Hz. Osman
(r.a.) zamanında çeşitli bölgelere gönderilecek Mushafları çoğaltmak iç
in kurulan dört kişilik heyet,
Kur’an
‘ın kelime ve harflerinin yazılışı hususunda Halife Hz. Osman’ın da rıza gösterdiği özel bir metod takip etti. İşte âlimler bu metoda terim olarak «Resmu’l Mushaf» ismini vermişlerdir. Çoğu zaman da bu resmi, ona rıza gösteren halifeye nisbet. ederek «Resmu Usman veya er-Resmu’l Usmânî» derler. Bu resmin tazim ve takdis çemberiyle çevrelenmesi kaçınılmazdı. Çünkü ona rıza gösteren ve onu uygulayan halife büyük bir şehittir. Huşu içinde ve ibadet ederek
Allah
‘ın Kitabını okuduğu bir sırada vurulmuş ve şehit düşmüştür. İşte bu durum, halkın eski her bir el yazması Mushafla karşılaştıklarında onun Osman Mushafı veya mushaflarından biri olduğu kanaatına varmalarına sebep olmuştur. Hatta bazılarına göre, o, şehit Halifenin kanlarının izini taşıyan mushaftır. Bazıları bu Kur’ânî resmin tevkîfî olduğu ve Peygamber (s.a.v.) in bizzat vazettiği bir metod olduğunu ileri sürünce aşırılık zirvesine ulaşıyor. Ra-sûlullah yazı bilmeyen ümmî biri olduğu halde vahiy kâtiplerinden biri olan Hz. Muaviye’ye şöyie dediğini ona nisbet ederler: «Divitin mürekkebini ölçülü ve kalemin ucunu incelterek eğik kıl. Bö harfini dikleştir. Sin harfini biribirinden ayır. Mim harfinin içini doldurma. Allah kelimesini güzel yaz. er-Rahmân kelimesini uzat. er-Rahîm kelimesini tecvitii yaz. (Yazmaya ara verirken) Kalemini sol kulağının üstüne koy ki, gerektiğinde onu daha çabuk hatırlamana sebep olsun.» (487-a) Bu görüşe şiddetle taraftar olanlardan biri, İbnu’l Mübarek’tir, İbnu’l Mübarek «eî-İbrîz» isimli kitabında hocası Abdülaziz ed-Debbağ’dan şöyle dediğini nakleder: «Kur’an’ın resminde ne sahabenin ve ne de başkalarının kıl kadar bir payı vardır. O, tamamen tevkifi olup Peygamberdendir. Bilinen şekli üzere yazılmasını o emretmiştir. Nerede zaid elif yazılacak, nerede eksik yazılacak. Bu akılların bulamayacağı bir sırdır. Allah bu özelliği, diğer semavî kitaplar arasında Kur’an’a has kılmıştır. Kur’an’ın nazmı mu’ciz olduğu gibi resmi de mu’cizdir! Akıllar, aynı vezinde olmasına rağmen kelimesinde elif bulunmadığı halde kelimesindeki fazla elifinkelimelerinde fazla «ye» harfinin sırrını nasıl bulsun? Akil, el-Hacç sûresinde kelimesinin elif ile ve Sebe’ sûresinde aynı kelimenin eiifsiz olarak şeklinde yazılışını nasıl izah etsin? Heryerde kelimesinin elif ile yazılmasına rağmen el-Furkan sûresinde eiifsiz olarak şeklinde ya
zılmasının sırrını itası! bulsun? kelimesinde elif eklendiği halde el-Bakara süresindeki kelimelerinde elif neden yazılmamıştır? de elif yazıldığı halde en-Nisâ süresindeki de neden elif yoktur? Akıl, benzer bazı kelimelerden bazi harfier atıldığı halde diğerlerinde neden yazıldığını nereden anlasın? Meselâ Yusuf ve ez-Zuhruf sûrelerinde kelimesinden elif hazfeditdiği halde diğer yerlerde neden yazılmıştır9 Fusstlet sûresinde « kelimesinin vâv harfinden sonra elif yazıldığı halde diğer yerlerde neden yoktur? « … » kelimelerinin hepsinde yazıldığı halde el-Enfal sûresinde geçen aynı kelimede yazılmamıştır. kelimesi her nerede geçmişse elif yazıldığı halde el-Furkan sûresinin bir yerinde yazılmamıştır. Bütün bunların sırrı nedir? Bazı yerierde «te» harflerinin atılıp biribirlerine bağlanmaları nedendir? Bütün bunlar ilâhî sırlar ve nebevi maksatlardır. Bâtınî sıriar oldukları için insanlardan gizlenmişlerdir. Onlar da, sûre başlarındaki Huruf-ı Mukattaa gibi ancak Rabbani bir fetih ile anlaşılabilirler. Onların pek yüce sırları ve pek çok manaları vardır. İnsanların çoğu bunların sırlarını idrak edemez, kendisine işaret oldukları ilâhî manaları idrak edemez. Kur’andaki resmin durumu da, harf harf budur. ez-Zerkânî «Menhel»inde bu temele dayanmakta bir sakınca görmeyip Resmi Osmanî’nin meziyetlerini ona dayanarak sıralar: Bu resmin gizli manalara delâleti gayet mükemmeldir. Meselâ sözünde kelimesinin şeklinde yazılması, Ailah’m kendisiyle göğü bina ettiği gücünü tazim manasını taşır. Ona benzer bir güç yoktur. Çünkü Arao dilinde harflerin arttırılması manayı güçlendirir.
