Kuranda Zulkarneyn Öyküsü:
“Sana Zulkarneyn’i sorarlar. De ki, onu size anlatacağım. Şüphesiz biz ona yer yüzünde güç vermiş ve her şeyin yolunu ona öğretmiştik. O da bir yol tuttu. Sonunda güneşin battığı yere ulaşınca onu, kara balçıklı bir suda batıyor gördü. Orada bir millete rasladı.” Zulkarneyn! Onlara azap da edebilirsin, iyi muamele de edebilirsin” dedik.
“Haksızlık yapana azap edeceğiz. Sonra rabbine döndürülür, onu görülmemiş bir azaba uğratır.Ama inanıp yararlı iş işleyene mükafat olarak güzel şeyler vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanı söyleriz”, dedi.
Sonra, yine bir yol tuttu.Sonunda güneşin doğduğu yere varınca, güneşi, kendilerini bir koruyucu ile örtmediğimiz bir milletin üzerine doğuyor buldu. Bu şekilde onun bütün yaptıklarını baştan başa biliyorduk.
Sonra yine bir yol tuttu. Sonunda iki dağın arasına varınca, orada neredeyse hiç laf anlamayan bir millete rasladı.Ey Zulkarney! Şüphesiz Yecüc ve Mecüc bu ülkede bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onların arasına bir set yapman için sana bir ücret verelim mi? dediler.Rabbimin bana verdikleri sizinkinden daha iyidir. Bana gücünüzle yardım edin de sizinle onların arasına sağlam bir set yapayım. Bana demir kütleleri getirin,dedi.
Bunlar iki dağın arasını doldurunca, körükleyin, dedi. Demirler kor haline gelince, bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim, dedi. Artık Yecuc ve Mecuc onu ne aşabildiler, ne de delip geçebildiler.
Zulkarneyn: işte bu, rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin belirlediği zaman gelince onu yerle bir eder.Rabbimin
verdiği söz gerçektir,dedi.” [277]
Zulkarneyn Öyküsünde Belirsizlikler:
Zulkarnyn’in öyküsü, yolculukları, yaptığı set, Yecuc ve Mecuc gibi konular , öykünün ayrıntıları olup bilinmezleri arasında yer alırlar. Öykünün bilinmez lerini şöyle sıralayabiliriz:
1- Zulkarneyn kimdir, hayatı ve kimliği nedir?
2- Ne zaman,hangi devlet zamanında yaşamış, hangi savaşlara girmiş ve hangi ülkeler fethetmiştir?
3- Batıya yaptığı ilk yolculuk,vardığı bölge hangisidir? Kara balçıklı gözenin yeri neresidir ve onda güneş nasıl batmaktadır?
4- Doğuya yaptığı ikinci yolculuk ve geçtiği ülkeler nelerdir? Nereye kadar varmıştır? Güneşin onlar üzerine nasıl doğduğunu görmüştür? Güneşe karşı onları koruyacak bir şeyleri nasıl olmamıştır?
5- Üçüncü yolculuğu olan kuzey yönündeki yolculuğunda nereye varfnıştır? İki set arasındaki bölge neresidir? Bölgenin geri kalmış halkı kimlerdir?
6- Yecuc ve Mecuc kimlerdir? Tarihleri nedir? Nerede kalıyorlar?
7- Seddi nasıl yapmıştır? Yapılan şeddin uzunluğu, genişliği ve yüksekliği ne kadardır?
8- Set yıkılmış ve Yecuc ile Mecuc içinden çıkmış mıdır, yoksa set yıkılmayacak ve ancak kıyamet saatine yakın bir anda mı bunlar çıkacaklardır?
9- Zulkarneyn’in “Rabbimin belirlediği zaman gelince, onu yerle bir eder” sözünün anlamı nedir?
10- Cengizhan ve Hulagun’un çıkması, Yecuc ve Mecuc’un çıkmasının halkalarından biri midir? [278]
Zulkarneyn Öyküsünün Ayrıntıları, Şaşırtıcı Bir Bilmecedir:
Bütün tefsirciler ve tarihçiler Zulkarneyn öyküsünün üzerinde durmuş, birçokları öykünün bilinmeyenlerini açıklamaya, tarihsel ve meydana gelen ayrıntılarını tespit etmeye çalışmış, ancak bu konuda çoğu israiliyyattan, kitap ehlinin haberlerinden bir sürü mitoloji, söylenti ve uydurma şeyler nakletmişlerdir. Bunun sonucu olarak öykünün ayrıntıları konusunda çeşitli araştırmalar, tarihçiler ve tefsirciler arasında büyük ihtilaflar ve alevli tartışmalar olmuştur. Kimi yazarlar öykünün yeri, zamanı, olayları ve kahramanlarını belirlemek için ayrı kitaplar yazmış ve araştırmalar yapmıştır. Bu konuda yazılmış önemli kitaplardan bazıları şunlardır:
a- Muhammed Rağıb Tabbah, Zulkarneyn ve Seddu’s-Sin, basım, 1949.
b- Ebu’1-Kelam Azad, Yes’eluneke an Zilkarneyn, Ahmed Hasan Bakori kitaba uzun ve usandırıcı bir önsöz yazmıştır. Kahire, 1977,Daru’ş-Şa’b,
c- Dr.Abdulalim Adurrahman Hızır, Mefahimu Coğrafiyye fi’1-Kasasi’l-Kur’ani: Kıssatu zilkarneyn,1981, Daruş’ş-Şuruk,
d- Muhammed Hayr Ramazan Yusuf, Zulkarneyn :el-Kaidu!l-Fatihve’l-Hakimu’s-Salih,1986,Daru’l-Kalem,
Bu konudaki kitapların en yenisi,en hacimlisi ve araştırma ürünü olanıdır. Bu kitabı okuduğumuzda Zulkarney öyküsünün şaşırtıcı bir bilmece olduğunu daha yakından görürüz.
Kitabın önsüzünde yazarın Zulkarneyn Öyküsünü araştırmak istediğinde güvenilir bir alime danıştığı ve ona Zulkarneyn konusunda araştırma yapmak istiyorum, ne dersiniz? dediğinde, yapmamasını söylediği, sebebini sorduğunda ise, bir sonuca varamazsın, dediği belirtilmektedir. [279]
Buna rağmen yazar bu konuda araştırma yapmaya karar vermiş, bilgiler derlemiş toplamış ve hacimli bir kitap yazmıştır. Ancak araştırmanın konusu olan Zulkarneyn’İn kimliği konusunda bilimsel ve konulu bir araştırmada bulunması gereken kabul edilebilir bir sonuca ulaşamamış gibidir. Onun için Zulkarneyn öyküsünün gerçekten bilmece gibi bir konu olduğunu söylüyoruz. [280]
Sahih Hadislerde Zulkarneyn:
Bilmece gibi bir konu olan Zulkarneyn konusunu değişiklik ve şüphenin karışmadığı Kur’an ve sahih sünnette aramamız gerekiyor. Bilindiği gibi Kuranda ancak Kehf suresinin konumuz olan ayetlerinde
Zulkarneyn’den sözedilmektedir. Bu ayetlerde de Zulkarneyn hakkında ayrıntılı bilgiler ve öykü ile ilgili olarak sorulacak sorulara cevaplar bulunmamaktadır Zulkarneyn’İn kimliği,üç yolculuğu,adı ve zamanı hakkında bilgi veren sahih hadisler de yoktur.
Sağlam bu iki kaynak onun hakkında bilgi vermediğine göre, onun hayatının ayrıntılarını biz nasıl bileceğiz? Durum böyle olunca, artık geçmişin ğaybı haline gelen ve hakkında söz söylemenin ğayb konusunda konuşmak sayılan bu olaylar ve kişiler hakkında kim bir şeyler söyleyebilir? Kur’anın, sahih hadislerin ve ashabı kiramın hakkında bir şey söylemediği bu olaylar ve kişiler hakkında kim ne diyecektir? Onun için bize düşen, Zulkarneyn öyküsü ile ilgili ayetlerin ve sahih hadislerin söyledikleriyle yetinmek ve iki kaynağın bir .şey söylemediği konularda susmaktır.
Sahih hadislerin Zulkarneyn’den söz etmediğini söyledik.Ancak Buhari Enbiya bölümünde ve Hz.lbrahimden söz etmeden önce ona işaret eden ayetlerden söz etmiş ve peygamberlerle ilgili hadisleri Sahih’inde şu şekilde sıralamıştır.
1- Adem’in yaratılışı ve soyu. 2-Ruhlar görevli askerlerdir. 3-Yüce Allah ın”Nuh’u kavmine gönderdik” demesi.
4- “Şüphesiz llyas salih kimselerdendir”
5- Idris.
6- “Ad kavmine de kardeşleri Hud’u gönderdik”.
7- Yecuc ve Mecuc öyküsü .
8- “Allah, İbrahimi dost edindi” . Bölüm böyle devam eder. [281]
Buhari ve İbn Hacer Askalani:
İbn Hacer, Buhari’nin Zulkarneyn’in Hz.îbrahim’den önce yaşadığı veya onun çağdaşı olduğuna inandığını söyler. Fethu’1-Bari kitabında şöyle der: “İbn Hacer’in Zulkarneyn’i Hz.lrahim’den önce tanıtması, Yunanlı büyük İskender olduğunu iddia edenlerin iddiasını çürütmektedir.Çünkü İskender Hz.lsa’ya yakın yaşamıştır. Hz.lsa ile Hz.İbrahim arasında ikibin yıldan fazla zaman vardır” [282]
İskender’in Zulkarneyn olmadığı doğrudur. Ancak Zulkarneyn’in Hz.lbrahimden önce yaşadığı veya onun çağdaşı olduğuna dair hiçbir delil yoktur. İmam Buhari’nin Sahih’ini bu şekilde düzenlemesi ve Zulkarneyn’i Hz.lbrahim’den Önce tanıtması Allah tarafından bildirilmiş olmayıp içtihadına göre yaptığı bir sıralamadır. Böyle yapmasını gerektirecek sahih bir hadis de yoktur. Onun için biz bu görüşe katılmıyoruz. Zira bu, geçmişlerle ilgili ğayb konusunda delilsiz konuşmaktan başka bir şey değildir. Ona ve büyük ilmine saygımız büyüktür, ama bu sıralamada yaptığı içtihadına katılmıyoruz.
İbn Hacer, Buhari’nin içtihadına uymuş ve Zulkarney’in Hz.İbrahim’in çağdaşı olduğunu söylemiştir. “Şüphesiz Kur’anda Allanın haberlerini verdiği kişi önce olur” demekte ve yaptığı bu tercihin kendine göre delillerini şöyle sıralamaktadır:
1- Tabiinden Ubeyd İbn Umeyr şöyle demiştir:Zulkarneyn yaya olarak hacca gitmiş, İbrahim onu duymuş ve kendisiyle görüşmüştür.
2- lbn Abas şöyle demiştir: Zulkarneyn Mescidi Harama girmiş, Hz.Ibrahime selam verip onunla tokalaşmıştır.
3- 0sman ibn Sac şöyle demiştir: Zulkarneyn, Hz.lbahim’den kendisi için dua etmesini istemiş, Hz.lrahirn “benim kuyuyu bozduğunuz halde size nasıl dua ederim?” demiş, o da benim emrimle olmamıştır, cevabını vermiştir.
4- lbn Hişam şöyle demiştir: jbranim bir konuda Zulkarneyn’in kararma başvurmuş ve onun lehine hükmetmiştir. [283]
İbn Hacer’in delillerine baktığımız zaman delil olabilecek bir tane bile bulamıyoruz. Aksine hepsini kabul etmeyip red etmek zorundayız. Çünkü hiçbiri Rasuluilahın bir sözüne dayanmamaktadır. Öncekilerin öyküleri konusunda Kur’an veya sahih hadis dışında bir şeyi delil kabul etmediğimizi okuyucu bilmektedir. [284]
Sahih Hadislerde Zulkarneyn Şeddi:
Ayetlerin belirttiği gibi zulkarneyn kuzeyde yaptığı fetihler sırasında bir set yapmış ve bu set Zulkarneyn şeddi olarak meşhur olmuştur. Çünkü kendisi yapmıştır. Yecuc ve Mecuc şeddi yahut harabesi olarak da anılır. Çünkü o bölge halkını Yeuc ve Mecu’un hücumlarından korumuştur.
Zulkarneyn şeddi hakkında bir sürü haberler anlatılmış,
çoğu da israiliyyat ve mitolojiden alınmıştır. Ancak bu sedle ilgili sahih hadisler de vardır. Bu hadislerin en meşhurlarından biri şudur:
Zeyneb binti Cahş’tan rivayet ediliyor: Bir gün Rasulullah onun odasına korku İçinde girmiş, lailahe illellah, diyerek yaklaşan bir kötülükten vay Arapların başına gelecek olanlar! deyip başparmak ve şehadet parmaklarım birleştirerek “Bugün Yecuc ve Mecuc şeddinden şu kadar açıldı” demiştir. Bunun üzerine Zeyneb: Ey Allahın Rasulü! Aramızda iyi kişiler olduğu halde helak olur muyuz? diye sormuş, Rasullah,”Evet, kötülük çoğalırsa” buyurmuştur.” [285]
Başka bir hadiste Rasulullahın şöyle buyurduğu rivayet edilir:”Bugün Yecuc ve Mecuc şeddinden şu kadar açıldı,demiş ve iki parmağını birleştirerek göstermiştir” [286]
Buhari, bir adamın Rasulullaha şöyle dediğini rivayet eder:”Seddin desenli bir hırka gibi olduğunu gördüm. Rasulullah ona: Kendisini görmüşsün, dedi.” [287]
Bu Hadislerden Anladıklarımız:
1- Hz.Zeyneb’in rivayet ettiği birinci hadisin senedi iyidir. Nevevi, Müslim Şerhi’nde “Bu isnadda Rasulullahın iki eşi ve iki kızı bulunmakta, biri diğerinden rivayet eder. Senedinde dört tane sahabi bayanın bulunduğu başka bir hadis bilinmemektedir.” [288] der.
Rasulullahın iki eşinden maksat, Zeyneb binti Cahş ve Ümmü Habibe’dir.Iki eşinin (başka kocalardan olan) kızları da Ümmü Habibe’nin kızı Habibe ve Ümmü Seleme’nin kızı Zeyneb’tir. Tabüinden Urve İbn Zubeyr ve Muhammed Ibn Şihab ez-Zuhri onlardan rivayet etmiştir.
2- Rasulullahın korku içinde Hz.Zeyneb’in odasına girerek yaklaşmakta olan kötülükten endişe etmesi. Buhari ve Müslim’in başka bir rivayetinde korku içinde uykudan uyanırken, üçüncü bir riayetlerinde ise, bir gün yüzü kızarmış olarak korku içinde çıkarken bunu söylemiştir,denilmektedir. Her üç rivayeti şöyle uzlaştırmak mümkündür:
Rasulullah, Zeyneb binti Çahş’ın odasında yatmış,korkulu bir rüya gÖrmüş-Peygamberlefin rüyası gerçektir-korku içinde uykudan uyanmış,yüzü kızarmış olarak odadan çıkmış ve o korku içinde Ümmü Habibe’nin kızı Zeyneb’in odasına girerek ona yukarıdaki sözleri söylemiştir.
3- Korkmasımn sebebi,rüyada Yecuc ve Mecuc şeddinin açıldığını görmesi-veya Allahın ona göstermesidir.Seddin açıldığını uyurken rüyada görmüştür.
4- Rüyada şeddin açıldığını görmesi, Yecuc ve Mecuc’un şeddi açmaya başladığını ve başlangıçta başarılı olduklarını gösterir. Bu da şeddi delip geçmenin kıyametten önce olacağını gösterir. Yecuc ve Mecuc’un kiyamet saatinin öncesinde çıkmasına kadar şeddin ayakta durması şart değildir.
5- Yecuc ve Mecuc’un şeddi açmasından maksat, orada yapılan şeddi yıkıp geçmeleridir.Yaklaşmakta olan kötülükten maksat da,Yecuc ve Mecuc milletinin çıkıp islam alemini İstila etmesidir.
Bazılarına göre bundan maksat, fitnelerin çıkmasıdır. Hadiste şeddin açılmasının belirtilmesi, müslümanlar için fitne kapılarının açılmasından kinayedir.
İbn Hacer bu konuda şöyle der:Rasulullah sadece Arapları belirtmiştir. Çünkü o gün müslüman halkın çoğu onlardandı.Sözü edilen kötülükten maksat da daha sonra Hz.Osman’ın öldürülmesidir. Sonra fitneler birbirini izlemiş ve başka milletler arasında Araplar,köpekler arasında kalan yemek çanağına dönüşmüştür.” [289]
6- Hadisten anlaşıldığına göre dünyada ceza, toplu ceza şeklindedir. Kötülük ve ahlaksızlıkların çoğalıp yayılması halinde, içinde iyi kişiler de bulunsa,ümmetin helak olması Allanın sosyal bir yasasıdır. “Aramızda iyi kişiler olduğu halde helak olur muyuz? Evet, kötülük çoğalırsa, dedi.” [290]
Sahih Hadislerde Yecuc ve Mecuc’un Çıkması:
Sahih hadislerde Yecuc ve Mecuc’un aslı, tarihleri,yerleri, yurtları,şekilleri ve hayatlarının ayrıntılarıyla ilgili hiçbir şey yoktur.Son çıkıştan önce çıkışları hakkında bir şey söylenmemektedir. Bütün bu konularda sahih hadislerde bir bilgi mevcut değildir. Sadece kiyamet saatinden önce son çıkışlarına işaret edilmekte ve bu çıkışları kiyametin alametlerinden gösterilmektedir. Çıkışlarının Hz.İsanın inmesi ve Led kapısında Deccal’ı öldürmesinden sonra olacağını anlatır. Deccal, Hz.tsa, Yecuc ve Mecuc’dan söz eden uzun ve ayrıntılı bir hadis Müslim’de rivayet edilmektedir. [291]
Zulkarneyn Kimdir?
Tefsirciler ve tarihçiler Zulkarneyn’in kimliğini tespit etmek için çok uğraşmış, yaptığı işler, yaşadığı yeri ve zamanı belirlemeğe çalışmışlardır. Bu konuda alabildiğine ihtilaf etmişler. Farklı ve çelişkili görüşler ve deliller ileri sürmüşler, genellikle de israiliyyat, mitolojik haberler ve güvenilir olmayan rivayetlere dayanmışlardır. Haber uyduranlar hayallerinde Zulkarneyn için mitolojik ve komik bir portre çizmişler, onun için bir sürü işler, olaylar ve fetihler sıralamışlardır.
Acaba Zulkarneyn’in kimliğini kesin olarak belirlemek mümkün müdür? Şüphesiz bu sorunun cevabı hayırdır. Çünkü aklına ve bilgisine saygısı olan hiçbir kimsenin Zulkarneyn’in kimliğini belirlemeye çalışması mümkün olmadığı gibi, Kur’anın işaret etiği üç yolculuğunu ve bina ettiği şeddin dünya üzerindeki yerini kesin olarak belirlemesi de mümkün değildir. Bunu yapması mümkün değildir, diyoruz. Çünkü sahih kaynak olan Kur’an ve sahih sünnet bu konuda bilgi vermemektedir. İkisi bu konuda bir şey söylemediğine göre, kesin delil de yok demektir.
Onun için alimlerin bu konuda söyledikleri, kesin hüküm ve karar anlamında değil, içtihad ve tercih türünden şeylerdir. Onlardan biri Zulkarneyn hakkında yazılanları okuyor, bunları söyleyenlerin ileri sürdükleri delilleri inceleyip değerlendiriyor, başkaların ileri sürdükleri delillerle karşılaştırıyor, sonunda görüşlerden veya ileri sürülen delillerden birini tercih edebiliyor. Ancak bu tercihi, <esin bir karar ve hüküm değil,zan, ihtimal ve tercihten öteye geçmez. [292]
Seyyid Kutup Bu Konuda Ne Diyor?:
Zulkarneyn’in kimliği ve yaptığı işlerin belirlenmesi konusunda en olgun ve isabetli görüşlerden biri şüphesiz Seyyid Kutub’un söyledikleridir. Şöyle diyor:
“Kur’an, Zulkarneyn’in kimliği hakkında bir şey söylemiyor. Kur’anın öykülerinde genel özellik budur. Çünkü öykülerden amaç,tarihsel belirleme değildir. Sadece anlatılan öykülerden alınacak ibret ve derslerdir. Bu da çok zaman yer ve zaman belirtilmeksizin gerçekleşmektedir.
