelimesinin başına elif-lam gelmemesi ise Allah’ın eşsiz oluşudur.çünkü elif-lam takısı , benzer olan şeyleri ayırt etmek için kullanılır.Allah’ın benzeri olmayınca ayırt etme ihticı olmayacağından bu takı kullanılmamıştır.(mehmet okuyan)
“ahad” sıfatının bazı istisnalar dışında Allah’tan başkasına nispet edilemeyeceği düşünülmüştür. Aym kökten gelen “vâhid” ise “bölünmesi ve sayısının artması mümkün olmayan bir, tek, yegâne varlık” anlamında Allah’ın sıfatı olmakla birlikte Allah’tan başka varlıkların sayısal anlamda birliğini ifade etmek için de kullanılmaktadır. Türkçe’de de “bir” (vâhid) ile “tek” {ahad) arasında fark vardır. “Bir”, genellikle “aym türden birçok varlığın biri” anlamında da kullanılır. “Tek” ise “türdeşi olmayan, zâtında ve sıfatlarında eşi benzeri olma- yan tek varlık” mânasına gelir. İşte Allah, bu anlamda bîrdir, tektir. Ahad ile vâ-hid sıfatlan arasındaki diğer farklar ise şöyle açıklanmıştır: Ahad, Allah’ın zâtı bakımından, vâhid ise sıfatları bakımından bir olduğunu gösterir. Ahad ile vahidin her biri “ezeliyet ve ebediyet” mânalarını da ihtiva etmekle birlikte, bazı âlimler ahadı “ezeliyet”, vahidi de “ebediyet” mânasına tahsis etmişlerdir. Allah’ın sıfatı olarak her ikisi de hadislerde geçmektedir.(Diyanet Kur’an Yolu)
Ayet- 2
‘’Allah samettir.’’
Samet kelimesi her şeyden ihtiyaçsız olmayı , ğani olmayı ve her şeyin kendisine muhtaçlığını ifade eder.Bu bağlamda ilk ayet ile manaca örtüşür.Çünkü bu özelliğe sahip olmak aynı zamanda tek olma ile ilgilidir.
“Mesîh Allah’ın oğludur” diyen hıristiyanlan(Tevbe 9/30) ve meleklerin Allah’ın kızları olduğunu söyleyen müşriklerin(En’âm 6/100) bu iddialarını reddeder. Zira çocuk, eşin olmasını gerektirir; eş de çocuk da ihtiyacı karşılamak için istenilen varlıklardır; Allah ise İhtiyaçtan münezzehtir, ezelî ve ebedîdir. Eşleri de çocukları da O yaratmıştır; yarattığı şeylere muhtaç olması ise imkânsızdır.
Samed İsmini, İzafi Sıfatlarla İlgili Görenler
Birinci görüşte olanlar, şöyle çeşitli izahlar yapmışlardır:
1) Samed, bütün herşeyi bilendir. Çünkü Allah’ın, bütün ihtiyaçları karşılaması için başvurulan bir efendi olması, ancak bu özellikle tam olur.
2) Samed, halîm manasınadır. Çünkü O’nun bir efendi (rab-sahib) olması, hilm ve keremli olmasını gerektirir.
3) İbn-i Mes’ûd (r.a) ve Dahhâk’ın görüşüne göre “samed”, şan ve şerefi zirvede olan efendi demektir.
4) Esamm ise, “Samed, herşeyi yaratan” demektir. Çünkü seyyid (efendi) oluşu, bunu gerektirir” demiştir.
5) Süddî, “Samed, arzu edilen işler hususunda kendisine yönelinilen-yalvarılan; musibetlerde de kendisinden yardım istenilendir” demiştir.
6) Huseyn b. el-Fadl el-Becelî şöyle demiştir: “Samed, dilediğini yapan, istediği hükmü veren, verdiği hüküm hussunda kendisine hesab soracak hiç kimse ve hükmünü reddedecek hiç kimse bulunmayandır.”
7) Samed, büyük ve yüce efendidir.
8) “Samed, hiçbir işte ondan başkası hükmedemez, yegane şerefli zat” demektir
Samed İsmini Selbî Sıfatlarla İlgili Görenler
İkinci görüşte olanlar yani “samed” kelimesini, Allah Teâlâ’nın selbî sıfatlarına mecalî bir işaret sayanlar da bununla ilgili şu şekilde bazı izahlar zikretmişlerdir:
1) Samed, “O (Allah), ganidir hamiddir”‘(Hadid.24) ayetinde Cenâb-ı Hakk’ın da ifade buyurduğu gibi, ganî (zengin) manasınadır.
2) Samed, “O (Allah), kullan üzerinde kahirdir, hakimdir” (En’âm, 18); ayetinin de ifade ettiği gibi, ondan yukarıda hiç kimse bulunmayan; üzerinden kor km ayan, aşağısı ndaki ne saygı gösterme durumunda olmayan, bütün ihtiyaçlar kendisine arzedilen demektir.
3) Katâde buna, “O yemez içmez, “O doyurur, doyurulmaz” (En’âm, 14) manasını vermiştir.
