Müktezâyı hale (yerine ve adamına) uygun sözlerin süsleme tarzlarıyla ilgili bilgileri öğreten ilme «Bedî’ ilmi» denilir. Bu süsleme tarzlarının bir kısmı, mânâ ile ilgili güzelleştirmeler olup bunlara manevî güzelleştirici san’atlar denilir. Bir kısmı da lafızla ilgili süsleme san’atlandır. Bunlara da lafza ait süsleyici san’atlar denilir. [1]
I. Mânâ İle İlgili Süsleme San’atları
1- Tevriye: Biri yakın olup sözden ilk anda anlaşılan ve fakat kasdedilmeyen, diğeri de uzak olmak üzere iki mânâsı bulunan bir lafzı zikredip bir nükteden dolayı uzak mânâsını kasdederek o lafzı bu mânâsında kullanmaya «tevriye» denilir. Tevriye’de kasdedilen mânâya gizli bir karine ile intikal edilir. Misâl:
“Geceleyin sizi öldüren (öldürür gibi uyutan), gündüzün ne işlediğinizi bilen: (sonra belirlenmiş süre tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten (uykudan uyandıran) O’dur.» [2] Yüce Allah,
sözüyle «günahları işlemek» olein uzak mânâsını kasdetmiştir.
Ve şâirin şu beyti gibi « Ey saygı değer ve kendisine halkın köle olduğu efendim! Sen Hüseyin’sin,
fakat sen bize fazla eziyet ediyorsun.» «Yezid» kelimesinin yakın mânası özel isim, kasdedilen uzak mânâsıda = «arttı» filinin müzâridir.
[ Bazı misaller:
« Senin, şiirinin beyitleri, köşkler gibidir (sağlamdır). Fakat, güzelliklerini görmeye engel olan hiçbir kusur onlarda yoktur. Sözlerinin akıcı olması ve mânalarının ince olması hayret edilecek bir şeydir. » [3]
Rahman olan Allah, Arşı kudretiyle kuşatmıştır.» [4] «Biz, göğü bir kuvvetle bina ettik.» [5]
« Asaletti isen, çalışıp çabala ve dedene (ecdadına) güvenme. [6]
« Mısırlılara ait çok miktarda eser gördüm. Sen (onlarda) herhangi bir kusur gördün mü?» [7]
« Zaman tarafıdan etkilenmesine rağmen, mahvolmamış, Mısırlılara ait bir eser gördüm.» [8]
2- Tıbâk: (Aralarında gerek tezad, gerek diğer bütün) karşılaştırmalar bulunan) İki zıt mânânın bir arada zikredilmesine «Tıbâk» denir. Misâl: Şu âyette olduğu gibi ‘Uykuda oldukları halde, sen onlan uyanık sanırsın» [9] ve şu âyette olduğu gibi:
«Fakat insanların çoğu bilmezler. Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Ahiretten ise, tamamen gafildirler.» [10]
[Bazı misâller: [11]
« Hazreti Peygamber (s.a.) buyurmuş ki; « Malın en hayırlısı, uyuyan göz için uyumayan pınardır.» [12] Yâni uyuyan ve uyanık mânâlarını ifâde eden kelimeler bir arada zikredilmiştir.)
Yüce Allah şöyle buyurmuş:
« Yaptıkları günahları, insanlardan gizlerler de Allah’tan gizlemezler.» [13]
« Ölü. iken hidâyetle diriltip, kendisine insanlar arasında yürüyecek bir nur verdiğimiz bir kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkmayan kimsenin durumu gibi olur mu? » [14]
-« Herkesin kazandığı iyilik lehine, yaptığı kötülük ise aleyhinedir.» [15]
Düşman, (yaptığın) kötülüğü açığa vurur ve iyiliği gizler.» [16]
»Doğruluğu seviyorum, yalan sevmiyorum.» [17]
3- Mukabele: Mukabele de tıbak’dan sayılır. Mukabele, önce iki veya daha fazla mânâyı bir araya getirmek, sonra sırasıyla bunların karşılıklarını zikretmektir. [18] Misâl: Şu âyette olduğu gibi: «Artık kazanmakta olduk-larının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar.» [19]
[ Bazı misâller: “Hz- Peygamber (<=.a.), Ensâra şöyle buyurdu: « Siz, harbin korku anıwda çoğalıyorsunuz ve ganimete tama’ anında azalıyorsunuz. [20]
‘ Onun, ne gizli bir dostu, ne de görünürde bir düşmanı yoktur.» [21]
-Cemaatin bulanıklığı (sıkıntısı), yalnızlığın sefasından (huzurundan) daha iyidir.» [22] « Cahilin öjkesi, sözünde, akıllının öjkesi ise işindedir.»334 [23]
.Allah, temiz şeyleri onlar için helal, murdar şeyleri de haram kılar.» [24]
geçene üzülmemeniz ve Allah’ın verdiği nimetlere sevinip şımarmamanız içindir.: [25]
« İşte AUah, onların kötülüklerini iyiliklere çevirir.» [26]
4- Mürâ’ât-ı nezîr: Tezat dışındaki bir hususiyetten dolayı, mânâları arasında bir ilgi bulunan kelimeleri bir araya getirmektir. [27]
Şâirin şu sözünde olduğu gibi:
‘Dallardaki çiğ, hafif rüzgarın esintisine mâruz kalan ve yere düşen ıslak incilere benziyor.», «Kuş, okuyor (ötüyor), göl, bir sayfadır. Rüzgar, yazıyor. Bulutta, harekeliyor (noktalıyor).»
