Kur’anda Lokman Öyküsü
“And olsun ki Lokman’a Allah’a şükretme hikmetini verdik. Şükreden kimse ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden ise, bilsin ki, Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. O, övülmeye layık olandır. Lokman oğluna öğüt vererek “Oğulcuğum! Allah’a eş koşma, şüphesiz eş koşmak büyük bir zulümdür” demişti.
Biz insana, ana ve babasına karşı iyi davramasım tavsiye ettik. Annesi, onu güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak kamında taşıdı. Çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bana ve anne babana şükret diye, tavsiyede bulunduk. Dönüş ban adır.
Ey insan oğlu! Annen baban, seni bana ortak koşmaya zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dünya işlerinde onlarla güzel geçin. Bana yönelen kimsenin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ban adır. O zaman, yaptıklarınızı size bildiririm.
Lokman, “Oğulcuğum! işlediğin şey, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde de bulunsa, Allah onu getirip meydana koyar. Şüphesiz Allah latiftir, haberdardır.
Oğulcuğum! Namazı kıl, uygun olanı söyle ve kötü olanı önle, başına gelene sabret, şüphesiz bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yer yüzünde böbürlenerek yürüme, Allah kendini beğenip Öğünen hiçbir kimseyi sevmez. Yürüyüşünde doğal ol, sesini kıs, seslerin en çirkini şüphesiz eşeklerin sesidir, ‘dedi” [164]
Öykü İle İlgili İsrailiyat Bilgiler:
Her zaman yaptıkları gibi öncekilerden çok kişi Lokman öyküsü ile ilgüi mitoloji ve israiliyat haberlere dalmışlar, onlardan görüşler ve ayrıntılar aktarmışlar ve bilgiler vermişlerdir. Lokman’a birtakım sözler, olaylar, işler ve nitelikler nisbet etmişlerdir.
Biz kabul etmek ve kullanmak için değil, insanları sadece sakındırmak için o söylenenlerin bir özetini vereceğiz. Suyuti, ed-Durru’1-Mensur kitabında şunları anlatır:
“Lokman, Habeşistanlı bir köle imiş, marangozmuş, kısa boylu, basık burunlu, kalın dudaklı, düz tabanlı imiş, Allah kendisine hikmet vermiş, ama peygamber yapmamış, Habeşistan ve Sudan’ın seçkinlerindenmiş, bu seçkinler üç kişi olup Lokman,Necaşi, Bilali Habeşi imişler.
Denildiğine göre Allah, Lokman’a hikmet ve peygamberlikten birini seçmesini söylemiş, o da peygamberlik yerine hikmeti seçmiş, uyurken Cebrail kendisine gelmiş ve üstüne hikmeti saçmış, o günden sonra bütün sözleri artık hikmet olmuş. Rabbin tercih serbestisi verdiği halde, hikmeti peygamberliğe nasıl tercih ettin? diye sorulunca, şöyle demiş: Beni ululazim peygamberlerinden yapsaydı, onu yerine getirmeyi ve başarmayı umardım, ama beni tercihte serbest bırakınca, peygamberlik konusunda zayıf kalmaktan korktum, onun için hikmet bana daha sevimli geldi.
Yine denildiğine göre, Azer’in soyundanmış, bin yıl yaşamış, Hz. Dâvûd’dan sonra insanlara fetva verirmiş, Dâvûd peygamber olunca, Lokman fetva vermeyi bırakmış, Madem ki fetva verecek biri geldi, artık fetva vermeyi bıraktım, demiş.
Yine denildiğine göre.israiloğullannda yargıçlık yapmış ve Hz. Dâvûd’dan önce halife diye anılmış ve şöyle denilmiş: Ey Lokman! Allah’ın, seni insanları hak ile yöneten bir halife yapmasını ister misin?
“Rabbim bana emrederse, kabul ederim, böyle bir şey yaparsa, bana yardım edeceğini, öğreteceğini, koruyacağını biliyorum, ama rabbim beni serbest bırakırsa, olmak istemem ve başıma bela almam” demiş.
Bunun üzerine melekler: Niçin ey lokman? demişler. O da şöyle cevap vermiş: Çünkü devlet başkanının yeri çok zor ve bulanıktır, her yandan kendisini zulüm kuşatır, ya destek görür veya yalnız kalır. İsabet ederse, gemisini kurtaran kaptan olur, yanlış yaparsa, cennetin yolunu kaybeder, Dünyada zelil olarak kalması, gözden düşen bir meşhur olmasından daha iyidir. Kim ahiret yerine dünyayı tercih ederse, dünyayı da elde edemez, ahireti de kazanamaz.
Melekler, güzel mantığı karşısında hayret etmişler, ondan sonra bir uyumuş, uykusunda hikmete batırılmış, uyanınca serapa hikmet konuşmuş. Ondan sonra Hz. Davud’a hilafet verilince, kabul etmiş ve Lokman’ın koştuğu gibi şart koşmamış, günaha batmış, ama Allah kendisini bağışlamış. Lokman bilgi ve hikmetiyfe onu desteklemiş, bunun üzerine Hz. Dâvûd: Ne mutlu sana lokman! Sana hikmet verildi ve bel adan kurtuldun, Davud’a hilafet verildi, başına fitne ve günah aldı, demiş.
. Yine denildiğine göre, efendisinin yanında en değersiz bir köle imiş, ondan rivayet edilen ilk hikmet şu olmuş: Efendisiyle beraber bulunduğu bir sır ada, efendisi tuvaletini yapmak için tuvalete girmiş ve uzun süre kalmış, bunun üzerine Lokman ona şöyle seslenmiş: Tuvalette fazla oturmak ciğeri yorar, basura sebep olur, ateş başa yükselir, az otur ve çık. Sonra efendisi çıkmış ve tuvaletin kapısına bu sözleri yazıp asmış.
Bir gün efendisi sarhoş olmuş ve yanındakilerle gölün bütün suyunu içmek üzere bahse girmiş, sarhoşluğu gidince, ne yaptığını anlamış, Lokman’ı çağırmış ve “Seni bunun için barındırıyordum, o adamları topla”demişs onlar: toplayınca, kendisi ile hangi şey üzerine bahse girdiniz? demiş, bu gölün suyunu içmesi üzerine bahse girdik, demişler. Bunun üzerine,”Gölde “suyun içinde yabancı cisimler var, suyu içmesi için o cisimleri ayırın” demiş, o cisimleri nasıl ayırabiliriz? demeleri üzerine, o da “Yabancı cisimlerle beraber suyu nasıl içebilir?” demiş ve efendisini kurtarmış.
Yine denildiğine göre, Lokman’a verilenler, ailesi, malı, çocuk, soyu veya özelliği sebebiyle değil, suskun, çok düşünen, derin görüşlü olduğu için verilmiştir. Gündüz hiç uyumamış, öksürdüğünü, yere tükürdüğünü, büyük veya küçük abdest bozduğunu kimse görmemiş, yıkanmamış, gevezelik etmemiş, gülmemiş, tekrar etmesi istenen bir kelime olmazsa söylediğini tekrar etmemiştir. Evlenmiş, çocukları olmuş, ölmüşler ama onlara az da olsa ağlamamış. Düşünüp taşınmak, ibret ve ders almak için devlet başkanının ve bilginlerin yanma gidip gelirmiş.
Yine denildiğine göre, başkalarıyla beraber oturan Lokman’in yanından bir adam geçmiş ve ona “Falanadamın kölesi değil misin?”demiş, evet deyince, “Falan dağın . yanında hayvan otlatan kişi değil misin?”demiş, evet deyince, “Bu duruma nasıl geldin?” demiş, o da Allah’tan korkarak, yalan söylemiyerek, emaneti gözeterek ve beni ilgilendirmeyen şeyleri ağzıma almayarak, demiştir.” [165]
Şüphesiz bu söylenenler bizi ilgilendirmez. Bunların Lokman’a ait olduğunu da söylemiyoruz. Çünkü Rasuîllahın sahih hadislerinde böyle bir şey belirtilmemiştir.