4) Yine Katâde, “O, halkının fani oluşundan sonra da baki kalandır. O hariç yeryüzündeki herşey yok olacaktır” (Rhman, 26) demiştir.
5) Hasan el-Basrî, “O, ebedî ve ezelî olandır; yok olması imkansızdır. Hiçbir mekân yok iken O vardı. Keza ne zaman, ne Arş, ne Kürsî, ne bir insan, ne bir cin yok iken O vardı. O şu anda, daha önce nasıl ise öyledir” demiştir.
6) Ubeyy b. Ka’b (r.a), “Samed, ölmez, kendisine varis olunmaz olandır. Göklerin ve yerin mirası O’na aittir” demiştir.
7) Yeman ve Ebû Malik, “O, uyumaz, uyanılmaz” demişler.
8) İbn Kayşan, “O, hiç kimsenin sıfatı ile nitelenemez” der.
9) Mukâtll b. Hibbân, “O, aybı-kusuru-noksanlığı olmayandır” demiştir.
10) Rebî’ b. Enes, “O, başına belaların gelemediği zattır” der.
11) Sa’îd b. Cübeyr, “O, bütün sıfatlarında ve bütün fiillerinde kamil olandır” der.
12) Ca’fer Sâdık, “O, galib gelen, ama mağlub edilemeyendir” der.
13) Ebû Hureyre (r.a), “o, herkesten müstağni olan, hiçkimseye ihtiyacı olmayandır” der.
14) Ebû Bekir el-Verrâk, “O, mahlukatın, keyfiyetine muttali olmaktan ümidini kesmiş olduğu zattır” der.
15) O, gözlerin idrak edemeyeceği zattır.
16) Ebu’l-Âllye ve Muhammed el-Kurazî, “O, doğurmamış ve doğrulmamış olandır. Çünkü doğuran herkese, varis olunur; doğurulan herşey de mutlaka ölür” demişlerdir.
17) İbn Abbas (r.a), “O, üzerinde-yukarısında hiç kimse bulunmayan büyüktür, en büyüktür” der.
18) O, eksiklikleri ve fazlalıkları bulunmaktan, değişikliklere ve farklılaşmalara mahal olmaktan ve zamanların, mekanların, anların, yönlerin kendisini kuşatmasından (içine almasından) münezzehtir.
Her İki Kısımla İlgili Görenler
Üçüncü görüşte, yani “samed” kelimesini, bütün bu manalara hamletmek de mümkündür. Çünkü kelime, Allah’ın zatının vâcibü’l-vücûd oluşuna delalet etmesi açısından, bütün selbî sıfatlara; herşeyin yaratıcısı olduğuna delalet etmesi açısından bütün İlahi (izafi) sıfatlara delalet etmektedir
Niçin Ehad Nekire Samed Marife Getirildi?
Birinci Soru: Niçin “ehad” kelimesi nekire; “es-Samed” kelimesi marife gelmiştir? Buna şöyle cevap verilir: İnsanların vehimlerinde (zanlarında) çoğunlukla, her mevcudun (var olan şeyin) müşahhas (hissedilebilir) olduğu fikri vardır. Halbuki her hissedilebilir (mahsus) şeyin, kısımlara ayrılacağı bilinmektedir. Binâenaleyh kısımlara ayrılmaz olan varlık, ekseri insanların akıllarına gelen şey değildir. Ama Samed, ihtiyaçlarda kendisine başvurulandır. “Samed”in bu manası, araplar için malum idi, hatta insanların çoğunca malumdu. Nitekim Hak Teâlâ, “Eğer, “Onları kim yarattı!” diye sorsan, şüphesiz “Allah” derler”(Zuhruf, 87) buyurmuştur. “Ehad” (bir olma), bilinmeyen, çoğu kimsece tam anlaşılamayan bir konu olunca, ve “samed”iyyet halkın çoğu nazarında bilinen bir mana olunca, işte bu yüzden “ehad” lafzı nekire; “samed” lafzı marife olarak gelmiştir.
İkinci Soru: Allah lafzını, “Allah birdir, Allah sameddir” diye tekrar etmenin faydası nedir?
Cevap: Eğer bu lafız tekrar edilmemiş olsaydı, “ehad” ve “samed” kelimelerinin her ikisinin de, ya marife, ya nekire olarak gelmeleri gerekirdi. Yukarıda izah ettiğimiz gibi, böyle gelmeleri caiz değildir. İşte bundan dolayı “Allah” lafzı, “ehad” nekire, “samed” de marife olarak gelebilsin diye tekrar edilmiştir.