I Bazı misâller:
« Güneş de ay da mutlaka bir hesaba göre hareket ederler. [28] Gözler, O’nu görmez. O ise, bütün gözlen görür.» [29]
5. İstihdam: İki mânâsı olan bir sözün bir mânâsını kendisiyle, diğer mânâsını, zamiriyle ifâde etmek san’a-tıdır. Veya bir lafza râci olan iki zamirden biriyle lafzın bir mânâsını, diğeriyle de diğer mânâsını kasdetmek san’atıdır.
Birinci kısma misâl: Şu âyette olduğu gibi: ‘Sizden her kim, hilâli (Ramazan ayının ilk hilâlini) görürse oruç tutsun (oruca başb asın).» [30] Yüce Allah Iile hilâli kasdetmiştir.
da ona dönen zamir ile de belirli zamanı (Ramazan ayını) kasdetmiştir.
İkinci kısma misâl: Şâirin şu sözünde olduğu gibi:
»Onlar, her ne kadar benim içimde seksek ağacı ateşine benzeyen aşk ateşini yaktılarsa da yine Cenabı Hak seksek ağacını ve onun bulunduğu yerde ikâmet edenleri gelişecek şekilde sulasuı.» Seksek ağacı, çölde bulunur. lafzına raci olan ve lâfızla-nndaki iki zamirin birincisinden onun yeri, ikincisinden de onun ateşi kasdedilmiştir.
[ Bir misâl:
Cerîr’in şu sözü gibi: « Bir kavmin toprağına yağmur yağdığı zaman, onlar kızsalar bile onu(n çayırını) otlatırız.» [31]
6. Cem’ : Mânâları bakımından birbirine uygun düşen veya tekabül eden lafızları bir hükümde toplamağa cem’i denir.
Ebu’l-‘Atâhiyye’nin şu şiiri gibi:
Ey MücâşV b. Mesâde): Gençlik, işsizlik ve zenginlik insanın fevkalâde bozulmasına sebep olan unsurlardır.» [Şiirde üç şey, bir hükümde birleştirilmiştir. ]
7. Tefrik: Aynı cinsten olan iki şeyi, biribirinden ayırmaktır. Şâirin şu şiirinde olduğu gibi:
«İlkbahar bulutunun cömertliği, övülen emirin bağış günündeki cömertliği gibi olamaz. Çünkü emirin bağışı, altın kesesidir. Bahar bulutunun cömertliği de su damlasıdır.» [32]
8. Taksim: Şu kısımlara ayrılır:
a) Bir şeyin bütün kısımlarını zikretmektir. Misâl:
«Bugün ve bu günden önce geçmiş olan dünün ilmini biliyorum. Fakat yarın ne olacağını bilemiyorum»
b) Çok sayıdaki şeyleri zikrettikten sonra, bunlardan her birinin hakkını ayrı ayrı vermektir. el-Cerîr’in şu şiirinde olduğu gibi:
«Hiç kimse kendisine yapılmak istenen zulme sabredip oturmaz. Yalnız iki zelil ki bunların biri eşek diğeri kazıktır. Eşek, eski bir ip parçasıyla zillet üzere bağlanır. Kazık ise başı yarılır, ve kimse ona acımaz.»
[ Bir misâl:
« Yahut onları erkekli dişili çift çift verir. Dilediğini de kısır yapar.» [33]
c) Veya bir şeyin vasıflarını zikretmek ve herbirisine uygun olan ilâvelerde bulunmaktır. el-Mütenebbî’nin şu şiirinde olduğu gibi:
«Ben, kargı’larla ve uzun müddet ağızlarına bağladıkları yaşmaktan dolayı bıyıklan yeni terlemiş gençlere benzeyen ihtiyarlarla hakkımı arayacağım. Onlar düşmanla karşılaştıklarında ağır (sebatlı), yardımaçağırûdıklarmda hafif, hamle yaptıkları zaman çok ve sayıldıklarında da azdırlar.»
9- Te’kidü’1-medh bi-mâ yüşbihü’z-zemm: Birini zemediyormuş gibi görünerek medh etmektir. Veya yermeye benzeyen övme. Bu, iki kısma ayrılır:
a) Birincisi: Olumsuz olan bir yerme (zem) vasfından; «ona dahil imiş gibi farzederek» bir övme vasfını ondan ayırarak zikretmek şeklinde yapılır. en-Nâbiğa ez-Zübyânî’nin şu şiirinde olduğu gibi:
”Onlarda hiçbir ayıp ve kusur yoktur. Şu kadar varki ordularla vuruşa vuruşa kılıçlarının ağzı kırılmıştır.»