Ona’ ait olmadığını da söylemiyoruz. Meydana gelebileceği için onun başından böyle şeylerin geçmediğini de söylemiyoruz. En sağlam yol, kabul veya red etmemektir. Özelillke bilgi olarak bir yararı olmadığı ve yararlı bir işe dayanak oluşturmayacağını, âyetleri anlamanın onlara bağlı bulunm adığını belirterek kabul veya red etmemek en güvenli yoldur.
Kur’an ve sahih hadislerin bir şey söylemediği konularda susmayı tercih ediyoruz. Öncekilerin öyküleriyle ilgili bu iki kaynaktan farklı şeyler söyleyenlerden sakındırıyoruz ve o tür şeyleri sakındırma amacı dışında belirtmeyi caiz görmüyoruz. [166]
Lokman’ın Olduğu Söylenen Bazı Hikmetler:
Önceki alimler çok güzel sözler ve hikmetler naklederek bunların Lokman’a ait olduğunu söylemişlerdir.
Bu söz ve hikmetlerin önemli olanlarını vereceğiz. Ancak verirken onların Lokmana ait olduğunu ne kabul ederiz, ne de redderiz. sadece hoş sözler ve güzel hikmetler olduğu için veriyoruz. Kimin söylediğine ve sahibinin kim olduğuna bakmaksızın onları vereceğiz, sadece anlattığı ve öğrettiğinden yararlanmak için nakledeceğiz. Zaten hikmet müminin yitik malıdır, nerede bulursa, herkesten önce almaya layıktır. Nitekim söyleyene değil, söylenen şeyin büyüklüğüne bak, demişlerdir. Lokman’ın olduğu söylenen hikmetli sözlerden bazıları şunlardır:
1- Bir şey Allah’a emanet edilirse, Allah onu korur.
2- Oğulcuğum! Allah’tan ne kadar ümitvar isen, cezasından da o kadar emin olma. Allah’tan korktuğun kadar rahmetinden de ümet kesme. Oğlu sordu: Kalbim bir tane iken, bunu nasıl yapabilirim? Cevap verdi: Müminin iki kalbi vardır. Biri ile Rabbinden korkar, diğeri i!e de Rabbine ümit besler.
3- Oğulcuğum! Allahım beni bağışla, sözünü çok söyle. Allah’ın öyle bir anı var ki onda kimseyi geri çevirmez.
4- Lokman, zırh yapan Hz. Davud’un yanına girmiş, Davud’un ne yaptığını anlamamış, merak içinde sormak istemiş, ama hikmeti ona sormasına engel olmuş. Dâvûd zırhı bitirince, giymiş ve “Ne güzel savaş zırhı!” demiş. Bunun üzerine lokman “Susmak, hikmetten iyidir, susanlar da ne kadar azdır, sana sormak istiyordum, ama sustum, sonunda cevabımı aldım” demiş.
5- Lokman’ın yanında çalıştığı söylenen kişi bir gün ona Şöyle demiş: “Bana bir koyun kes ve yenilecek en güzel iki Şeybi getir”. Lokman ona kalbini ve dilini getirmiş. Başka bir gün “bana bir koyun kes ve en kötü iki şeyini at” demiş, o da kalbini ve dilini atmış. Adam, Lokman’nın bu davranışına şaşmış ve niçin böyle yaptığını sorunca, şöyle demiş:” iyi olduğu zaman kalp ve dilden daha hoş bir şey olmaz, kötü olduğunda da onlardan daha kötü bir şey olmaz”.
6- “0ğulcuğum! Taş, demir ve en ağır yükleri taşıdım, ama kötü komşu kadar ağır birşey görmedim. Oğulcuğum! Acının her türlüsünü tattım, ama fakirlikten daha acı bir şey görmedim”.
7- “0ğulcuğum! İşler ancak kesin inançla başarılın Kimin inancı zayıf ise, işi de zayıf olur”.
8- “0ğulcuğum! Allah’tan korkma ticaretini yaparsan, sermaye olm adan her taraftan kâr edersin”.
9- “Kim yalan söylerse, utanma duygusu Ölür. Kimin ahlakı kötü olursa, kederi de çok olur. Kayaları yerinden taşımak, anlamayan kişiye laf anlatmaktan daha kolaydır”.
10- “Oğu!cuğum! sen yatakta uyurken seherlerde Öten şu horozdan daha aciz olma”
11- “Oğu!cuğum! İnsanların en kötüsü, kötülük işlerken insanların kendisini görmesine aldırmayandır”.
12- “Oğulcuğum! Yemeğini sadece takva sahiplen yesinler ve işlerini alimlere danış”.
13- “Kim kendi kendisinin vaizi olursa, Allah kendisini korur.Kim insanların haklarını gözetirse, Allah kendisine daha çok izzet verir. Allah’a itaat ederek zelil olmak, günah işleyerek aziz olmaktan daha iyidir”.
14- “0ğulcuğum! Hikmet, zelil kişileri kralların tahtlarına oturtmuştur”.
15- “Oğulcuğum! Allah’ın salih kullarıyla beraber ol.
Onlarla beraber olursan, iyilik kazanırsın. Olabilir ki bunun sonunda onlara rahmet yağar ve sen de faydalanırsın. Oğulcuğum! kötülerle beraber oturup kalkma. Onlarla beraber oturup kalkmaktan sana hiçbir yarar gelmez. Olabilir ki sonunda onların üzerine ceza yağar ve sana da isabet eder”.
16- Lokman yola gitmişti. Yoldan dönünce bir çocukla karşılaştı ve ona “babam ne yaptı?” diye sordu. Öldü, dedi. Lokman, “Allah’a şükür, başıma- buyruk oldum” dedi ve “Annem ne yaptı?” diye sordu. O da öldü, dedi. Lokman “Kederim gitti” dedi ve sordu: “Karım ne yaptı?”. O da öldü, deyince, “Allah’a şükür, yatağımı yenilerim” dedi. Sonra “Kız kardeşim ne yaptı?” dedi. O da öldü, dedi. Lokman” Ayıbımı Örttüm” dedi. Sonra “kardeşim ne yaptı?”dedi. O da öldü, deyince, Lokman “Eyvah! belim kırıldı” dedi.
17- “QğuIcuğum! Alimlerle beraber otur ve onların dizinin dibinden ayrılma. Çükü Allah, ölü toprağı sağanak yağmurla dirilttiği gibi, ölü kapleri de bilgi nuru ile diriltir.”
18- Üç kişi ancak üç yerde tanınabilir: Yumuşak huylu öfke anında, cesur savaşta ve kendisine muhtaç olduğun zaman kardeşin”
19- “0ğulcuğum! Borçtan sakın. Çünkü borç gündüz zillet, gece kederdir”.
20- Oğulcuğum! Günah işlemeyecek kadar Allah’tan
ümitvar ol ve ümitsizliğe düşmeyecek kadar Allah’tan kork” [167]
Bu yirmi sözü nakletmele yetiniyoruz. Bunların Lokman’a ait olup olmadığı konusunda evet veya hayır demiyoruz, sadece güzel anlamlar ve hoş öğütler içerdi:’ için verdik. [168]
Lokman Öyküsünde Belirsizlikler:
Lokman öyküsünde birtakım belirsizlikler vardır. Onları belirtmek mümkün olmadığı gibi belirtmenin hiçbir yaran da yoktur. Onun için onları olduğu gibi belirsiz olarak bırakıyoruz. Öyküde belirtilmeyen şeyler şunlardır:
a- Lokmanın soyu, kabile ve milleti. Lokmanın habeşli, Arap veya Israiloğullarından olduğunu bilmiyoruz. Baba ve dedesinin adını da bilmediğimiz gibi vücut yapısı, rengi ve niteliklerini de bilmiyoruz.
b- Lokman ne zaman yaşamış, hangi hükümdar zamanında yaşamış, hangi şehirde yaşamış ve ne iş yapmıştır, bilmiyoruz.
c- Öğüt verdiği oğlu kimdir? Öğütlerini tuttu mu,tutm adı mı?
d- Sonu ne olmuş ve Ölümü nasıl olmuştur?
e- Peygamber midir, değil midir? Önce yaşamış bir kişinin peygamberliği ancak delille sabit olur. Delil de âyet veya sahih hadis olur. Bu ikisinden de delil yoktur. Peygamber olmadığını da söyleyemiyoruz. Çünkü peygamber de olabilir. Onun için en İyisi karar vermemektir.