Bildiğimiz kadarıyla tarih, İskender Zulkarneyn adında bir kralı tanır. Ancak bunun Kur’anda belirtilen Zulkarneyn olmadığı kesindir. Çünkü eski Yunanlı olan büyük iskender putperest bir adamdır. Halbuki Kur’anın sözünü ettiği Zulkarneyn Allanın birliğine inanan, ahirete ve dirilişe inanan bir mümindir.
Ebu’r-Reyhan Biruni “el-Aasaru’1-Bakiye ani’l-Kuruni’l-Haliye” kitabında şöyle anlatır: Kur’anda sözü edilen Zulkarneyn, Himyer halkından diktatör bir kraldı. Himyer kralları “Zu” kelimesiyle lakaplanırlardı. Tıpkı Zu Nuvas, Zu Yezen gibi. Adı Ebu Bekir İbn Afrikış olup ordusuyla Akdeniz sahiline yürümüş, Tunus, Merakeş ve başka şehirlerden geçmiş, Afrika şehrini kurmuş ve bütün Afrika kıtası onun adıyla adlandırılmıştır. Güneşin doğduğu ve battığı yere ulaştığı için kendisine zulkarneyn denilmiştir.”
Bu sözler doğru olabilir. Ama doğru olup olmadığını araştırma imkanlarına sahip değiliz. Çünkü hayatından Kur’anın çok az sözettiği Zulkameyn’i bilinen tarih içinde araştırmak ve tespit etmek mümkün değildir. Onun durumu da Kur’anda anlatılan Nuh, Hud, Salih ve diğer birçok Öykünün kahramanı gibidir.
Şüphe yok ki tarih, insanlığın ömrüne oranla yeni doğmuş sayılır. Bilinen yazılı tarihten önce nice olaylar geçmiş ki tarih bunlar hakkında hiçbir bilgiye sahip değildir. Onun için o olaylar için başvurulacak yer bilinen tarih değildir.
Tevrat tahrif edilip azaltma ve eksiltmelerle değiştirilmeseydi, bu olaylar hakkında güvenilir bir kaynak olabilirdi. Fakat ne yazık ki Tevrat, mitoloji uydurma ve vahyedilen metne eklendiği kesin olan yalan rivayetlerle doldurulmuştur. Onun için tevrat, anlattığı tarihi öyküler konusunda kesin ve güvenilir olmaktan çıkmıştır.
Elimizde tahrif ve değiştirmelerden korunmuş sadece Kur’anı Kerim kalmaktadır, içerdiği tarihsel öykülerle ilgili güvenilirliği ve doğruluğu kesin tek kaynak o kalmıştır.
Kur’anın şu iki sebepten tarihin verdiği bilgilerle yargılanmasının caiz olmadığı açık ve kesin bir şeydir:
a- Tarih, yeni bir bilim dalıdır.insanlığın tarihinde sayılamıyacak kadar olayları kaydetmemiş ve onlar hakkında hiçbir bilgiye sahip değildir. Kur’an ise, tarihin hakkında bilgiye sahip olmadığı bu olaylardan zaman zaman sözetmekte ve anlatmaktadır.
b- Sözkonusu olayların bir kısmını tarih kaydetmiş olsa bile, nihayet gücü ve bilgileri sınırlı olan insanların yazdığı veya anlattığı şeylerdir, insanın bütün çalışmalarında sözkonusu olabilecek tahrif, yanlış ve eksikliklere maruzdur.
Ulaşım, iletişim ve araştırma imkanlarının zirveye ulaştığı günümüzde bile bir tek haber değişik varyantlarla rivayet edilip anlatılmakta, değişik açılardan görülmekte ve çelişkili şekillerde yorumlanmaktadır. Tetkik ve araştırma konusunda ne söylenirse söylensin, tarih işte bu yığınlardan oluşturulmaktadır.
Onun için Kur’anın anlattığı öyküler hakkında tarihin söylediklerine bakmak veya güvenmek, yegane kesin söz sahibinin Kur’an olduğunu söyleyen islam inancı red etmeden önce, kabul edilen bilimsel kuralların red ettiği bir
şeydir. Kur’anın öykülerini tarihle yargılamak, Kur’ana ve bilimsel araştırma yöntemine inanmış hiçbir müminin kabul edeceği bir şey değildir. Çünkü böyle bir şey saçmalıktan öteye geçmez.” [293]
Zulkarneyn’in Kimliğini Belirlemeye Çalışan En Meşhur Görüşler:
Zulkarneyn’in kimliğini belirlemeye çalışan en meşhur görüşler dörttür.Bunları tekek teker değerlendireceğiz. [294]
1- Hz.Ibrahim’in Çağdaşı Mıdır?
Bu görüş, adını değil, sadece yaşadığı zamanı belirtmekte, Hz. İbrahim’in çağdaşı olup Filistin’de ve Mekke’de Mescidi Haram’ın yanında kendisiyle görüştüğünü söylemektedir.
Muhammed Hayr Ramazan Yusuf bu görüşe meylederek şöyle der:” Zulkarneyn, başka bir adamdır. Tubba\lskender ve Kûruş’ten önce geçmiş asırlarda yaşamıştır. Güvenilir tarihçilerin belirtip kararlaştırdıkları gibi Hz.ibrahim zamanında yaşamıştır.” [295]
Yazarın bu görüşünü değerlendirdiğimiz zaman Zulkarneyn’in Hz.lbraham zamanında yaşadığını belirten sahih hiçbir hadisin bulunmadığını görürüz, Hz.İbrahim zamanında yaşadığını söylerken güvenilir dediği ve dayanak yaptığı tarihçilerin de fazla güvenilir olmadığını belirtmeliyiz. Söylediği gibi olsalar bile, görüşüne dayanak olabilecek sahih hadislerden bir delil bile göstermemişlerdir.
Görüşlerine güvenip dayandığı tarihçiler dediği el-Bahru’l-Muhit tefsirinin sahibi Ebu Hayyan,el-Cami li Ahkami’l-Kur’an tefsirinin sahibi Kurtubi,Camiu’l-Beyan tefsirinin sahibi el-Iyci,Keşşaf tefsirinin sahibi Zemahşeri, Medariku’t-Tenzil tefsirinin sahibi Nesefi, Celaleyn tefsirine haşiye yazan Süleyman el-Cemel ve Ahmed es-Savi, bir de Ruhu’l-Maani tefsirinin sahibi Alusi’dir.
Bilindiği gibi bunlar tarihçi değil, tefsircidirler.Tarihle ilgili söyledikleri de araştırma, inceleme, ayıklama ve değerlendirilmeye muhtaçtır.
Güvenilir dediği ve dayanak gösterdiği tarihçiler ise, el-Ezraki,îbn lyas ve Muhadaratu’l-Evail kitabının sahibi Ali Duka’dır. Acaba güvenilir tarihçiler bunlar mıdır? Yazarın, görüşü için sağlam ve bilimsel deliller ve dayanaklar getirmesini ne kadar isterdik. Böyle deliller de ancak Kur’andan ve sahih hadislerden alınabilir. Ne yazık ki güvenilir sağlam kaynaklara dayanmayan kimi tarihçi ve tefsircilerin görüşlerine dayanmış olması bilimsel, metodlu ve kesin bilgi veren çalışmalar için kabul edilemez.
Bu sebepten Zulkarneyn’in Hz.İbrahim’in zamanında yaşadığı görüşünü seçen Muhammed Hayr Ramazan Yusuf’a ne yazık ki katılamıyoruz. Aynı şekilde Hz.ibrahim ile Fiiistinde veya Mekke’de buluştuklarını söyleyen bütün tarih ve tefsir kitaplarının söylediğini de kabul edemiyoruz. Çünkü insanın güvenebileceği ve dayanak yapabileceği bir tek sahih hadiste böyle bir olay geçmemektedir. [296]
2- Mekadonya’lı Büyük İskender Midir?
İkinci görüş Zulkarneyn’in, M.Ö.356 yılında doğan ve Jabası Makedonya kralı Filİp olan Makedonyalı büyük iskender olduğunu söylüyor. Oğlu iskender’i meşhur eski Yunanlı filozof Aristo’nun yanına vermiş, o da yunan mantık ve felsefesine göre kendisini eğitip yetiştirmiştir. Virmi yaşında iken babası ölmüş, M.Ö.336 yılında kral
olmuş, iki yıl sonra Perslerle savaşa çıkmış, Pers imparatoru Dara’yı M.Ö.333 yılında yenmiş, Şam ve İrak bölgelerini fethetmiş, sonra Hint bölgesini fethetmeye gitmiştir.
Yaklaşık on yıl içinde orada o gün bilinen ülkelerin çoğunu fethetmiş ve eski Yunan’a dönmüştür. Yolda Irakta biraz dinlenmek için Babil şehrine uğramış, ağır bir sıtma hastalığına yakalanarak onbir gün yatmış ve M.Ö.323 yılında otuz üç yaşından küçük bir yaşta Babil şehrinde ölmüştür.
Zulkarneyn adı ile anılmıştır. Çünkü Pers devletini fethetmiştir. Böylelikle o günün en güçlü iki devleti olan Yunan ve Pers boynuzlarını bir araya getirmiş kabul edilmiştir.
Büyük İskender’in Kur’anda adı geçen Zulkaneyn olduğunu müslüman tarihçi ve tefsircilerden büyük bir topluluk söylemektedir. Mesudi, Makrizi, Salebi, İdrisi, Razi, Ebu Hayyan, Nesefi, Ebussuud, Alusi, Kasımi, Muhammed Ferid Vecdi bunlardandır. [297]
Bu görüşü benimseyenler büyük ilim ve fazilet sahibi insanlar olmasına rağmen, ne yazıkki söyledikleri de yanlış ve batıldır.Çünkü Makedonyalı büyük iskenderin Yunan tanrılarına tapan müşrik kafir bir insan olduğu herkesin kabul ettiği bir şeydir. Aynı şekilde içki, fuhuş ve ahlaksızlıklara aşırı derecede düşkün olan bir insandır. Hatta içki ve fuhuşla geçirdiği bir gecede ölmüştür. Halbuki Zuîkarneyn, Kur’anın tanıttığı gibi mümin, adaletli ve iyi bir insandır. [298]
3- Himyer’li Midir?
Üçüncü görüş,Zulkarneyn’in Himyer krallarından Arap bir kral olup adı Sa’b Zu Merasid İbn Haris İbn RaiŞ
olduğunu söylemektedir.Himyer kralı Ebu Bekir-veya Ebu Karab- Umeyr İbn İfrikış el-Himyeri olduğu ve miladi 300-320 yıllan arasında krallık yaptığı söylenir.
Bu görüşü tabiinden Vehb bin Münebbih, Ka’bulahbar ve çağdaşlardan bu konuda bir kitap yazan Muhammed Rağıb Tabbah savunmaktadır. Halbuki bu görüşün Arapçılık eğilimi ve duygusallıkk dışında hiçbir dayanağı ve dilili yoktur. [299]
4- Doğrusu,İran/Pers Kralı Kuruş’tur.
Dördüncü görüş, Zulkarneyn’in Lidya ve Midya ülkelerini birleştiren, bundan dolayı da kendisine Zulkarneyn adı verilen ve M.Ö.559-529 yılları arasında otuz yıl krallık yapan İranl/Pers kralı Kuruş olduğunu söyler. Bu görüşü, “Yeseluneke an Zilkameyn” kitabının yazarı Ebu’l-Kelam Azad ve “Kıssatu Zilkarneyn” kitabında Dr.Abdulalim Abdurrahman Hızır tercih etmişlerdir. [300]
İran’lı Kuruş Olduğunu Söyleyen Ebu’l-Kelam Azad’in Delilleri:
Ebu’l-Kelam Azad, Hint yarımadasında müslümanların liderlerindendi. Sömürgeci Ingiltereye karşı müslümanları ayaklanmaya çağırmış ve ateşli konuşmalar yapmıştır. Halkı isyana teşvik ettiği, karışıklık çıkardığı ve sivil ayaklanmaya katıldığı gerekçesiyle ingiltere onu 1922 yılında yargılamış, mahkemeye çıkarıldığında yargıç,tanık ve dinleyicilerin karşısında fesahat,mantık ve delil gücü bakımından zirve
n tarihi bir savunma yapmıştır. [301]
Hindistan bağımsızlığına kavuşunca, ilk milli eğitim bakanı olmuş ve 1955 yılında ölmüştür, islamcı bir düşünür ve Kur’an tefsircisi bir alim olup Hindistanda müslüman yazarların Önde gelenlerindendir.
Zulkarneyn konusunu araştırmış, İrana gitmiş, Yecuc ve Mecuc şeddinin bulunduğu bölgeyi incelemiş, inceleme ve yolculuğunun sonuçlarını önce Hindistanda, sonra Pakistan’da Mevdudi’nin çıkardığı Tercümanu’l-Kur’an dergisinde yayınlamıştır.
Ahmed Hasan Bakori 1972 yıhnda Ebu’l-Kelam Azad’m sözkonusu dergide yayınlanan makalesini almış ve. ona büyük çoğunluğu kendi seyahatleri, Cemal Abdunnasır’la ilişkileri [302] , Hindistan,Pakistan, Endonezya ve Çin seyahatlerinin oluşturduğu uzun bir Önsöz yazmıştır. Kitap haline gelen çalışma “Ve Yeseluneke an zilkarneyn” adıyla Daru’ş-Şa’b tarafından Mısır’da yayınlanmıştır.
Ebu’l-Kelam Azad’m sözonusu kitapta söyledikleri yerinde, doğru ve güzeldir. Değişik görüşİeri bir araya getirmekte, görüşünün delillerini ortaya koymakta, onu tarih, coğrafya ve arkeolojik bulgularla desteklemektedir. Sözkonusu kitapta ortaya koyduğu delillerin özetini vereceğiz. Ancak Zulkarneyn’in kimliğini belirlemek için Önce başka yazarların söylediklerinden yaptığı özetlemeyi vereceğiz. [303]
Zulkarneyn’in Kimliğini Belirlemeye Çalışanların Söylediklerini Özetlemesi:
Ebu’l-Kelam Azad, Kur’anda Zulkareyn’in verilen sayıldığını söylemiştir. Sonra onun kimliğini belirlemeye çalışan bazı tefsircilerin görüşlerini vermiştir.
Onlardan bazıları “karn” kelimesinin zahir anlamının kestedilmediğini, aksine zamandan kinaye olduğunu ve yönetimi iki büyük dönemi kapsadığı için kendisine Zulkarneyn denildiğini söylemiştir.
‘Bazıları ise, Hz.ibrahim’in çağdaşı olduğunu ileri sürerken,Başkaları da Himyer krallarından bir kral olduğunu söylemiştir. Kimileri de Makedonyalı büyük İskender olduğunu iddia etmiştir.
Ebu’l-Kelam bütün bu görüşlerin Kur’anın anlattığı Zulkarneyn’in niteliklerine ve belirttiği işlerine uymadığını söyleyerek hepsini redetmiş ve delillerini çürütmüştür. [304]
Zulkarneyn, İranlı Kûruş’tur:
Ebu’l-Kelam, Zulkarneyn’in İranlı Kuruş olduğu sonucuna varıştır. Farsça adının Kuruş olup Yahudilerin ona Horiş, Arapların da Kuruş [305] veya Keyhusrev, Yunanlıların ise Sairis dediklerini söyler.
Kuruş, Persler’in ilk döneminde iran’da kraldı. Bu da Büyük iskender’in Persler’e saldırıp kralı Dara (Daryüs)ü öldürmesinden önceki dönemdir.
Küruş’un kral olmasından önce Iran güneyde Faris (Pers), kuzeyde de Midya/Medler olmak üzere İki ülkeye ayrılmıştı. Kuruş 559 yılında kral oldu ve Faris ile Midya “ilkelerini bir devlet olarak birleştirdi. Emirler yönetiminden )şnut oldular ve halk da ona bağlılık gösterdi.
Kuruş, İran halkından bir ordu hazırladı, başka ülkelerle savaşıp fethetti ve kendine bağladı.Fetihleri adalet, insaf ve mazlumları kurtarmak içindi. Meşhur üç tane savaş yaptı. [306]
a- Kûruş’un Batı Seferi:
Yunanlıların İran’a komşu Lidya adında bir devletleri vardı. Anadolunun kuzeyinde, Karadeniz ile Ege denizi arasında kurulmuştu. Yunanlı Lidya ile İranlı Midya arasında savaşlar sürüp gidiyordu. Kuruş zamanında üdya’nm başında kral Krezus bulunuyordu.
Kuruş, kral olunca, Krezus ona savaş açtı ve önce saldırdı.Kuruş’in ona karşı savaşmaktan başka alternatifi yoktu.İran halkından bir ordu alarak batıda Lidya üzerine yürüdü ve başkentine doğru ilerledi. İki taraf arasında Petriya ve Sardiz adında amansız iki savaş oldu.Lidya devleti yıkıldı, başkenti Sardiz işgal edildi ve kralı Krezus esir alınarak iran’a götürüldü. Böylece Lidya devleti de İran imparatorluğuna katıldı.
Kuruş, yenik düşen Yunanlılara adalet, insaf ve merhametle davranmış, hatta bunda aşırı gitmiştir. Kralları Krezus için bir yığın odun hazırlanmasını isteyerek içine oturtmalarını ve üzerine ateş yakmalarını söylemiştir. Onlar da söylediğini yapmışlar. Ama Krezus’un korkup ükmediğini görünce, söylediklerini geri almış ve kendisini bağışlamıştır. Krezus ömrünün kalan günlerini onun yanında saygın ve onurlu olarak yaşamıştır.
Kur’anın işaret ettiği ilk yolculuk budur.Kûruş bu seferde Lidyanın başkenti olan Sardiz’i fethetmeye giderken güneşin battığı yere kadar varmıştır. Sardiz Ege denizi sahilinde şimdiki İzmir şehrinin yakınlarında bulunuyordu
Ege sahilleri körfezleri çok girintili çıkıntılı bir yerdir.Dr.Abdulalim Hızır “Mefahimu Coğrafiyye fi’l-Kasasi’l-Kur’ani:Kıssatu zilkarneyn” kitabında bu bölgenin coğrafi yapısını anlatmış ve güneşin oradan sanki kara balçıklı bir pınarın gözünde batıyor gibi göründüğünü belirterek şöyle der:
“Kuruş, Ege sahillerine geldiğinde sahilin çok girintili çıkıntılı ve körfezlerinin çok olduğunu görmüştür. Bunlardan büyük ve küçük Menderes ile Gediz körfezleri sayılabilir.izmir körfesi yüz yirmi kilometre kadar içeriye uzanır.Etrafı dağlarla çevrilidir.Alüvyon ve volkanik topraklar taşıyan Gediz nehrinin bulanık suları Anadolunun yüksek yerlerinden batıya doğru akarak buraya dökülür. Gediz nehrinin çok girintili çıkıntılı ve körfezli Ege sahillerine varıp denize dökülünceye kadar akış hızı gittikçe artar ve yüksekliği bin ile ikibin metre arasında değişen dağlar arasındaki vadide akarak İzmir körfezine dökülür.
Kuruş, izmir yakınlarında antik Sardiez şehri yakınlarında durduğu zaman, batış sırasında tam bir göze benzeyen ve ufkun kızıllığı ile Gediz nehrinin getirdiği kızıl alüvyonların birbirine karıştığı haliçte batan güneşin yuvarlağını seyretmiştir. Büyük ihtimalle Kur’anın sözünü ettiği kara balçıklı göz burasıdır. [307]
b- Kûruş’un Doğu Seferi:
Iranın doğusunda göçebe dağınık kabileler yaşıyordu. ‘aman zaman Iranın sınırlarını geçiyor ve bozguncululaklar yapıyordu. Kuruş batıda Yunanlıları yendikten sonra bu kabileleri cezalandırmak için doğuya bir sefer düzenledi. Sind nehrine varıncaya kadar doğuya doğru ilerleyip ülkeleri birer birer fethetti. İsfahan, Cüzcan,Horasan bölgelerini geçti. Kuıı. Kavha, Karun, Curcan ve Zende nehirlerini geçti. Belucistan,Mekran ve Belh bölgelerine kadar gitti. Bu bölgelerde olan kabileler göçebe olup evlerde ve şehirlerde oturmazlardı,Bu yüzden güneş doğup sıcaklığı yükseldiğinde onları sıcaklığından koruyacak evleri yoktu. [308]
c- Kûruş’un Kuzey Seferi ve Yecuc İle Mecuc Şeddi:
Batı ve doğu cephelerini sağlama alıp güneyde de Babil bölgesini fethettikten sonra Kûruş ülkenin kuzey cephesini de sağlama almak için kuzeye yöneldi. Ülkesinin kuzeyinde Gürcistan,Azerbaycan ve Ermenistan vardı. Bunlar Kafkas dağlarının güneyine düşmektedir. Kuzey cephesinin sınırları onların arkasında yaşayan, medeniyetten uzak ve düzensiz kabilelerin önünde doğal bir engel sayılırdı.