[ Bazı misâller:
«Yüce Allah şöyle buyurmuş: « Firavuna dediler ki: « Bizden, sadece bize gelen Rabbimizin âyetlerine imân ettiğimiz için intikam alıyorsun.» [34]
«İbn Rûmî şöyle demiş: « Onun, hiç bir kusuru yoktur. Yalnız göz onun gibisini göremeyecektir.» [35] « İyilikte hiç bir kusur yoktur. Ancak, o teşekkür edenlerin teşekkür etmekten âciz olduklarını açıklıyor.» [36] Falancada hiç bir hayır yoktur. Ancak o kendisine kötülük yapan kimseye iyilik yapar.» [37]
b) İkincisi: Bir şeyi bir vasıfla övmek ve bu vasıftan sonra, peşinde ikinci bir övgü vasfı bulunan bir istisna edatı zikretmek suretiyle yapılır. Şâirin şu şiirinde olduğu gibi:
bütün iyi niteliklere sahip olan bir gençtir. Ancak şu varkü o cömerttir, mala hiç acımaz.» [38]
[ Bazı misâller: ‘ « Onlar, söz süvarileridir. Ne varki onlar, efendidirler, şereflidirlir.» [39]
« Sizde hiç bir kusur yoktur. Ancak sizin müsafirleriniz sevdiklerini ve vatanlarını unutmakla ayıplanıyorlar. [40]
« Günahlarım, bir kavime göre çok sayılır. Halbuki yücelik ve faziletlerden başka hiç bir günahım yoktur.» [41]
. « Cahil, kendi nefsinin düşmanıdır, Fakat o sefihlerin dostudur.» [42] «Bu şehrin, havası ılımandır, manzarası güzeldir, ne varki halkı cömerttir.» [43]
” Kitapta hiç bir kusur yoktur, ancak onun ibaresi kolaydır, mânası açıktır.» [44]
10. Hüsn-ü talîl: Bir şeyi garip ve hakîkî olmayan bir sebeple vasıflandırma san’atıdır. Şâirin şu şiirinde olduğu gibi’Eğer cevzâ (bir burç)’nın maksadı ona (övdüğümüz kimseye) hizmet etmek olmasaydı. Onun belinde kimse kemer görmez idi» [45]
[ Bazı misâller: [46]
« Güneşe gelince o, batmaya yüz tuttuğunda başka birşey için sararmadu ancak o güzel manzaradan (övülen kimsenin yüzünden) ayrıldığı için sarardı.» [47]
« Dolunay, sadece sana -aşık olduğu için doğuyor ki yüzünü tam parlak kılsın.» [48]
11. Lafzın mânâ ile i’tilâfı: (Yâni ona uygun olması veya muvafakat) İtilâf, lafızların mânâlara uygun olmasıdır. Böylece övünme ve yiğitlik için, sağlam ve fasîh lafızlarla kuvvetli ibareler seçilir. Gazel ve benzeri şeyler için de; ince kelimeler ve yumuşak ifâdeler seçilir. Şâirin şu şiirinde olduğu gibi:
«Müdar kabilesine layık olan bir şekilde öfkelendiğimizde, güneşin ışığını yırtarız (yok ederiz). Yâni ortalığı toz ve dumanla kapkaranlık ederiz de kan dökülür. Fakat, bir kabile reisine, minberin zirvesini ödünç olarak verdiğimizde (Yâni ona söz hakkı verdiğimizde) o bize dua eder ve bizi selamlar
Ve şâirin şu şiirinde olduğu gibi:
Gecem uzamadu Fakat ben uyuyamadım. Uyuklama acı çekme hayâlini benden uzaklaştırdı.»
12. Uslûbül-hakîm: İki kısma ayrılır:
a) Muhataba, beklediği şeyden başka bir şeyle karşılık vermek.
b) Soru soran kimseye, maksada uygun olduğunu işaret etmek için, başka bir şeyle cevap vermek şeklinde yapılır.
a) Birincisi : Sözü, söyleyen kimsenin gayesine aykırı bir şekilde yorumlamaktır. Meselâ: Haccâc (b. Yusuf b. el-Hakem es-Sekafî (öl. 95/714), el-Kaba’serî’ye;
<Vallahi seni bukağıya vuracağım.» dediğinde el-Kab’a’serî, Haccâc’a;
‘Emir gibileri ^iVi ve (yağız at )’a bindirir.» Bunun üzerine Haccâc, ona demiş ki: «Ben, bu kelime ile Jbjütl »Demir bağı» kasdettim.» el-Kabâ’serî ona şöyle cevap vermiş: «Onun sert tabiatlı olması, ahmak olmasından daha hayırlıdır.» Haccâc Ai lafzı ile bukağıyı kelimesi ile de demir madenini kasdetmiş, el-Kabâ’serî ise kelimelerini, aptal olmayan yağız at olarak yorumlamıştır.
[ Bazı misâller:
-»Valilerden birine soruldu kU «Maldan ne biriktirdin?» O şöyle cevap verdv Hiç bir şey, sıhhatin yerini tutmaz.» [49] «Bir adama zenginlik nedir? denildi O şöyle dedi: Cömertlik, elinde bulunan şeyle cömertlik etmendir.» [50]
« Bir tüccara, sermayen ne kadardır? denildi. O şöyle dedv Ben emin bir adamım, insanların, bana güvenleri çok/azladır.» [51] . «el-Haccâc, el-Mühellebe dedi ki: « Ben mi daha uzunum, yoksa sen mi? O şöyle cevap verdi: «Sen (benden) daha uzunsun. Ve ben, boyca daha genişim.» [52]
b) İkincisi : Sorulan soruyu, duruma uygun olan diğer bir soru yerine koymak ve bu şekilde cevaplandırmak suretiyle yapılır. Meselâ; şu âyette olduğu gibi:
« Sana, yeni doğan hilâl şeklindeki aylan sorarlar. De ki Onlar, insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir.» [53] Bir sahabe. Peygamber (s. a.)’den; hilâlin önce ince görünüp, sonra yavaş yavaş büyüyüp dolunay şekline girdiğini ve sonra yine tedricen küçülerek ilk şekline dönmesinin sebebini sordu. Bu sorunun cevabında, aym değişme sebeplerinin hikmeti belirtildi. Çünkü bu hikmetler, soru soran kimse için daha mühim şeyler idi. Böylece ashabın hilâlin değişme sebeplerini sorması, değişme hikmetlerini sormaları gibi kabul edildi.
