“Kârûn, Musa’nın milletindendi. Ama onlara karşı azdı.Biz ona, anahtarlarını güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik. Halkı ona: “Böbürlenme, Şüphesiz Allah böbürlenenleri sevmez. Allanın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu kazanmaya bak, dünyadaki payını da unutma, Allah sana iyilik yaptığı gibi, sen de iyilik yap, yeryüzünde bozgunculuk isteme, şüphesiz Ailah bozguncuları sevmez” demişlerdi.
Kârûn: “Bu servet ancak sahip olduğum bilgi sebebiyle bana verilmiştir” dedi. Allahın, önceleri ondan daha güçlü ve topladığı şey daha fazla olan nice nesilleri yok ettiğini bilmez mi? Suçluların suçlan kendilerinden sorulmaz.
Kârûn ihtişam içinde halkının karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler: “Keşke Karun’a verildiği gibi bizim de olsa, doğrusu, o büyük bir varlık sahibidir” demişlerdi.
Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise: ” Size yazıklar olsun! Allanın mükafatı, inanıp yararlı iş işleyenler için daha iyidir. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir” demişlerdi.
Sonunda onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Allaha karşı ona yardım edebilecek kimse de olmadı. Kendini kurtarabilecek kimselerden de değildi.
Daha dün onun yerinde olmayı dileyenler: “Demek ki Allah, kullarından rızkı dilediğine bol veriyor, dilediğine de az. Eğer Allah bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi, demek ki inkarcılar başarıya eremezler” demeye başladılar. Bu ahiret yurdunu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Sonuç Allaha karşı gelmekten sakınanlarındır.” [177]
Kârûn adı Kur’anda dört yerde geçmektedir. Kasas suresinden yukarıda verdiğimiz âyetlerde iki defa, Ankebut suresinde üç tağut olan Firavun, Hâmân ve Karun’un helakinden sözeden şu âyetlerde de bir defa geçmektedir:
“Karun’u, Firavun’u ve Hâmân’ı da yok ettik. Andolsun ki Musa kendilerine belgelerle gelmişti de onlar yer yüzünde büyüklük taslamışlardı. Oysa, azabımızdan kurtulamazlardı. Hepsini günahları sebebiyle cezalandırdık. Kimine taşlar savuran rüzgarlar gönderdik, kimini bir çığlık yok etti, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Onlara Allah zulmetmedi, fakat onlar kendilerine yazık ediyorlardı.” [178]
Mümin suresinde de Hz.Musa’nın peygamber olarak gönderilmesi ve üç tağutun onu yalanlaması anlatılırken bir kez geçmektedir. Yüce Allah buyuruyor :
“And olsun ki Musa’yı mucizelerimiz ve açık delillerle Firavun, Hâmân ve Karun’a gönderdik. Onlar, “Bu, yalancı sihirbazın biridir” dediler.” [179]
Kârûn Öyküsüne Genel Bakış:
Kârûn, Musa’nın halkındandır. Kıpti değil, israiloğullarındandır. Yüce Allah, Musa’yı Firavun ve Hâmân’a gönderdiği gibi ona da peygaber olarak göndermiştir.
Allah, Karun’a büyük mallar, birçok hazine dolduran çok paralar vermiştir. Bu paraları ve hazineleri güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı.
Kârûn bu mallan azgınlık, haksızlık ve zulüm için, tekebbür, şımarıklık ve ahlaksızlık için kullanmıştır. İsrail oğullarından zavallı fakirler için bir fitne olmuştur.
İsrailoğulları, Karun’a bakışta ikiye ayrılmışlardır. Bir kısmı Allaha inanmış ve onun vereceği şeyleri tercih etmiştir. Onun için Karun’un elindeki şeylere aldanmamış ve onun gibi olmak istememişlerdir.Aksine onun kibirli olmasını, haksızlık ve bozgunculuk yapmasını eleştirmiş, malını Allah için, Allah yolunda ve Allanın kullan için kullanmasını istemişlerdir.
Diğer kısım ise, Karun’un elindeki şeylere aldanmışlardır. Çünkü bunlar Karun’u ve mallarını değerlendirecekleri temeli ve ölçüyü yitirmişlerdir. Karun’un, Allah kendisini sevdiği ve ondan hoşnut olduğu için zengin olduğunu sanmışlar, çok şanslı biri sandıkları için onun gibi olmak istemişlerdir.