Hiç şüphesiz bu, Resm-i Osmanîyi takdis hususunda bir aşırılık ve anlayışta zorlanmadan başka birşey değildir. Kur’an resminin tevkifi oluşunun mantıkla hiç bir ilişkisi yoktur. Sûre başlarındaki Huruf-u Mukat-taa’ya benzer sırları da yoktur. Onun tevkifî olduğuna dair Rasûlüllah’tan gelen sahih bir hadis de mevcud değildir. Ayrıca Kur’anîliği mütevatir olan Huruf-u Mukattaa iie bunu karşılaştırmak doğru olmaz. Bu, ancak Hz. Osman zamanında kâtipler arasında bir ıstılah olup Halifede bu ıstılaha rıza göstermiştir. Hatta yazı hususunda Halife onlara bir kural öğretmiş ve heyet içerisinde olan üç Kureyşiiye, sizinle Zeyd b. Sabit arasında bir ihtilâf zuhur ederse, onu Kureyş lehçesiyle yazın, çünkü Kur’an onların lehçesiyle inmiştir, demişti.
Osmanî resme saygı duymak ve ona uymayı iyi karşılamak başka,
onun tevkifi olduğunu söylemek başkadır. Arada, temelde bir fark vardır. ” Bu resmin almışının zarûrîliği konusunda âlimlerin pek çok görüşü vardır. Öyle -ki, Ahmed b. Hanbel şöyle demektedir: «Osmanî mushafın hattına muhalefet haramdır.» Velevkİ bir vav, bir elif, bir yâ veya başka bir harfte olsun.» İmam Malik’e soruldu: «Ne dersin, biri bir mushaf yazmak istese bugün insanların çıkardığı yeni hece harfleriyle yazaeak olsa doğru olur mu?» İmam Malik şöyle cevap verdi: «Hayır, uygun görmem. İlk yazıldığı şekil üzere yazsın.» Şafiî ve Hanefî fıkıh kitaplarında da buna benzer ifadeler vardır. Lâkin bu imamlardan hiç biri bu resmin ne tevkifî ve ne de ezelî bir sır olduğunu söylemiştir. Onlar, bu resme bağlanmanın, sözün birliği ve ümmetin aynı şiara ve aynı ıstılaha uyması bakımından gerekli olduğu görüşündeydiler. Kuralları tesbit eden Hz. Osmandır, ve onları uygulayan da Zeyd b. Sabittir. O Zeyd ki, «RasûlûMah’m emîni ve vahyinin kâtibi idi.»