Bu doğal engel doğuda Kazvin-Hazar-denizinden başlar. Derbend şehri buradadır. Ortada kafkas dağları ve batıda Karadeniz olup kıyısında Sohum/Soşi şehri bulunur. Dağların ve denizin oluşturduğu bu doğal engeli geçmek için Kafkas dağlarının ortasında bulunan daracık Daryal boğazı dışında bir geçit yoktur.
Kafkas dağlarının güneyinde Kuşa kabileleri otururken, bu dağların kuzeyinde uygarlaşmamış Moğol kabileleri otururdu.Bunlar Masacit veya Kur’anın deyimiyle Yecuc ve Mecuc kabileleridir. Yeuc ve Mecuc kabileleri yağmacılık ve bozgunculuk yapmak için Kafkas dağlarındaki Daryal geçidinden güneye çıkarlardı. Kûruş.Kur’amn bir türlü söz anlamadıklarını söylediği Kuşa kabilelerine geldiği zaman, kendisine Yecuc ve Mecuc kabilelerinin hücumlarından yakındılar.
Kûruş,Yecuc ve Mecu’un o bölgelere ulaşmasını engellemek istedi. Bölgede dokuz yıl kaldı.Yecuc ve Mecuc’un geçtiği Daryal geçidini Kur’anın sözünü ettiği bir sedle kapattı. [309]
Zulkarneyn Şeddi, Daryal Geçidinde Yapılan Seddir:
Zulkarneyn olan Kûruş’un yaptırdığı set, Kafkas dağlarının ortasındaki Daryal geçidi üzedinde yapılan settir. Bu setle ilgili olarak Kasımı tefsirinde şöyle der:
“Tercih edilen görüşe göre bu sed,şu anda Rusya’ya bağlı olan Dağıstan’da, Derbend ve Hozar şehirleri arasındadır. Eskiden beri iki şehir arasında meşhur bir geçit vardır.Eski ve yeni birçok millet onu sed adıyla anar. Şeddin içinde Demirkapı adını verdikleri bir yer vardır. O da Arapların Kaf dağı dedikleri Kafkas dağlarından iki dağ arasında bulunan eski bir şeddin kalıntısıdır. Başka milletler gibi şeddin orada bulunduğunu ve yeryüzü hakkındaki bilgileri sebebiyle oranın yer yüzünün sınırı olduğunu, Yecuc ve Mecuc kabilelerinin o dağların arkasında bulunduğunu söylerlerdi.” [310]
Dr.Abdulhalim Hızır, üzerinde şeddin yapıldığı kafkas dağlarının yapısını anlatarak şöyle der:
“Kafkas dağlan sıralar oluşturur, çok yüksektir, aşılması zordur,bir boğaz dışında geçit vermez.O da ortadaki Daryal geçididir. Terk/Türk nehrinin kollarından biri bu boğazda akmaktadır.Dağlar doğuda Hazar denizinin dalgalarına ve batıda Karadenizin sularına değecek kadar uzanırlar.Sıra dağların uzunluğu 1200 km. kadardır. Bütün Avrupanın en yüksek dağlarıdır.Daryal boğazı dışında aşılmaları mümkün değildir.” [311]
O Bölgede Madenlerin Çokluğu:
Kur’an, yapılan şeddin kızgın demir kütlelerinden ve üzerine eritilip dökülen bakırdan yapıldığını anlatır.Demir kütleleri ve bakır iki dağın zirvesine kadar yükselmiştir. Acaba Kuruş bu kadar demir ve bakın nereden bulmuştur? Dr.Abdulalim Hızır o bölge için şunları söylemektedir:
“Demir madenleri: Azerbaycan topraklarında çok miktarda demir madeni yatakları vardır.Bunun en açık delili de, Azerbaycanın başkenti olan. Baku’da şu anda bulunan demir ve çelik sanayiidir. Bugün bölge bu madenler yönünden zengin ise, geçmişte elbette daha zengin olmuştur.
Ermeistan da madenler yönünden zengindir.Özellikle demir, bakır, kurşun,cıva, altın, kükürt,şap taşı gibi madenler çoktur.Ermeni tarihçi Leontius dağlarda kazılmış olan bazı yerlerin, eskilerin yer yüzüne yakın olan madenleri çıkarıp işledikleri ve elde etmek için toprağı kazdıklarını gösterir, der. Jeolojik yapı, Babert Erğana bölgelerinin zengin demir yataklarına sahip olduğunu gösterir. Gürcistan’ın da bol miktarda demir madenlerine sahip olduğu anlaşılmaktadır. Türkiyenin Ermenistan sınırına yakın bölgesinde yirmi beş milyon ton rezerve sahip olduğu tahmin edilen meşhur demir/bakır bölgesi bulunmaktadır.
Demiri eritmek için gerekli olan odun ve kömüre gelince; Ermenistan’nın Kılakent bölgesinde büyük miktarlarda rezervler vardır. Karadeniz sahillerinde Zonguldak kömür madenleri gerçekten zengin yataklardır.
Kereste konusunda ise Ibn Havkal, Erdebiİ bölgesinin bağ bahçeleri, ormanları ve meyveleri çok olan bir ölge olduğunu söyler.
Bölgede bakır yataklarının bol miktarda bulunduğu bilimsel ve tarihsel olarak sabittir. Modern jeoloji araştırmaları Zencan, Anarak, İsfahan’ın kuzeyi ve Azerbaycan’ın güneyinde çok miktarda bulunduğunu göstermektedir. Ermenistan’da eskiden beri bilinen büyük bakır yatakları, öncekilerin bu madenleri çıkardığının delilidir.
Taşıma ve çekme işlerinde kullanılan hayvanlar bakımından da bölge zengin olup mera ve çayırlarla doludur.Çünkü batıda Akdeniz iklimi ile doğuda Çin iklimi arasında yer almaktadır.O bölgede deve bilinmektedir. Üstelik develer iki hörgüçlü türdendir.Ayrıca ulaşımda eşek gibi kullanılan katıra benzer bir hayvan vardır. Dağlık yerlerde rahatlıkla dolaşıp yük taşıyabilir. Aynı şekilde yük taşıma ve çekmeye elverişle güzel cins atlar da asırlardır o bölgede bilinmektedir.
işçi ve mühendislerin yiyecek ve içeceklerine gelince; Modern coğrafyanın belirttiğine göre, bölge ilk asırlardan beri tahılı tanımış ve yetiştirmiştir. Eski kalıntılarda tahıllara rasianmış, tanelerle dolu çömlekler ve sürahiler bulunmuştur. Ermenistan, Abbasi devletinin en verimli bölgelerinden sayılırdı. Bölge, besin maddesi olarak içeride tüketilen ve ihraç edilen balıklarıyla da meşhurdur.
Bölgenin vadileri meyveli ağaçlardan ormanlarla doludur.Dağıstan ilk çağlardan beri meşhur bir tarım ülkesidir.Ermenistanın iklimi de öteden beri tarım için çok uygundur.” [312]
Bütün bunlar şeddin yapıldığı bölgenin sed yapmaya elverili olduğunu, şeddi yapacak insanlara yiyecek, içecek,
ulaşım ve taşıma araçlarını sağlamaya, şeddin yapımında kullanılacak demir, bakır, kömür, odun gibi malzemeye de yeterince sahip bulunduğunu gösterir.
Anlaşıldığı kadarıyla da Daryal geçidi dar olup iki dağ arasında bulunduğundan ve iki tarafında dağlar dik yükseldiğinden sed yapmaya elverişli bir yerdir. Onun için eski alimlerden çok kişi Zulkarneyn’in şeddi Kafkas dağlarında Daryal geçidi üzerinde yaptığını tercih etmişlerdir. [313]
Kûruş’un Anıt Heykeli:
Ebu’I-Kelam Azad ve onunla beraber Abdulalim Abdurrahman Hızır, Kur’anda belirtilen Zulkarneyn’in iranlı Kuruş ve anılan şeddin de Daryal geçidi üzerinde bina ettiği set olduğunu tercih ederler. Araştıran ve tahkik eden bu iki alim, Kûruş’un niteliklerinin Kur’an’da belirtilen Zulkarneyn’in niteliklerine uyduğunu, hatta bu niteliklerin Kûruş’de bulunduğunu söylerler. Ebu’I-Kelam Azad bu konuda şu delilleri gösterir:
Kûruş’e Zulkarneyn adı verilmiştir. Çünkü Midya ve Faris (Med ve Pers) ülkelerini birleştirerek bir ülke yapmıştır. Bu ülkelerden her biri boynuza benzetilmiş, ikisini bir araya getirince kendisine iki ülke sahibi anlamında zulkarneyn” adı verilmiştir. Ebu’l-Kelam’ın bu konuda gösterdiği en önemli delil ise, arkeologların bulduğu Kûruş’un bir heykelidir. Şöyle diyor:
“Bu önemli arkeolojik keşif, Kûruş’un kendi taş heykelidir. İran’ın eski başkenti Istahr’dan yaklaşık elli kilometre uzaklıkta Mirğab nehrinin kıyısında bir yerde dikili olarak bulunmuştur. D aha önce de James Morier bu heykelin varlığını duyurmuş, yıllar sonra Sir Robert K.Porter gelmiş, heykelin bulunduğu alanda detaylı bir araştırma yapmış ve heykelin kara kalemle çizdiği bir resmini İran ve Gürcista’a yaptığı bir seyahatini anlattığı kitabında yayınlamıştır. Papaz Forster 1851 yılında heykelden sözetmiş ve onu Tevrat metinlerinin söylediklerine delil göstermiştir. Heykel’in daha önce yayınlanan resminden güzel bir resmini de yayınlamıştır. O zamana kadar çivi yazısı henüz tam okunabilmiş değildi. Ancak sözkonusu heykeli’in Sairis’e, yani Kûruş’e ait olduğu kesinleşmişti. Daha sonra yapılan araştırmalar bu kararı şüpheye yer bırakmayacak şekilde desteklemiştir.
Sonra meşhur Fransız yazar Deu Lofoy Irandaki eski eserlerle ilgili kitabını yazınca, heykel’in üç boyutlu bir resmini yayınlamış, böylece heykel tam bir görünüm kazanmıştır.
Ebu’l-Kelam Azad heykel’in niteliklerini belirterek şöyle der: İnsan boyunda bir heykeldir.Heykelde Kuruş, karga kanatları gibi iki kanatlı olarak görünmektedir. Başında koç boynuzlan gibi iki boynuzu vardır [314] . Uzattığı sağ eliyle ön tarafı gösteriyor. Üzerinde Babil ve Iran kralları üzerinde gördüğümüz elbiseler vardır. Bu heykel Zulkarneyn imajının Kuruş için çizildiğini kanıtlamaktadır. Onun için heykelde kralın başında iki boynuzun olduğunu görüyoruz.
Heykel ne zaman yapılmış? Onu kim yapmıştır? Heykel ya Kûruş’in sağlığında kendi emriyle yapılmış veya kendisinden sonra gelen ve kesin olarak belirtilmesi zor olan biri tarafından yaptırılmıştır.
İran ve Elamlılar’ın başkenti şimdi Ahvaz olarak bilinen ve Iranın güneyine düşen Sus şehri idi. Midya’nın başkenti de Arapların Hemezan dedikleri Hiğ Metana kenti idi.
Kuruş heykelinin Ardeşir zamanında yapıldığı anlaşılmaktadır. Çünkü heykel, yıkıntılarından sadece heykelin kaidesinin kaldığı Istahr şehrinin bir kasabasında bulunmaktadır.” [315]
Kuruş ve İmparatorluğunun Sonu:
Kuruş M.Ö.559 yılında kral olmuş ve doğu, batı ve kuzey fetihlerini yapmıştır.. Otuz yıl kadar Iran, Suriye, Mısır, Irak,Anadolu ve İranın doğsuna hükmetmiştir. O devirde başka bir hükümdarın hükmetmediği şekilde hükümdarlık yapmıştır.Günümüz coğrafyasında hükmettiği ülkeler Filistin, Ürdün, Lübnan, Suriye, Türkiye, Irak, Iran, Ermenisten, Gürcistan, Azerbaycan, Kuzey Pakistan, Afganistan ve Türkistan’dır. M.Ö.529 yılında ölmüştür.
Kuruş’un Ölümünden sonra oğlu Kamboşiya veya Arapların adlandırmasıyla Kambiz hükümdar olmuştur. M.0.525 yılında Mısır üzerine yürümüş ve fethetmiştir.Ancak ona karşı ülkesinde bir isyan başlamış ve ülkesi Midya halkı Ğomata liderliğinde kendisine başkaldırmıştır. isyanı bastırmak için Kambiz Mısırdan ülkesine dönerken yolda Şam’da ölmüştür.
Kûruş’un başka çocukları olmadığından İran halkı amcasının oğlu Darayuş veya Daryus’u krai yapmışlar.Daryus’un ölümünden sonra da Ardeşir hükümdar olmuştur. Makedonyalı iskender işte bu Ardeşir’e saldırarak ‘ öldürmüş ve Kûruş’in kurduğu imparatorluğun işini böylece bitirmiştir. [316]
Kûruş’in ve Zulkarneyn’in Ahlakı:
Kuranı Kerim, Kûruş’in ahlakına işaret eder. Ebu’l-Kelam Azad bu niteliklerin Kûruş’e ve yönetimine uyduğunu belirterek şöyle der:
Zulkameyn insanlar arasında adaletli olmuştur.Onun için Allah onlar hakkında dilediğini yapmakta serbest bırakarak hâkem yapmıştır. “İster azap edersin, istersen onlara iyilikle muamele edersin”
Kuruş, fethedilen ülkelere adalet, iyilik ve rahmetle muamele etmiştir.Mesela Yunanlı Lidya ülkesini fethetmesi, kralı Krezus’e güzellikle davranıp bağışlaması,rahmet ve hoşgörü ile bakması bunun örneğidir. Kûruş’in dost ve düşmanı tarihçiler adaletini ve düşmanı olan Yunanlılara rahmet ve iyilikle muamelesini takdirle belirtmişlerdir.
Yunanlı tarihçi Heredot şöyle der:” Kuruş son derece mert, cesur,hoşgörülü ve cömert biri idi. Başka krallar gibi mal toplama heveslisi değildi. Aksine cömertlik ve başkalarına vermeye özen gösterirdi. Mazlumlara adaletle davranır ve insanlara yararlı olan her şeyi severdi.”
Yunanlı tarihçi Zinefon/Xenophon da şöyle der:” Akıllı ve merhametli bir kraldı. Krallığın seçkinliği yanında bilginlerin erdemlerine de sahipti.Himmeti büyüklüğünden fazla ve cömertliği azametinden büyüktü. İnsanlığa hizmet etmek pensibi idi. Mazlumlara adaletle davranmak ahlakıydı. Büyüklenme ve kendini beğenmenin yerine, hoşgörü ve alçak gönüllülük sahibi idi.” [317]
Kûruş’un adalet ve hoşgörüsü rakibi ve düşmanı olan Yunanlı Heredot ve Zinefon gibi tarihçiler tarafından bile itiraf ve kabul edilmiştir.Şairin “Kumaların bile itiraf ettiği iyilik! Şüphesiz iyilik düşmanın itiraf ettiğidir” dediği gibi, hasımların itiraf etmesi Kûruş’in iyiliğini gösterir. [318]
Kuruş, Allaha İnanıyordu:
Kur’an, Zulkarneyn’in Allaha inandığı, onu andığı,nimetlerine şükrettiği ve iyiliğini itiraf ettiğini açıklamaktadır. Ebu’l-Kelam Azad, Kûruş’in inancı üzerinde durmuş ve Allanın birliğine inanan,ona kulluk yapıp dinini kendisine halis kılan bir kişi olduğunu belirtmektedir.
Kuruş, Zerdüşt dinine bağlı idi.Zerduşt’un dini de tevhid dini idi. Ülkenin eski dini olan Mecusilik dinini bırakmıştı.Kuruş öldükten sonra mecusiler Zerdüşt dinine karşı devrim yapmışlar ve Darayuş bu tevhid dinine son vermiştir.
Zerdüşt dininde olanlar Kuruş zamanında Allanın birliğine inanırlardı. Ama ondan sonra mecusilik halkın arasında yayılmış, Zerdüşt dini ile bütünleşerek tevhid, şirk ve küfürle karışmıştır, bu dinin mensuplarına da artık mecusiler denilmiştir. Müslümanlar, Zerduştilerin-yeni mecusilerin- semavi bir din ve kitap ehli olduklarını unatmamışlar, Rasulullah “Onlara kitap ehli muamelesi yapınız” buyurmuştur. Yani kitap ehli yahudi ve hiristiyanlara muamele yaptığınız gibi onlara da öyle muamele yapınız.Onun için müsfümanlar onlardan cizye almışlardır.
Bu demektir ki İslam, Zerduşluğun Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi semavi kaynaklı olduğunu itiraf etmekte, ancak bozulup değiştirildiği, şirk ve küfürle karıştığı için onu kabul etmemektedir.
Ebul-Kelam Azad, Zerdüşt’ün Irana gönderilmiş bir peygamber olduğunu ve Kûruş’in de bu peygaberin dinine bağlı bulunduğunu, ancak daha sonra bu dinin iranlılar tarafından değiştirilip bozulduğunu söylemektedir. [319]
Yecûc ve Mecûc:
Zulkarneyn’in iranlı Kuruş olduğu ve Kur’anda belirtilen Yecuc ve Mecuc şeddinin de Hazar denizi ile Karadeniz
arasında Kafkas dağlarındaki Daryal geçidi üzerinde yapıldığını kararlaştırdıktan sonra şimdi de Yecuc ve Mecuc, onların yeri, çıkışları ve Kûruş’in onlara karşı yaptığı şeddin sonunun ne olduğu konulan üzerinde duracağız. [320]
Kuranda Yecûc ve Mecûc:
Kur’anı Kerimde Yecuc ve Mecuc’dan iki defa söz edilmektedir. Birincisi, üzerinde durduğumuz Kehf suresinin “Ey Zulkameyn, şüphesiz Yecuc ve Mecuc yer yüzünde bozgunculuk yapıyorlar, dediler” [321] ayetidir.
Diğeri de Enbiya süresindeki “Yecuc ve Mecuc açılıp her tepeden boşandıkları ve verilen gerçek sözün vakti yaklaştığı zaman inkar edenlerin gözleri belerir ve “Eyvah! Bundan önce gaflet içinde idik, hayır zalimdik,derler” [322] ayetleridir.
Kehf süresindeki ayetler geçmişte Yecuc ve Mecuc’dan, yeryüzünde bozgunculak yaptıklarından sözetmekte, onlara karşı Zulkarneyn’in şeddi yapmasını, onun zamanında veya daha sonra şeddi aşamadıklarını veya delemediklerini bildirmektedir.
Enbiya süresindeki ayetler ise, gelecekte Yecuc ve Mecuc’tan, kıyamete yakın çıkmalarından söz eder. Ayetler bunu “Iza” kelimesiyle belirtmektedir. Bu kelime gelecek zaman zarfıdır. Yecuc ve Mecuc için yolun açılacağını bildirmektedir.
Onların önünde yolun açılmasını bazıları şeddi yıkmaları ve içinden geçip çıkmaları anlamında maddi bir açılma olarak anlamış, bunu da ancak kiyamete yakın bir zamanda yapabileceklerini ve şeddin şu ana kadar mevcut olduğunu söylemiştir.
Ancak biz açılmanın manevi olduğunu, yerlerinden çıkmaları için Allahın izin vermesi, yerleri ve ülkeleri istila etmeleri anlamında olduğunu düşünüyoruz. Bu çıkış da kıyamet saatine yakın olacak büyük çıkışlarıdır.Allah en iyi bilendir.
Ayet, çıkışlarının ne kadar büyük olduğuna, sayılarının çokluğuna ve her yeri çekirge sürüleri gibi istila edeceklerine işaret ederek “Her tepeden boşanırlar” der.
