Tefsir lügatte, şerh, beyan, tevzih ve tebyin, bir kelimeyle bir metnin zor anlaşılır bir ibaresinin aydınlığa kavuşması demektir. Buradaki metin Kur’an-ı Kerim’dir. Kimi Kur’an araştırmacıları tefsiri “Kur’an’ı anlama ilmi” olarak tarif etmişlerdir. Ya da “Tefhimi Muradullah” yani Kur’an’ın sahibi olan Allah’ın, Kur’an’daki her bir ibarede muradının ne olduğu demektir. Zira elbette bu, dilsel kaidelere ve dilbilgisi, kavram bilgisi ve belaget ilmi gibi kurallara dayanmalı ve hatta mümkün olduğu kadar hadislere, haberlere dayanmalı, akıl, icma ve sünnete muhalif olmamalıdır.
Hicri onuncu asrın ünlü Kur’anbilimcisi olan Suyuti, bir müfessirin en az on beş ilimde ve fende söz sahibi ve etkili olması gerektiği görüşündedir. Bu onbeş ilim ve fenler şunlardan oluşmaktadır:
1- Lügat ve Kur’an’ın kavramlarını bilme,
2- Nahiv,
3- Sarf,
4- İştikak,
5- Mana,
6- Beyan,
7- Bedi’,
8- Kıraat (ve kıraat ihtilafı) ilmi,
9- Usul-i din (ve daha geniş olarak kelam ilmi),
10- Usul-i fıkh,
11- Esbab-ı Nüzul bilimi,
12- Nasıh ve mensuhu bilme,
13- Fıkıh,
14- Mücmel ve mübhem hadisleri açıklayan ve aydınlatan hadisler,
15- Mevhibet ilmi. Mevhibet, Allahu Teala’nın bir kimseye bildiği şeyi yapması gereken şeyi miras olarak emanet ettiği ilim demektir. Ayrıca mevhibet şuna da işarettir: “Her kim bildiği ile amel ederse, Allah bilmediği şeyi de ona verir.” Ve devamla şunu da ekliyor: “Her kim, bu ilimleri ve fenleri bilmeden Kur’an’ı öğrenmeğe kalkışırsa, kendi görüşüne göre bir tefsir yapmış olur ki, bu da şeriatta yasaklanmıştır. Kur’an’ı anlamanın ve onu tefsir etmenin ilk ve en önemli menbaı (kaynağı) Kur’an-ı Kerim’in kendisidir. Bu konuda meşhur bir söz (Hadis değil) vardır: “Kur’an’ın bir kısmı, diğer bir kısmını açıklar ve aydınlatır.” Bu satırların yazarı, yapmış olduğu Kur’an-ı Kerim mealinde ve onunla ilgili yaptığı açıklamalarda bu tarzdan haddinden fazla yararlanmıştır ve yaklaşık 17-18 konuda Kur’anın Kur’an’la tefsiri ile ilgili olarak “Kur’an’ın Kur’anla anlaşılması” isimli makalede ele almıştır.
Kur’an-ı Kerim’den sonra Kur’an’ın tefsiri için en önemli ikinci kaynak, şüphesiz hadislerdir.
Hz. Resul (s.a.v)’ün kendisinin, ilk Kur’an müfessiri olduğu ve kendisinden kısa ve aydınlatıcı tefsirlerin hadislerde yer aldığı söylenir. Suyuti İtkan’ında, onları sure sure düzenlemiş ve ele almıştır. Hadis-i Nebevi türlerinden biri var ki, “Tefsirî hadisler” olarak nitelenmiştir. Bunların konusu Kur’an ayetleri ve ibareleri hakkında tefsiri açıklamalar ve aydınlatıcı bilgilerdir. Bundan dolayı birinci derecede bu tür hadisler ve ikinci derecede diğer hadisler ve ayrıca “ahkam hadisleri” (fıkhi hadisler) müfessirin işine yarar. Resulullah (s.a.v)’tan sonra İslam dünyasının en büyük Kur’an bilimcisi Hz. Ali b. Ebi Talib’tir. Zira ondan sonraki en büyük Kur’anbilimcisi yani İbn-i Abbas, tefsir usulünü ve Kur’an te’vilini bir öğrenci gibi Hz. Ali’den aldı. Kimi sahabilerden de geriye tefsirler kalmıştır ve bunların en önemlileri ve günümüzde de mevcud olan tefsirlerden biri İbn-i Abbas’ın tefsiridir. Diğeri de Mücahid’dir ki o da Hz. Ali’nin talebesi idi.