Kârûn, maiın ve zenginliğin verdiği sarhoşlukla sarhoş olmuştur. Bu da kendisini hakkı görmek ve müminlerin öğütlerini dinlemekten alıkoymuştur. Mal nimetinden dolayı Allaha şükretmesi, onu iyilik, yararlı ve helal yollarda kullanması gerektiğini söylediklerinde, malın Allanın malı olduğunu hatırlattıklarında, onlara “Ben bunu sahip olduğum bilgi sebebiyle elde ettim” demiştir. Yani malı, Allanın kendisine verrdiğini kabul etmemiş, onu kendi bilgisiyle kazandığını söylemiştir.
Bir gün ihtişamı içinde halkının karşısına çıkmış, ihtişamını tekebbür ve tafra yapmak için kullanmıştır, ihtişamı ile fakirlerin gönlünü kırmış ve gözlerini kamaştırmıştır. Onu gördüklerinde “Keşke Karun’a verilenin benzeri bize de verilse, şüphesiz o çok büyük bir varlık sahibidir” demişlerdir.
Ama bilgi sahibi olanlar, aldanmışlara “Yazıklar olsun size! Alahın vereceği iyilik, iman eden ve saîih amel işleyenler için daha iyidir” diyerek öğüt vermiş ve uyarmışlardır.
Allahm değişmez kuralı Kârûn için de gerçekleşmiş ve gazabı onun başına inmiştir.Malmm helak olmasına ve azap görmesine sebeb olmuştur. Çünkü Allah onu, evini, malını ve hazinelerini yerin dibine geçirmiştir.
îsrailoğullannm her iki kısmının gözü önünde yer yarılmış, Karun’u ve malını yutmuştur. Kârûn kendisine yardım edecek ve savunacak kimse bulamamış, malları ve hazineleri kendisine yarar sağlamamıştır.
Karun’un ve malının başına gelenleri gören îsrailoğullarından sabır ve sebat sahibi müminlerin imanı artmış, daha dün Kârûn gibi olmak isteyen aldanmışlar gerçeği anlamış, gözlerinden perdeler kalkmış ve onun gibi olmadıkları için Allaha şükrederek şöyle demişlerdir: “Demek ki Allah, rızkı kullarından dilediğine bol veriyor, dilediğine de az.Eğer Allah bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki inkarcılar başarıya eremezler”. [180]
Kârûn Öyküsü İle İlgili İsrailiyyat Haberber:
Okuyucuları sakındırmak, okudukları veya dinledikleri zaman kendisine aldanmamak, onları yazan veya anlatan herkese karşı çıkmalarını sağlamak için Kârûn öyküsüyle ilgili önemli israiliyyat rivayetleri okuyuculara sunmak istiyoruz.
Salebi, israiliyyat ve hurafelerle doldurduğu “Araisu’l-Mecalis fi Kısasi’l-Enbiya” adlı kitabında Kârûn Öyküsünün girişinde şöyle demektedir: “Öncekilerin haberlerini bilen alimier şöyle dedi” [181]
Bize göre bu sözü tuhaf ve kabul edilemez.Çünkü öncekilerin haberleri, sonra gelenlere göre, geçmişin bilinmiyen (gayb)lerindendir. Geçmişle ilgili bilgiler ancak kesin ve doğru kaynaklardan alınır. Bu bilgiler de sadece Kur’anda ve sahih hadislerde bulunan bilgilerdir.
Öncekilerin haberlerini bildiğini iddia eden, onların haberlerinden bir söz ve bir rivayet aktaran herkes, Kur’anı kerimden veya sahih hadisten kaynağını belritmek zorundadır. Bunu yapmazsa, söylediği red edilir ve anlattığı şeyler kabul edilmez. Böyle bir adam da “Öncekilerin haberlerini bilen alimler”den olmaz. Olsa olsa, israiliyyatı toplayan, hurafe ve mitoloji şeyleri rivayet eden bir kişi olur.
Israiliyyat haberleri rivayet edenler şöyle derler: “Kârûn, Musa’nın amcasının oğlu idi. tsrailoğullarının en bilgini, en faziletlisi ve güzeliydi.Yüzünün güzelliğinden dolayı “Nurlu” diye anılırdı. İsrailoğulları arasında Tevrat’ı en iyi bilen kişiydi. Ama münafıklık yaptı.”