Sahih hadisler oların çokluğuna,çetin olduklarına, her yeri amansızca yıkıp yakmalarına ve salacakları dehşete işaret eder.
Ayet, bu büyük, amansız, çetin, yakıp yıkan çıkışın kıyamet saatinin öncesine raslayan son çıkış olduğuna işaret eder. “Gerçek sözün vakti yaklaştığı zaman” Bu söz, kiyametin kopması sözüdür. Yani onların çıkmasıyla kiyamet saati yaklaşmış olacak ve sahih hadislerin belirttiği gibi çıkmalarından az bir süre sonra kiyamet kopacaktır. [323]
Yecuc ve Mecuc Kelimeleri Arapça Mıdır?
Dilbilginleri Yecuc ve Mecuc kelimelerinin Arapça olup olmadığı konusunda ihtilaf etmişlerdir. Kimileri bu isimlerin türemiş, yani Arapça isimler olduğunu söylemiştir.İbn Manzur Lisanu’1-Arab sözlüğünde bu görüşte olanların söylediklerini aktararak şöyle der:
“Arap dilinde bunlara benzer türemişler vardır.Ateşin alevlenmesi anlamında “Ecceti’n-Naru”, çok tuzlu ve acı su anlamında “Maun Ucac” gibi. Yecuc ve Mecuc da Yeful vezninde ateşin alevlenmesi anlamındaki kelimeden türemiş gibidir.İkisinin Fâûle vezninde olması da caizdir.
İki isim türemiş olsaydı, yapıları bu olurdu.Arapça olmayan kelimeler ise Arapçadan türetilmezler.” [324]
,Rağıb Isfahani de Ecce kökünde şöyle der:”Milhun Ucac, çok tuzlu ve sıcak tuz demektir.Ateşin alevlenmesi,ateş alevlendi, gün ısındı, kelimeleri de bu sıcaklığı belirtir. Yecuc ve Mecuc da bu köktendir. Çok hareketli olduklarından alevli ateşe ve dalgalı suya benzetilmişlerdir.” [325]
Başka dilciler ise iki ismin Arapça olmadığı, yabancı kelimeler olduğu, özel isim ve yabancı kelime oldukları için belirsiz olduklarında sonlanna kesra ve tenvin gelemediğini söylerler.
Doğru olan görüş budur. Çünkü Yecuc ve Mecuc kabileleri Araplardan ve Arapçanın dil kuralları ve özelliklerinin belirlenmesinden önce mecvut olmuştur. Arapçadan önce yaşamış milletlerin dillerinden gelen iblis, Adem, Havva, Musa, Harun,Tevrat, incil, Yecuc ve Mecuc gibi kelimeleri Arapçadan saymaya kalkışmak doğru değildir.
Ebu’l-Kelam Azad her iki kelimenin de Arapça olmadığına işaret ederek şöyle der:
“Yecuc ve Mecuc kelimeleri sanki Arapça imiş gibi görünüyor. Halbuki kaynak olarak Arapça olmayabilirler. Çünkü Arapça kalıba uymuş yabancı iki kelimedir.
Yunanca Gag ve Magag olarak söylenirler.Tevratın yetmişinci tercümesinde de bu şekilde geçmektedir.Diğer Avrupa dillerinde de aynı şekil ile yayılmıştır.” [326]
Moğolistan, Yecuc ve Mecuc’un Yurdudur:
Bilginler, Yecuc ve Mecuc’un anayurdu ve ilk defa hangi bölgede yaşadıkları konusunda ihtilaf etmişlerdir. Araştırmacı alimler bunun Monğolistan (Moğolistan), Yecuc ve Mecuc’un da göçebe Monğol (Moğol) kabileleri olduğunu söylerlar.
Çin kaynaklan Monğol kelimesinin aslının Mongok veya Moncok olduğunu söyler. Her iki durumda da kelime Ibranice’deki Magog ve Yunanca’daki Magag telafuuzuna yakındır. Çin tarihi bu bölgede Yuvaşi adında başka bir kabileden de söz eder. Anlaşıldığına göre bu kelime İbranice’de Yecuc şeklini alıncaya kadar milletlerin telaffuzunda bugüne kadar değişitirilerek gelmiştir.” [327]
Öyleyse,tercih edilen görüşe göre Yecuc ve Mecuc’un anayurdu Moğolistandır. Hatta Monğolya ve Moğol adı, Yecuc kelimesine bağlı ve onunla ilişkilidir.Nitekim Yecuc ve Mecuc bazan Moğol adıyla, bazan da Tatarlar adıyla bilinmiştir. [328]
Yecuc ve Mecuc’un Çıkışı İle İlgili Yedi Devir:
Yecuc ve Mecuc’un Moğolistan, Rusya ve Çin’in işgali altındaki Türkistan’da bulundukları görüşünü tercih ettik. Acaba bunlar daha Önce çıktılar mı, yoksa kiyamet saati öncesine kadar çıkmayacaklar mı? Kimi alimlere göre yalnız bir defa çıkacaklardır. O da kiyamet saatinin öncesinde olacak çıkıştır.
Ama araştırmacı ailmler bunların defalarca çıktıklarını ve hadislerin belirttiğine göre en son çıkışlarının da her yeri yakıp yıkacakları kıyamet saati öncesindeki olacağını söylerler. Bunların çıkışları için yedi devir olduğuna işaret etmişlerdir. Bu devirleri Ebu ‘l-Kelam Azad şöyle sıralamkadır:
1- Tarih öncesi devir. Yani yaklaşık beşbin yıl önce olan çıkış.O devirde Gobi çölünden geçerek Çin topraklarına saldırır ve medeniyetini tehdit ederlerdi.
2- Tarihin başlangıcında, yani M.Ö.1500 ile 1000 yılları arasındaki- devirde Moğollar dalgalar halinde Çin vadilerine, Orta Asya yükseklikleri, Türkistan ve Moğolistan’a girmek için kuzey doğudan akın edenlerdi.Orada yerleşir ve tarımla uğraşırlardı.
3- Üçüncü devir, yaklaşık milattan önce bin yılları başlarında başlar. Bu devirde sözkonusu kabileler Hazar denizi, Karadeniz, Doğu Kafkasya,Volga, Dinyeper ve Dinyester nehirleri bölgesine saldırmışlardır.
Yunanlıların Si Tehin adını verdikleri bunlardan bazı kabileler Kafkas dağlarındaki Daryal Geçidinden geçerek yaklaşık M.Ö.700 yıllarında Babil medeniyetine saldırmıştır. Asur medeniyetinin yıkılmasında Moğolların bu saldırılarının direkt etkisi olmuştur.Yunanlı tarihçi Heredot buna işaret eder.
4- Yaklaşık M.Ö. 500 yıllarında Moğol kabileleri Daryai geçidinden geçerek Asyanın batı bölgelerine saldırmışlardır. İranlı Kuruş olan zulkarneyn o geçit üzerinde bir set yapmış, böylece Yecuc ve Mecuc’un hücumlarını önlemiş, bir süre için bu bölgelerin halkı hücumlardan kurtulmuştur.
5- Yaklaşık M.Ö.300 yıllarında Yecuc ve Mecuc kabileleri doğuya yönelmiş ve Çin imparatorluğuna saldırmışlardır. Çin tarihçileri bu kabilelere Hiyunğ Hu adını vermişlerdir. Bu devirde Çin imparatoru Şin Huvanğ Ti hücumlarını önlemek için meşhur Çin Seddi’ni yapmıştır. Şeddin yapımı M.Ö.264 yılında başlamış ve on yıl içinde bitmiştir. Böylece Çin’e saldırılarını Önlemeyi başarmıştır.
Çin şeddinin Zulkarneyn’in yaptığı set olduğu insanlar arasında yaygındır. Oysa bu yanlıştır.Çünkü Zulkarneyn’in şeddi sözkonusu kabilelerin dördüncü saldırısını önlemek için Daryal geçidi üzerinde yapılmıştır. Uzun Çin şeddi ise, bu kabilelerin beşinci saldırısını önlemek için Çinliler tarafından yapılmıştır. Öyle anlaşılıyor ki Yecuc ve Mecuc kabilelerinin saldırılarını önlemek için Zulkarneyn’in yaptığı şeddi Çin imparatoru örnek almış ve uzun Çin Seddi’ni yapmıştır.
6- Miladi dördüncü asırda meydana gelmişür.Bu devirde komutanları Atilla’nın liderliğinde Avrupaya yönelmişler ve Roma imparatorluğunu yenmişler, başkenti Roma’ya girmiş ve yerle bir etmişlerdir.Bu şekilde 476 yılında asırlar süren Roma medeniyetinin de işini bitirmişlerdir.
7- Hicri yedinci/miladi onikinci asırda Cengizhan
liderliğinde batıda islam alemine saldırmışlar ve müslümanları yenilgiye uğratarak her tarafı yerle bir etmişlerdir. Cezgiz Han’ın torunu Hulagu, hilafetin merkezi Bağdad’a girmiş ve h.656/M.1258 yılında yerle bir etmiştir.
Ebu’l-Kelam Azad’ın kitabında belirttiği ve Dr.Abdulalim Hızır’ın ondan aldığı Yecuc ve Mecuc’un yedi devri yahut çıkışı özetle bunlardır. [329]
Cengiz Han ve Hulagu Yecuc ve Mecuc’tandır:
Tarihçi ve tefsircilerden bir grup, Moğolların veya Tatarların Yecuc ve Mecuc’tan olduğunu ve çıkışlarından birini temsil ettiklerini söylemişlerdir. Cezgin Han ve Hulagu’nun liderliğinde çıkışları da yedinci devir olduğunu belirtmişlerdir.
, Bu görüş mümkün olabilir, tuhaf veya kabul edilemez bir görüş de olmayabilir. Moğol veya Tatarların yahut Yecuc ve Mecuc’un çıkışı çok büyük ve amansız olmuş, islam alemini istila etmeleri ve yaptıkları yıkım korkunç bir felaket olmuştur. [330]
Tarihçi İbnu’1-Esir ve Moğol saldırıları:
Tarihçi İbnu’I-Esir, Moğolların ilk saldırıları ve islam aleminin doğu bölgelerini istila etmeleri döneminde yaşamış, el-Kamil fi’t-Tarih kitabında zarar ve yıkımlarından birçok şeyler kaydetmiş, hepsini hüzün, gözyaşı ve ızdırap dolu duygular, tepkiler ve sızlanmalarla, islam aleminin geleceği konusunda yaşadığı matem duygularıyla dile getirmiştir.
Ancak lbnu’1-Esir, Hulagu Bağdad’a girmeden önce hicri 630 yılında vefat etmiştir. Şair ruhlu ve edebiyatçı olan Ibnu’1-Esir, Hulagu’nun Bağdad’a girmesini ve şehri yerle bir etmesini görseydi acaba bu felaketi nasıl tasvir edecekti! el-Kamil fi’t-Tarih kitabı, Cengiz Han hücumunun başlangıcını ve özellikle bu hücumun ilk on yılını anlatan temel bir kaynak sayılır.
Ibnu’l-Esir’in güzel yanı, sadece rivayet eden bir tarihçi olmamasıdır. Aksine meydana gelenlerden etkilenen, olaylar karşısında duygulanan ve üzüntüden neredeyse kahrolan bir tarihçidir. Duygulan,hisleri ve reaksiyonları
tarihinde yansımıştır.Kitabını okuyan bir insan karşısında üzüntü, keder, acı ve ızdıraptan mum gibi eriyen bir yazar görür gibidir.
İbnu’1-Esir,kaydedip yazdıklarından dersler, ibretler ve anlamlar çıkarmaya çalışır.Toplumda rabbani sosyal yasaların olduğunu ve tarihte olayların bu sosyal yasaların bir yansıması yahut tercümesi olarak ortaya çıktığını okuyucularına verir.
lbnu’1-Esir, o dönemle ilgili haberlerini ve bilgilerini bizzat olayları yaşayan, onlardan etkilenen ve ruhlarında duyan insanlardan almıştır. Onun kaynaklan canlı olup savaş meydanından ve bizzat yaşayanlardan oluşmaktadır. Ravileri, tıpkı günümüz savaş muhabirleri ve gazetecileri gibi kişilerdir. İbnu’l-Esir’den ve kitabındaki metodundan bu kadar sözetme ile yetiniyoruz. [331]
Cengiz Han’ın Çıkışı ve İslam Alemine Saldırması:
Yecuc ve Mecuc’un çıkışı hicri yedinci asırda 616 yılında başladı. Bunlar Moğolistan’da ve bizzat Tamğaç [332] dağlarında yaşarlardı. Özbek Han adında bir kralları vardı.
Özbek Han’ın Timuçin adında meşhur ve genç bir komutanı vardı. Jurnalciler bunu Han’a jurnal etmişler, o da onu uzak bir bölgeye sürgüne göndermiş.Timuçin Özbek Han’a karşı isyan etmiş ve kendisiyle savaşmak için büyük bir ordu hazırlamış, savaşta Özbek Han’ı yenmiş ve öldürmüş,kendisi onun yerine hükümdar olmuş, adını da Timuçin’den Cengizhan’a çevirmiştir.
Cengiz Han h.599 yılında hükümdar olmuş ve bölgenin tümünü kendisine bağlamıştır.Sonra islam alemine doğru
batıya yürümüştür.
Doğuda müslümanların hükümdarı Harzemşah’la h,616 yılında savaşa girmiş, Harzemşah’ı yenmiş ve yenilen hükümdar h.617 yılında ölmüştür.Ondan sonra Cengiz Han islam ülkelerini birer birer işgal ederek hicri 624 yılında ölünceye kadar islam aleminin doğu bölgelerini birer birer işgal etmiş ve yakıp yıkmıştır. [333]
Cengiz Han’ın ölümünden sonra müslümanlarla Moğollar arasında savaşlar devam etmiş, onun yerine geçen torunu Hulagu zamanında da müslümanlara saldırıları sürmüştür. Hulagu Moğollar -Yecuc ve Mecuc-dan ikiyüz bin kişilik bir ordu hazırlamıştır.Bağdad’ta müslümanların ordusu ise obin kişiden az olmuştur. [334]
Bağdad’ın İşgal Edilmesi ve Halifenin Öldürülmesi:
Hulagu ve ordusu Bağdad’a gelmişler ve hicri 656 yılında muharrem ayında işgal etmişler.Halifenin rafızilerden olan veziri İbnu’l-Alkami ve îsmailiyye mezhebinden olan danışmanı Nasıruddin Tusi’nin müslümanların ordusunun zayıf kalmasında, Moğolların Bağdad’a girmesinin teşvik edilmesinde, onlarla gizli yazışmalarının ve yataklık yapmalarının büyük rolü olmuştur.
Yecuc ve Mecuc Bağdadi kuşatmış, Muharrem ayının sonlarında hicri 656 yılında şehre girmiş ve Hulagu askerlerine bütün Bağdad halkının öldürülmesini emretmiştir. Kırk gün halk kılıçtan geçirilmiş ve değişen rivayetlere göre 800.000 veya 1.800,000 yahut
2.000.000 insan öldürülmüştür. Hulagu, hicri 656 yılında müslümanlann halifesi Mustasım Billahi öldürmüştür. [335]
Ayn Calut Savaşında Yecuc ve Mecuc’un Yenilmesi:
Hulagu, moğol ordusuyla Şam bölgesine doğru yürümüş,Haleb şehrini işgal etmiş ve halkını kılıçtan geçirmiştir. Bu sırada doğuda Moğolların karargahında komutanlarla sorumlulur arasında anlaşmazlık çıkmış, Hulagu oraya gitmiş ve Ketboğa’yı ordu komutanı yapmıştır.
Müslümanlar Kutz ve Zahir Baybars komutasında Ketboğa komutasındaki Moğol ordusuna karşı savaşa hazırlanmışlar, iki ordu Ayn Calut denilen yerde karşılaşmış ve hicri 658 yılında Bağdad’ın düşmesinden iki yıl sonra Ramazan ayında çetin bir savaş olmuştur.
Ketboğa komutasındaki Moğol ordusu ile Kutz komutasındaki islam ordusu arasında tarihin en çetin, amansız, acımasız ve dehşetli savaşı olmuş, Kutz İslama ağıt yakarak “Vah Islama!” naralarılya savaşa girmiş, Allah müslümanlara zafer vermiş ve moğollar yenilmiştir. Komutan Cemaleddin Akkuş Moğolların karargahına ulaşmış ve Ketboğa’yı öldürmüştür. [336]
Ayn Calut, Yecuc ve Mecuc’un yedinci çıkışı için sonun başlangıcı olmuştur. Ondan sonra etkileri azalmış, üstünlükleri gitmiş ve “bir daha bellerini doğrultama mışlardır.
Onlardan kabileler yeni bölgelere yerleşmişler, Hindistan, Horasan, Türkistan ve başka yerlerde devletler kurmuşlardır. Bazıları Islâmdan etkilenmişler, benimseyerek müslüman olmuşlardır. Onlardan ilk müslüman olan kişi, Cengiz Han’ın torunu ve kan döken Hulagu’nun amcasının oğlu Berke Han olmuştur. Hulagu ve Birke arasında çetin savaş olmuş ve müslüman komutan Berke, amcasının oğlu kafir Hulagu’yu yenmiştir. [337]
Yecuc ve Mecuc Tehlikesini Anlatan Îbnu’1-Esir Islama ve Müslümanlara Ağıt Yakıyor:
Müslüman tarihçiler Yecuc ve Mecuc tehlikesinin müslümanların başına gelen en büyük tehlike olduğunda, bu saldırıda verilen insan ve mal kayıplarının islam tarihi boyunca verilenlerin hepsinden fazla olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu tarihçiler İslam ve müslümanlar için gözyaşı dökmüş, kitaplarında müslümanlann artık bellerini doğrultamıyacaklarını düşünerek kan ağlamışlardır. Şimdi duygulu bir şair ve yazar olan tarihçi İbnu’l-Esir’in kitabından islam’a ve müslümanlara ağıt yaktığı tarihi bir parçasını veriyoruz. Moğolların İslam alemine saldırmalarının başında yazdığı bu parçada şöyle der:
“Bu olayın dehşetinden ve anmak istemediğimden uzun yıllar onu kaleme almadım. Onun için bir adım ileri, bir adım geri gittim geldim.Islamın ve rnüslümanların ölüm haberini duyurmak kime kolay gelir? Bunu kim rahatlıkla anabilir? Keşke dünyaya gelmeseydim! Keşke bu olaydan önce ölseydim ve unutulup gitseydim!
Fakat buna rağmen arkadaşlardan bir topluluk onu yazmamı teşvik etti.Ne yapacağımı bilemedim. Düşündüm taşındım ve yazmamanın bir işe yaramıyacağını gördüm.
Yazdıklarım, bu dehşetli büyük olayı anlatır. Bu büyük bir musibettir. Zaman onun benzerini görmemiştir.Bütün yaratıkları ve özellikle müsİümanlan içine almıştır. Biri, Allahın Adem’i yarattığından bugüne kadar dünya bunun benzerini görmedi, derse, doğru söylemiş olur. Çünkü tarihler bunun ne benzerini, ne de ona yakın bir musibeti görmüştür.
Buhtunnasr’ın israil oğullarını öldürmesi ve Kudüs’ü yıkması tarihin tanık olduğu en büyük olaylardan biri olarak anılır.Halbuki bu lanetlilerin yıktığı ve her biri Kudüs’ten kat kat büyük olan ülkelerin yanında onun yıkılması çok basit kalır. Yine öldürülenlerin yanında israil oğullarının sayısı ancak devede kulak olur. Çünkü öldürülenlerden bir tek şehir halkı,İsrail oğullarından daha çoktur.
Öyle sanıyorum ki dünya yok oluncaya kadar, insanlık Yecuc ve Mecuc dışında, böyle bir olaya tanık olmayacaktır. Deccal, kendisine muhalefet edenleri öldüreceği ve taraftar olanları hayatta bırakacağı halde,
bunlar hiç kimse bırakmadılar. Kadınları, çouklan ve yaşlıları da öldürdüler.Gebe kadınların karınlarını yardılar,anne karnında çocukları öldürdüler.Hepimiz Allahınız ve Ona döneceğiz.Kuvvet ve hareket ancak yüce Allahtandır.