Tefsir iki genel kısma ayrılır:
1- Nakli tefsir ya da Tefsir-i Bi’l-Me’sur veya me’sur ya da eseri veya Rivayi (Rivayete ait) tefsir: Bu tür tefsir genellikle hadise dayalıdır. En eski ve en önemli eski tefsir, Tefsir-i Taberi’dir. (Ö.h. 310). Sonraki asırlarda da nakli tefsirler yazılmıştır. Ehl-i sünnet aleminde en önemlileri İbn-i Kesir’dir. Bir diğeri Suyuti’nin Durru’l-Mensur tefsiridir. Şia aleminde ise, en önemli ve en meşhur nakli tefsirler şunlardır: Fırat Kufi’nin tefsiri, Ali b. İbrahim Kumi’nin tefsiri, İyaşi’nin tefsiri, sonraki asırlarda da Seyyid Haşim Buhrâni’nin Tefsir-i Burhan’ı, ve Huveyzi’nin Nuru’s-sakalayn tefsiridir.
2- Tefsirin diğer kısmı da akli veya dirayi (dirayete ait) tefsirdir. En önemlilerinden birisi, Zemahşeri’nin tefsiridir. (Mu’tezile’ye göre). Bir diğeri de Taberi’nin Mecmeu’l-Beyan tefsiridir (İmamiye Şiası). Bir diğeri Fahreddin-i Razi’nin Tefsir-i Kebir’idir (Eş’ari mezhebine göre). Yeni asırda da Tef-sirül-Mizan’dır. Bu tefsir, İ’tizali en yüce akli-hikemi tefsir örneğidir. Tefsirler, mevzu ve muhteva açısından da fıkhi, irfani, kelami, nahvi ve başka türlere ayrılırlar. Bu türlerin hepsine de İslam kültürü tarihinde örnekler mevcuttur.
Te’vil, lügatte, başa ve asla dönmek demektir ve rucu anlamındadır. Bu kelime Kur’an-ı Mecid’de kullanılmıştır. [86] İslamın ilk asırlarında, tefsir ve te’vil arasında pek fazla bir fark görülmüyordu. O dönemlerde te’vilden maksat tefsir demekti. Fakat daha sonra bu iki kavram daha fenni oldu ve tefsir, lafız ve ibarelerin zahiri gözönünde bulundurularak lafzi ve luğavi tavzihlere ıtlak olunuyordu. Te’vil ise, batini, mecazi, kinayi ve istiari anlam gözönünde bulundurularak lafzi olandan uzaklaşarak anlamsal tavzihlere ıtlak olunuyordu. Örneğin “Arş-i İlahî” tefsir açısından, Allah’ın taht ve makamı demekti. Fakat te’vil açısından, İlahî saltanat ve sultasının kamil anlamında bütün kainat üzerinde istikrarı demekti. Ya da örneğin; “ Yedullahi fevqe eydihim. ” ( Allah’ın eli onların elinin üstündedir ). [87] Tefsiri açıdan; “O’nun eli onların elinin üstündedir.” demekti. Fakat te’vili açıdan, “Allah’ın güç ve kudreti onların güç ve kudretinin üzerindedir ve ondan üstündür.” anlamına gelmektedir. Ya da örneğin şöyle buyuruluyor: “ Fe’l-yenzuri’l-insanu ila taamihi. “ [88] Bu ayetin tefsiri; “ İnsan, tümü İlahî nimetler olan kendi yemeği konusunda düşünsün ve suyun buluttan inmesinin ve onun eline ulaşmasının, tohumun topraktan çıkmasının ve onun istifadesine sunulmasının İlahî düzenleme ve tedbirlerle olduğunu bilsin. ” demektir. Fakat bu ayetin te’vili ise şudur: İnsan, kendi ilmi ve kültürel kısmeti ve nasibi konusunda düşünmeli ve ona teveccüh göstermeli. Hangi ilmi niçin, nasıl, neden ve nereden aldığını düşünsün ve kavrasın. Ve ‘acaba bu ilim onun ruhi gıdası olacak mı olmayacak mı’ üzerinde düşünsün. Bu kuvvet ve gıdanın onun ruhu üzerinde etki yapacağını bilsin. Ve daha buna benzer düşünceler. Ya da Kur’an-ı Kerim’e işareten şurada buyurulduğu gibi: “ La yemessuhu illel-mutahherun. “ [89] Bu Kur’anî ayet ve ibarenin zahiri tefsir ve manası fıkhı bir hükümden ibarettir. Bu fıkhi hüküm de şudur: Kur’an’ın örfünde ve kullanılışında olduğu gibi burada da elbise konusundaki nehiy beyan olunmuştur. Yani maksat, şer’i taharete (gusul ve abdest) sahip olmayanların Kur’an’ın ayet ve ibarelerine el değdirmemeleri (Kur’an’a dokunmamaları) gerekir. Fakat bu ayetin te’vili (büyük Kur’anbilimcilerinin sözlerinden elde ettiğim açıklamalara göre) şöyledir: Kur’an’ın ince ve gizli anlamlarını kavramak ve idrak etmek, tevhidi taharete (temizliğe) sahip olanlar ve ilim ve imanda rasıh olanlardan başka kimse için hasıl olmaz. Yani sırf alim olmak ve tarz sahibi olmak Kur’an’ın eşsiz ve benzersizliğini anlamaya kafi gelmez. Araştırmacı muvahhid ve tercihen müslüman olması gerekir ta ki Hazreti Kur’an’ın gelini, onun karşısında namahremlik yapmasın ve örtüyü yüzünden kaldırsın.