[ Bazı misâllerb« Ey Muhammedi Sana, Allah yolunda neyi harcayacaklarını soruyorlar. De ki: « Harcayacağınız hayırlı bir şey, ana-babaya, akrabalara, yetimlere, düşkünlere ve yolda kalmışadır.’ [54]
« Bir yabancıya dinin ve inancın nedir? diye soruldu. O şöyle cevap verdi: Kendi nefsim için sevdiğim şeyi, insanlar için seviyorum.» [55]
II. Kelimelerle İlgili Süsleme Sakatları
1- Cinas : İki veya daha fazla kelimenin talaffuz bakımından birbirine benzemesi ve mânâ bakımından birbirinden ayrı olmasına cinas denilir. Cinas, tam ve eksik olmak üzere iki kısma ayrılır.
a) Tam cinas: [56] Harfleri, (vücûh-i erba’a denilen) hey’et, [57] nevi, [58] sayı ve düzen, [59] yönünden birleşen kelimeler, tam cinası meydana getirirler. Misâl:
“Senden başka kendisine sığınacak hiç bir insana rastlayamadık. Sen zamanın gözbebeği olmakta devam ediyorsun,«Onların,evinde bulunduğun müddetçe onlarla iyi geçin. Ve onların, toprağında bulunduğun müddetçe onları memnun et»
[ Bazı misâller:
a) Şair, Yahya adındaki küçük bir çocuğa ağıt yakarken şöyle dedi: « Yaşaması için ona Yahya ismini taktım. Fakat bunda, Allah’ın emrini reddetmek için hiç bir çare olmadı*» [60]
« Abbas (b. Fazl el-Ensârî (öl. 186/802), savaş şiddetlendiği zaman asık suratlıdır; FazU fa. er-RebV b.Yunus), faziletlidir; RebV (b. Yunus) ise, cömerttir.» [61] . «Kıymetli şeyler, ancak tehlikeye atılmakla elde edilir.» [62]
«Zahid şöyle diyor: Kefenleneceğim güne kadar, bu lokma bana yeter. [63]
b) Tam olmayan cinaslar: Kelimeler arasında dört benzerlik yönünden biri bozulduğu takdirde, tam olmayan cinaslar meydana gelir.
Ebû Temmâm’ın şu şiirinde olduğu gibi «Onlar, (askerler), savaşta; düşmanı kahreden, dostları koruyan kuvvetli ve güçlü ellerini uzatıp öyle kılıçlarla hücum ederler ki, o kılıçlar, değdiği kimsenin işini bitiren keskin silahlardır.»
Bazı misâller: [64] , Nice sevinç vesilesi vardır ki ondan hemen sonra zarar meydana gelir.» [65]
– Yüce Allah bu-yurmuş ki: »Yetime gelince, sakın onu üzme! Yoksula gelince , sakın onu azarlama I» [66]
el-Hansâ( Tümâdir bint ‘Anır) (öl. 24/645) şöyle demiş: ‘Şüphesiz ağlamak, kaburgalar arasındaki (kalbdeki) ateşten kurtulmanın şifasuiır.» [67] Yüce Allah şöyle buyurmuş: İçinde bulunduğunuz bu azab, yeryüzünde haksız yere sevindiğiniz ve çılgınca şımardığınız içindir.» [68]
Hassan b. Sâb’it (r.a.) (öl. 54/674), şöyle demiş: «Hazreti Peygamber herhangi bir kabile ile savaştığı zaman, biz mızraklarla ve süvari alayı ile onun( Peygamberin) her iki yanına ulaşırdık. [69]
Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuş: «Atların alınlarına bereket, bolluk bağlanmıştır. [70]
2. Seci’; Nesirde, iki fasılanın (fıkra ve mısra sonlarındaki kelimeler) son harflerinin biribirinin aynı olmasıdır. Misâl: »İnsan, kıyafet ve elbiseleriyle değil, terbiye ve edebiyle ölçülür.» Ve el-Harîrî (Kasım b. Ali b. Muhammed (öl. 516/1122)nin şu şiirinde olduğu gibi:
«O (Ebû Zeyd es-Sürücî), inci gibi sözleriyle seçili sözleri işliyor, nakşediyor. Ve kötülüklerden ahkoyucu va’azlanyla kulakları çınlatıyor.»