Hazinelerinin anahtarları hakkında da şöyle derler: Anahtarlarını altmış katır taşıyordu.Her anahtar bir parmak küçüklüğünde idi. Anahtarlardan her biri bir hazinenindi.”
Mallan toplamaya nasıl başladığını da şöyle anlatırlar: “Kârûn başlangıçta bir dağda bulunan bir tapınakta kendim kırk sene Allaha ibadete adamıştı.İbadette Israiloğullarını geçmişti.
iblis, azdırmak için şeytanlarını ona göndermiş, ama şeytanlar onunla baş edememişler.İblis’in kendisi yanma gelmiş, onun gibi Allaha ibadet etmiş ve ibadette Karun’u yenmiş. Kârûn da, İblis’in kim olduğunu bilmeden kendisinden daha çok ibadet ettiğine bakarak ona uymuş, iblis onu yavaş yavaş tapınağın dışına çıkarmış, böylece Kârûn yavaş yavaş dünyaya yönelmiş, mallan artmış ve hazineleri çoğalmış, sonra İblis onu terketmiş, Kârûn artık dünyaya yönelmiş ve ibadeti bırakmış.”
“Karun’un malı çoğalıp Allah Irailoğullarının zekat vermelerini farz kılınca, Kârûn, Musa’ya gelmiş ve her bin dinar için bir dinar, her bin dirhem için bir birhem, her bin koyun için bir koyun, vb. zekatı kendisine vermek üzere anlaşmış. Kârûn evine dönüp üzerine düşen zekatı hesapladığında büyük bir yekun tuttuğunu görmüş. Bu zekatı vermeğe kıyamamış ve Hz.Musa’ya tuzak hazırlamış.
Israiloğullarından tuzak hazırlayan birtakım kişilerle anlaşmış ve onlara şöyle demiş: Falan ahlaksız kadını getirin, Musa’ya iftira etmesi için ona mal verelim, istediğimizi yaparsa, Israiloğulları Musa’ya karşı çıkar, biz de ondan kurtulmuş oluruz.
Söz konusu kadını getirmişler ve Kârûn ona bin dirhem veya bin dinar yahut bir kazan dolusu altın vermiş. Kadına, yarın Isailoğulları toplandığında sen Musa’ya iftira et, demiş.
Ertesi gün Kârûn Israiloğullarını toplamış, Musa gelince, ona “Israiloğulları senin için oplanmışlar, çıkmanı bekliyorlar, öğüt vermek ve uyarmak için onlara çık” demiş.
Musa, israiloğullarının yanına çıkmış ve konuşma yaparak “Ey Israiloğulları, kim hırsızlık yaparsa, elini keseriz, kim iftira ederse ona seksen değnek vururuz, bekarlardan kim zina ederse, ona yüz değnek vururuz, evlilerden kim zina ederse, ölünceye kadar taşa tutarız” demiş.
Kârûn ona “Sen de mi zina etsen?”demiş. Musa, ona “Evet, ben de etsem” demiş. Kârûn ona “Israiloğulları, senin falan kadınla zina yaptığını iddia ediyorlar” demiş.
Musa; “Ben mi?!” deyince, Kârûn evet, demiş. Musa, ona “Seni ispat etmeye çağırıyorum. Kadın söylediğin gibi söylüyorsa, onun dediği doğru olur, demiş.
Kadın gelince, Musa ona “Ey kadın! Bunların söylediği gibi ben seninle zina yaptım mı? demiş, Tevrat’ı indiren ve denizi yaran Allah için doğru söylemesini söylemiş ve doğru söylemediği taktirde cezasının büyük olacağını anlatmış.
Allah için doğru söylemesini isteyince, Allah kadını korumuş ve kendi kendine “Bugün tevbe etmem, Allahın rasulü Musa’ya eziyet etmemden daha iyidir” demiş. Musa’ya hayır, bunlar yalan söylüyorlar, sana iftira ettiğim taktirde Kârûn bana mal vereceğini söyledi” demiş.
Kadın böyle konuşunca, Kârûn rezil olmuş ve başını öne eğmiş, herkes de suspus kesilmiş, Musa, ağlayarak Allaha secdeye kapanmış, “Ey Rabbim! Bu düşmanın bana eziyet etti, bana sövdü ve rezil etmek istedi. Allahırn! Senin peygamberin isem, benim için ona buğzet ve beni ona musallat et” demiş.