Bu ayrıntılara ve konulara girmenin bir yararı yoktur. Yüce Allah onları bilmenin bir yarar sağlayacağını düşünseydi, açıklardı.
Kur’an âyetlerinin açıkl adığı dışında Lokman’ın öyküsü hakkında bir bilgimiz yoktur. Onun için bize düşen görev, akıllarımızı, zamanımızı ve emeklerimizi bize yarar getirmeyecek şeylerle meşgul etmek yerine, bu âyetler üzerinde iyice düşünmek, onlardan hayatımızda, İbadet ve davranışlarımızda bize yarayacak öğütler ve desler çıkarmaktır. [169]
Lokman, İnancı Öğretiyor:
Kur’anı Kerim, imanın ilkelerini, inancın niteliklerini, tevhit ve ahiret konusunu, ahlak ve erdemlik prensiplerini öğretmek üzere Lokman’ı seçmiştir. Bu anlamları oğluna verdiği öğütlerle bizlere anlatmaktadır. Sanki oğluna değil, bu âyetler indiği tarihten kiyamet saatine kadar oğluna verdiği öğütlerle bütün müminlere öğüt vermektedir. İman ve tevhit konusu üzerinde yoğunlaştığını görünce, anlıyoruz ki bütün peygamberler ve ıslahatçıların öğrettikleri inanç aynıdır.
Bize rivayet ettiği şeyleri nakletmek için Yüce Allah’ın Lokmanı seçmesi, rivayet ve öykünün önemini göstermektedir. Çünkü inanç konularını ortaya koymanın yollarından biri budur. Kişinin zihninde yer etmesi ve konusunun oturması bakımından da bu yol büyük etki sahibidir. [170]
Hikmet ve Hekim Lokman:
Lokman, hikmetle meşhur olmuş ve “Lokman Hekim” lakabıyla anılmıştır. Bu sebepten olsa gerek, halk arasında daha çok kabul gömesi için birçok hikmetli sözler ona nisbet edilmiş veya onun adına uydurulmuştur. Kur’anı Kerim, Lokman’a Yüce Allah’ın hikmet verdiğini belirtmektedir.” Ve Lokmana hikmeti verdik” buyurmaktadır.
Rağıb Isfahani, Müfredat kitabında şöyîe açıklamaktadır: “Hükmetmenin aslı, yarar sağlamak için
yasaklamaktır. Hay vana mani olmak, bir hikmetle engel olmak demektir. Şair, “Ey Hanife oğulları! Beyinsizlerinize hakim olunuz” denmiştir. Hikmet, bilgi ve akılla hakka isabet etmektir.
Allah’ın hikmeti, eşyayı bilmesi ve son derece mükemmel var etmesidir, insanın hikmeti ise,varlıkları bilmesi ve iyi işler yapmasıdır. “Lokmana hikmet verdik” âyetinde sözü edilen nitelik budur. Bu sözler, ona verilen bilgilerin tümüne dikkati çekmektedir. Yüce Allah hakimdir, sözü ile, başkası hakimdir, sözü aynı kökten gelir” [171]
O halde hikmet, bilgi,doğruluk, yasaklama ve yapma anlamlarını içerir. Şöyle ki:
1- Akh kullanarak, ilim tahsil ederek, düşünüp taşınarak ve kafayı çalıştırarak bilmek.
2- lsabet etmek ve doğru yapmak, hikmetin meyvelerinden biridir. Çünkü hikmet, sahibini doğru söylemeye, doğru konuşmaya, doğru iş yapmaya, doğru düşünmeye ve doğru öğrenmeye götürür.
3- Hikrnetin önemli bir meyvesi daha vardır. O da önlemektir.Yani sahibini kötü olan her türlü söz, iş,davranış, yaşayış, düşünme ve planlam adan ahkoyar. Çünkü ona egemen olur’, kararını güzelleştirip iyi olana yöneltir ve kötülükten uzaklaştırır.
4- Hikmetin, sahibini kötülüklerden alıkoyma gibi negatif bir anlamı varsa, elbette ona pozitif bir karşılık vermektedir. O da sahibini iyi işler yapmaya, eli, dili, davranışı ve hayatı ile insanlara iyilik sağlamaya yönlendirmesidir. ;’Lokrnana hikmeti verdik” sözü, bütün bu anlamlara işaret etmektedir. [172]
Kur’an’da Hikmet:
Kur’anı Kerimde hikmet sözü, yirmi kez geçmektedir. Bu sözcüğün geçtiği âyetlere baktığımızda şu nüansları yakalayabiliyoruz:
1- Hikmeti ancak Allah verir, insanlara hikmeti veren sadece odur.
“Allah’ın size olan nimetini, öğüt vermek üzere size indirdiği kitap ve hikmeti anın, Allah’tan sakının, Allah’ın her şeyi bildiğini bilin” [173] “Ve Dâvûd, Câlût’u öldürdü. Allah ona hükümdarlığı ve hikmeti verdi.Kime hikmet verilirse, ona çok iyilik verilmiş demektir” [174] . “Allah’ın lütfü boldur. O her şeyi bilir. Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiştir. Bundan ancak akıl sahipleri ibret alır” [175]
“Ona kitabı, hikmeti, Tevratı ve İncili öğretir” [176] “Allah sana kitabı ve hikmeti indirdi ve bilmediğini sana öğretti” [177] “İbrahim ailesine kitap ve hikmet verdik, onlara büyük hükümranlık verdik” [178] “And olsun ki Lokmana şükretme hikmetini verdik.” [179]
Hikmeti Allah verdiğine ve Allah her şeyi bildiğine göre, hikmeti ancak ona layık olan, hakkını veren ve ondan yararlanan kişilere verir. Onu ancak iyi ve Allah’a itaat edenlere verir.
2- Hekimlerin filozoflar ve felsefenin de hikmet olduğunu ve kişinin mümin olmasa bile hekim olabileceğini iddia edenlere bunlar bir cevaptır.
Şüphesiz Kur’an, hiçbir kafiri veya zalimi hikmet sahibi olmakla nitelememiştir. Çünkü böyle bir niteleme, bir onurlandırma ve değer verme nitelemesidir. Bu da ancak müminler için sözkonusudur. Kur’an, ancak peygamberleri ve salih müminleri hikmet sahibi olmakla nitelemiştir. Onun için filozofları da, başkalarını da bu niteleminin dışında tumak gerekir. Çünkü hikmet sahibi olmak, ancak Allah’tan bir lütuf ve ihsandır. Bu da ancak mümin olan iyi kimseler için geçerlidir.
3- Hikmet, Allah tarafından gelen şeylere verilen bir isimdir. Çünkü Allah’ın bütün buyrukları hikmettir. Allah’ın gönderdiği kitaplar da hikmetin yeri, yuvası ve kabıdır.
“Sana kitabı, hikmeti, Tevratı ve İncili öğrettim” [180] “Sana kitabı ve hikmeti indirdi ve bilmediğini Öğretti”, “Bu, rabbinin sana hikmetten vahyettikleridir” [181] “Size hikmeti getirdim ve hakkında ayrılığa düştüğünüz şeylerin bazısını açıklamak için geldim, dedi” [182] . “Onun iktidarını güçlendirdik. Ona hikmet ve kesin hüküm verme yetkisi verdik” [183] “Evlerinizde okunan âyetleri ve hikmeti hatırlayın” [184] .
4- Allah’m sözü hikmet ve peygamberlere verdiği de hikmet olduğuna göre, Allah, kitabı ve hikmeti mensuplarına öğretmelerini peygamberlere görev olarak vermiştir. Bu da hikmetin tahsil ve öğrenme ile
gerçekleşebileceğini, ancak Allah’ın kelamım ve dinini Öğrenmenin hikmeti sağlayacağını gösterir.
Bütün peygamberler mensuplarına hikmeti öğrettikleri gibi, Kur’an, Hz.Muhammed’in de müminlere hikmeti Öğrettiğini belirtmiştir. Çünkü Allah’ın âyetlerini müminlere okuma, onlara kitabı ve hikmeti öğretme ve onları arındırmayı onun görevlerinden saymıştır.