Her tarafı yakıp yıkan ve zararı herkesi” kuşatan, arkasına rüzgarı almış bulut gibi ülkeleri saran bu olay şucfur: Bir millet Çin taraflarından çıkmışlar, Kaşğar ve Belasağun gibi Türkistan illerini işgal etmişler, oradan da Semerkand ve Buhara gibi Maveraunnehir bölgesini ele geçirmişler, halkını ezip geçmişler. Sonra onlardan bir topluluk Horasana geçmişler, insanlarını öldürmüşler, yağmalamışlar ve yakıp yıkmışlar. Sonra oradan Rey ve Hemezan’a, sonra Kuhistan ve komşu bölgelere geçmişler ve Iraka kadar ilerlemişler. Sonra Azerbaycan ve Ermenistan’a geçerek halkını öldürmüşler, yakıp yıkmışlar. Tek tük kişiler dışında kurtulan olmamıştır. Bütün bunları bir yıl içinde yapmışlar. Böyle bir olay görülmüş değildir!” [338]
“Hepimiz Allahınız ve hepimiz ona döneceğiz.Yüce Allahtan İslama ve müslümanlara katından bir zafer vermesini diliyoruz.Çünkü Islamı savunan, koruyan ve destekleyen kimse kalmadı.”Allah bir millete bir kötülük isterse, hiçbir kimse onu engelleyemez.Onun dışında hiçbir dostları da olmaz” Moğollar, karşılarında duran kimse olmadığı için bu işi yapabilmişlerdir.” [339]
Ibnu’1-Esir, Moğolların büyük tehlikesini anlatarak onların yaptıklarını başka kimsenin yapmadığını ve sağladıkları üstünlüğü hiçbir halkın sağlamadığını belirtiyor, daha sonra gelip Moğolların bu haberlerini okuduklarında insanların ne kadar hayret ve şaşkınlık duyacaklarını belirterek şöyle diyor:
“Ne geçmişte, ne günümüzde kimsenin benzerini duymadığı şeyleri bu Moğollar yaptılar. Bir topluluk Çin’in sınırlarından çıkıyor ve bir yıl geçmeden bir taraftan onların bir bölümü Ermenistan’a kadar ulaşıyor, bir taraftan da Irak ve Hemezan’ı geçiyor.
Allaha yemin ederim, asırlar sonra gelip bu olayı anlatan satırları okuyanlar gördüklerine inanamıyacak ve okudukları karşısında şaşkına dönecektir. Haklıdır da! Ancak yadırgayacakları zaman, hem biz hem de günümüzde tarih yazanların tümü, alim ve cahil herkesin bu olayı bildiğine ve ona tanık olduğu bir zamanda yazdığımıza baksınlar.
Allah, islamı ve müslümanları koruyacak kimseler göndersin! Çünkü en büyük düşmanla yüzyüze kaldılar, onların başındaki hükümdarların ise midesi ve şehvetinden başka endişesi yok.Hz.Peygamberin zamanından bugüne kadar rnüslümanların başına şu anda karşılaştıkları felaket gibi bir felaket gelmemiştir.
Diğer düşman olan Frenkler de Roma İmparatorluğunun öbür ucundaki batı ve kuzey ülkelerinden çıkmışlar, Mısıra gelmişler, Dimyat’ı işgal edip yerleşmişler, müslümanlar onlara ne saldırabilmiş, ne de oradan çıkarabilmişler.
Hepimiz Allanınız ve hepimiz ona döneceğiz! Kuvvet ve hareket ancak Yüce Allahtandır!” [340]
Cengiz Han ve Hulagu Hakkında Seyyid Kutub’un Görüşü:
Seyyid Kutup, Cengiz Han ve Hulagu zamanında Moğolların çıkışını Yecuc ve Mecu’un devirlerinden biri gibi görerek özel bir görüşe sahip bulunmaktadır.Şöyle diyor:
“Yecuc ve Mecuc kimdir? Şimdi nerededirler? Geçmişte ne yaptılar ve gelecekte ne olacaklar?
Bütün bu sorulara kesin cevaplar vermek zordur,Çünkü onlarla ilgili olarak Kur’anın ve bazı sahih hadislerin söylediklerinden başka birşey bilmiyoruz.
Kur’an, Zulkarneyn’in “Rabbimin verdiği sözün zamanı gelince, onu yerle bir eder.Rabbimin verdiği söz gerçektir” sözünü belirtmektedir. Bu ayet bir zamanı belirtmiyor. Allanın verdiği sözden maksat, şeddi yerle bir edeceği sözüdür. Verilmiş olan bu söz, Moğolların hücum ettiği,yer yüzüne yayıldıkları ve ülkeleri yakıp yıktıkları zamandan beri gelmiş olabilir
Enbiya suresinde de “Her tepeden akın eden Yecuc ve Mecuc açıldığı zaman…”denilmektedir. Bu da Yecuc ve
lecuc’un çıkması için bir zaman belirtmemektedir. Gerçek sözün vaktinin yaklaşması, saatin yaklaşması olup Hz.Peygamberin zamanından beri meydana gelmiştir. Kur’anda “Saat” yaklaştı ve ay bölündü” denilmektedir.
ıllahın hesabı ile insanların hesabına göre zaman farklıdır.Saatin yaklaşması ile gerçekleşmesi arasında bir »sır veya milyonlarca yıl geçebilir.İnsanlar bunu uzun »man görürken, Allanın yanında bu, göz ,açıp kapama kısadır.
Buna göre “Saatin yaklaşması “ile bu günümüz arasında geçen zaman içinde şeddin açılmış olması caizdir. Doğu dünyasını silindir gibi ezip geçen Moğolların hücumları da Yecuc ve Mecuc’un çıkışı olabilir.”
Yeuc ve Yecuc’un şeddi yıkmasıyla ilgili Rasulullahın rüyasını anlatan hadisi belirttikten sonra şöyle der: “Bu rüya onüç buçuk asır önce görüldü. Moğol saldırıları da,ondan sonra son Abbasi hlifesi Mustasım zamanında Hulagu’nun eliyle Abbasi hilafetinin yıkılması ve Arap ülkelerinin yerle bir edilmesi zamanında meydana geldi.Bu, Rasulullahın rüyasının gerçekleşmesi (yorumu) olabilir.Bunu kesin olarak Allah bilir ve bütün söylediklerimiz kesin değil, sadece bir tercihtir.” [341]
Yecuc ve Mecuc Sarı Irktır:
Görüşümüze göre Zulkarneyn’in yaptığı şeddi Yeuc ve Mecuc yıkmışlar, içinden geçip yeryüzüne yayılmışlar ve ülkeleri yerle bir etmişlerdir.
Cengiz Han ve Hulagu’nun liderliğinde Yecuc ve Mecuc’un çıkmaları, belirttiğimiz yedi çıkış devirlerinden
biridir.
Yecuc ve Mecuc, şu anda Moğolistan,Türkistan ve Çin’in Sing Yang bölgesinde oturan Moğollar veya Tatarlardır.
Yecuc ve Mecuc,Asya kıtasında bulunan san ırktır.Bunlar Çin,Kore, Mo§olistan,Tibet,Türkistan ve komşu ülkelerde bulunan insanlardır.
Nüfus çokluğu bakımından tek başına Çin gelecekte Avrupa,Amerika, Araplar ve başkaları için doğrudan bir tehlike.sayılır. Çinin tek başına nüfusu, dünya nüfusunun dörtte biriidr. Dünya nüfusu toplam altı milyar ise,Çin’in nüfusu bir buçuk milyardan fazladır. Cinde nüfus artış oranı çok yüksektir.
Bunlar gelecekte ne olacaklar? Sayılan ne olacaktır? Ülkelere yayıldıkları zaman dünyaya acaba ne yapacaklar? Büyük bir nüfus patlaması yaptıkları,birbirini izleyen dalgalar gibi çıktıkları ve bütün dünyayı istila ettikleri zaman ne yapacaklardır?
Dünya bu gerçeği biliyor ve Çin’in gelecek tehlikesine karşı uyarıyor. Almanya imparatoru HeliunV’Çinin elinden Avrupa neler çekecek!” meşhur sözünü söylemiş ve buna “Sarı Tehlike” demişti.
Kimi alimlere göre Yecuc ve Mecuc kelimeleri, yalnızca belirli bir milleti ifade etmeyip yer yüzünde bozgunculuk yapan her mjllet için geçerlidir. Muhammed Hayr Ramazan şöyle der:
“Bana göre Yecuc ve Mecuc, sadece belirli bir milliyeti ve insanlardan muayyen bir milleti ifade etmez. Belki yer yüzünde bozgunculuk yapan başıboş her millet için kullanıhr.Zulkarneyn zamanında bunlar var olmuşlar ve şeddi yaparak hücumları önlendiği zaman hayatta )aşkalarına zarar vermelerinin önüne geçilmiştir. “ [342]
Muhammed Hayr Ramazan’ın bu görüşüne katılmıyoruz. Bize göre bu isim belirli bir milleti ifade eder.Bunların sarı ırk olduğunu tercih ettik. En doğrusunu Allah bilir. [343]
Kiyamet Saatinin Öncesinde Çıkacaklar:
Yecuc ve Mecuc’un geçmişte defalarca çıkmış olması,
elecekte çıkmayacakları anlamına gelmez. Bu kavim efalarca çıkış yapmış ve şimdiye kadar yedi defadan fazla çıkmışlardır. Bu çıkışlarında zulkarneyn’in şeddini yıkmayı ve geçmeyi başarmışlardır.Son çıkışları olan kiyametin Öncesindeki çıkışlarından önce bir daha çıkıp çıkmayacaklarını ve nasıl çıkacaklarını ancak Allah bilir. Ancak kiyamet saatinin öncesinde son defa en büyük çıkışlarını yapacaklarına inanıyoruz. Kur’anda ve sahih hadiste belirtildiği için buna inanıyor ve kabul ediyoruz. Enbiya suresi, son çıkışlarının olacağını belirtmektedir. “Her tepeden akın edecek olan Yecuc ve Mecuc açıldığı ve gerçek söz yaklaştığı zaman…” [344]
Sahih hadisler de Doğu tarafından sayılarını Allahtan başka kimsenin bilmediği büyük kitleler halinde son çıkışlarının olacağını, önde gidenlerin Taberiya gölüne uğradığında bütün suyunu içip kurutacaklarını, sonda gelenlerin de uğradığında orada su namına bir şey bulamayacağını ve “Burada bir zamanlar su varmış”diyeceklerini belirtmektedir [345] . Sina çölünde Tür dağında Hz.İsa’yı ve beraberindeki müminleri kuşatacaklarını, kuşatmanın uzayıp müminlerin zor durumda kalacakları, sonra Allahtan kurtuluşun geleceğini, Yecuc ve Mecuc üzerine kurtçuklar gönderip hepsinin kısa zamanda öleceklerini, Allahın vereceği yağmurla Sina çölünde vadilerin dolup taşacağını ve Yecuc Mecuc’un cesetlerini sürükleyip denize atacağını anlatır. Böylece Yecuc ve Mecuc’un kesin olarak sonu gelecek ve bozgunculukları son kez sona erdirilecektir. Ancak bütün bunlar kiyamet saatinin öncesinde olacaktır. O halde Yecuc ve Mecuc’un tarihte çıkmış olmaları, gelecekte çıkmalarına engel değildir.Bunlar geçmişte çıktıkları gibi gelecekte de çıkacaklardır. Kehf suresi geçmişteki çıkışlarına işaret ettiği gibi, Enbiya suresi de kiyametin alametlerinden olan ve en son çıkışları sayılan kiyamet saatinin öncesindeki büyük çıkışlarına işaret eder. [346]
Yecuc ve Mecuc’Ia İlgili Mitolojik Görüşler:
Bazı tarihçi ve tefsirciler Yecuc ve Mecuc konusunda tuhaf haberler nakletmişler, onların soyu, kaldıkları yerler, şekil ve nitelikleri, ne yaptıkları gibi aslı olmayan bir sürü şeyler anlatmışlardır. Bu rivayet ve haberleri israiliyyattan almışlardır. Onun için tümü hurafe, mitoloji, uydurma ve yalandan öteye geçmemektedir.
Her şeyden önce kesin ve doğru bir kaynaktan alınmamıştır. Çünkü Rasulullahtan rivayet edilmemiştir. Rasulullahtan rivayet edilmeyen ğaybla ilgili hiçbir haber veya sözü kabul etmiyoruz. Bu uydurma ve mitolojilerden bazıarı şöyledir:
Bazıları Yecuc ve Mecuc’un Hz.Adem’in soyundan geldikleri halde Havva’nın soyundan gelmediklerini, böylece baba tarafından insanların kardeşleri olduklarını söylemişlerdir. Halbuki Hz.Adem’in Havva’dan başka bir eşinin olduğu hiç nakledilmemiştir.
Bazıları da Hz.Adem’in sulbünden geldiklerini, Adem’in toprakta yatarken ihtilam olduğu ve erlik suyunun toprağa karıştığı ve Yecuc ile Mecuc’un bu sudan yaratıldıklarını iddia etmiştir.
Bazıları da Hz.Nuh’un tufandan sonra doğu tarafına giden oğlu Yafes’in çocukları olduklarını iddia etmiştir.
Bazıları da Yecuc ve Mecuc’un yirmi iki kabile olduklarını, Zulkarneyn şeddi yaptığı zaman yirmi bir tanesini dışarıda bıraktığı ve bir tanesini içeri aldığını, dışarıda bırakıldıkları için de kendilerine Türk adının verildiğini iddia eder.
Bazıları da bu kabilelerden her birinin dörtyüz millete ayrıldığını ve her kişi soyundan silah taşıyan bin çocuk görmedikçe ölmediğini iddia eder.
Bazıları değişik boylarda olduklarını, kimi arı boyunda, kimi pirinç tanesi kadar, kimi dört arşın, kimi üç karış, kimi bir karış, kimi iki parmak arası uzunlukta olduğunu, kiminin fil gibi uzun iki kulağı olduğunu ve yatarken birini altına serdiğini, diğerini de üstüne örttüğünü iddia etmiştir. Bazıları da bozuk ve bozguncu olduklarından deve, fil, domuz, yabani hayvan ne bulursa,hatta kendi ölülerinin etini bile yediklerini iddia etmiştir.
Bazıları da tırnaklarında pençeleri olduğunu, yırtıcılar gibi dişleri bulunduğunu, vücutlarını kaplayan ve kendilerini sıcaktan ve soğuktan koruyan uzun tüylere sahip olduklarını iddia etmiştir.
Bazıları yasaksız ve her şeyde ortak yaşadıklarını, hayvanlar gibi önüne gelenle çiftleştiğini, kadınlarının hiçbir erkeği red etmediğini ve erkeklerinin özel kadınlarının bulunmadığını iddia etmiştir.
Bazıları kimilerinin kurt gibi, kimilerinin sıçrayarak yürüdüğünü, kimilerinin dilsizler gibi konuştuğunu, kimilerinin dört gözlü,tek ayaklı olduğunu ve kandan başka bir şey içmediklerini iddia etmiştir. Bunlar gibi daha ne yalan, uydurma, mitoloji ve saçmalıklar iddia edilmiştir.” [347]
Bu söylenenlerin hiçbirini kabul etmiyoruz.Bunları bizden veya başkasından kimsenin almasını da doğru bulmuyoruz. Bunlardan sakındırmak ve klasik kitaplarda birileri okuyup onlara inanmasını önlemek için burada belirttik.
Şüphe yok ki Yecuc ve Mecuc Hz.Adem’in soyundandır. Diğer insanlar gibi normal insanlardır.Vücutları, şekilleri ve nitelikleri bize benzer veya yakın olan kişilerdir. Bizden farklılıkları çok olmaları, çabuk ve hızlı bir şekilde yayılmaları, geçtikleri yerleri yakıp yıkmaları ve bozmalarıdır. [348]
Öyküyü Anlatan Ayetlere Bir Daha Bakalım:
Zulkarneyn öyküsünün ayetleri, müşriklerin Rasulullaha sordukları soru ile başlar. Daha önce de belirttiğimiz gibi Yahudiler Rasulullaha böyle sormalarını müşriklere öğretmişler ve “Doğudan batıya kadar dolaşan gezgin adamın kim olduğunu sorun?” demişlerdir.
“Sana Zulkarneyn’i sorarlar” diye başlayan ayet,”Deki, onu sîze anlatacağım” cevabıyla devam eder.
Cevaba baktığımızda ondan birtakım dersler ve anlamlar çıkarabiliyoruz. Şöyle ki:
a- Cevap “Deki” kelimesiyle başlamaktadır. Tefsirciler buna telkin eden kelime adını verirler. Bu da anlatılan öykü ve verilen bilgilerin Rasulullahın ürünü olmayıp Yüce Allanın ona öğretmesi olduğunu belirtir. “Deki” sözü ile başlama, vahyin Allahtan olduğunu ve Rasulullaha bildirildiğini gösterir.
Soru sorulan ve imtihan edilen Rasulullah, soran ve imtihan edenlere açıkça vereceği cevabın kendisinden değil, Allahtan olduğunu belirtiyor. Bu da cevap vermek için kendisinin bir çabasının bulunmadığını ve sadece Allanın bildirdiğini kendisinin febliğ ettiğini anlatmak içindir. Burada Yüce Allahın rasulünü koruması, gözetmesi, desteklemesi, bilgilendirip cevabı öğretmesini görüyoruz. Zulkarneyn kendisine sorulmakta, cevabı ise, Yüce Allah ona öğretmektedir.
b- Zulkarneyn’i Rasulullahın anlatması ne demektir? Bunun anlamı, yukarıda söylediklerimizin yanında, Rasulullahın söylediklerinin gerçek ve doğru olması, olayın bildirdiği şekilde bulunması ve bunu kendisine Allahın bildirmiş olmasıdır.
Zulkarneyn hakkında verilen bu gerçek ve doğru bilgileri alıp kabul etmemiz, bunun gerçekten meydana geldiğine inanmamız, Rasulullahın verdiği bu bilgileri başka kaynaklarla yargılayıp doğruluğunu veya yanlışlığını oralarda aramaktan kaçınmamız demektir.
Rasulullahın verdiği bu gerçek ve kesin bilgilerle yetinmemiz, Öykünün olaylarından bize anlatılanlarla yetinmemiz, doğru ve sağlam olmayan başka kaynaklarda öyküde belirtilmeyen olayları aramaktan kaçınmamız, bu konuda israiliyat, öncekilerin haber ve söylentileri gibi yerlere başvurup öykünün ayrıntılarını oradan doldurmaktan uzak durmamız demektir.
c- Ayette geçen “Min” kelimesi üzerinde biraz durmak istiyoruz. Bu harf, bir şeyden bir parça anlamındadır. Bu harf, Rasulullahın onlara Zulkarneyn öyküsünün bütün olay ve ayrıntılarını değil, onlardan sadece mesajı iletmeye yeten ve gerekli görülenleri anlatacağını belirtmektedir.
“Min” kelimesi, Öykülerin olaylarını anlatırken Kur’anın izlediği yolu gösterir. O da bu öyküleri İnce ayrıntılarına kadar vermediği gibi, kronolojik sıraya göre düzenleyip baştan sona kadar her şeyi anlatmamasıdır. Çünkü Bunlardan Kur’anı ilgilendirenler, ders ve ibret verecek olanlardır. Okuyucuların kendilerine dersler çıkaracakları ve ibretler alacakları yerlerdir. Onun için öykünün sadece bu taraflarını anlatır. Öyküden amaçladığı şeyleri verecek olayları ve yerleri anlatır. Bilgi, ibret ve yarar sağlayacak sahneleri, olayları ve bölümleri anlatır. Bilgi, yarar veya ibret sağlamayacak yerleri ve ayrıntıları bile bile dile getirmez.
Onun için Kur’anın anlattıklarının öykünün en önemli ve gerekli yerler olduğuna inanıyoruz. Bunlar da öykünün tümü değil, sadece bazı sahneleri ve olaylarıdır. Kur’anın belirtmediği ayrıntıların belirtilmesinde bir yarar bulunmadığı, dolayısıyla onlar üzerinde durmanın bir yarar sağlamadığını söylüyoruz. On un için bunları başka yerlerde ve kaynaklarda aramanın doğru olmadığını düşünüyoruz. Kur’anın öncekilerin önemli olaylarından bize anlattıklarıyla yetinmemiz ve ashabın bu kadarla yetindikleri gibi bizim de onlarla yetinmemiz gerekir. [349]
Yüce Allahın Zulkarneyn’e İmkan Vermesi:
Kur’anı Kerim, ” Şüphesiz onu yeryüzüne yerleştirdik” sözleriyle Yüce Allahın Zulkarneyn’e imkan verdiğini bildirmektedir. “Temkin” sözü, yer ve imkan sahibi yapmak, anlamındadır. Yüce Allah zafer ve başarı imkanlarını sağlayarak Zulkarneyn’i yere yerleştirmiş ve imkanlarla donatmıştır.