Ayet- 3
Tefsirlerin çoğunluğu ‘’Doğurmadı, Doğurulmadı’’ şeklinde mana verirken , mehmet okuyan tefsirinde ‘’o doğurtmamış ve doğurulmamıştır.’’ Şeklinde mana vermiştir.Bu şekilde değişik mana vermesinin sebebini de kalıbın lem telid olmaması yani müennes-dişil olmamasına bağlamaktadır.Çünkü doğurma eylemi dişi varlıkların işidir ve Allah dişi olmadığına gore doğurmadı , demek bir hatadır.Bu durumda yani doğurmadı diyerek Allah’I dişilikten münezzeh ederken bu sefer doğurtmadı diyerek adeta Allah’ı müzekker-eril kılmış oldu.Ardında da Allah’ın müzekker ve müennes olmadığını lakin kendisi babalık yani müzekkerlik ile itham edilmişti yani peygamberimiz dönemindeki müşrikler , onun baba olduğu iddasındaydı.Bu sebeple bu ayette onun baba olmadığı beyan edilmiş olsagerektir.Allah’ın direk olarak kendi etkisi ile doğurtma ve doğurma ile ilişkisi yoktur sadece yaratıcıdır.
“O, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır” (Ihlas, 3).
Bu ayetle ilgili birkaç soru var:
Birinci Soru: (doğurmamıştır) iadesi niçin, (doğurulmamıştır) ifadesinden önce zikredilmiştir? Halbuki, görünen durumda, (mesela insan) önce mevlüd (çocuk-doğurulan) olur, sonra valid (baba-anne) olur?..
Cevap: Önce “doğurmamıştır” ifadesiyle söze başlanmıştır. Çünkü kafirler, Allah’ın çocuğu olduğunu iddia ediyorlardı. Bu böyledir, çünkü müşrik Araplar, “Melekler, Allah’ın kızlarıdır”; yahudiler, “Uzeyr, Allah’ın oğludur”; hristiyanlar da “Isa, Allah ‘m oğludur” diyorlardı ve bunlardan hiç biri, Allah’ın bir babası olduğunu iddia etmiyorlardı. İşte bu sebepten dolayı, Hak Teâlâ bu ayette önce, daha önemli olan hususu ile işe başlayıp, “O doğurmamıştır” buyurmuş; sonra da bunun deliline işaret ederek, “ve doğurulmamıştır” buyurmuştur. Adeta şöyle denilmek istenmiştir: “Allah’ın herhangi bir çocuğu olamayacağına delil, O’nun başkasının çocuğu olmadığı hususundaki ittifakımızdır.”
Ayet – 4
‘’O’nun hiçbir dengi yoktur.”
Küfüven
Müfessirlerin bu ayetle ilgili şöyle çeşitli görüşleri var:
1) Kâ’b ve Ata buna, “Allah’ın misli ve dengi yoktur” manasını vermişler ve “Cezadaki mükafe’e (denklik), bu kelimedendir. Çünkü bu “kişinin yaptığına denk olan karşılığı vermektir” demişlerdir.
2) Mücâhid şöyle demiştir: “Bu, “Allah’ın, bir eşi-hanımı demek istemiştir: “O’na denk hiç kimse yoktur ki O’nunla evlensin.” Bu, Allah Tealanın’nm,” (Allah) ile cinler arasında bir neseb (akrabalık) uydurdular”(Sâffât,158) ayetiyle anlattığı kimselere bir reddir. Binâenaleyh bu ayetin tefsiri (dolaylı manası), “O, doğurmamıştır” ayetinin adeta te’kididir.”
3) En sağlam izaha göre, Allah Teâlâ, kendisinin, bütün ihtiyaçlarda başvurulan, (samed) olduğunu beyan edip, “O, doğmamıştır, doğurulmamıştır” ayetiyle izah ettiğimiz şekilde, bütün aracıları nefyedince, yani arada vasıflar olmadığını ifade edince, bu sûreyi, varlıklardan hiç bir şeyin, celal ve azamet sıfatlarının herhangi birinde Allah’a denk olmasının imkansızlığını ifade ederek bitirdi. Var olma açısından bir denklik yoktur. Çünkü bir şeyin “var oluşu” hakikatinin neticelerinden biridir, Onun hakikati ise, “o o olduğu” için, “adem”i (yokluğu) kabul etmez. Diğer hakikatleri ise, “yokluğu” kabul eder. İlim, yani (bilinme) açısından da bir denklik söz konusu değildir. Çünkü o şeyin bilinmesi zaruri değildir, istidlali de. Aynı zamanda bu bilgi, duyular vasıtasıyla, görme vasıtasıyla elde edilmiş de değildir ve hata-zelle arız olacak bir şekilde olmaz. Hadisler (mahluklar) ile ilgili ilimler (bilgiler), işte böyledir. Keza, kudret, rahmet, cömertlik, adalet, fazi, ihsan açılarından da bir müsavat (denklik) söz konusu değildir.
[1] diğer isimleri için bk. Râzî, XXXII, 175-176; İbn Âşûr, XXX, 609-611; Emin Işık, “İhlâs Sûresi”, Dİ A, XXI, 537-538
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/689.
[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/689
[3] Buhârî, “Tevhîd”, 1
[4] Tirmizî, “Fedâilü’l-Kur’ân”, 11; “Tefsir”, 93
[5] Dr. Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/673
[6] Prof.Dr. Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/476-477.
[7] Dr. Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/673