“Rabbimiz! içlerinden onlara senin âyetlerini okuyan, kitabı ve hikmeti öğreten, onlan her kötülükten arıtan bir peygamber gönder” [185] “Nitekim biz size, âyetlerimizi okuyacak, sizi her kötülükten arıtacak, size kitabı ve hikmeti Öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek aranızdan bir peygamber gönderdik” [186] “And olsun ki Allah inananlara, âyetlerini okuyan, onlan arıtan, onlara kitap ve hikmeti öğreten kendilerinden bir peygamber göndermekle iyilikte bulunmuştur” [187] “Kitap ehli olmayanların arasından kendilerine âyetlerini okuyan, onları arıtan, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen odur” [188]
5- Peygamberler, mensuplarına hikmeti Öğrettikten sonra, onların izleyicileri de bu hikmet azığıyla donatılmış olarak ve onu davetin başarılı bir üslubu ve aracı yaparak Allah’a çağrı görevlerini yerine getirirler. Yüce Allah her mülümanı Allah’a çağrı yapmakla görevlendirmiş ve bunun iki yolunu kendisine göstermiştir. “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel göğütle çağır, onlarla en güzel şekilde tartışma “ [189]
Mümin kişi böyle yaparsa, Allah’ın kendisine bağışl adığı, peygamberin kendisine öğrettiği veya kendisinin peygamberden öğrendiği hikmetten yarar lanmış, insanları etkilemeyi de başarmış olur. Çünkü hikmet, amacı gerçekleştirmenin en önemli, en doğru, en yararlı ve en güçlü yoldur. [190]
Hikmet ve Şükür:
Ayet, hikmeti ve şükrü birbirine bağlamış, hatta hikmeti şükür ile açıklamıştır.”‘Lokman’a hikmeti, yani Allah’a şükretmeyi verdik.Kim şükrederse, kendisi için şükretmiş olur. Kim de küfrederse, şüphesiz Allah zengindir ve öğülmeye layıktır”
Hikmet, Allah’a şükretmektir. Çünkü “Allah’a şükretmek” diye açıklanmıştır, âyette geçen “en” harfi, tefsir etme/açıklama harfidir. Yukarıda hikmetin anlamını öğrendik. Şimdi de şükrün anlamına bakalım.
Rağıb İsfahanı şöyle der: “Şükür, nimeti hatırlamak ve ortaya koymaktır. Keşefe anlamındaki kesere sözcüğünden çevrildiği söylenir.
Şükrün zıddı, küfürdür. O da nimeti unutmak ve örtmektir. Çok şükreden hayvan, demek, sahibinin kendisine yedirdiğini semizleyerek karşılayan hayvan demektir. Kökünün ‘dolu göz’den geldiği de söylenir. Buna göre şükür, kendisine nimet veren kişiyi anmakla dolmaktır.
Şükür üç çeşittir; kalbin şükrü. Bu, nimeti düşünmektir. Dilin şükrü. Bu da nimeti vereni övmektir.Diğer organların şükrü. Bu da layık olduğu kadar nimete karşılıkta bulunmaktır.
Yüce Allah’ın şükreden olması ise, kullarına nimet vermesi ve yaptıkları ibadetin karşılığını vermesidir. “ [191]
Hikmetin sahibi sadece Allah olduğu gibi, gerçek şükür de ancak Allah’a yapılır. Onun için âyette “Allah’a şükretmek” denilmiş ve Allah’a şükredileceği belirtilmiştir.
Hikmetin şükürle açıklanması, onun hikmetin doğal bir ürünü olması demektir. Zaten hikmet sahibi herkes, sadece Allah’a şükretmektedir. Allah’a inanm adığı ve ona şükretmediği halde, birçokların sandığı gibi, kendini hikmet sahibi kabul edenleri görüyorsak, bilelim ki bunlar ne hikmet sahibidir, ne de hikmetleri vardır.Çünkü şükrü olmayan hikmetin ne bir yaran, ne de bir meyvesi olur. Filozofların ve kafir düşünürlerin hikmet yoksunu olduklarını, sadece müslüman düşünürlerin hikmet sahibi diye nitelenebileceğini gösteren bir diğer delil de budur. Çünkü mümin düşünürler Allah’a şükrederler.
buradakastedilen şükrün, kalp, dil ve bütün organların şükrünü içine alan genel şükür olduğunu, her üç kaynaktan meydana gelen şükürle Allah’a yönelmek, Allahı övmek ve insanlara sevimli göstermek için onları kullanmak olduğunu unutmamalıyız.
İmam Kummi en-Neysaburi “Allah’a şükretmek” sözcüklerini açıklarken şöyle der: “Alimler bunun tekvini bir emir olduğunu söylerler. Yani, biz insanı şükreder yaptık, demek olur. Çünkü teklif olan emir, alimi de, cahili de kapsar. Gerçek mabuda şükretmek, her ibadetin başı ve her türlü hikmetin zirvesidir. Şükrün Allah’a değil, kula yaran olur. Çünkü Allah, şükredenlerin şükrüne muhtaç değildir. O, övülmeye layıktır” [192]
“Allah’a şükretmek” tamlaması, tahsis içindir. Çünkü gerçekte şükür sadece Allah’a yapılır. “Şükreden kişi, sadece kendisine şükreder” ifadesindeki tamlama ve sınırlandırma ise, yararı açısındandır.Yani bu şükürden yararlanacak kişi, sadece sahibidir. [193]
Babanın Oğluna Öğüt Vermesi:
Lokman, çocuklarına nasıl davranacakları ve nasıl öğüt verecekleri konusunda babalara canlı bir örnek vermiştir. “Öğüt verirken, Lokman oğluna şöyle dedi” ifadesi bu gerçeği ortaya koymaktadır.
Öğüt vermek, iyiliğe yöneltmek ve kötülükten sakındırmak İçin yapılan uyandır. Lokman oğluna öğüt verirken, oğlunun adını, yaşını,inancını, muvahhit mümin veya müşrik olduğunu ve babasının öğütlerini kabul edip etmediğini bilmiyoruz. Lokman, baba olarak oğluna karşı görevlerini yapıyordu.
İslam, çocuklarına öğüt verme, yönlendirme ve yetiştirme görevini anne babalara vermiştir. “Ey inananlar! Kendinizi ve aile fertlerinizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateşten koruyunuz.”150 demiştir.
Çocuk hayırlı ve yararlı bir evîat ise, babasının öğütlerini kabul eder. Kabul ettiğinde de kendisi yarar görür ve babasını mutlu eder. Kabul etmediğinde ise, kendisi zarar eder, ama babasını da üzmüş olur.
Şüphesiz iyi ve salih çocuk, babası için göz aydınlığıdır. Zaten iyi babalar, Yüce Allah’tan kendilerine iyi çocuklar vermişini isterler. “Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan gözümüzün aydınlığı olacak insanlar ver..” [194] derler.
Anne babasına itaatsiz ve inatçı çocuk, onlara bir işkence olup hayatlarını zehir eder. Bununla beraber baba oğluna öğüt vermek, yol gösterip yönlendirmekle yükümlüdür. Bundan bikmamah, usanmamah, aksine fırsat buldukça buna devam etmelidir. Oğlunun kendisini dinlemediğini ve öğütlerini kabul etmediğini gerekçe göstermemelidir. Çünkü Yüce Allah, oğlunun kabul edip etmemesinden sorumlu tutm adığı gibi mükafatını da onun kabul etmesine bağlamamıştır, sadece öğüt verip yönlendirmeğe çalıştığı için Allah ona ecrini ve mükafatını verecektir. Öğüt vermeyecek olursa, asıl o zaman kendini sorumlu olmaya ve kiyamet gününde tehlikeye atmış olur. [195]
Lokman’ın Oğluna Öğütleri:
Lokmanın oğluna verdiği öğütlerin genel olduğu, iman, ahlak, ibadet ve davet konularını içerdiği görülür. Şöyle ki:
1- AHah’a inanmasını ve tevhit inancına sahip olmasını emretmiş, şirk ve küfürden sakındırmış, şirkin ne büyük tehlike olduğunu kendisine açıklamıştır. “Oğulcuğum! Allah’a ortak koşma. Çünkü ona ortak koşmak büyük bir zulümdür”
2- Anne babasını tavsiye etmiş ve özellikle annesini belirtmiştir. Onlara iyilik ve güzellikle davranması, itaat etmesi ve iyilikte bulunmasını istemiştir. Anne baba kafir bile olsa, onlara itaat ve iyilikle muamele konusunda bizlere genel kuralı belirtmiş ve ölçüyü göstermiştir. Kendilerinin kafir olup çocuğu da kafir olmaya çağırmaları durumunda, onların bu çağrısını çocuk kabul etmeyecek ve söylediklerini tutmayacak, ama bunun yanında dünya hayatında onlara iyilik ve güzellikle muamele edecektir, “insana anne babasını tavsiye ettik. Annesi onu güçlük
üstüne güçlükle karnında taşıdı. Çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur.Bana ve anne babana şükret diye tavsiyede bulunduk. Dönüş ban adır”
“Annen baban, bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme, ama dünya işlerinde onlarla güzel geçin. Bana yönelen kimsenin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ban adır. O zaman yaptıklarınızı size bildiririm”
Anne baba için yapılan bu tavsiyenin sosyal ve ahlaki olduğu görülmektedir.