I Bazı misâller: [71]
ne oluyor ki ; Allah’ın yüceliğine inanmıyorsunuz . Oysa O, sizi çeşitli merhalelerden geçirerek yaratmıştır.» [72]
«Allah’ım feenin yolunda) malını sarf eden kimseye , (sarfedüen malın) yerini doldurmayı; sar/etmeyen kimsenin malına da yok olmayı nasib eyle!» [73]
i« Orada yüksek karyolalar vardır. Önlerine konulmuş kaseler (vardır).» [74]
Oğlu, sele kapılan bir bedevi şöyle dedi: «Allahım! Eğer beni imtihan etmek için başıma bela getirdiysenfben sabrederim). Çünkü sen hep bana sıhhat ve afiyet verdin.» [75]
Hürr, söz verdiği zaman, (sözünü) yerine getirir, yardım ettiğinde (onun yardımı) yeter, (düşmanını) ele geçirdiğinde affeder.» [76]
es-Se’âlebî (‘Abdülmellk b. Muhhammed b. îsmâil (0.429/ 1038) şöyle demiş: «Kin, kalblerin pasıdır, düşmanlıkta ısrar etmek de (çekişme) savaşların sebebidir.» [77]
3. İktibas: Bir şahsın veya bir şâir veya naşirin «âyet ve hadis olduğunu belirtmeden» kendi sözüne ( bazan da değiştirerek) âyet ve hadislerden birini katmasıdır,. Şâir’in şu beytinde olduğu gibi:
<Ne zâlim ol, ne de zulme razı ol. Gücün yettiği her şeyle zulmü reddet. Hesap gününde zalimin ne dostu, ne de dinlenecek şefaatçisi vardır.» Ebû Ca’fer (Ahmed b. Yusuf) el-Endülüsî’nin( 01.778/1378) aşağıdaki beytinde de ikiti-bâs vardır. [78]
«Başkalarının yurtlarında oranın halkına düşmanlık etme! Çünkü yabancı olan kimse, çok nâdir gözetilir. Onlar, arasında yaşamak istiyorsan. İnsanlara karşı güzel ahlaklı ol!» [79]
{ Bazı misâller:
-İbn Sena el-Mülk ( Hibetüllâh b. Cafer ( ö. 608/1211), [80] şöyle demiş: « Onlar, göçtüler, ben onların yurdunu soruşturacak değilim. … üzülerek , arkalarından kendimi âdeta mahvedeceğim.» [81]
« İyilikte yansınız, soyunuzun ve ecdadınızın asâletiyle övünmeyi bırakınız! Elbetteki Allah
katında en şerefli olanınız. Ondan en çok korkanınız-
dır.» [82]
«Âlim, ümmetin lambasıdır. Cdhü ise belâ ve üzüntünün kaynağıdır. Cahiller, kasalarda biriktirdikleri para ile övündüklerinde onlara de ki; « Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?» [83]
« Merhamet ifâde eden bir kelime ile olsa bile.yoksula karşı cimri olma! Çünkü her iyilik bir sadakadır.» [84]
« Haya, nefsi şehvetlerinden alıkoyan bir bukağıdır. Utanmadığın zaman dilediğini yap! [85]
İktibas edilen âyet ve hadisin lafzım, vezin veya başka bir gaye için biraz değiştirmenin bir mahzuru yoktur.
Şâirin aşağıdaki beytinde olduğu gibi: Olmasından korktuğum şey, oldu. Biz sonunda Allaha döneceğiz.» Âyetin esas şekli şöyledir»Biz, Allah için varız ve biz sonunda O’na döneceğiz.» derler. [86]
III. Sonuç
1- Hüsn-i ibtidâ: Konuşmak isteyen kimsenin; kulağa hoş gelen, güzel düzenlenmiş ve mânâsı doğru olan sözlerle söze başlamasıdır. Eğer sözün başında maksada uygun ince bir işaret bulunursa ona «berâ’at-i istihlâl» denilir. al-Mütenebbî (Ahmed b. Hüseyin (öl. 354/965)nin [87] , Seyfüddevle (Ali b. Abdullah el-Hamdânî (öl.356/967)’yi [88] , bir hastalıktan kurtulduğunda şu beyitle kutlaması gibi:
«Sen (hastalıktan) sıhhata kavuşunca şeref ve kerem de sıhhata kavuştu, illet ve hastalık senden ayrılarak düşmanlarına intikâl etti»
Eşçe’ b. Amr Sülemmî( öl. 195/81 l)nin, [89] Hârûn er-Reşîd’in (öl. 193/809) [90] Rakka’da yaptırdığı köşkün yapılışını kutlamak için söylediği şu beyti gibi:
«Bu öyle yüksek bir köşktür ki selâm ve mutluluk onun üzerine olsun. Sanki günler, güzelliklerini çıkarıp ona hiL’ât olarak giydirmişlerdir.»
[ Bazı misâller:
Muhammed b. Hâzin’in tebrik etme’de söylediği şu sözü gibi: « Müjde! Çünkü/elek (talih) verdiği sözü yerine getirdi Ve şeref yıldızı, yücelik ufkunda yükseldi» [91]
Ebu’l-Ferec es-Sâvî’nin, Fahrü’d-Devle için söylediği ağıttaki şu sözleri gibi: »İşte o dünya, ağzını doldurmuş bir vaziyette şöyle diyor: Benim şiddetle yakalanmamdan ve açıkça adam öldürmemden sakın, sakini [92]
2- Hüsn-i intiha: Konuşan kimsenin sözünü; kulağa hoş gelen, güzel tertip edilmiş ve mânâsı açık olan kelime ve deyimlerle bitirmesidir. Eğer konuşmanın sonunda; sözün bittiğine dair ince bir işaret bulunursa buna «berâetü’l-makta4» denilir. Şâirin şu sözü gibi:
«Ey ailesinin sığınağı ve emniyet yeri olan zat! Dünya devam ettiği müddetçe sen yaşayasın. Bu bütün mahlû-kâtlar için yapılan bir duadır. Çünkü senin yaşamam ile onlar, emniyet ve refah içinde olacaklardır.»
[ Bazı misâller:
Ebû Nüvâs (Hasan b. Hânî) nin (ö. 198/814), [93] el-Husayb b. Abdülhamidi övmek için söylediği şu sözü gibi: «Ben, sana ulaştığımda, umduklarımı elde etmeye layıkım. Ve sen, senden umduğum şeyleri (vermeye) layıksın. Eğer sen iyiLik yaparak banamal verirsen, sen o iyiliğin ehlisin. Aksi takdirde (seni rahatsız ettiğim için) ben senden üzür dilerim ve sana çok teşekkür ederim.» [94]
« Ey ailesinin, sığınağı! Zaman devam ettikçe sen yaşayasın! Bu, bütün insanları kapsayan bir duadır.» (Çünkü senin yaşaman, onların işlerinin düzene girmesine ve durumlarının düzelmesine sebep olur.) [95]
« Dualarının sonu ise: «Âlemlerin Rabbi olanAllaha hamd
olsun» dur.» [96]
Tercüme ve ilâveler bitti.