Allah ona “Başını kaldır, yer yüzüne istediğini emret, emrini yerine getirir” demiş.
Musa, “Ey Israiloğulları! Allah beni Firavun’a gönderdiği gibi Karun’a da göndermiş. Karun’la beraber olanlar yerlerinde kalsınlar, benimle beraber olanlar benimle beraber ayrılsınlar” demiş.
Hepsi Karun’dan ayrılmışlar, yanında sadece iki kişi kalmış. Sonra Musa şöyle demiş: “Ey yer! Onları yut! Yer önce topuklarına kadar, sonra bellerine kadar, sonra boyunlarına kadar yutmuş”. Kârûn ve iki arkadaşı Musa’ya yalvarmışlar, Allah için, akrabalık bağı için diyerek ona sığınmışlar.
Sonra Musa “Ey yer, onları yut! “demiş. Yer de üzerlerine kapanmış. Allah ,Musa’ya vahyetmiş: Ey Musa! Ne katı kalplisin? Sana yetmiş defa sığındılar. Zatıma yemin ederim ki bana dua etselerdi, beni yanlarında bulurlardı ve dualarını kabul ederdim.”
Allah, Karun’u ve iki arkadaşını hergün bir beden boyu yere batırıp sallandırıyor. Kiyamet gününe kadar yerin dibine varmazlar.” [182]
Israiliyyat olan bu ayrıntıları kabul etmiyoruz. Çünkü hiçbir kimsenin, başkalarını ondan sakındırmak ve kabul edilemez israiliyyat olduğunu anlatmak amacı dışında, onları nakletmesi caiz değildir. [183]
İsrailoğullarmdan Olan Kârûn Neden Fîravun’la Beraber Anılıyor?
Kur’anı Kerim, Karun’un Firavun ailesinen değil, Hz.Musa’nın milleti olan İsrailoğullarmdan olduğunu belirtmektedir.israiloğullarmdan olduğu halde, Kur’an onu neden Firavun ve Hâmân ile birlikte anmakta ve “Şüphesiz Musa’yı aÇ’k belgeler ve mucizelerimizle Firavun’a, Hâmân’a ve Karun’a gönderdik. Bu, yalancı bir sihirbazdır, dediler” âyetinin belirttiği gibi Hz.Musa’yı neden üçüne de gönderilen bir peygamber saymaktadır?
Firavun ve Hâmân ikisi de Kıpti’dir. Kârûn ise Israiloğullarmdandır. Öyle görülüyor ki ikisini birleştiren şey, azgınlık, tağutluk, küfür ve yer yüzünde bozgunculuklarıdır. Hepsi bu özelliklerde ortak olmasına rağmen, her birinin cinayetlerini işleme sebebi değişiktir.
Firavun’m azgınlığının sebebi, mülk ve iktidarıdır. Onun için halkını kendisine tapmaya çağırmış ve “Sizin benden başka bir tanrınız olduğunu bilmiyorum” demiştir.
Hâmân’m azgınlığının sebebi, Firavun’ın yanındaki bakanlığı, görevi ve Firavun’ın emirlerini uygulamasıdır.
Karun’un azgınlığının sebebi ise, bolluk, zenginlik, mal ve hazinelerdir. Tağutluklarınin sebebi değişik de olsa, üçü detağuttur. [184]
Azgınlığa sebep olan üç şey;îktidar, bürokratlık ve mal!
insanlık tarihi boyunca bu sebepler süregelmiştir. Nice tağutlar bu sebeplerin esiri olmuş ve olmaktadır.
İnsanlardan iktidar ve egemenliği sebebiyle niceleri azgınlaşmıştır! Resmi görevi, makamı ve devlet büyüklerini izlediği için azgınlaşan nice insanlar vardır! Mal ve bolluk içinde yüzdüğü için nice insanlar azgınlaşmıştır! Sebepler değişik, ama hüküm aynı ve azgınlık azgınlıktır!
Ne ilginçtir ki, üç tağut olan Firavun, Hâmân ve Kârûn, Musa’yı aynı şekilde karşılamış ve aynı cevapla karşılık vermişlerdir: ” yalancı bir sihirbaz!”