Bir çok tefsirci, anne baba için yapılan bu yönlendirmelerin Lokman’m öğütleri değil, Yüce Allah’ın öğretileri olduğunu söylemişlerdir. Bunlar Lokman’m öğütleri arasına yerleştirilmiştir, çünkü oraya daha uygun ve münasip gelmektedir.
Bu âyetlerin Sa’d îbn Ebi Vakkas ve annesi hakkında indiği belirtilir. Annesi Sa’d’ın islamdan dönmesi için ısrar etmiş, dönmediği taktirde cezalandıracağını söyleyerek tehdit etmiş,ama Sa’d İslama bağlılığını sürdürmüş ve annesinin tehditlerine aldırış etmemiştir.
3- Lokman, oğluna Alîahı t? ııtıyorve bazı niteliklerini öğretiyor. Ayrıca ahirette diriliş ve hesap inancını da ortaya koyuyor, Yüce Allah’ın herşeyi kuşatan ve ne kadar küçük olursa olsun, hiçbir şeyi dışarıda burakmayan sonsuz bilgi sahibi olduğunu çok ilginç bir tablo ile ortaya koyuyor,”Oğulcuğum! İşlediğin şey. bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa , bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde de bulunsa, Allah onu getirip meydana koyar. Şüphesiz Allah latiftir, haberdardır”
4- Hardal tanesinin ağırlığı nedir? Şüphesiz Havadaki bir toz zerresi kadar küçük bir şeydir. İşte kayanın içinde saklı kalmış görünmeyen veya büyük yıldızların içinde yüzdüğü ve Havada uçuşan bir zerre kadar göründüğü uçsuz bucaksız göklerde yahut toprağın altında kaybolmuş da olsa, bu hardal tanesini Yüe Allah bulur getirir. Bilgisi onu kuşatmakta ve gücü kapsamında bulunmaktadır [196]
Karanlık gecede düz kayanın üstünde bulunan kara karıncayı Allah’ın gördüğünü söyleyen, ne kadar doğru söylemiştir! Rabbine şu sözlerle yalvaran kişi de bunu ne güzel dile getirmiştir!
“Koyu karanlık gecede sivri sineğin kan adını açmasını gören Allah!
incecik kemiklerin içinde onun beynini ve sinirlerini gören Allah!”
5- 0ğluna inançla ilgili öğretilerini verdikten sonra ibadet etmesini tavsiye etmektedir. “Oğulcuğum! Namazı kıl”. Bilindiği gibi, ibadet inanmaktan sonra olur. Alîahı tanıyıp ona iman ettikten sonra ibadet şekillerinin başında gelen namazı kılmasını istemektedir.
Lokman’m oğlundan namaz kılmasını istemesi, namazın önemini ve bizden öncekiler üzerinde de farz olduğunu gösterir. Çünkü namaz, Allah ile kul arasında bağdır.
6- Iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak suretiyle Allah’a davet etmesini emretmesi ve bunu tavsiye etmesi, bizlere vacip olduğu gibi önekilere de Allah’a davet etmenin, iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamanın vacip olduğunu gösterir. Bunda bir anormallik de yoktur.Çünkü her din ancak davet yolu ile yayılır.İnsanlar da ancak öğüt verme ve yönlendirme ile o dine sarılırlar. îyi olan kişi de, sadece kendisinin iyi olmasının yeterli olmadığını bilir ve başkalarına da iyilik ve yararın ulaştırılması gerektiğine inanır.
Kur’anı Kerim, öncekilere de davetin farz olduğunu şöyle belirtmektedir: “Sizden önceki milletlerden kurtardıklarımızdan pek azı dışında, yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek erdemli kişiler bulunmalı değil miydi? Zalimler ise, içinde yüzdükleri refahın peşine düştüler. Onlar suçlu günahkarlardı. Halkı ıslah edenler olduğu halde Rabbin ülkeleri haksızlıkla yokedecek değildir” [197]
Namazın kılınmasından sonra iyiliği emretmenin ve kötülüğü yasaklamanın gelmesinin bir esprisi vardır.Kişi namazla Allah ile diyaİoğ kurar, ondan kuvvet, direnç ve cesaret alır. Davet etme ve öğüt verme görevini yerine getirmesine yardım edecek iman azığını namazla biriktirir, namazla kötülüğü onaylamaz ve onu yasaklamaya çalışır, namazla iyiliği sever ve onu emreder. Namaz, Rasulullahın kıldığı ve öğrettiği gibi kılındığı zarnan Allah’a davet etmenin en üstün yolu ve aracıdır. Ama kılan kişide davet ve öğüt verme meyvesini vermiyorsa, o zaman ölü bir namaz ve göstermelik soyut hareketten öteye geçmez.
7- “Başına gelenlere sabret” diyerek, başına gelecek şeylere sabretmesini Öğütlemiştir. İyiliği emretme ve kötülüğü yasaklamanın ardından sabrın belirtilmesi, Kur’anın kesin ve sabit bir gerçeğine işaret etmektedir. O da, Allah’a çağıran, insanlara öğüt veren, iyiliği emredip kötülüğü yasaklayan bir insan kaçınılmaz olarak eziyet ve
baskılara maruz kalacaktır, insanlar ona gülecekler, alay edecekler, yalanlayacaklar, baskı yapacaklar, eziyet ve işkence yapacaklar, dövecekler, sövecekler, suçlayacaklar, hatta öldüreceklerdir. Bütün bunlara karşı sabır azığını almamışsa, yolunda sebat edip devam edemez, görevini yerine getiremez ve başkalarına öğüt veremez. Onun yerine selameti, rahatı ve uzleti tercih edecek, bana dokunmayan yılan bin yaşasın, diyecektir.
Şüphe yok ki batılın savunucuları karşısında sabır, etkin bir siiahtır. Yüce Allah’ın bize verdiği rabbani bir iman azığıdır. Allah’ın bize emrettiği görevi yerine getirebilmek için kaçınılmaz bir araçtır.
Lokmanın oğluna iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklamayı emretmesine baktığımızda, bunu namazı kılmayı ve sabretmeyi emretmesinin ortasında emrettiğini görürüz. Bu bilerek yapılmış bir sıralam adır. Çünkü namaz, iyiliği emretme ve kötülüten sakındirmayı gerektirir. Sabır da, bu görevi sürdürmenin şartıdır.
8- îyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak,sözünün insanlar tarafından kabul görmesi ve onlan etkilemesinin gereği olarak ona ahlaki öğütlerde bulunmuştur. “İnsanları küçümseyip yüz çevirme- Yer yüzünde böbürlenerek yürüme, Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseyi hiç sevmez. Yürüyüşünde doğal ol. Sesini kıs. Seslerin en çirkini eşeklerin sesidir”. Bu ahlaki öğütleri sıra ile eİe alalım:
a- ‘lnsanları küçümseyip onlardan yüz çevirme”. Yani insanlara karşı kibirlenme. Sen onları davet ediyorsun, senin çağrını kabul etmelerini istiyorsun. Onlar ise,ancak kendilerine yakın olan, alçak gönüllü davranan, çağrısını, din ve düşüncesini sevgi, rahmet ve alçak gönüllülük içinde sunan kişiden bunu kabul ederler.