Zulkarneyn, Allahın kendisine verdiği zafer ve yerleştirmeyi itiraf etmekte, sahip olduğu güç ve kuvvetin Allahın kendisine vergisi olduğunu söylemektedir. Kuzey /olculuğunda bulduğu halka “Rabbimin bana sağladığı imkan sizinkinden daha iyidir” der.
Zulkarneyn öyküsünde “yerleştirme-imkan sağlama” anlamındaki fiilin iki kez geçmiş zaman kipiyle kullanıldığını görüyoruz. “Biz onu yer yüzüne yerleştirdik”, “Rabbimin bana sağladığı sizinkinden daha iyidir”. Her iki cümlede geçen bu fiile iyice baktığımızda şunları görüyoruz:
1- Her iki fiilin Öznesi Allahtır.Bu da evrende olup biten her şeyin gerçek failinin Allah olduğuna ilişkin inancın temel ilkesidir. Meydana gelmeyi takdir eden ve yaratan Allahtır.İnsanların çalışıp kazanması ise ancak zahiri sebeplerdir. Gerçek sebep ve takdirin sahibi Allahtır.
2- Her iki ayette de Zulkarneyn ismi, tümleç durumundadır. Birinci cümlede fiil cer harfi yardımıyla etkilemişken, ikinci cümlede direkt etkilemiştir.
3- Birinci cümlede cer harfi yardımıyla fiil etkilediği halde, ikinci cümlede direkt etkilemiş olmasının sebebi nedir? Şüphesiz birinci cümledeki fiil, ikinci cümledeki fiilden daha güçsüzdür.Güçsüz olmasının sebebi de kullanıldığı yerdir. Kur’anda kullanıldığı yere göre fiilin güçlü ve güçsüz olduğu nice yerler vardır.
Birinci cümlede fiil güçsüzdür. Onun için direkt nesneyi etkileyememiştir. Etkileyebilmek için cer harfine ihtiyaç duymuştur. Burada fiilin güçsüz olmasının sebebi, Zulkarneyn öyküsünü anlatmanın başlangıcında yer alması ve Zulkarneyn’in ortaya çıkmasından söz etmesidir. Bilindiği gibi başlangıçta birşey nihayetindeki durumundan daha zayıf olur.Bu zayıflıktan dolayı fiilin etken yapılabilmesi için cer harfine ihtiyaç olmuştur.
Ama ikinci cümlede fiil güçlüdür.Onun için direkt nesneyi etkilemiş ve tümleç yapmıştır.Böyle olmasının sebebi de kullanıldığı yerdir.Herşeyden öce ortaya çıkan, yerleşen,imkan bulan, egemen ve muzaffer olan zulkarneyn’den söz eder. Karşılaştığı millete şeddi yapan Zulkarneyn’in gücünün doruğuna çıktığı zamanından söz eder.
Yer yüzüne yerleştirme ve imkan tanımayı anlatan iki cümledeki fiilin bir benzeri şu ayette de görülmektedir:” Onlardan önce nice nesilleri yok ettiğimizi görmediler mi? Onları, sizi yerleştirmediğimiz bir şekilde yer yüzüne yerleştirdik… “ [350]
Kur’anda Yeryüzüne Yerleştirmek/İmkan Vermek:
Zulkarneyn öyküsünde yer yüzüne yerleştirme anlamındaki kelime, Kur’anda geçtiği başka yerlerde de üzerinde durmamızı gerektirmektedir. Geçmiş zaman ve şimdiki zaman kİpleriyle değişik zamirlerle beraber Kur’anda bu fiil onüç kez geçmektedir.Hepsine baktığımız zaman öznesinin sadece Allah olduğunu görürüz. Tümleçler ise,Allanın yer yüzüne yerleştirdiği değişik kişiler.Bütün bunlardan şu kurala varıyoruz:
Kur’anda yerleştirme anlamındaki “Mekkene-yumekkinu” fiillerinin öznesi sadece Allah olur ve ondan başkasına bu fiiller nisbet edilmez. İmanla ilgili bu kuralın uygarlık ve tarihe bağlı şöyle bir boyutu bulunmaktadır;
Lider, komutan ve yöneticileri yer yüzüne yerleştiren ve onlara imkan tanıyan Yüce Allahtır.Onların galip ye üstün gelmelerini takdir eden odur.Üstünlük ve egemenlik sağlamaları, sahip oldukları kişisel maddi güçle değil, Allanın onlara bunu takdir etmesiyle mümkün olmaktadır.
Milletlere, halklara ve devletlere imkan sağlayıp yer yüzünde onları yerleştiren Allahtır. Bu milletin galip gelmesi, bu halkın egemen olması ve bu devletin üstünlük sağlamasını takdir eden Odur.
Olayları takdir eden, olmasını dileyen odur ve işleri çeviren odur. Onun izni ve takdiri olmadan hiçbir yerde herhangi bir şey meydana gelmez. Bu, Kur’anın bir ilkesi ve imanın bir temeli olup birçok ayette kararlaştırılmıştır.
Devletlerin kuruluş, yükseliş ve yıkılış sebeplerini araştıran bir çok kişi bu kuralı aklına getirmemekte, iktidar savaşı yapan liderlerin egemenliğini ve komutanların yönetimi ele geçirmelerini incelerken onu unutmakta, dünyanın siyasi, ekonomik,askeri ve savaş olaylarını araştırır veya dinlerken ondan gafil davranmakta yahut akıllarına getirmemektedirler.
Şüphesiz Allanın izni olmadan hiçbir olay, hiçbir şey meydana gelmez. Onun izni olmadan hiçbir yönetici yok olmaz veya iktidara gelmez. Onun İzni olmadan hiçbir ordu galip gelmez ve zafer kazanmaz. Allanın izni olmadan hiçbir ümmet hakim olmaz, hiçbir devlet kalkınmaz ve yükselmez. Onun izni olmadan hiçbir medeniyet kurulmaz. “Biz onu yeryüzüne yerleştirdik ve her şeyin yolunu ona öğrettik”. [351]
Allahın Zulkarneyn’e Verdiği İmkanlar:
Kur’anı Kerim, Yüce Allahın Zulkarneyn’e verdiği imkanlara işaret etmekte ve “Biz ona her şeyden bir sebep verdik” genel ve özet ifadesiyle bu imkanın şeklini belirtmektedir.
Sebep, yer yüzünde üstünlüğü sağlayan araç ve buna götüren yoldur. Sebep siyasi, askeri, ekonomik, sanayi, savaş veya uygarlık olsun, yer yüzüne yerleşmeyi gerçekleştiren maddi olaylardır.
Yüce Allah ona iktidar ve fetih sebeplerini, imar etme ve kurma sebeplerini, iktidar ve yönetim sebeplerini ve başka şeylerin sebeplerini vermiştir.
Haber ve israiliyyat heveslisi kimi kişiler, Allahın Zulkarneyn’e verdiği bu sebep ve imkan konusunda hurafe, saçma ve uydurma şeyler nakletmekten kendilerini atamamışlardır. İbn Kesir, Muaviye ile Ka’bulahbar arasında geçen bir konuşmayı nakletmiş, onunla ilgili hoş bir yorum yaparak şöyle demiştir:
“Said bin Hilal rivayet ediyor; Ebu süfyan oğlu Muaviye, Ka’bulahbar’a şöyle sormuştur: Zulkarneyn’in atını Süreyya yıldızına bağladığını mı söylüyorsun?
Ka’bulahbar şöyle demiştir: Böyle diyorsam, Allahın “Herşeyden ona bir sebep verdik”dediği içindir.”
Ibn Kesir bu konuşma için şu yorumu yapmaktadır: “Muaviye’nin karşı çıkması doğrudur ve karşı çıkmakta haklıdır. Çünkü Muaviye, Ka’bulahbar için “Yalan söyleyip söylemediğini deneyeceğiz “derdi. Yani naklettiği şeylerde yalan söyleyip söylemediğine bakacağız. Ka’bulahbar’ın bile bile yalan söylediğini demek istemiyor, belki elindeki sayfalarda bulunan bilgilerin genellikle uydurma, yanlış ve yalan şeylerden ibaret israiliyat olduğunu söylüyor. Allah ve rasulunün haber verdiği bir konuda bunların hiçbirine ihtiyacımız yoktur.Çünkü bunlar halka büyük zarar vermiş ve büyük bozuklulara yol açmıştır.
Ka’buİahbar’ın “Herşeyden ona bir sebep verdik” sözünü sayfalarındaki yanlış bilgilere dayanarak açıklaması ve atını Süreyya yıldızına bağladığı sonucunu çıkarması, yersiz ve aslı astarı olmayan bir şeydir. Çünkü insanların böyle bir şeyi yapması yahut göklere ulaşması mümkün değildir.Nitekim Yüce Allah, Belkis için “Ona her şeyden verilmiştir” der. Yani benzeri krallara verilen şeylerin benzeri ona da verilmiştir.
Zulkarneyn de bu şekildedir. Allah ona sebepleri müyesser etmiştir. Yani ülkeler ve bölgeler fethetme, toprakları ele geçirme, düşmanları yenme, yer yüzünün krallarını dize getirme ve müşrikleri zelil etmenin yol ve imkanları kendisine verilmiştir.Böyle bir insanın ihtiyaç duyacağı her şey kendisine verilmiştir. En doğrusunu Allah bilir.” [352]
Zulkameyn’in Sebeplere Sarılması:
Yüce Allah Zulkarneyn’i yeryüzüne yerleştirmiş, galibiyet ve üstünlüğü gerçekleştirmek için ona sebepleri ve yolları hazırlamıştır. Kur’an, Zulkameyn’in Allanın kendisine verdiği araç, yol,imkan ve şekillerden yar arlandığını, bunları çok güzel ve yerinde başarıyla kullandığını anlatmakta ve onun için “Sebeplere sarıldı” der. Bu da Zulkameyn’in ne kadar zeki ve kavrayışlı olduğunu gösterir.
Başarı, galibiyet ve üstünlük için Yüce Allah birçok kişiye yollar, sebepler ve imkanlar verir.Bu sebeplerin bir kısmı maddi somut şeylerdir, bir kısmı da zeka, kavrayış, sağlık ve kuvvet, kişilik, güzel muamele, zaman, ömür gibi manevi şeylerdir.
Başarı ve üstünlük sebepleri verilen nice kişiler var ki Allanın kendilerine verdiği bu imkanları kullanıp onlardan yararlanmazlar. Aksine Allanın kendilerine verdiği imkanları çarçur ederek boşa götürür, fırsatı değerlendirmez ve şartlardan yararlanmaz. Böylece verilmiş olan imkanlar kaybolur ve sebepler ortadan kalkar.
Allanın verdiği imkan ve seeplerden yararlananlar, onları yerinde-ve zamanında kullananlar ise azdır. Bunlar da ancak zeki ve akıllı kişilerdir.Işte Zulkarneyn bu az kişilerdendir.Çünkü verilen sebeplere sarılmış ve imkanları değerlendirmiştir.
“Sebeplere sarıldı” anlamındaki cümle, öyküde üç defa geçmektedir. Çünkü Zulkarneyn batıya, doğuya ve kuzeye olmak üzere üç sefer düzenlemiş ve cihad etmiştir.Güneşin battığı yere varıncaya kadar sebeplere sarıldı.Güneşin doğduğu yere varıncaya kadar sebeplere sarıldı. İki dağın arasına varıncaya kadar sebeplere sarıldı. [353]
Güneşin Kara Balçıklı Bir Gözde Batması:
Kur’anı Kerim, Zulkameyn’in ilk seferinden söz ederek “Güneşin battığı yere varınca, kara balçıkklı bir gözde battığını gördü” der.
Cihad için yapılan bu sefer batıya düzenlenmişti.Daha önce Zulkarnen’in İranlı Kuruş olduğunu ve bu seferin Yunanlı Lidya ülkesine karşı düzenlendiğini, Lidya’nın başkenti Sardiz’i işgal ettiğini ve kralı Krezus’u esir aldığını, Sardiz kentinin Ege Denizi sahillerinde İzmir yakınlarında bir yerde olduğunu belirtmiştik.
Ayet, Zulkameyn’in güneşin battığı yere ulaştığını belirtmiştir. Bilindiği gibi hem güneş hem yer küresi dönmektedir. Onun için güneşin battığı yer, gerçekten battığı ve bir daha çıkmadığı yer anlamında değildir. Zira güneşin batış ve doğuş yerleri bir tane olmayıp birçok batma ve doğma yerleri bulunmaktadır. Onun için Yüce Allah “Doğuş yerlerinin ve batış yerlerinin rabbine and olsun” [354] buyurmaktadır.
Her hangi bir yerden bakanların baktıkları yerlere göre güneşin birçok batma ve doğma yerleri vardır.
Ülkelere göre de doğduğu ve battığı yerlere göre birçok doğuş ve batış yerleri vardır.
Yılın mevsimleri, ayları ve günlerine göre de güneşin batış ve doğuş yerleri vardır.
Güneşin batması, gerçekten batması değil, bakan kişinin ufukta gördüğü bir batmadır. Seyyid Kutup bunun için şöyle der:
” Güneşin battığı yer demek, bakan kişinin ufukta güneşin kaybolduğunu gördüğü yer demektir. Bu da bakılan yere göre değişir. Bazı yerlerde bakan kişi güneşin bir dağın arkasında battığını görür, bazı yerlerde de deniz ve okyanuslarda olduğu gibi suda battığını görür.Gözün alabildiğine açık olan kumsal yerlerde de kumda battığını görür.” [355] Güneşin batması ile ilgili durum bu şekildedir.
Kara balçıklı bir gözde batmasına gelince; Zulkarneyn’in ulaştığı izmir bölgesinin jeolojik olarak hareketli ve İzmir Körfezi, Menderes körfezi ve diğer körfezler gibi, körfezlerinin çok olduğunu belirtmiştik. İzmir körfezi yaklaşık yüzyirmi kilometre kadar içeriye uzanır.İçine Gediz nehri dökülür. Gediz’in suları bulanık olup iç batı anadolu yüksekliklerinden volkanik ve kırmızı alüvyonlar taşır. Körfeze doğru ileledikçe Gediz’in akış hızı da artmaktadır.
Zulkarneyn, Lidya ülkesinin başkenti Sardiz’i fethettikten sonra Gediz nehrinin İzmir körfezine döküldüğü yere baktığı zaman, haliçte nehir sularının döküldüğü yerde batan güneşin yuvarlığını düşünmüş, nehrin halice döktüğü kara ve kırmızı toprakların karışımını seyretmiş ve uzaktan güneşin sanki bu kızgın kara balçıklı gözde battığını görmüştür. Öyle görülüyor ki Kur’anm belirttiği kızgın kara balçıklı göz budur. En doğrusunu Allah bilir. [356]
Zulkarneyn Peygamber Midir?
Kur’anı Kerim, Zulkarneyn’in güneşin battığı yere geldiğinde bir millet bulduğunu belirtmektedir. “Ey Zulkarneyn! İstersen onlara ceza verebilirsin, istersen de iyi mualeme edebilirsin,dedik”
Ayetin zahiri, bu sözü Yüce Allahın ona söylediğini ve galip geldiği millet hakkında yapacağı muamelede serbest bıraktığını belirtir. İsterse onlara ceza verir, isterse onları bağışlar ve güzellikle muamelede bulunur.
Alimler, Yüce Allahın Zulkarneyn’le konuşması, dolayısıyla onun peygamber olup olmadığı konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları Zulkarneyn’in peygamber olduğunu söylemiş ve Yüce Allahın “Ey zulkaneyn…dedik” sözünü delil göstermişlerdir. Yüce Allahın konuştuğu insanın da ancak bir peygamber olduğunu söyleyerek bu konuşmanın onun peygamber olduğunu gösterdiğini belirtmişlerdir.
Başkaları ise Zulkarneyn’in peygamber değil,adaletli bir kral ve bir insan olduğunu söylemişlerdir.Peygamber olmadığını’ söylemelerinin sebebi de, bir kimsenin peygamberliğinin ancak makbul bir delil ile sabit olabileceğini söylemeleridir. Bu sabit delil de ya ayet olur veya sahih bir hadis olur. Böyle bir delil olmadığına göre Zulkarney’in peygamber olduğunu söylemek caiz olmaz, aksi halde peygamber olmayan birini peygamber yapmış oluruz, derler.
Bazı alimler de peygamber olup olmadığı konusunda susmayı tercih etmişlerdir.Peygamberdir, demiyoruz, çünkü peygamber olduğunu söylemek için ayet veya sahih hadis gerekir, bu da mevcut değildir.
Peygamber olmadığını da söylemiyoruz,çünkü peygamber olabilir, zaten Kur’an bütün peygamberlerin adlarını vermez ve hepsinin öyküsünü bize anlatmaz. Nitekim “Daha önce peygamberlerin bir kısmını sana anlatmış ve bir kısmını da anlatmamıştık” [357] der. Peygamber olmadığı halde peygamber olduğunu söylersek,onlardan olmayan birini peygamber yapmış oluruz, bu da yanlış olur, peygamber olduğu halde peygamber değildir, dersek, onlardan olan birini dışlamış olururuz, bu da yanlış olur, Peygamber olduğunu veya olmadığını kanıtlayan bir delil elimizde olmadığından, en iyisi bu konuda karar vermemektir,derler.
Biz de Zulkarneyn’in peygamber olup olmadığı konusunda karar vermeyen alimlerin görüşüne katılıyoruz. Peygamber midir, değil midir? bilmiyoruz. Çünkü her ikisi de muhtemel olabilir.
Peygamber olup olmadğı konusunda karar vermemek, metodlu bilimsel araştırmaya uygun olandır.Çünkü bilgi olmadan hüküm vermek doğru değildir. Hüküm de ancak delille olur. Kesin delil de mevcut değildir.
Zulkareyn peygamber ise, Yüce Allahın “Ey Zulkarneyni…” diye hitap etmesinde bir kapalılık yoktur. Çünkü Yüce Allah peygaberlere direkt seslenir.
Peygamber değilse, o zaman yüce AIlahm”Ey Zulkameyn!…” sözü ile ilgili olarak üç ihtimal sözkonusu olur:
a- Yüce Allah, Zulkarneyn’in ordusunda bulunan bir peygambere bu sözü bildirmiş, bu peygamber de ona bildirmiş olabilir.
b- Hz.Musa’nın peygamber olmadığı kesin olan annesine Musa’nın korunması için garantili bir yolla ilham ettiği gibi, bunu Allah kendisine ilham etmiş olabilir.
c- Bu sözler, yendiği ve ülkelerini fethettiği halka karşı Zulkarneyn’in durumunu anlatan sözler olabilir. Çünkü Allah onu kendilerine galip ve üstün yapmış ve sosyal yasalarını uygulayarak haklarında tasarruf serbestisi vermiştir.
Sonuç olarak, tercih etmemizi gerektirecek bir delil olmadığından ihtimallerden birini tercih edemiyoruz. [358]
Zulkarneyn’in Adalet İlkesi:
Yüce Allah, fethettiği ülkeler hakkında Zulkerneyn’e dilediği gibi davranma ve insanlarına muamele etme serbestisi verince, zulmetmemiş, azgmlaşmamış,terör estirmemiş, bunu yeryüzünde fesat çıkarmak ve insanları ezmek için bir fırsat görmemiştir. Bu insanlara karşı nasıl davranacağını şöyle belirtmiştir:
“Haksızlık yapana ceza vereceğiz, sonra rabbine döndürülür,onu görülmemiş bir azaba uğratır, ama inanıp salih amel işleyene mükafat olarak güzel şeyler vardır, ona buyruğumuzdan kolay olanı söyleriz,dedi” [359]
Bu adaletli ilke,Zulkarneyn’in imanını, takvasını, adaletini, zeka ve kavrayışını, iyilik ve rahmet sahibi oluşunu gösterir.Yendiği ve ülkelerini fethettiği insanlar şüphesiz aynı düzeyde ve aynı niteliklere sahip olan insanlar değildir. Onun için hepsine aynı muamelenin yapılması caiz olmaz. Bunlar iki türlüdür; Müminler ve kafirler,iyiler ve kötüler. Bunlara aynı muamele yapılabilir mi?