Dr. Nusrettin Bolelli
Ümraniye / İstanbul 20 Mayıs 1993 [97]
Bibliyografya
Kur’ân-ı Kerîm.
Abdulaziz Atik, ‘İhnü’l-me’ânî, Beyrut, 1985.
——-7 ‘İlmü’l-beyân, Beyrut, 1985.
——-, ‘hmü’1-bedî’, Beyrut, 1985.
Abdülkadir Hüseyin, el-Muhtasar fî târîhi’l-belâğe,
Kahire, 1982.
‘Aclûnî, Keşfü’I-hafâ,I-II, Beyrut, 1985. Ahmedb. Hanbel, Müsned, I- VI, Beyrut, 1985. Ali el-Cârim ve Mustafâ Emîn, el-Belâgatü’1-vâzıha,
Mısır, 1959.
——-, Delilü’I- Belâgati’l-vâzıha, Mısır, 1959.
Bilgegil Kaya Mehmet, Edebiyat Bilgi ve Teorileri, I.
Belagat, Ankara, 1980. Buhârî, Ebû Abdillâh Muhammed b. îsmâil, el-Câmi’u’s-
sahîh,I-Vm, İstanbul, 1987. el-Câbî, Bessâm Abdulvehhâb, Mu’cemü’I-a’Iâm,
Limasol, 1987. Câhiz, Ebû ‘Osman ‘Amr b. Bahr, el-Beyân ve’t-tebyîn,
I-III, Beyrut, trs. Dârimî, Ebû Muhammed Abdillâh b. Abdirrahmân, Sünen,
I-II, İstanbul, 1984. Ebû Dâvûd, Süleyman b. Eş’as es-Sicistânî, Sünen, I-V,
İstanbul, 1981. Fîrûzâbâdî, Mecdüddîn Muhammed b. Yakûb, el-
Kâmûsü’l-muhît (thk. Mektebetü tahkikü’t-türâs fî
müessese er-Risâle), Beyrut, 1407/1987. Gümüş Sadreddin, Seyyid Şerif Cürcânî, İstanbul, 1984. , İbn Mâce, Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî,
Sünen, (nşr. Muhammed Fuad Abdulbâki), I-II,
İstanbul, 1981. İbn Manzûr, Ebu’1-Fadl Muhammed b. Mükrim b. Ali b.
Ahmed, Lisânü’l-‘ arab, I-XV, Beyrut, trs. tbnü’n-Nedîm, Muhammed b. İshâk b. Muhammed b.
İshâk, el-Fihrist, Mısır, 1348/1529. (İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist)
İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, (M. E. B.), 1965-1977. Kâtib Çelebi, Mustafa b. ‘Abdillâh, Keşfü’z-zünûn ‘an esâmi’1-kütübi ve’1-fünûn, I-II, İstanbul, 1941. (Kâtib Çelebi, Keşfü’z-zünûn ) Kehhâle, Ömer Rızâ, Mu’cemü’l-müellifîn, I-XV, Beyrut,
1957.
Mâlik b. Enes, el-Muvatta’, I-II, Beyrut, 1985. Mehmet Zihni Efendi, el-Kavlü’1-Ceyyid, Dersaâdet,
1327.
Meydânî, Ebu’1-Fazl Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. İbrahim en-Neysâbûrî, Mecme’u’l-emsâl, I-II, (thk. Na’im Hüseyin Zerzur), Beyrut, 1988. Muallim Nâcî, Istılâhat-ı Edebiyye, Ankara, trs., Muhammed Fuâd Abdulbâki, el-Mu’cemü’1-müfehres li
elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, İstanbul, 1984. el-Münâvî, Feyzü’l-kadîr, I-VI, Beyrut, 1357. Mürtezâ ez-Zebîdî, Ebu’1-Feyz Muhammed, Tâcü’I-‘arûs
şarhu’l-Kâmûs, I-X, Beyrut, 1989. Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî, Sahîhu Müslim, I-VIII,
İstanbul, 1374A955. Nesâî, Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şu’ayb, Sünen, I-IX,
Beyrut, 1988.
Sâbûnî, Safvetü’t-tefâsîr, I-III, Beyrut, 1980. Tahirü’l-Mevlevî, Edebiyat Luğatı, İstanbul, 1973 Teftâzânî, Muhtasaru’l-me’ânî, Beyrut, 1965. Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa, Sahîhu’t-Tirmizî , I-
X, (thk. İzzet ‘Abîs ed-De’âs ), Mısır, 1388/1968. Yakut el-Hamevî, Mu’cemü’I-büldân, I-V, Beyrut, 1979. Zebîdî, el-Mürtedâ, Muhammed b. Muhammed, Tâcü’I-‘arûs şarhu’l-Kâmûs, I-X, Mısır, 1306. Zemahşerî, Ebu’l-Kâsım Cârullâh Mahmud b. Ömer, el-Keşşâf ‘an hakâiki’t-tenzîl,.ÎIV, Beyrut, trs. Ziıiklî, Hayreddîn, el-A’Iâm, I-VIII, Beyrut, 1976. [98]
[1] Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 131.
[2] En’âm suresi , 6/60.