Ama onlara karşı gurur ve kibir besleyen, kaba ve sert davranan, onlara aşağılama ve horlama ile bakan, onlardan yüz çevirip iltifat etmeyen kişiye onlar da iltifat etmezler, ona yüz vermezler ve söylediğini dinlemezler.
b- “Yer yüzünde böbürlenerek yürüme”. Bu da insanlardan yüz çevirmenin ayrılmaz bir devamıdır. Çünkü her iki davranış kibir, gurur ve böbürlenmekten kaynaklanmakt adır.
Yer yüzünde böbürlenerek yürümek, insanlara adırış etmeden, gururlanarak ve kasılarak yürümektir. Bu da hem Allah’ın, hem insanların nefret ettiği bir harekettir.Gurur ve kibirle yürüme şeklinde kendini gösteren hasta bir ruhun dışa yansımasıdır.
c- “Yürüyüşünde doğal ol”. Çirkin ve anormal yürümeyi kendisine ya sakladıktan sonra doğru ve normal yürümeyi de kendisine göstermiştir. Yürümede doğal olmak, normal, ortalama ve makbul bir şekilde yürümek demektir. Kasılıp böbürlenen ve küçük dağları ben yarattım, dercesine etrafına hava atan bir yürüme olmadığı gibi, ezilip bözülen ve yıkılacak gibi duran kişilerin yürümesi de değildir. Belki ikisinin arasında normal ve makul olan doğal yürümedir. Zaten işlerin en iyisi, orta olanıdır.
d- “Sesini kıs”. Sesi kısarak konuşmak,edep, kendine güven, söylenen sözlerin doğruluğundan emin olmak demektir. Ancak edebi düşük, sözünün değerinden endişesi olan veya kendi kişiliğinin değerini bilmeyen insanlar konuşurken bağırıp çağırır veya kaba konuşurlar. Bağırıp çağırarak, öfkelenip hiddetlenerek bu eksikliğini gizlemeye çalışırlar.
Kur’anın üslubu, bundan nefret ettirerek, çirkin ve anormal göstererek böyle bir davranışı kınamakt adır. “Şüphesiz seslerin en çirkini, eşeklerin sesidir”derken, çirkinlik ve kötülükle beraber alay ve horlamayı da gerektiren bir manzara çizerek bu davranışı y adırgamakt adır. Duygusu körelrnemiş bir kişinin, Kur’anın bu parlak anlatımı ile çizilen gülünç manzarayı gözünün önüne getirince gülmemesi mümkün değildir. [198]
Öyküden Alınacak Dersler:
Şimdi de Lokman öyküsünü anlatan âyetlere bakalım ve ondan alacağımız öğütleri ve çıkaracağımız dersleri görelim.
l- “Lokman’a hikmeti verdik” sözü, hikmeti ancak Allah’ın vereceğini gösterir. Allah onu kullarından dilediğine verir. Allah kime hikmet verirse, ona büyük bir hayır verilmiş demektir. Hikmeti insan çalışma ve öğrenme ile de elde edebilir.
2- Hikrnet, uygun zamanda, uygun ölçüde ve uygun üslupla uygun kişiye uygun sözü söylemek olarak tanımlanabilir.
3- “AUah’a şükretme”sözü, hikmetin şükürle açıkîanmasıdır. Bu da Allah’a şükretmenin hikmetin bir ürünü olması ve Allah’a şükretmenin imanın gereklerinden bulunması demektir. Müminden başkası hekim (hikmet sahibi) değildir, Allah’a şükredenden başkası hekim olmaz ve hayatını Allah’ın istediği gibi yaşayandan başkasına hekim denilmez.
4- “Kim şükrederse, kendisi için şükretmiş olur” sözünde şükretme, şimdiki (muzari) zaman kipi ile ifade edilmiştir. Bilindiği gibi muzari kip, devam eden olayları belirtir. Bu da canlı, dinamik ve aktif müminin gönlüne en sevimli olan fiildir. Bu fiil yenilenmeyi ve sürekliliği belirtir. Şükrün muzari kipi ile belirtilmesinin amacı, herhalde müminin Allah’a yapacağı şükrün sürekli olması ve yenilenmesi gereğidir. Yani her an, her saat, her gün ve her zaman rabbine şükretmesi demektir. Çünkü Allah’ın kul üzerindeki nimetleri yenilenmekte, gece gündüz bir an kesilmeden sürmektedir. Her nimet de şükretmeyi gerektirir. Şükretmekle nimetler devam eder ve artar.”Hani Rabbin, şayet şükrederseniz, size nimetimi artırırım, demişti” [199]
5- Öykünün âyetleri şükrün iki alanını belirtmektedir. Birincisi, “Allah’a şüretmek” sözündeki Allah’a yapılan şükürdür. İkincisi de,ana babaya yapılan şükürdür. “Bana ve ana babana şükret”. Bundan alaşılıyor ki insana iyilik ve yarar sağlayan kişilere teşekkür etmek caizdir. Ana babaya teşekür etmek ise, zaten âyetle vaciptir.
Ancak şükür gerçekte aAlîah’tan başkasına yapılmaz. İyilik yapanlara yapılan teşekkür de, aslında Allah’a yapılan şükürdür.Çünkü insana iyilik yapmayı onlara ilham eden Allah’ın kendisidir. Onlara şükrederek kişi dolaylı olarak Allah’a şükretmektedir.
Ana babaya yapılan şükür de aslında Allah’a yapılan şükürdür. Görünürde İkisine yapılmış olsa da, gerçekte, insanın dünyaya gelmesine onları sebep yapan ve kendisine karşı şefkat ve merhametle dolu kılan Allah’a yapılan şükürdür.
6- Şükürden söz açılmışken, bu kelimenin öyküde dört kez geçtiğini görüyoruz. İki kez emir kipi ile geçmiştir. “Allah’a şükret”, “Bana ve ana babana şükret”. Bunlar şükretme görevi ve kime şükredileceği bağlamında geçmektedir.
iki kez de şimdiki zaman (muzari fiil) kipinde geçmektedir.”Kim şükrederse, kendisi için şükretmiş olur” Bu da şükretmeyi yerine getirme ve bu şükürden kimin yararlanacağını belirtme bağlamında olmaktadır. Çünkü bu şükürden ancak sahibi yararlanmakt adır.
7- Şükür âyetinin”Kim nankörlük yaparsa, şüphesiz Allah’ın hiçbir ihtiyacı yoktur ve O övülmeye layıktır” sözleriyle bitirilmesi,âyetin konusu ile uyumlu bir bitirmedir. Çünkü âyet,şükretmeyi istemekte ve hikmet sahibi müminin Allah’a şükretmesini emretmektedir.âyetin bu şekilde bitmesi, kimsenin bu şükürden Allah’a bir yarar gediğini sanmaması içindir. Âyet, Allah’ın insanların şükrüne muhtaç olmadığını belirtmek için onun zengin olduğunu belirtmektedir. Şükretsinler veya nankörlük etsinler, bu şükür Allah’a hiçbir şey kazandırmaz.
âyette Hamid adı da geçmektedir. Bu da övülmeye layık olanın Allah olduğu, bütün insanlar inkar edip nankörlük yapsa ve hiçbir kimse onu övmese bile, onun övülmeye layık bulunduğunu anlatmak içindir.
âyet sanki bize şöyle der: kişi şükrederse, kendisi için şükretmiş olur. Çünkü Allah zengindir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Ama kim küfredip nankörlük yaparsa, kendi kuyusunu kazmış olur. Çünkü Allah övülmeye layık olup kimsenin küfür ve nankörlüğünden zarar görmez.
8- “Oğîuna öğüt vererek” derken, babaların çocuklarına öğüt vermeleri, verdikleri Öğütleri tutmasalar da bu görevlerini yerine getirmeye devam etmeleri gerektiğine işaret etmektedir.
9- Lokmanın oğluna yaptığı öğütlerden biri, “Allah’a ortak koşma, çünkü ona ortak koşmak büyük bir zulümdür” diyerek Allah’a ortak koşmasını yasaklamasıdır.Bu da öğüt ye nasihatlann islamın iman, davet, sistem, hüküm,ahlak ve erdem gibi bütün konularını içermesi gerektiğini gösterir. Lokmanın oğluna veriği bu Öğüt, iman ve inançla ilgili öğüttür.