Kaldı ki âlimlerden bazısı, Osmanî resme muhalefetin mubah olduğunu söylemekle kalmamış, yazının bir ıstılahları öte birşey olmadığını söylemişlerdir. Bu görüşte olan âlimlerin başında Ebu Bekr el-BakıIlânî gelir, [882] «el-İntisâr» isimli kitabında şöyle der: «Yazıya gelince, Allah ümmet üzerine bundan birşeyi farz kılmamıştır. Çünkü Kur’an kâtiplerine ve mushaf lan yazanlara belli şu yazıyı kullanacak ve diğerini kullanmayacaksınız diye emir verilmemiştir, Böyle bir emrin vucubiyeti ancak duymakla ve (vahyin) tevkifi ile olur. Kur’an’ın nassiarında ve nassların mefhumunda Kur’an resminin ancak belli bir vecih üzere caiz olduğu ve bunun dışına çıkmanın caiz olmadığına dair bir delil olmadığı gibi Sünnette de bunun vucûbüne delil yoktur. Ümmetin icma ında ve şer’i kıyaslarda da böyle bir mecburiyet mevcud değildir. Aksine, Sünnette, hangi vecih daha kolay ise onun kullanılmasının cevazına işaret vardır. Çünkü Rasûlûllah (s.a.v.) Kur’an’tn yazılmasını emrediyordu ama ne belli bir şekil üzere yazılmasını emretmiş ve ne de kimseyi yazısından dolayı sakındırmıştır. Onun için, mus-hafiarın yazıları değişik olmuştur. Kimi, ağızdan çıkan sesi esas olarak yazıyordu. Kimi de yazının bir İstılahtan ibaret olduğunu ve insanlar için durumun gizli olmadığını bildiği için bazı harfleri eksik veya fazla yazıyordu. Bundan dolayıdır ki, Kur’an’ın kûfî harflerle ve ilk yazı ile yazılması caiz olduğu gibi lam harfinin kef harfine benzer şekilde yazılması, eliflerin uçlarının kıvrılarak ve başka şekillerde yazılması caizdir. Yine mushafın eski yazı ve harflerle yazılması caiz olduğu gibi yeni yazı ve harflerle ve daha başkalarıyla yazıiması da caizdir.
Mushafın yazı ve harflerinin birçoğu değişik ve farklı şekillerde olunca ve âlimler, herkesin âdeti olduğu üzere yazmasına ve daha kolay, daha meşhur ve daha evlâ olanı seçmesine müsaade ettiklerine ve bunu yapanları reddedmeyip günaha girdiklerini söylemediklerine göre, buradan da anlaşılıyor ki, insanlar, kıraatlerde belli ölçülerin dışına çıkmamaları ern-rolunduğu gibi burada belli bir yazı ile emrolunmamışlardır. Bunun sebebi, yazıların ancak birer alâmet ve sembol oluşlarıdır. Onlar sadece işaret ve rumuz mesabesindedir. Kelimenin okunacağı şekle uygun düşen her yazı, caizdir.
Kısacası insanların belli bir resmi (yazı çeşidini) kullanmalarının olduğunu iddia eden, iddiasını ısbatlamak için delil getirmek mecburiyetindedir. Ama delili nereden getirecek?»
Kadı Ebu Bekr’in bu görüşü alınmaya değer, delili apaçık ve uzak görüşlü bir görüştür. O, Allah’ın Kitabının yazısını ilgilendiren dinî bir meselede selefi yüceltme duygusallığı ile delil getirmeyi bîribirine karıştırmamıştır. Kur’an resminin tevkîfî ve ezelî olduğunu söyleyenlere gelince onlar duygularına başvurmuş ve kendi zevk ve vecdlerinin duygusallığına teslim olmuşlardır. Halbuki’ zevkler nisbî olup dinin bu konuda bir fonksiyonu yoktur. Zevklerden şer’î bir hakikat çıkarılamaz.
Lâkin biz Kur’an’ın resmi konusunda bundan daha isabetli olan bir görüşü benimsiyoruz.” el-Bakıllânî’nin sıraladığı delillere bakarak Osmanî resme muhalefet etmenin caiz oimadığı kanaatindeyiz. Biz bu konuda el-İzz b. Abdisselâm’ın görüşünü daha isabetli buluyoruz. O, şöyle der: «Şu anda Mushafın ilk resimler (yazı) ile yazılması caiz değildir. Ümmet artık şu anda kullanılan resim üzere anlaşmış ve bu yazı bir istilah halini almıştır. Aksi, ilmin kaybolmasına sebep olacaktır. Daha öncekilerin geliştire geliştire sağlamlaştırdıkları birşey cahillerin cehli gözetilerek terkedilmez. Yeryüzü Allah için delil getirenden hali olmaz.
Bu son görüş özet olarak şunu ifade etmektedir. Avam tabakası Kur’-an’ı eski resmi ile okuyamaz. O halde Kur’an’ın kendi çağlarında yaygın olan İstılahlarla yazılması daha iyi, hatta vacibtir. Lâkin bu, eski Osmanî resmi ilga etmek anlamına gelmez. Çünkü onu ilga etmek, ümmetin ittifak ettiği ve onun sayesinde ihtilaftan kurtulduğu değeri büyük dinî bir sembolü bozmak olur. Ümmet içerisinde Osmanî resim metodunda bu ufak – tefek farkları göz önünde bulunduran âlimler mevcud olacaktır. Bununla birlikte el-Ezher dergisinin de teklif ettiği gibi her sayfanın altında, yazı ve imlâ bakımından yeni istilahtan farklı birşey varsa onun. not edilmesi mümkündür.