Kârûn, Musa’nın halkındandı. Onlara karşı azdı. Azgınlık zulüm, haksızlık ve saldırganlıktır. Malı ve hazineleri sebebiyle onlara karşı azgınlaşmıştır. Mal, imansız birinin eline geçtiği zaman haksızlığa, azgınlığa ve saldırganlığa götürür.
Kârûn öyküsünü anlatan âyetlerden anlaşıldığına göre, Kârûn, Israiloğullarıyla beraber Mısır’dan çıkmıştır. Çünkü âyetler israiloğullarından iki gruba işaret etmektedir; Karun’a aklanmayan bilenler grubu ve ona aldanan basit zayıflar grubu. Ayrıca Karun’un, ihtişamı içinde milletinin karşısına çıkması ve onları baştan çıkarması da bunu gösterir. Milleti de Israiloğullarıdır.
Kârûn’nun nerede halkının karşısına çıktığı ve Hz.Musa ile macerası, nerede ve ne zaman yere batırıldığı gibi şeyler, israiliyyat nakledenlerin dışında cevabını kimsenin bilmediği sorulardır. [185]
Karun’un Hazineleri:
Kur’anı Kerim, ” Anahtarları, güçlü kuvvetli bir gruba ağır gelecek kadar ona hazineler verdik” diyerek hazinelerinin çokluğuna işaret etmektedir. Bu âyet, Karun’un mal ve hazinelerinin çok olduğunu göstermektedir. Erkeklerden güçlü kuvvetli bir grup onların anahtarlarını veya hazinelerin kendisini taşımaktan aciz kalır.
Kur’an’da geçen Kunûz kelimesi, kenz kelimesinin çoğulu olup üst üste yığılan ve toprağa gömülen define anlamındadır. Ancak Kur’an’da malı yığma ve saklama anlamında geçmektedir. “Hurmayı tabakta biriktirdim, et tutmuş deve, ifadelerindeki gibi.
Karun’un mallarının ‘Künûz’ kelimesiyle anlatılmasının sebepleri herlahde şunlardır;
1- Bu mallar, kolay elde edilen ve kazanılan mallardı. Çok az bir emekle bu malları elde etmiştir. Sanki yede defineler bulmuş gibi, alabildiği kadar almıştır.
2- Kârûn bu mallan korumuş, geliştirerek çoğaltmış ve biriktirmeye gayret etmiştir.
3- Kârûn, mallarından fakir ve muhtaçların hakkını vermemiş ve zekatını ödememiştir.Kenz, zekatı ödenmeyen, kendisinden fakir ve muhtaçlara harcama yapılmayan maldır.
Kur’an, “Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamayan kişileri acıklı bir azapla müjdele .Cehennem ateşinde onlar üzerine kızdınldığı gün, onunla alınları,
yanları ve sırtları dağlanır. Bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir, biriktirdiğinizi tadm, denir” [186] âyetlerinde bu anlama işaret etmektedir. [187]
Anahtarlar:
Tefsirciler ” Ona, anahtarları güçlü kuvvetli bir gruba ağar gelen hazineler verdik” âyetinin anlamında ihtilaf etmişlerdir.
Kimileri âyette geçen anahtarların, Karun’un hazinelerinin anahtarları olduğunu, her birinin parmak büyüklüğünde küçük ve çok olduğunu, bindiği zaman onları da yetmiş katıra yüklediğini söylemektedir.
Bu haberler israiliyyat olmanın yanında , abartma olduğu da açıktır. Onun için Razı tefsirinde şöyle demektedir:” Tek başına bir kişinin malı bu dereceye varmaz. Altın ve mücevherat dolusu bir şehir düşünsek, onun için az sayıda anahtar yeterli olur. Bu anahtarları çoğaltmaya ne ihtiyaç vardır?” [188]
Kimileri de anahtarlardan maksadın Karun’un mallarının korunduğu hazineler olduğu, bu hazinelerin güçlü kuvvetli adamların bile taşımaya güç yetiremiyecek kadar büyük ve çok olduğunu söylemişlerdir.