10- âyet, Allah’a ortak koşmayı en büyük zulüm olarak görür. Rasulullah, Enam süresindeki “Güven, inanıp imanlarına zulüm karıştırmayanlar adır. Onlar doğru yold adırlar” [200] âyetinde geçen zulmü Allah’a ortak koşmak olarak açıklamıştır. Ashap, zulümden maks adın günah ve kötülük olduğunu sanmışlar ve günah işledikleri için kimsenin güvenlik içinde olamıyacağını sanmışlar.Bu da onları zor durumda bırakmış ve “hangimiz zulmetmiyor ki?” demişler. Bunun üzerine Rasulullah “Bu, sizin sandığınız gibi değildir. Bu Lokmanın söylediği gibidir. Oğulcuğum! Allah’a ortak koşma.Şüphesiz ortak koşmak büyük bir zulümdür” buyurmuştur [201]
11- Şu âyette olduğu gibi, Kı.ı’an çok kez şirk ve küfür için zulüm kelimesini kullanma* tdır. “Kafirler zalimlerin kendileridir.” [202]
Küfür ve şirkin zulüm olması m sebebi şudur: Kafir ve müşrik zulmetmektedir. Çünkü zı iim haksızlık yapmak ve hakkı çiğnemek, batılı iesteklemek, haktan sapmak,gerçeği gizlemektir. Müşrik, bundan dolayı zalimdir.
Müşrik, kendine zulmetmektedir. Çünkü batıl ve cehenneme götüren yoldan gitmektedir. Gerçeğe de zulmetmektedir. Çünkü gerçeği görmemekte veya gerçekten yan çizmektedir. Müminlere zulmetmektedir. Çünkü hakkı destekleyerek ve batıla karşı savaşarak onlara cephe almaktadır. Müşrik, kafirlere de zulmetmektedir. Çünkü küfürde onlara öncü ve batıl yollarında kendilerine destek olmaktadır. Her küfür zulümdür ve müşrik her kafir zalimdir.
Ancak her zulüm küfür ve şirk değildir.Çünkü Kur’an, günah ve haramı işlemeğe de zulüm der. Günah işlediği için müsîüman kendine zulmetmiş olabilir, ancak salt günahı işlemekle kafir olmaz.
12- “lnsana ana babasını tavsiye ettik” cümlesinde güzel bir nüans bulunmaktadır. Yüce Allah ihmalkarlık veya kötülük yapma ihtimali olan kişiye tavsiyede bulunmaktadır. Birbirine karşı ihmalkarlık yapabilecek olan babalar mı, çocuklar mı? Elbette çocuklardır. Onun için yüce Allah çocuklara ana babalarını tavsiye ederken, çocukları ana babalara tavsiye etmemiştir.Çünkü babaların buna ihtiyaçları yoktur. Zaten doğuştan onlar için titremekte, yarar ve çıkarlarını gözetmektedirler.
Bu tavsiyeye çocukların ihtiyacı vardır. Çünkü çocuk, genellikle çıkarını sağlamak, geleceğini garantilemek, çocuklarına yarar ve gelecek sağlamak için çalışır ve genellikle geriye dönüp bakmaz. Bu Dünyadan göçen veya göçmek üzere bulunan ana babasına bakmaz. Bundan dolayı âyet, çocukları kendilerine hayatlarım adayan ve ellerinden geldiği kadar onlar için çalışan ana babaya iyilikle davranıp bakmalarını ve özen göstermelerini istemektedir.
13- “Güçsüz!ük üstüne güçsüzlükle annesi onu taşıdı”âyeti, kesin bir gerçeği ortaya koymak adır. O da gebelik süresince annenin zayıf, güçsüz ve bitkin olarak yaş adığı, gebeliğin başlamasından itibaren bir güçsüzlüğün başladığı, bunun çeşitli rahatsızlıklar şeklinde kendini gösterdiği ve doğuma kadar, hatta daha sonrasına kadar sürdüğü gerçeğidir. Güçsüzlük üstüne güçsüzlük denilmesinin sebebi, herhalde budur. Çünkü gebelik boyunca güçsüzlük ve sıkıntı sürmektedir.
âyet, güçsüzlüğü bir sekile sınırlandırmayip mutlak olarak belirtmektedir. Böylece güçsüzlük ve sıkıntının her türülüsünü içine almaktadır. Çünkü bu güçsüzlük ve sıkıntı vücutta, psikolojide, bilinçte, kuvvette, çalışma ve işlevde, huy ve darvnışta, ilişki ve tasarruflarda, duygularda ve başka şeylerde kendini göstermektedir.
Bütün çeşitlerine ve sıkıntılarına rağmen, yenilenen ve devam eden bu güçsüzlük anne tarafından sevilmekte, benimsenmekte ve göze ahnmakt adır. Gebe kalmadığı zaman, bu zevki tatmak için elinden geleni yapmakta ve gebe kalmağa çahşmakt adır. Onu, güçsüzlüğü sevme, güçsüzlüğe katlanma, göze alma ve ondan zevk alma yapısında yaratan Yüce Allah her türlü eşiklikten uzaktır!
14- “Çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur” cümlesi, çocuk için gerekli ve zorunlu süt emzirme süresini belirtmektedir. Bu süre de iki yıldır.lki yıldan az olunca çocuk doğal besin olan anne sütünden normal ihtiyacını karşılamamış olur. Bu süre iki yılı aşarsa, çocuk artık sütten yarar gömez, aksine psikolojisi ve fiziki yapısı açısından zararlı olmaya başlar. Çünkü böylece hantal ve nazlı bir yapı kazanır. Yemek yemeden büyümüş olan vücut ihtiyaçlarını karşılamaya artık anne sütü yeterli gelmeyebilir.
Herhalde günümüz çocuklarının hastalanmalarının sebebi, doğal beslenme olan anne sütünden az yararlanmalarıdır.Çünkü anne sütü, sağlık, psikolojik ve bedensel açıdan, maddi ve manevi yeteneklerinin gelişmesi bakımından çocuk için gereklidir. Anne çocuğuna verdiği sütle beraber sevgi, şefkat, kucaklama ve bağrına basmayı da emzirir. Acaba günümüzde anne sütünü emen kaç çocuk vardır?
15- Ayetler, çocuğun ana babası ile ilişkisi ve onlara iyi muamelesi konusunda dengeli, güvenli ve sağlam bir kural ortaya koymaktadır. “Bilmediğin bir şeyi bana ortak koşmaya zorlarlarsa, onlara itaat etme, bununla beraber dünya işlerinde onlarla güzel geçin”
Anne baba çocuğa yanlış yapmış veya güzel davranmış olsun, sevgi veya kabalıkla kendisine muamele yapmış olsun, ne olursa olsun, anne babaya iyi muamele etmek vaciptir ve zorunludur. Anne baba bir suç veya günah işlemiş olsa bile, hatta ikisi kafir ve müşrik olsalar bile, onlara iyi davranma sorumluluğu çocuk üzerinden düşmez. “Dünya işlerinde onlarla güzel geçin”
Ancak çocuğun ana babasına itaat etmesi, bilinçli ve kavrayışlı bir itaattir.Yani Allah’ın razı olacağı işlerde onlara itaat eder, ama Allahı kızdıracak işlerde onlara itaat etmez,Allah’a itaat olan işleri yapmasını istediklerinde onlara itaat eder, ama günah, küfür ve şirk işler yapmasını istediklerinde onlara itaat etmez.Çünkü Allah’a isyan olan işlerde yaratıklara itaat edilmez.
Ayet, güzel geçinme ile itaati birbirinden ayırmakt adır.Anne babaya güzel davranma ve iyilik etme, kafir de olsalar,her durumda gereklidir. Ancak bu itaat, Allah’a itaat şartına bağlıdır.Onların emirleri Allah’ın emirlerine aykırı olursa, onlara itaat edilmez.
Buna rağmen bu durumda bile onlara iyilikle muamele tmek gerekir. Yani, onların Allah’a isyan olan emirlerine muhalefet ettiğinde de kişi iyi bir şekilde muhalefet etmesi lazımdır. Muhalefet ederken azarlamamah, sövmememli, küfretmemeli, hakaret etmemelidir, sadece emirlerini yerine getirmez ve güzellikle muamele etmesine devam eder.