[3] el-Belâgatül-vâzıha, s. 276; İlmü’1-Bedî’, s. 125.
[4] Tâhâ sûresi, 20/5; Teftâzânî, Mııhtasarü’l-me’ânî, s. 395; İlmü’1-Bedî’, s. 126.
[5] Zâriyât sûresi, 51/47; Sâbûnî, Safvetü’t-tefâsîr, III, 260; Teftâzânî, Muhtasarü’1-me’ânî, s. 396; İlmü’1-Bedî’, s. 128.
[6] Delilü’l- Belâgati’l-vâzıha, s. 146.
[7] Delilü’l- Belâgati’l-vâzıha, s. 146.
[8] Delilü’l-Belâgati’l-vâzıha, s. 146.
[9] Kehf suresi , 18/18; Sâbûnî, Safvetü’t-tefâsîr, II, 188.
[10] Rum sûresi ,30/6-7.
[11] Eden vuslat deminde flkr-i hicran ağlasın gülsün.
[12] el-Belâgatü’1-vâzıha, s. 280.
[13] Nisa suresi , 4/108.
[14] Enam suresi , 6/122.
[15] Bakara suresi , 2/186.
[16] el-Belâgatü’1-vâzıha, s. 283.
[17] el-Belâgatü’1-vâzıha, s. 283.
[18] Dilde safâyı aşkın, dîde gammınla pürnem-
Bir evde ‘ayşû şâdî, bir evde ye’sû matem. .Beyitte, sâfâyı aşk ve karşılığı olan gam,’
Ayşü şâdi ve karşılığı olan ye’sû matem zikredilmiştir.
[19] Tevbe suresi , 9/82.
[20] el-Belâgatü’1-vâzıha, s. 284.
[21] el-Belâgatü’1-vâzıha, s. 284.
[22] el-Belâgatü’1-vâzıha, s. 285.
[23] el-Belâgatü’1-vâzıha, s. 287.
[24] A’râf suresi , 7/157.
[25] el-Hadîd suresi , 57/23.
[26] Furkân sûresi, 25/70.
[27] O âşıkane teranen ki, bin bahara değer . Gıdâ-yı ruhu mudur , gülistanın ey bülbül! Beytindeki «terane» , «gıdâ-yı rûh» ve «bülbül» kelimeleriyle «bahar» ve «gülistan» lafızlarının bir araya getirilmesi gibi.
[28] Rahman sûresi, 55/5.
[29] En’âm sûresi, 6/103.
[30] Bakara suresi , 2/185 .
[31] Teftâzânî, Muhtasarül-me’ânî, .s. 396.
[32] İstanbul’u gönlümce bir şehir olarak, nasıl İzmir’le karşılaştırabilirim. Nice teşbih edelim kadd-i nihâl-i yâre* Yoğiken vech-i şebeh taze nihâl-i çemene. Bu nazıra parçasındaki birleştirici nevi, nihâi kelimesidir . «Yâre» ait olanla, «çemen»e ait olan nihâi arasındaki ayrılık da, aradaki zıtlığı meydana getirir.
[33] Şûra sûresi, 42/50; Sâbûnî, Safvetüt-tefâsîr, III, 147.
[34] A’râf suresi , 7/126.
[35] el-Belâgatü’1-vâzıha, s. 291.
[36] el-Belâgatü’l-vâzıha, s. 291.
[37] Teftâzânî, Muhtasarü’l-me’âni .s. 416.
[38] “Ben, araplann en fasihiyim. Çünkü ben Kureyş kablleslndenlm.» (Yâni Kureyş kabilesi, arap kabilelerinin en fasihidir.)
[39] el-Belâgatü’1-vâzıha, s. 293.
[40] el-Belâgatü’1-vâzıha, s. 293.
[41] el-Belâgatü’1-vâzıha, s. 294.
[42] el-Belâgatü’1-vâzıha, s. 294.
[43] Delilü’l- Belâgati’l-vâzıha, s. 156.
[44] Delilü’l-Belâgati’l-vâzıha, s. 156.
[45] Cevza burcu etrafında bir takım yıldız vardır, onalara, ‘denilir. Bu misalde Cevzânın övülen kimseye
hizmet etme niyetinde olması imkansız bir vasıftır. Fazla bilgi için Bk. Teftâzânî, Muhtasarü’l-me’ânî, .s. 409-412.
[46] «Parlak ayın yüzünde bulunan leke, eski ve tabiî bir leke değildir. Fakat o leke , « sevgilisini kaybettiğinde üzüntüden dolayı ayın kendi yüzüne vurduğu» tokatın izidir.
[47] el-Belâgatü’1-vâzıha, s. 288.
[48] el-Belâgatü’1-vâzıha, s. 290.
[49] el-Belâgatü’1-vâzıha, s. 297.
[50] el-Belâgatü’1-vâzıha, s. 296.
[51] el-Belâgatü’1-vâzıha, s. 296;Ilmül-Bedî’, s. 182.
[52] el-Belâgatü’1-vâzıha, s. 297.
[53] Bakara suresi, 2/189.
[54] Bakara suresi, 2/215; Ilmü’1-Bedî’, s. 182.
[55] el-Belâgatü’1-vâzıha, s. 296.
Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 131-145.
[56] Tam cinas için bazı örnekler :
a) Eyleme vaktini zayi’ ; deme kış yaz, oku, yazi “Vehbinin bu mısraındaki “yaz” kelimeleri gibi.
b) Kimi saz çalar, kimi para çalar. Bu atasözündeki “çalar” kelimeleri de cinas için örnektir.
c) Kıyamet koptuğu gün , günahkârlar (dünyada) ancakpek kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler..» ( Rum suresi , 30/55) .