Bu düşünce akla uygun ve mümkündür. Kur’anın kelimeleriyle de uyuşmaktadır. Razi, bunun îbn Abbas ve Hasan Basri’nin görüşü olduğunu belirterek şöyle demektedir: “Îbn Abas ve Hasan, “anahtarlar” kelimesinin mal anlamında kullanıldığını söylemiştir. Bu daha açık ve şüpheden daha uzaktır” [189]
Biz de bu görüşü tercih ediyor ve Kur’anın anlatımına daha uygun olduğunu düşünüyoruz. Anahtarlar, kelimesi Kur’anda üç yerde geçmektedir.
a- “Gaybın anahtarları O’nun yanındadır. Ondan başkası onları bilmez” [190]
Ğaybın anahtarları, sadece Yüce Allanın sahip olduğu ve bildiği gayb aleminin hazineleridir. Enam suresinde belirtilen bu hazinenin anahtarları beş olup Lokman suresinin şu âyetinde verilmektedir:
“Şüphesiz Allah, kıyamet saati bilgisine sahip olandır. Yağmuru indirir. Rahimlerde olanı bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse nerede öleceğini bilmez. Allah, şüphesiz bilendir, her şeyden haberdar olandır” [191]
b- “Ona, güçlü kuvvetli bir grubun anahtarlarını taşımakta zorlanacağı hazineler verdik” âyetinde geçmektedir.Yani güçlü kuvvetli adamların taşımaktan aciz olduğu mallarının hazinelerini ona verdik.
c- “Evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerenizin . evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya kahyası olup anahtarlarına sahip olduğunuz evlerde veya dostunuzun evlerinde izinsiz
yemek yemenizde bir sorumluluk yoktur” [192] âyetindeki “Anahtarlarına sahip olduğunuz” dan maksat, sahip olduğunuz mallardır.
O halde Arap dilindeki Mefâtih ile Mefâtîh arasında fark vardır. Dilbilgini Ukberi şöyle der: Mefâtih, Meftah’ın çoğulur. Meftah ise, depo, kasa, hazine demektir.Bunları açan şey Miftah olup çoğulu Mefâtîh gelir. [193]
Kefevi de şöyle demektedir: “Miftâh, açma aracıdır.Meftah ise,mesken ölçüsünde kasa, depo, hazine demektir.
Mefâtih ise, Miftah isminin çoğuludur. Bu da kilidi açan araçtır. Veya Meftah kelimesinin çoğuludur. O da yer demektir. Miftah kelimesinin çoğulu değildir.” [194]
Güçlü Kuvvetli Bir Gruba Ağır Gelir:
Karun’un hazineleri güçlü kuvvetli bir gruba ağır geliyor.Böyle kuvvetli bir grup onları taşıyamıyacak kadar ağırdır. Bu grup, birbiriyle dayanışma içinde olan, kenetleşen ve yardımlaşan bir topluluktur. On kişiden fazladır. Böyle kuvvetli bir topluluğa ağır gelir, sözünden maksat konusunda Razi üç görüş belirtmektedir:
a- Böyle bir grubun gücü, hazinelerin anahtarlarını taşımaya yetmemektedir. Makbul olan görüş budur.
b- Grup, hazinelerin mallarını taşımaya güç yetirememektedir. Bu da mümkün ve makuldür.
Bu iki görüşle âyeti anlamak, somut ve maddi bir anlama olur.Yani maddi şeylerin taşınması anlamını belirtir.
c- Taşımaktan maksat, korumak, saymak ve gözetmektir. Razi şöyle der: Anahtarlardan maksat, bilmek ve ihata etmektir. Yani, korunması ve gözetilmesi, kuvvetli bir gözetici gruba ağır gelen hazineler verdik, bu hazineler çok ye çeşitli olduğundan bekleyen ve koruyanları yorar, anlamındadır.” [195]
O halde, anahtarları taşımaktan maksat, malların korunması, sayılması ve gÖ?etilrnesidir, demenin bir sakıncası olmaz. Böylece anlamı, kuvvetli bir gruba bu işin ağır gelmesi ve korumanın zor olması olmamdır. Halbuki daha uygun görüş, ikinci görüştür. [196]
İsrailoğulları Kârûn Konusunda İkiye Ayrılmışlardır:
Karun’un mal ve hazineleri, Israiloğulları için bir fitne olmuştur. Mal, amansız bir fitnedir. Birçokları onunla baştan çıkar ve sınavı kaybeder.
Karun’un kendisi malları sebebiyle yoldan çıkmıştır. Mallarını fitne, bozgunculuk ve zulüm için kullanmıştır. Böylece kaybetmiş ve küfre gitmiştir.Malı, helak olmasının sebebi olmuştur.