16- Âyetler, Yüce Allah’ın büyük küçük demeden herşeyi kuşatan bilgisini çok ilginç, kapsamlı, güzel ve sevimli bir tablo ile ortaya koymaktadır. “Oğulcuğum! İşlediğin şey, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde de bulunsa, Allah onu getirip meydana koyar. Şüphesiz Allah latiftir, haberdardır”.
Şüphesiz Allah’ın bilgisi her şeyi kapsar. Onun bilgisi dışında kalan hiçbir şey yoktur. En ufak bir şey olan hardal tanesini de geniş yeryüzünde, uçsuz bucaksız göklerde ve toprağın altındaki kayanın içinde de olsa bilir ve getirmeye kadirdir.
Çizilen tabloda Önemli olan, dinleyicinin psikolojisini etkilemektir. Bu tabloyu dinleyince Allah’ın kendisini bildiğini, kendisini gördüğünü hisseder, Allah’ın kenisine baktığı ve onun gözetimi altında olduğu gerçeğini yaşar. Bu da kendisini Allah’a karşı samimi olmaya, kulluğunu güzel bir şekilde yapmaya, hakkında kusur veya ihmalkarlık yapmaktan utanmaya, hükümlerine sarılmaya, ona muhalfet etmek ve kötülük işlemekten çekinmeye sevkeder.
17- Bu tabloyu canlandıran iki âyeti, Yüce Allah’ın iki ismi ile tamamlamıştır. “Şüphesiz Allah latiftir, habirdir” Bu da âyetin konusuna uygun bir tamamlam adır.
Şüphesiz Allah latiftir. Bilgisi herşeyi kapsar ve herşey için geçerlidir. Önüne hiçbirşey engel olamaz ve hiçbirşey karşısında duramaz. Çünkü bu, her şeyi bilen Yüce Allah’ın sonsuz bilgisidir. Yüce Allah habirdir de. Yani Allah her şeyi bilir ve herşeydan haberdardır.
18- Iman atmosferi içinde ve oğlan Allah’ın güç ve bilgisini canlandıran tablonun etkisi altında iken, baba oğluna ibadet etmesini eklif ediyor, namazı kılmasını, iyiliği emredip kötülüğü yasaklamasını emrediyor. Böylece teklifi anlamlı, canlı ve etkili oluyor. Çünkü Allah’a iman ve onun saygısıyla dolu olan kalp bu teklifleri kabul edecek ve yerine getirecektir.
19- Lokmanın oğluna verdiği emirler altı, yaptığı yasaklar ise üçtür.
Emirler: Namazı kılmak, iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak, başına gelenlere sabretmek, yürüyüşte doğal olmak, sesi kısmak.
Yasaklar: Allah’a ortak koşmamak, kibirlenerek insanlardan yüz çevirmemek, yer yüzünde böbürlenerek yürümemek.
Bu işlerin tümü ibadet boyutu olan şeylerdir.Onun için bunlara ibadetler de denilebilir. Mümin insan, konusu ne olursa olsun, emirleri tutarak ve yasaklardan kaçınarak Allah’a ibadet etmektedir. Allah’ın emirlerini yerine getirmek ibadet olduğu gibi, yasaklarından kaçınmak da ibadettir.
Onun için “ibadet” kavramının alanını geniş tutmak ve sadece namaz, oruç, hac, zekat gibi belirli işlerle sınırlı tutmamak gerekir. Çünkü ibadet, müslümanın tüm hayatını kapsar ve onun hiçbir anı ibadetin dışında değildir. Kıldığı namaz, tuttuğu oruç, verdiği zekat,yaptığı hac ile ibadet yaptığı gibi, ahkamı yerine getirirken, muameleleri yaparken, ahlak ve faziletlere sarılırken, başkalarıyla güzel ilişkilerde bulunurken de ibadet etmekedir.
Mümin aklı, düşüncesi, kalbi, imanı, vücudu ve organları ile Allah’a ibadet etmektedir. Evinde, camide, işinde,vazifesinde, gece ve gündüzde, uyurken ve uyanık iken Allah’a ibadet etmektedir. Namazda, oruçta, ahlak ve davranışlarda, konuşma ve ilişkilerde, mal ve ekonomide, politika ve görevde, oyun, sanat ve hayalde ibadet etmektedir. Bütün bu alan ve işlerde Allahla beraber olduğu, onun denetim ve gözetimi altında bulunduğu ve yaptığı işlerle onun karşısına çıkıp mükafat veya ceza alacağını bilerek davrandığı taktirde, Allah’a ibadet içindedir.
20- Ibadet olan işlerden sonra âyet “Bunlar, azmedilmesi gereken işlerdendir” sözleriyle bitmektedir. Azmetmek, bir işi bitirmek için kararlı olmak demektir. Yani namazı kılmak, iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak, eziyet ve hasızhklara karşı sabretmek, kalbin azmetmesi, kararlı ve dirençli olmasını gerektiren işierdîr.Çünkü bunlar gerçekten zor ve çetin görevlerdir. Hekes bunlara katlanamaz. Onun için birçokları onları yerine getirmeyi bırakacaktır. O işleri ancak azim ve gayret sahibi, kararlılık ve direniş sahibi, iman ve takva sahibi insanlar yerine getirmeye devam edebilir. “Büyük nefislerin uğrunda vücutlar çok yorulur”.
21- Yasaklardan sor a da âyet “Şüphesiz Allah kendini beğenip öğünen hiçbir kimseyi sevmez” sözleriyle
bitmektedir.Öğünmek, böbürlenmek ve kibirlenmek, Allah’ın kendilerini de, sahiplerini de sevmediği kötü huylardır. Bu da Kur’anın, sözkonusu kötü huylardan uzak durmaya çağrısıdır.
Kur’an, güzel ahlakı teşvik eder ve müminleri “Şüphesiz Allah….sever” sözleriyle o güzel ahlaka sahip olmaya çağırır. Müslüman “sever” kelimesini duyar duymaz, sahip olmak için sonrasında belirtilen şeyleri bilmeye gayret eder. Çünkü bunun, Allah’ın sevmesinin yolu olduğunu bilir.
Kur’an, kötü ahlaktan “Şüphesiz Allah sevmez” sözleriyle sakındırır. Mümin, “sevmez” kelimesini duyar duymaz, sakınmak için ondan sonrasını öğrenmeye gayret eder. Çünkü bu kötü ahlak, kendisini Allah’ın sevgisinden yoksun bırakır. Şimdi güzel niteliklere sahip olmak ve onlara sarılmak için “Şüphesiz Allah sever” âyeti ile, kötü niteliklerden sakınmak ve kaçınmak için “Şüphesiz Allah sevmez “âyetini bir araya getirip ona göre yaşayalım mı?! [203]
[164] Lokman, 12-19 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: III/142-143.
[165] Suyuti, ed-Durrul-Mensur,6/509-512
[166] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: III/143-146.
[167] SLyuti, ed-Durru’l-Mensur,6/512-t;20
[168] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: III/146-150.
[169] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: III/150-151.
[170] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: III/151.
[171] al-Mufredat,126-127
[172] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: III/151-153.
[173] Bakara, 231
[174] Bakara, 251
[175] Bakara, 268-269
[176] aii imran, 48
[177] Nisa, 113
[178] Nisa, 54
[179] Lokman, 12
[180] MaWe,11
[181] İsra, 36
[182] Zuhruf, 63
[183] S ad, 20
[184] Ahzab,34
[185] Bakara, 129
[186] Bakara, 151
[187] Aliimran,164
[188] Cuma,2
[189] Nahl,125
[190] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: III/153-156.
[191] el-Müfredat,265-266
[192] Ğaraibu’l-Kur’an,21/49
[193] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: III/156-158.
[194] Furkan, 74
[195] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: III/158-159.
[196] Fi Zilali’l-Kur’an.5/2789
[197] Hud, 116-117
[198] FiZilali’l-Kur’an,5/2790 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: III/159-165.
[199] İbrahim, 7
[200] Enam, 82
[201] Müslim, kitabu’l-İman,56, îmanın doğruluğu V nı, hadis no,197
[202] Bakara, 254
[203] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: III/166-176.