[57] Harflerin ünlü- ünsüz; kısa-uzun; düz-yuvarlak, geniş-dar, ince ve kalın olması.
[58] Her harf, ayn bir nevidir.
[59] Harflere ait öncelik, sonrahk sırası.
[60] el-Belâgatttl-vâzıha, s. 263; Ümü’l-Bedî’, s. 2OO.
[61] el-Belâgatü’1-vâzıha, s. 266.
[62] el-Belâgatü’1-vâzıha, s. 268.
[63] Delilü’î- Belâgati’l-vâzıha, s. 139.
[64] Tam olmayan cinaslar için Türkçe misal: – Olmasın afakimiz âfât’a cây», mısraındaki; «âfâk» ve «âfât» kelimeleri gibi. Dam-adam-; âb-serâb, kıl-akıl v.s.
[65] Delilü’l- Belâgati’l-vâzıha, s. 139.
[66] Duhâ suresi , 93/ 9-10) .
[67] el-Belâgatü’l vazıha, s. 264.
[68] Mü’min sûresi, 40/75.
[69] el-Belâgatü’1-vâzıha, s. 268.
[70] el-Belâgatü’1-vâzıha, s. 268; Buhârî, Cihâd, 43, 44, Humus, 8, Menâkib, 28; Müslim, Zekat, 25, İmâre, 98, 99; EbûDâvûd, Cihâd, 41; Tirmizî, Cihâd, 19; Nesâî, Hayl, 1; İbn Mâce, Cihâd, 14; Muvatta’, 44; Ahmed b. Hanbel, II, 49, 57.
[71] Sözlerim evsâfınıza münhasır, gözlerim eltafınıza muntazırdır, (Murassa’ seci’) Bu örnekteki , her altı kelimenin ikişer tanesinin birbiriyle vezin ve kâfiye bakımından uygun olması seci’ için en iyi bir örnektir.
-Kesâfet-i sehâb da letâfet-i şihâbı unutmuştuk. Buradaki kesâfet-letâfet ve sehâb-şihâb kelimeleri arasında seci’ vardır.
[72] Nuh sûresi, 71/13-14.
[73] Buhâri, Zekât, 27; Müslim, Zekât, 57; Ahmed b. Hanbel, II, 306, 347, V, 197.
[74] Gâşiye sûresi, 88/13-14.
[75] el-Belâgatü’1’Vâzıha, s. 272.
[76] el-Belâgatü’1’Vâzıha, s. 272.
[77] el-Belâgatül-vâziha, s. 273.
[78] Âyet için Ziya Paşanın şu beytinde tam bir iktibas vardır: «Zâlimlere bir gün dedirir kudret-i Mevlâ;
« (Yusuf un kardeşleri) dedtlerki:
Allah’a yemin olsun ki , Allah seni bizden üstün kıldı. (Yusuf suresi , 12/91.)
[79] Hadisten iktibas edilmiştir. Hadisten başka bir iktibas örnekği: «Kati ile zulm-i beşer eylemeden eyle hazer (Katili, öldürülmekle müjdele) dedi
Peygamber. »’Hadis için bkz., ‘Aclûnî, Keşfü’1-hafâ, I, 338 (No: 907) .
[80] el-Câbî, Bessâm Abdulvehhâb, Mu’cemü’l-a’lâm, s. 911.
[81] el-Belâgatü’1-vâziha, s. 273; Kehf sûresi, 17/6.
[82] Delilü’l- Belâgati’l-vâzıha, s. 141; Hücürât sûresi 49/13.
[83] Delilü’l- Belâgati’l-vâzıha, s. 141; Zümer sûresi, 39/9.
[84] Delilü’l- Belâgati’l-vâzıha, s. 142; Hadis için bkz., Buhârî, Edeb, 33; Müslim, Zekat, 52; Ebû Dâvûd. Edeb, 60 ; Tirmizî, Birr, 45,; Ahmed b. Hanbel, III, 344, 360, IV, 307. .
[85] Delilü’l- Belâgati’l-vâzıha, s. 142; Hadis için bkz., Buhârî, Enbiyâ, 54, Edeb, 78; Ebû Dâvûd, Edeb, 6 ; Ibn Mâce, Zühd, 17; Muvatta’, Sefer, 46; Ahmed b. Hanbel, IV, 121, 122.V, 273
[86] Bakara suresi ,2/156.
Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 146-153.
[87] el-Câbî, Bessâm Abdulvehhâb, Mu’cemü’1-aİâm, s. 36.
[88] el-Câbî, Bessâm Abdulvehhâb, Mu’cemü’1-aİâm, s. 523.
[89] el-Câbî, Bessâm Abdulvehhâb, Mu’cemü’l-a’lâm, s. 108.
[90] el-Câbî, Bessâm Abdulvehhâb, Mu’cemü’1-aİâm, s. 908.
[91] Teftâzânî, Muhtasarü’l-me’ânî, .s. 457.
[92] Teftâzânî, Muhtasarü’l-me’ânî, .s. 458.
[93] el-Câbî, Bessâm Abdulvehhâb, Mu’cemü’l-a’lâm, s. 206.
[94] Teftâzânî, Muhtasarü’l-me’ânî, .s. 463.
[95] Teftâzânî, Muhtasarü’l-me’ânî, .s. 463.
[96] Yunus sûresi, 10/10.
[97] Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 154-156.
[98] Dr. Nusrettin Bolelli, Belâğat, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 162-163.