Zulkarneyn şöyle diyor: zalim ve kafir olanlara azap edeceğiz.Zulüm ve küfründen dolayı ceza görecek.Bu azap onun cezasıdır.Ona azap ederken adaletle davranıyoruz. Dünyadaki azabı budur. Ahirette de başka bir azap çekecektir. Rabbine dönürüldüğü vakit ona görülmemiş bir azap verecektir.Görülmemiş azap da, insanların tuhafına giden, katı, çekilmez ve çetin gördükleri azaptır.Şüphesiz bu azap Allahın adaletine uygundur. Çünkü zalim ve kafirler bu azabı hakediyorlar.
Kur’an “Münker” ve “Nukr” kelimelinni kullanır. Munker,Allahın dinine göre batıl, haram ve müminlerin kalplerinin red edip tiksindiği şeylerdir. Nukr ise, bazı insanların yadırgayıp yanlış ve merdut gördükleri halde, Allahın hüküm ve takdirinde doğru,sahih ve makbul olan şeydir.
Zulkarneyn’in ilkesine göre zalim ve azgın kafir iki defa ceza görür. Biri Zulkarneyn’in eliyle dünyada azap görür Diğeri de ahirette Allahın vereceği görülmemiş azaptır.
İyi mümin ise,Zulkarneyn tarafından kayırılmakta, ona en güzel mükafat verilmekte, sevgi, yakınlık ve iltifat gösterilmektedir. “Mükafat olarak güzel şeyler vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanı söyleriz” [360]
Ödüllendirme ve Cezalandırma İle Eğitmek:
Zulkarneyn’in insanlara yaptığı uygulama, başkaları hakkında uygulama yapan her yönetici ve hükümdar için ölçü olmaya layık olduğu gibi, Zulkarneyn’in kendisi de her yetkili ve yönetici İçin örnek olmaya layıktır. Vazifesinde başarılı olmak ve görevini güzel bir şekilde yerine getirmek isteyenler, Zulkarneyn’in bu ilkesinin üzerinde iyice durmaları gerekir.
Bilindiği gibi zamanımızda görevin başına gelmeyen bozukluk, ve bozgunculuk kalmamıştır.Yöneticilerin de ne kadar görev bilinç ve sorumluluğundan uzaklaştığını, ne kadar haksızlık ve adaletsizlik yaptıklarını, görevlerinde ne kadar başarısız olduklarını bilmeyen yok gibidir.
Görevlilerin başırısının ölçüsü, günümüzde rejime bağlılıkta, üstlerine hizmet ve yaranmada, dalkavukluk ve münafıklıkta yarışmaları olmuştur. Görevlilerin bütün endişesi, amirlerin gözüne girmek,onların yanında yer aldığını göstermek, onlardan ulufe, takdir ve çıkar koparmak, bir üst makama atlamak, bunu insanlara hizmet ve halkın yararı için çalışmaya tercih etmek olmuştur.
Günümüzde yönetimin ölçüsü bozulmuş ve memuriyetin ilkesi çığırından çıkmıştır. Zalim, bozguncu ve haksız kişiler yöneticilerin iyilik, lütuf ve ihsanını alan yakınları haline gelirken,samimiyet ve şevkle çalışan insanlar ise uzaklaştırılmakta, kovalanmakta, sürülmekte, eziyet ve baskı görmekte, her türlü iyilik ve ihsandan, takdir ve ikramdan yoksun bırakılmaktadır. Böylece işler bozulmuş, yürümez olmuş, bozukluk ve bozgunculuk yayılmış ve her alanda anarşi başını almış yürümüştür. [361]
Belirttiğimiz gibi Zulkarneyn, her yönetici ve sorumlu için temel bir ölçü sunmakta, devlet idaresi ve memuriyet alanında işleri yoluna koymak ve iyileştirmek için pratik bir yol göstermektedir. Bu yola, ödüllendirme ve cezalandırma ile eğitim yahut teşvikler ve engeller metodu diyebiliriz.
Yönetici veya memur için önemli olan şey, yöneticiye yardakçılık yapmak veya amire şirin görünmek değil, görevini güzel bir şekilde yerine getirmektir. Memur ihmalkarlık, haksızlık ve kötülük yaptığı zaman, haksız ve batıl yolu seçtiği için cezalandırılmalı ve haksızlığna son verilmelidir. Bu memurun başka yere sürülmesi veya görevinin değiştirilmesi yahut görevinden el çektirilmesi gerekir.
Ama iyi, çalışkan, dürüst ve insanların sevdiği mümin bir görevlinin takdir edilmesi ve ödüllendirilmesi gerekir. Başkalarına örnek olması için teşvik edecek ve başarısını artıracak bütün teşviklerin kendisine yapılması lazımdır.
Evet, iman eden ve güzel iş yapanlar için en güzel mükafat vardır.bu adam imanı ve ibadeti güzel yapmış,işi ve ameli güzelce yerine getirmiştir. Onun için biz de ona güzellikle ve iyilikle muamele yapıyoruz.Çünkü karşılık, yapılan iş türünden olur. “iyiliğin karşılığı iyilikten başkası mıdır?” [362]
Ona buyruğumuzdan kolay olanı söyleyeceğiz.Onunla hoş,zarif, güzel ve tatlı bir dille konuşacağız. Böylece onu ödüllendireceğiz, teşvik edeceğiz,saygı göstereceğiz ve takdir edeceğiz.
Bunu gören başkaları da ondan ibret alacaklar, kendilerine ders çıkaracaklardır. Çünkü aklından zoru olmadıkça, hiçbir kimse bile bile ceza ve kötülük görmek istemez.
İyi işler yapan mümin insanlar haksızlık, ahlaksızlık ve bozgunculuk yapamazlar. İyiliği, yararı ve güzelliği yayarlar. Görevlerini en güzel şekilde yerine getirmeye ve insanlara yarar sağlayacak hizmetler vermeye özen gösterirler.
işte böyle insanlara ödüller vererek ödüllendiririz. Bu ödül ona itibar kazandırır, çabalarını yoğunlaştırmaya teşvik eder ve başkalarını da onun gibi olmaya çağırır. [363]
Onları Güneşten Korumadık:
Zulkarneyn,güneşin doğduğu yöne doğru gitti.”Sonunda güneşin doğduğu yere ulaşınca, güneşin, kendilerini ondan koruyacak birşey vermediğimiz bir millet üzerine doğduğunu gördü”
Kara balçıklı kızgın gözden söz ederken güneşin batması ile ilgili söylediklerimizi burada onun doğması konusunda da söylüyoruz.Güneşin bir sürü doğuş yerleri vardır. Her millet için güneşin doğuş yeri vadır. Önemli olan, bu millet için güneşe karşı koruyacak bir şeyi AHahın vermemiş olmasıdır.Yani göneş doğduğu zaman onları ışıklarından Örtecek bir şey yoktur. Alimler “Güneşe karşı koruyacak bîr şey vermedik” ayetinin anlamı konusuda ihtilaf etmiş ve şöyle demişlerdir:
1- Bazıları, sözkonusu milletin geniş vadilerde oturdukları ve güneş doğduğunda kendilerini güneşten koruyacak dağların bulunmadğım, doğan güneşi yanlarında ve evlerinin içinde bulduklarını söylemişlerdir.
2- Bazıiarı da kendilerini güneşin ısı ve sıcaklığından koruyacak evleri veya binalarının olmadığını, onun için doğar doğmaz güneşin aralarında olduğunu söylemiştir.
3- Bazıları ise, vücutlarını örtecek birşeylerinin bulunmadığını ve çıplak olduklarını, güneş doğduğunda ısı ve ışıklarıyla onları etkilediğini söylemiştir.
Daha önce bu insanların Moğollardan ve başkalarından olabileceğini belirtmiştik.
Görüldüğü gibi Kur’anı Kerim, Yüce Allanın Zulkarneyn’e söylediklerini ve onun ne cevap verdiğini açıklamamaktadır.Yani o bölgelerin yönetimi ve halkına karşı nasıl davrandığını belirtmemiştir. Çünkü nasıl davrandığını, batıda daha önce ülkelerini fethettiği insanlara karşı nasıl davrandığını anlatırken belirtmiştir.Tekrar olmaması için bir daha açıklamamıştır. [364]
Onun Bütün Yaptıklarını Biliyorduk:
Kur’an, Zulkarneyn’in savaş ve fetihleri ve doğu tarafına düzenlediği seferi anlatmaya son vermeden önce “Bu şekilde onun bütün yaptıklarını biliyorduk” temel kuralını kararlaştırmaktadır.
Yani Yüce Allah, Zulkarneyn’in bütün durumlarını biliyor,bütün hareketlerini görüyor, kendisinin ve ordusunun haberlerine muttali oluyordu. Attıkları her adımı Allalın izni ile atıyor,yaptıkları her hareketi Allanın iradesiyle yapıyor,işgal ettikleri her ülkeyi veya fethettikleri her yeri Allanın bilgisi ve gözetimi altında yapıyorlardı.
Güneş doğduğu zaman kendilerini ondan koruyacak veya örtecek birşey bulamayan insanlardan söz ettikten sonra bu gerçeğin belitilmesinden çıkaracağımız güzel bir edebi nüans bulunmaktadır. Merhum Seyyid Kutup bunu şöyle tespit eder:
“Burada anlatımdaki sanatsal uyumun güzelliği üzerinde biraz duralım.Kur’anın burada anlattığı sahne, tabiatta açıkta olan bir sahnedir. Güneş parlıyor ve halkı ona karşı örtecek hiçbir şey yoktur. Zulkarneyn’in vicdanı ve niyetleri de bu şekilde tümü ile Allahm bilgisine açıktır. Böylece tabiatta ve Zulkarneyn’in vicdanında sahne, Kur’anın hassas ahenk metodu üzere tam bir uyum sağlıyor.” [365]
Şimdi, fetihlerinden söz ederken Yüce Allanın Zulkarneyn’in bütün işlerini, askerlerini ve yaptıklarını bildiğini belirtmesinin hikmeti üzerinde duralım. Anlayabildiğimiz kadarıyla bunun hikmeti, evrende olup biten her şeyi Allanın iradesi, istemesi ve bilgisine bağlamaya özen göstermesidir. Böylece insanlar olayları izlerken bu gerçeği unutmasınlar, bu olaylarda Allahm bilgi ve iradesinden bağımsız olarak hareket ettiklerini sanmasınlar.
İşte Zulkarneyn! Önce batı, sonra doğu cephesinde büyük fetihler yapmış, kuzey cephesinde çok büyük işler başarmıştır.Ancak Allah onun bütün yaptıklarını görüyor, biliyor, yaptıklarının tümünü kendisi dileyip yaratıyor. [366]
“Haber” ve “Hubr” Kelimeleri:
Acaba iki kelime arasındaki fark nedir ve ikisi hangi bağlamda kullanılmaktadır?
“Haber” kelimesi, Hz.Musa öyküsünde aynı bağlam içinde geçmektedir. Yüce Allah, Hz.Musa için buyurduğu “Muşa, ailesine, ben bir ateş gördüm,ondan size bir haber getireceğim,dedi” [367] ve “Ailesine, bekleyin, ben bir ateş
gördüm, belki size ondan bir haer getiririm” [368] ayetlerinde geçmektedir.
Hz.Musa, ailesi ile beraber Mısır’a dönerken çölde yolunu yitirmiş, uzaktan bir ateş görmüş, ateşin yanında belki birini bulur ve ondan yolu öğrenir ümidiyle ateşe doğru gitmiştir. Bulacağı adamdan bir haber alacağını ümit eder.
“Hubr” kelimesi ise, sadece Kehf suresinde geçmektedir. Hz.Musa’ya, Hızır “Bilmediğin bir şey karşısında nasıl sabredeceksin?” dediği ayette ve Zulkarneyn’le ilgili olan “Bu şekilde onun bütün yaptıklarını biliyordu” ayetinde geçmektedir.
Haber, bilinen şeyler hakkında haber yolu ie bilgi sahibi oimak demektir. “Hubr” ise, olayların içyüzünü bilmektir. Yani bilgi açık (zahir) olaylar,şeyler ve işlerle ilgili ise, ona haber denir. Ama bu bilgi kapalı (batini) işler, eşyanın gizlilikleri, sırları, incelik ve bilmecemsi yönleri ile ilgili ise, ona da hubr denir.
Belirtildiği gibi, bu kelime sadece Kehf suresinde geçmektedir. Çünkü bu sure, Allanın bildirmesiyle gaybi şeylerin ve işlerin incelik ve gizliliklerinin bilindiği bir suredir.
Hz.Musa, iç yüzünü anlamadığı ve gizliliklerini kavrayamadığı birtakım olayları Hızır’dan görecektir. Onun için karşı çıkacak ve tepki gösterecektir. “Bilmediğin bir şey karşısında nasıl sabredeceksin?”
Zulkarneyn de birçokların bilmediği birtakım işler yapacak,kalbinde, niyetinde ve içinde sakladığını insanlar bilmeyecektir. Ama Allah kendisini ve bütün yaptıklarını bilmekte ve kuşatmaktadır. [369]
Geri Kalmış Âciz Millet:
Kuranı Kerim, Zulkarneyn’in kuzey seferini şöyle anlatır: “Sonunda iki dağın arasına varınca, orada neredeyse hiç laf anlamayan bir millete rasladı.Dediler ki: Ey Zulkarneyn! Şüphesiz Yecuc ve Mecuc bu ülkede bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onların arasına bir sed yapman için sana bir ücret verelim mi? Rabbimin bana verdikleri sizinkinden daha iyidir, bana gücünüzle yardım edin de sizinle onların arasına sağlam bir sed yapay im…dedi.”
Bu bölgenin kafkas dağlarının güneyine düşen Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan olduğunu belirtmiştik. Zulkarneyn zamanında burada oturanlar da Kuşa olarak bilinen millettir. Daryal geçidinden Yecuc ve Mecuc’un kendilerine sık sık saldırdıklarından yakınınca, Zulkarneyn üzerine set yaparak o geçidi kapatmış ve o büyük işi gerçekleştirmek için bölgede dokuz yıl kalmıştır. Bu milletle ilgili Kur’anm söylediklerine baktığımızda şunları görüyoruz:
1- Bunlar geri kalmış bir millettir. “Neredeyse hiç laf anlamıyorlar”. Bu, ya okuyup öğrenmedikleri için başka milletlerin dilini anlamıyorlar ve sadece kendi dillerini biliyorlar, yahut onlara ne söylenirse kâr etmiyor, anlamındadır. Çünkü laf anlamıyorlar ve kendileriyle konuşanlarla diyalog kuramıyorlar. Bunu da ya ilkellikleri ve cahillikleri sebebiyle yapamıyorlar yahut yapılarındaki gaflet ve bayağılıklarından dolayı anlamıyorlar.
2- Zayıf bir millettirler.Onun için Yecuc ve Mecuc’un hücumlarını önlemekten, karşılarına çıkıp bozgunculuklarına engel olmaktan acizdirler.
3- Kendi vatanlarını savunmaktan ve sardıganlara karşı koymaktan acizdirler. Onun için yabancı bir güç olan Zulkarneyn’in gücüne sığınmışlar, vatanlarını savunmasını ve problemlerini çözmesini istemişler. [370] “Sana bir ücret verelim mi?”
Bu insanlar, kendi problemlerini çözmekten aciz ve onların çözümünü başkalarına havale eden tenbel, geri kalmış ve beceriksiz milletlerin niteliklerini taşımaktadırlar.
Çağımızda Araplardan ve diğerlerinden birçokların anlatılan bu milletin niteliklerine sahip olması, doğrusu şaşılacak bir şeydir! Araplar kronikleşmiş ciddi sorunlar yaşıyorlar. Bu sorunların başında da Filistin sorunu geliyor.Çok kötü ve aşağılık düşmanlarla karşı karşıyadırlar.Bunların başında Filistin’deki Yahudiler gelmektedir. Çok büyük bir tehlike ile yüzyüze -bulunuyorlar. Bu tehlikeden sonra ya var olacaklar veya yok olacaklardır.
Bu şartlar ve ortamlar Arapların ve bütün müslümanlann akıllarını başlarına almalarını, tehlikenin farkına varmalarını, ona karşı koymak için hazırlıklı olmalarını, medeniyet savaşına kadın erkek hepsinin katılmalarını ve kendi prolemlerini kendilerinin çözmelerini zorunlu kılmaktadır. :
Fakat ne yazık ki kendi prolemlerine, bir türlü laf anlamıyan sözkonusu milletin baktıkları gibi bakmışlar.Problemlerinin çözümünü başkalarına havale etmişler, Birlemşiş Milletlere, Güvenlik Konseyine, büyüklerin meclisine ve uluslararası kuruluşlara havale etmişler. Topu onların sahasına atmışlar ve bu topla oynamalarını istemişler.
Problemlerini kendileri yerine yabancıların çözmesini istemişler ve barış çağrılarını kabul etmesi için yahudileri
ikna etmelerini rica etmişler, kendileri tribünde seyirci kalarak yabancıların davaları için ne yapacaklarını seyretmeye koyulmuşlar.
Evini yakan ateşe, malını çalan hırsıza karşı ancak geri kalmış kişi seyirci kalır. Hele, evini yakan ateşten ve malını çalan hırsızdan ancak aptal ve deli kişi hak ve adalet bekler. Düşmandan merhameti ve hasımdan adaleti ancak zavallı ve aciz kişi ister.işte bu niteliklere ister o ilkel ve kendine zulmeden milletin nitelikleri deyiniz, ister çağdaş Arapların ve dünya müslümanlarının nitelikleri deyiniz!
Halbuki problemler böyle çözülmez! Vatanlar bu şekilde korunmaz ve kurtarılmaz! Komplo ve tuzaklar bu şekilde boşa çıkarılmaz! [371]
Zulkarneyn’in Mala İltifat Etmemesi:
Zulkarneyn, halkın ücret tekliflerini mala iltifat ve heves etmeden red etmiş ve “Rabbimin bana verdiği sizinkinden daha iyidir” demiştir. Sizin mallarınıza ihtiyacım yoktur.Allah, sahip olduğuuz şeylerden daha iyisini bana vermiştir. Malınıza iltifat etmeyecek ve ona tenezzül etmeyecek kadar Allah bana mal vermiş ve yer yüzüne yerleştirip imkanlar sağlamıştır, dedi.
Zulkarneyn’in mala İltifat ve tenezzül etmemesi, adaletli, dünya malına iltifat etmeyen iyi bir yöneticinin niteliklerinden birini vermektedir. Müslümanları yöneten kişilerin bu nitelikte olması gerektiğini anlatmaktadır.
İbn Kesir, Zulkarneyn’den söz ederken, Sebe’ kraliçesi Belkıs’ın devletine saldırmasını Önlemek için gönderdiği hediye veya rüşvet mala karşı Hz.Süleyman’ın tavrını belirtmiştir. Kur’an o durumu şöyle anlatır:” Süleyman’a geldiklerinde: Bana mal ile yardım etmek mi istiyorsunuz?Allahın bana verdiği size verdiğinden daha iyidir.Ama belki de siz hediyenizle seviniyorsunuz.Onlara dön! And olsun ki güç yetiremiyecekleri bir ordu ile gelir ve onları oradan alçalmış ve küçük düşmüş olarak çıkarırız,dedi.” [372]
Hz.Süleyman, Allahın verdiklerini kendisine sunulan maldan daha iyi ve hayırlı görmekte, ona iltifat etmeyerek “Allahın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir” diyerek hediye veya rüşvet tekliflerini red eder.
Zulkarneyn de Allahın kendisine verdiğini onların kendisine vereceklerinden daha iyi olduğunu görmekte ve “Rabbimin bana verdiği sizinkinden daha iyidir” der.
Zulkarneyn’in bu tutumundan, devlet başkanının halkın mallarına iltifat etmemesi, ona heves etmemesi ve ondan bir şey almaması gerektiği sonucunu çıkarıyoruz. Çünkü devlet başkanı vatanı korumak, insanları korumakla yükümlüdür. Bunun için halktan bir ücret veya mal alamaz.Çünkü bu görevleri, devlet başkanı olmasının gereğidir.
İmam Ebu Bekr Îbnu’l-Arabi, Zulkarneyn’in malı almaması üzerinde durmuş ve ondan devlet başkanının vatandaşlara karşı nasıl davanacağı ve onların mallarına tenezzül etmemesi konusunda genel bir kural belirleyerek şöyle demiştir:
“Devlet başkanının vatandaşları koruması, yurtlarını savunması, görevlilerin topladığı beytulmaldan ihtiyaçlarını karşılaması farzdır.Bu ihtiyaçlar için mallar yetmez, harcamalar onu tüketir ve olağandışı olaylar bitirirse, vatandaşlar doğan ihtiyaçları mallarından karşılamak ve devylet başkanı da onlara bakmakla yükümlüdür. Bunun şartları da üçtür;
a- Devlet başkanının onlardan farklı bir şey almaması.
b- Muhtaç olanlardan başlaması ve onları desteklemesi.
c- Derecelerine göre hepsine eşit miktarlarda vermesi.