Kur’an, halkının kendisine karşı iki kısma ayrıldığını bildirir. Bir kısım, iman eden, imanlarıyla üstün olan ve Allanın vereceği mükafatı umarak imanlarında sebat edip Karuna imrenmeyen müminlerdir. Bunlar Karun’un içinde bulunduğu durumu kavramış ve Allanın vereceği mükafatı tercih etmişlerdir.
Bu mümin grup, Karun’a şu sözlerle öğüt vermişlerdir: “Sevinme, şüphesiz Allah sevinenleri sevmez. Allahın sana verdiği şeylerle ahiret yurdunu kazanmaya bak. Dünyadan da payını unutma. Allahın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap. Yer yüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışma. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez.”
İkinci kısım, inancı zayıf olan madde düşkünleridir. Dünya hayatını ve ihtişamını isteyenlerdir. Bunlar Karun’a ve hazinelerine imrenip aklanmışlar, onun ihtişamına vurulmuşlar. İhtişamı içinde karşılarında görünce, “Keşke Karun’a verildiğinin benzeri bize de verilse, şüphesiz o çok şanslıdır” demişlerdir.
Karun’un malı sebebiyle israiloğullarının başına gelenler, her zaman ve her yerde her milletin başına da gelebilir.
Kimilerini Allah mal, zenginlik ve bollukla sınamakta, nzık kapılarını ona açmakta, mallarını çoğaltmakta, o da bu mallara aidanarak fitneye düşmekte, onları haksızlık, zulüm ve bozgunculukta kullanmakta ve Karun’un yolundan gitmektedir. İnsanlar böyle bir Karun’u görünce ona değişik gözle bakarlar.
îlim ve sebat sahibi müminler ise,ona aklanmazlar. Aksine ona öğüt verirler ve hatırlatmada bulunurlar. Onların dediğini kabul etmezse, kesin olarak zarar edeceğine ve helak olacağına inanırlar.
Ama sadece dünya hayatını tercih eden basit insanlar, Karun’a imrenir ve onun yerinde olmayı arzu ederler.
Milletlerde nice Karunlar ortaya çıkmaktadır! Bu Karunlara aldanan nice basit ve aşağılık insanlar olur! Ama Allahın koruduğu, imanda sebat eden, sabreden ve doğru yolu öğütleyen nice iyi kişiler de vardır!
Kur’anın öykülerinde örnek verdiği insanlar, bir zaman veya mekanla sınırlı kişiler değildir. Bunlar insanlar için genel örneklerdir. Tarihin değişik zamanlarında ortaya çıkmakta, bilgi ve basiret sahipleri bunları farketmekte ve kendileriyle beraber yaşayan kimi insanlara tıpatıp uyduğunu görmektedirler, insan öneklerinden tekrar eden durumlarda isimler ve yerler değişir, ama özellikler, kurallar, nitelikler ve gerçekler devam eder.
Kârûn ve ona aklanmayanlar! Ona aldanan ve yerinde olmak isteyenler! Tarihin hiçbir dönemi ve coğrafyası bu tiplerden yoksun olmamıştır. [197]
[177] Kasas, 76-83
[178] Ankebut, 39-40
[179] Mümin,23-24 Dr.Salah Abdulfettah Halidi, (Çeviren: Prof.Dr.İbrahim Sarmış), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: I/147-149.
[180] Dr.Salah Abdulfettah Halidi, (Çeviren: Prof.Dr.İbrahim Sarmış), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: I/149-151.
[181] Salebi, Araisu’l-Mecalis,l88
[182] Salebi, Araisu’l-Mecalis, 188-192
[183] Dr.Salah Abdulfettah Halidi, (Çeviren: Prof.Dr.İbrahim Sarmış), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: I/151-155.
[184] Antik İsraüoğullanndan insanlığa ibret için Kur’anın sunduğu bu tablo ile bugün birçok ülkede onların yolundan gidenlerin manzarası arasında acaba bir fark görüyor musunuz? Saray’da fırıldaklar çeviren Firavunlar, halkına hakaret eden Hamanlar, halkın mallarını haksız yollarla ele geçiren Karun’lar ve onların işbirlikçisi odaklar! (çeviren)
[185] Dr.Salah Abdulfettah Halidi, (Çeviren: Prof.Dr.İbrahim Sarmış), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: I/155-157.