Görüldüğü gibi te’vili muteaddid tariflerle beyan edeceğimiz yerde birkaç örnek ve numune göstererek onu tanıtmaya çalıştık. Şu güzel tarif de nakledilmeye değer: Denilmiştir ki tefsir, Kur’an ibareleriyle ilgilidir. Te’vil ise işaretlerle ilgilidir. Kimileri şöyle bir itirazda bulunmuştur: Niçin usulen Kur’anda müteşabihatlar mevcuttur ki daha sonra onların anlaşılması için te’vile ve te’vil de ilimde rasıh olanların yetkili görüşlerine ihtiyaç olsun? Bunun en güzel cevabı şudur: Kur’an tabii, beşeri dille gayb aleminden Kur’an’ın sahibi yüce Allah’ın nezdinden nazil olmuştur. Bundan dolayı da normal ve tabii, beşeri gereklere ve tabiiyetlere de sahiptir. Bütün dillerde teşbih, kinaye ve istiarenin kaynağı olan mecaz mevcuttur. Mecazda ise, gerçek mefhumdan daha ileri gitmek ve daha detaylı düşünmek gerekir. Yahudilerin, Kur’an’ın nakline göre; “Yedullahi mağluletun.” (Allah’ın eli kapalıdır/bağlıdır) [90] demeleri de bundandır. Onların elden kasıtları bilinen uzuv değildi, kapalı/bağlı olmaktan kasıtları da zahiri kapalı/bağlı olma değildi. Yani örneğin insanın elini iple bağlamak anlamında değildi. Bundan maksatları şuydu: Allah ne yeniden yaratıyor ne de geçmişte yaratılmış olanlara el atamaz ve alemin işlerine kapatma ve açmada bulunamaz, bir kimseye bir şey veremez veya bir kimseden bir şey alamaz ve bunun gibi… Evet tabii dil, özellikle eğer sanatsal ve sanatkar olmak istiyorsa ister istemez ilerlemiş dilsel-beyani araç ve imkanlardan yararlanmak zorundadır ki bunun en önemli genişçe bir alana sahip mecaz söylencesidir. Evet işaret edildiği gibi tefsir, muhkemata özgüdür, te’vil ise müteşabihata özgüdür. Şunu da söylemek gerekir ki müteşabihat konusunda te’vilde bulunmak caiz ve belki de vaciptir. Fakat her müfessirin ekol, meram, zevk ve arzu ya da zevksizlik, isteksizlik üzerine yaptığı her te’vil doğru ve caiz değildir. İslam tarihi boyunca değişik millet ve kavimlere mensub kişiler, Kur’anî ayetlere kendi mezhep, meşreb ve arzularına uygun te’villerde bulunmuşlardır ve asıl anlamının dışına taşırmaktadırlar. Örneğin Batıniler (İsmaililer), “Akımu’s-salat” (Namazı ikame edin)’tan maksadın imama itaat olduğunu iddia etmişlerdir. Yine “savm”dan maksadın sırları korumak; cennetin, ilim ve akıldan kinaye; cehennemin, cehaletten kinaye olduğunu ileri sürmüşlerdir. Nitekim Nasır Husrev’in, Vech-i Din ve diğer eserleri, bu tür te’villerle dopdoludur ya da batini, gulat ve İslami garabetçi bir fırka olan Hurufiye de ifrat derecesindeki te’vil türleriyle uğraşmışlar ve Kur’an’da bazı surelerin başında bulunan huruf-i mukattaa’dan çok garip nazari ve ideolojik çıkarımlar meydana getirmiş ve onlarla uğraşmıştır. Kimi hızlı tasavvufçular da (İmam Kuşeyri’in Letayıfu’l-İşarat’ta veya Meybodi’nin Keşfu’l-Esrar’da olduğu gibi değil, aksine Necmüddin Daye’nin Te’vilat-ı Necmiye’de veya İbn-i Arabi’nin Fusus ve Futuhaf’ta ve kendisine nisbet edilen tefsirde olduğu gibi) hatta muhkematın te’vili ile bile uğraşmışlar (ki uğraşılmaması gerekir). Zira muhkem ve müteşabih ile ilgili bölümde bu konuda daha geniş açıklamada bulunmuştuk. [91]
[86] Al-i İmran: 3/7, Nisa: 4/59 ve birkaç ayet daha.
[87] Fetih: 48/10.
[88] Abese: 80/24.
[89] Vakıa: 56/79.
[90] Maide: 5/64.
[91] Bahauddin Hurremşahî, Kur’an Bilimi, İhtar Yayıncılık: 94-100.