[186] jevbe,34-35
[187] Dr.Salah Abdulfettah Halidi, (Çeviren: Prof.Dr.İbrahim Sarmış), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: I/157-158.
[188] Razj, et-Tefsiru’l-Kebir,25/15
[189] Razi, Age-25/15
[190] Enam,59
[191] Lokman,34. Yazar, âyette geçen beş şeyi ancak Allah bilir, tarzındaki geleneksel anlayışa göre söylemektedir. Halbuki âyette bilinmeyen olarak sadece üç şey geçmektedir. Bunlar kıyametin ne zaman kopacağı, kişinin yarın ne kazanacağı ve nerede öleceğidir. Yağmuru yağdırmasını ve rahimlerde olanı bilmesini anlatan cümleler sınırlandırma değil, haber kipiyle gelen cümleler olup bu şeyleri bilmenin yalnız Allaha mahsus olduğunu belirtmemektedir. Yani cümlelerde sınırlandırma yoktur. Yüce Allarım yağmuru yağdırdığını ve rahimlerde olanı bildiğini anlatır. Yüce Allah bunları bildiği gibi, yağmurun ne zaman yağacağını ve rahimlerde olanı İlgili uzmanlar da bilmektedir. Sonuç olarak, âyetin yalnız Atlahtn bildiğini söylediği konular beş değil, üçtür. (Çeviren).
[192] Nur,61
[193] Ukberi, İmlau ma Menne bini ‘r- Rahman (et-Tibyan (i İrabi’l-Kur’an), 245
[194] Ebu’l-Beka el-Kefevi, el-Külliyyat,4/294, Yazar, Kuvvetli bir gruba ağır gelen şeyin Karun’un hazinelerinin anahtarları değil, bizzat hazinelerdeki mallar olduğunu söylemektedir. Dil açısından da anlayışına destek olarak Ukberi ve Kefevî’nin kitaplarından delil getirmektedir. Doğrusu, meşhur olmalarına rağmen alıntı yaptığı her iki alim de pek muhakkik alimlerden sayılmazlar. Keşke ilk asırlarda yazılmış temel sözlüklerden açıklamalar getirseydi, diyoruz.
Gelelim hazinelerin anahtarlarına; Yazarın anlayışına göre âyetin anlamı şu şekilde olmaktadır:” Ona o kadar hazineler verdik ki malları adamlardan kuvvetli bir topluluğa ağır gelir”
Hazinelerdeki malların kuvvetli bir topluluğa ağır geldiğini herkes bilir. Bunda olağandışı hiçbir şey yoktur. Zaten sadece Kârûn değil, başkaları da kuvvetli bir topluluğa ağır gelen mallara sahip olmaktadır.
Halbuki âyette vurgulanmak istenen şey, bu işin olağandışılığıdır. Başkalarından farklı olarak ona hazineleri dolduran o kadar çok mallar verdik ki, o hazinelerin anahtarlarını bile insanlar taşımakta zorlanıyordu, denilmek istenmektedir. Yazarın veya Razi’nin pek de benimsemediği çokluktan kinaye olarak abartma üslubu da
kullanılmış olabilir.
Diğer taraftan, binlerce yıl önce insanların kaleleri ve evleri korumak için ne kadar büyük kapılar yaptığı ve kilitlemek için onlara ne büyük demir anahtarlar yaptığı ilgili bilim dallarında anlatılmaktadır. Hatta Mardin’de çok yakın zamana kadar kullanılan anahtarları hatırlayanlar bu anlatıma hak vereceklerdir. Yoksa, teknolojinin son ürünü olarak, yazarın haklı olarak tasvip etmediği israiliyyat rivayetlerde anlatıldığı gibi, parmak kadar yahut parmak ucu kadar yahut şifreli anahtarlarla o hazinelerin kilitlendiğini düşünmek herhalde gerçekçi olmaz. Onun için yazarın bu görüşüne katılamıyoruz, (çeviren) Dr.Salah Abdulfettah Halidi, (Çeviren: Prof.Dr.İbrahim Sarmış), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: I/158-160.
[195] er-Razi, et-Tefsiru’l-Kebir,25/15
[196] Dr.Salah Abdulfettah Halidi, (Çeviren: Prof.Dr.İbrahim Sarmış), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: I/161.
[197] Dr.Salah Abdulfettah Halidi, (Çeviren: Prof.Dr.İbrahim Sarmış), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: I/161-163.