Bu harcamalardan sonra beytulmaldaki mallar tükenir ve ortaya fedakarlık gerektiren işler meydana gelirse, vatandaşlar mallarından önce canlarını feda ederler.
Bu yeterli olmazsa, mallan bir ölçüye göre alınır ve en güzel şekilde yerinde harcanır.
îşte Zulkarneyn! Kendisine mal teklif ettiklerinde, ona ihtiyacım yoktur, sadece size ihtiyacım vardır, gücünüzle bana yardım ediniz, yani bana yardım ederek kendinize hizmet ediniz, bende mallar, sizde de adamiar vardır, demiştir.
Sonuç olarak, ortaya çıkan bir zaruret olmadıkça kimseden mal almak caiz değildir.Böyle bir durumda alınacak oian mal gizli değil, açıkça alınır, kayırma yaparak ve kişisel despotlukla değil, adaletle ve topiumun görüşü alınarak harcanır. “ [373]
Gücünüzle Yardım Ediniz:
Zulkarneyn, teklif ettikleri mala iltifat etmedi. Onlara acizliği, tenbelliği ve başkalarına dayanmayı bırakmalarını öğretmek ve çalışmayı, çabalamayı, iş yapmayı ve kazanmayı göstermek istedi. Onun için”Bana gücünüzle yardım ediniz, sizinle onlar arasına sağlam bir set yapayım”dedi.
Şeddi yapmak için kendisine bilek güçleriyle yardımcı olmalarını istemiştir.Sanki onlara şöyle diyordu: Mali ve fikri güç benden, bedeni maddi destek de sizden olsun, bendeki ile sizdeki birleşsin, böylece yapılacak iş gerçekleşsin.
Kur’anın “Gücünüzle bana yardım edin” sözü, güç ve enerjilerin, kuvvet ve imkanların birleştirilmesi,dayanışma ve işbirliğinin sağlanması konusunda açık bir duştur ve meşale sayılır. Bu cümle, projelerin bitirilmesi ve istenen görevlerin yerine getirilmesi konusunda bize ne güzel bir ölçü ve ne kadar büyük bir ilkeyi ortaya koymaktadır.
Şüphesiz başarı ve dayanışma içinde olan toplum, iyiliği gerçekleştirmek için bütün güç ve enerjilerini birleştiren toplumdur. Bilinçli ve başarılı bir yönetim de,özlenen hedefleri gerçekleştirmek için bütün güç ve imkanları birleştiren ve harekete geçiren yönetimdir.
Toplumda düşünce gücüne sahip gruplar olur, bunlar düşünüp projeler üretir ve planlar yapabilirler. Ancak bu gruplar kendi başlarına bırakılırsa, düşündüğü ve tasarladığı şeyleri belki de gerçekleştiremezler.
Yine malı ve planlama gücü olmayan grupların vakti ve el emeği vardır.Bedeni ile çalışıp kazanma ve üretme gücüne sahiptir.
işte bu gruplar arasında bir koordinasyon ve işbirliğinin yapılması, sahip olduğu güç ve imkanların birleştirilmesi ve onların ümmetin yararı doğrultusunda yönlendirilmesi gerekir. Düşünce üretenler ile mal sahibi olan, çalışıp kazanma ve üretme gücüne sahip bulunan insanların işbirliği yapması ve- hepsinin toplumun yararı doğrultusunda çalışması gerekir.
Toplumda bilinçli ve becerikli yönetim, bütün üretken güçleri bir araya getirebilen ve koordinasyon yaparak işbirliği sğlayan yönetimdir.
Acaba bugün ümmetimiz güç ve enerjileri birleştirip yönlendiriyor mu, yoksa dağıtıp boşuna mı harcıyor? Acaba bütün güç ve enerjiler ümmetin yaran için işbirliği mi yapıyor, yoksa başıboş ve bölük pörçük olarak mı duruyor?
Ümmetin nice yetenekleri kaybolmakta! Nice enerjileri işlevsiz ve atıl durmakta! Nice malları boşa gitmekte ve çarçur edilmekte! Nice vakitleri boşa öldürülmekte! Nice gençler ne yapacağını bilmemektedir!
İşbirliği yapma, dayanışma ve yardımlaşma, koordinasyon ve yönlendirme konusunda ümmetin mutlaka Zulkarneyn’in kuralını uygulaması gerekir.Mutlaka bütün birim ve güçleriyle ümmetin “Gücünüzle beni destekleyin” kuralını kendisine sıloğan yapması lazımdır. [374]
Set Hangi Malzemeden Yapıldı?
Kur’anı Kerim, şeddin hangi malzemeden ve nasıl yapıldığına işaret ederek şöyle der: “Bana demir kütleleri getirin, dedi.Bunlar iki dağın arasını doldurunca, körükleyin, dedi. Demirler akkor haline gelince, bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim, dedi.”
Zulkarneyn, halkın demir kütleleri getirmelerini ve iki dağ arasındaki boğaza yerleştirmelerini istedi. Demir kütleleri o bölgede halkın çıkardıkları büyük kütlelerdir. Daha önce de belirttiğimiz gibi Emenistan ve Gürcistan demir ve bakır yatakları bakımından zengin yerlerdi. Nitekim ormanları ve ağır yükleri uzak yerlere taşıyan taşıma hayvanları bakımından da zengin yerlerdir.
Büyük demir kütlelerini getirdiler, boğaza yerleştirdiler ve dağın iki zirvesine ulaşıncaya kadar üstüste yığdılar. Sonra Zulkarneyn, yığılan bu demir kütlelerinin altında ateşin yakılmasını istedi.”İki dağın arasını dolduruca, körükleyin, dedi”
Ateşin büyüklüğünü ve yakılan odunların çokluğunu düşünün! Çünkü bu yüksek boğazda yığılmış tonlarca demir kütlelerinin eritilmesi isteniyor.
Diğer taraftan, zulkarneyn, büyük kazanlar içinde bakır kütlelerinin eritilmesini emretmişti. Geçitte demirler akkor haline gelip kazanlarda bakırlar eritilince, şeddi yapmanın son aşaması başladı ve “Bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim, dedi”Akkor haline gelmiş demirin üzerine erimiş bakırın dökülmesini istedi, bakır demire karıştı ve kaynaştı.Böylece çeik metal haline geldi. Aslında demir ve bakır kuvvetli iki metaldir.Bir de bunlar akkor haline getirilip karışınca ne kadar sağlam ve güçİü olduğunu düşünün! Her biri ayrı bir güç ve sağlamlık taşımakta ve zirvede sağlam birgüç meydana gelmektedir.
Çelik metal soğudu. Böylece korkunç ve aşılmaz büyük bir set meydana geldi. [375]
Mühendis Zulkarneyn!
Gerçekten zulkarneyn kuvvet,zeka, kavrayış ve imkan sahibidir.Bu da Allanın kenisini yer yüzüne yerleştirmesi ve öğretmesiyle olmuştur. Yüce Allah binanın sağlam yapılması ve güçlendirilmesi konusunda ona ilginç bir yol Öğretmiş, böylece demir ve bakın birleştirmiştir.
Deyim yerinde ise, zulkarney bir mühendistir.Şeddi bu sağlam maddelerden yapmış ve çağımız mühendislerinden asırlar önce bakırla demiri birleştirerek çelik yapmayı başarmıştır. Bu konuda Seyyid Kutup şöyle der:
“Demiri güçlendirmek için bu metod yakın zamanda kullanılmıştır. Demire bir miktar bakır katıldığı zaman onu güçlendirip sağlamlaştırdığı görülmüştür. Yüce Allanın Zulkarneyn’e öğrettiği ve Kur’anda anlattığı bu uygulama, çağdaş bilimden, sayısını ancak Allanın bildiği asırlar önce olmuştur. “ [376]
Bu, Zulkarneyn şeddinin büyük Çin Şeddi olduğu iddiasını da çürütmektedir. Çünkü Çin Şeddi yüzlerce kilometre uzunluğunda olup iki dağ arasında yapılmış değildir. Nitekim Çin Şeddi taş ve çamurdan yapılmıştır.Halbuki Zulkarneyn şeddi demir ve bakırdan yapılmıştır.
Hemen belirtelim ki Çin şeddi de, Zulkarneyn şeddi de aynı amaçla yapılmıştır. Zulkarneyn, Yecuc ve Mecuc’un hücumlarını önlemek için şeddi yaptığı gibi, Çin imparatoru da onların hücumlarını Önlemek için Sin şeddini yapmıştır.
Kur’anı Kerim binayı sağlam yapmanın ve güçlendirmenin yolunun demir ve bakırı karıştırmak olduğunu öğretmektedir.Ayet pozitif bilgi olarak bunu belirttiği gibi, büyük şeddin yapılması konusunda da mühendislikle ilgili bir nüansı içermektedir.Onun için Kur’anda mühendislikle ilgili ışık tutacak birtakım işaretler bulabiliriz.
Şüphesiz Kur’an ayetleri birçok işaretler ve anlamlar içerir. Ayeterden iman, fıkıh, tefsir, cihad, davet gibi dinin temellerini aldığımız gibi, tıp, mühendislik, astronomi,matematik,istitastik, askerlik, sosyal, bayındırlık, uygarlık gibi birçok aîanda işaretler çıkarmak da mümkündür.
Ancak Kur’anın temel olarak hidayet ve davet kitabı, yönetim yasası, hayat nizamı, cihad, davet ve direniş metodu olduğunu unutmamak gerekir.Kur’anın böyle olması, kendisinden pozitif bilgiler ve hayatla ilgili değişik alanlarda birtakım işaretler çıkarmamıza engel değildir. [377]
Yecuc ve Mecuc’un Şeddin Karşısında Aciz Kalması:
Zulkarneyn şeddi tamamlayınca, her zamanki gibi Yecuc ve Mecuc yer yüzünde fesat çıkarmak ve bozgunculuk yapmak için geldiler. Fakat karşılarında aşılmaz sağlam şeddi gördüler.Aşmaya ve üstünden geçmeğa çalıştılarsa da, başaramadılar. Çünkü demirden yapılmıştır. Demir de kaygandır. Kişinin tutunacağı yerler olmazsa, tırmanmak mümkün oimaz. Yıkmağa ve bozmaya çalıştılar, ama ona da güçleri yetmedi.Çünkü demir ve bakır gibi sağlam ve bozulmaz bir maddeden yapılmıştır.
Ayet,şeddi tırmanıp aşma ve yıkma çabalarında başarısızlıklarını belirterek “Onu ne aşabildiler ve ne de delip geçebildiler” der. Bu sed, Yecuc ve Mecuc’un hücumlarını önleme ve yer yüzünde bozgunculuk yapmalarının önüne geçmenin yolu olmuştur. [378]
“İstâû” ve “İstetâû” Fiilleri:
Ayette istau ve istitau fiilleri kullanılmaktadır. Acaba aynı ayette ikinci fiilden hazf edilmediği halde, birinci fiilden “Te” harfi neden hazfedilmiştir. Birinci fiilde bu harfin hazf edilmesi hafifletme içindir. Onun için bu harfe hafiflik Te’si diyebiliriz.
Cümle, Yecuc ve Mecuc’un şeddi tırmanmaktan aciz olduklarını bildiriyor.Tırmanma, tırmanan kişinin her şeyden önce süratli, becerikli ve çevik olmasını gerektirir.Onun için genellikle şişman insan tırmanamaz. Çünkü süratle tırmanmak için hafif olmak gerekir.
“Onu aşamadılar” cümlesinin belirttiği durum budur. “Te” harfinin düşürülerek fiilin kullanıldığı ortam da budur.Onun için kolaylık ve hafiflik sağlamak amacıyla te harfi fiilden hazfediîmiştir. Sanki fiil, hafif olmada tırmanan kişiye yardım etmek istemektedir. San ki hüner sahiplerinin hünerine ve tırmananların hafifliğine katılmak için fiil te harfini hazf etmiştir.
“Onu delip geçemediler’1 cümlesindeki ikinci fiilden ise, te harfi hazfedilmemiştir. Çünkü bu kullanıldığı yere daha uygun ve genel ortamla daha uyumludur. Her şeyden önce se’ddin delinmesi ve yıkılması uzun zaman, çaba ve meşakkat gerektirir. Kazmak ve delmek için araçlar gerektirir. Delmek için uzun zaman çaba gösterecek, meşakket görecek,sabır ve sebat edecek adamlar gerektirir.işlerini bitirmeden uzun zamanlar geçer.
İşte “Onu delip geçemediler” cümlesinin çizdiği manzarayı anlatmak için getirilen fiilden te harfi hazfedilmemiştir. Şeddin delinmesindeki uzun çaba ve ağırlığı canlandırmak için, bu ağır seyreden işlemin ağırlığına katılmak için te harfi yerinde kalmıştır.
Birinci fiilden te harfi hafifliği sağlamak ve canlandırmak için hazf edilirken, ikinci fiilden ağırlığı ve uzun meşakkati canladırmak için te harfi hazfedilmemiştir.
Hemen belirtelim ki Kur’anın kullandığı kelimeler seçme kelimelerdir. Anlatımın genel akışı ve ortam ile uyumludur. Özellikle seçilmişlerdir. Kullanıldığı bağlam ve anlattığı konu ile tam ahenk içindedir.
Hafiflik te’si dediğimiz bu harf, Hz.Musa ile Hızır olayını anlatan “Sabredemediğin şeyin tevilini/ne olduğunu sana anlatacağım” ve “İşte bu, sabredemediğin şeyin yorumudur” ayetlerinde geçmişti. Aynı harf bu sefer zulkarneyn öyküsünde geçmektedir.
Bizzat bu Öyküde bir fiil iki şekilde kullanılmaktadır. Yüce Allanın “Onu yer yüzüne yerleştirdik” sözü ile Zulkarneyn’in “Rabbimin bana verdiği daha iyidir” sözünde bir fiil farklı iki şekilde geçmektedir. Önemli olan, okuyucunun Kur’anda bu tür kelimeleri yakalamasıdır. Şüphesiz bunun çok öneklerini bulacaktır. [379]
Seddin Yapılması Allahtan Bir Rahmettir:
Zulkarneyn, yaptığı ve insanları Yecuc ve Mecuc’un hücumlarından koruyan büyük şedde baktı ve “Bu Rabbimden bir rahmettir” dedi. “Bu Rabbimden bir rahmettir” cümlesi üzerinde durduğumuz zaman şu sonuçları çıkarıyoruz:
1- Seyyid Kutub’un dediği gibi, Zulkarneyn, yaptığı büyük esere baktı, gururlanıp büyüklük göstermek ve böbürlenip şımarmak yerine, Allaha şükretti ve kendisini böyle hayırlı bir işe kendisinin muvaffak ettiğini itiraf etti. [380]
2- îşini başarmasından sonra Zulkarneyn’in Allahı anması, bize Allahı anmanın nasıl olması gerektiğini öğretmektedir. Zikrin en üstün şekii, müminin işini başarması anında rabbini anması, bu başarının onun emri ile olduğunu bilmesi, böylece alçak gönüllü, adaletli, şükreden ve zikreden bir insan olmasıdır.
3- Seddin yapılması Allahtan bir rahmet olmuştur. Zulkarneyn, Allahın kendisine öğrettiği bilgiyi ve yeryüzünde verdiği gücü kullanmıştır. Evet, bunları insanlara yardımcı olmak,iyilik yapmak ve haksızlığı önlemek için kullanmıştır. Onun için bilgisi Allahtan bir rahmet olduğu gibi, bu bilgiyi kullanması da bir rahmet olmuştur.
Allahın kendisine öğrettiklerini insanların yararına Zulkarneyn’in kullanması, ilim ve rahmet suresi olan Kehf suresinin temel konusuyla uyuşmaktadır. Daha önce de Yüce Allah Hızır için “Yanımızdan ona bir rahmet verdik ve katımızdan kendisine bir ilim verdik” demişti. Hızır da Hz.Musa’ya “Rabbinden bir rahmet olarak” demişti.
4- Bölge insanları Yecuc ve Mecuc’un tehdidi altında yaşıyor, onların bozgunculuklarına uğruyorlardı. Şeddi yaptırarak onların şerrinden Allah korumuş ve tehlikelerinden kurtarmıştır.Bu bakımdan şeddin yapılması onlar için Allahtan bir rahmet ve Allah tarafından bir kurtuluş olmuştur.
Sed yapılmasaydı ve o insanlar çabasız, çalışmasız ve hareketsiz imdat deyip dursaydı, kendilerini tehlikeden kurtarmaz ve koruyamazlardı. Çünkü kurtuluş ve kurtarma ancak çalışmakla olur. [381]
Seddin Yapılmasından Alacağımız Ders:
Bu, özellikle günümüzde islam ümmeti için önemli ve büyük bir derstir. Çünkü İslam ümmeti, o insanlar için Yecuc ve Mecuc’un oluşturduğu tehlikeden daha büyük ve Öldürücü bir tehlike ile karşı karşıyadır. Bu tehlike, yıkıcı ve öldürücü yahudi tehlikesidir. Barbar ve acıasız yahudi tehlikesidir. Ümmetin hiçbir şeyi dışarıda kalmamak üzere bütün güçleri ve alanları bu tehlikenin tehdidi altındadır.
Bu tehlikenin karşısında ümmetin aciz ve elleri kofları bağh durması bir an bile caiz değildir. Yas tutmakla, imdat sinyalleri vermekle, üzülmekle ve ah vahlar çekmekle, şikayet, kınama ve üzüntülerini belirtmekle, sadece dünya kamuoyunun vicdanını uyandırmaya çalışmakla, dünyada barışseverleri göreve çağırmakla, onlardan yahudilerin işgal ve hücumlarını sürdürmelerini durdurmasını istemekle yetinmesi asla caiz değildir.
Ümmetin çözüm getirmeyen ve sonuca ulaştırmayan, Güvenlik Konseyine ve Birleşmiş Milletlere sığınma, uluslararası kongre düzenleme ve Güvenlik Konseyi kararlarını uygulamaya çağırma gibi serap ve hayal olan yollar,araçlar ve vesileler üzerinde ısrar etmeye devam etmesi caiz değildir.
Bu tavırların hiç bir yararı olmadığı gibi, bu yollar ve araçlar da hiçir çözüm getirmez. Böyle giderse, ümmet yahudi tehlikesinin tehdidi altında yaşamaya devam edecektir.
$üphe yok ki ümmeti yararlı ve isabetli çalışmanın dışında hiç birşey kurtarmaz. Yahudilere karşı koymanın ve direnerek gerekli bütün tedbirleri almanın dışında ümmeti bir şey kurtarmaz.Onu kuvvet, cihad ve çalışmanın dışında hiçbir şey kurtarmaz.
Görüldüğü gibi, insanlar kuvvetle ve çalışma ile Yecuc ve Mecuc tehlikesinden kurtarıldılar ve şeddin tamamlanmasıyla Allanın rahmetine mazhar oldular.
Bugün de ümmetin yahudi tehlikesinden kurtarılması, çalışma, kuvvet ve emekle olur. Yahudilerle cihad etmek ve savaşmak, Zulkarneyn’in şeddini yapmağa benzer.Ümmet ne zaman gerektiği gibi çalışır ve savaşırsa ve yaşamayı sevdiği kadar Allah yolunda ölmeyi severse, geçmiş ümetler gibi Allanın rahmetine mazhar olur.
Elbette tenbel ve aciz milletler Allanın rahmetine layık değildir. Allah onlara rahmetini vermediği gibi insanlar da merhamet etmezler. Hiç kimse de onların sesini duymaz ve arkalarından ağıt yakmaz. Allanın rahmetine layık olanlar, Allah yolunda sabır ve sebatla cihad eden, güçlü ve kuvvetli olanlardır. Artık ümmet kuruntu ve aldatıcı hevesleri bir yana bırakmalı, cihad ve şehitlik kapısından girmelidir.Yol budur.Bunun dışında yıkım ve tufandır! [382]
Allahın Verdiği Söz ve Şeddin Yıkılması:
Zulkarneyn, şeddin yapılmasının Allahın bir rahmeti olduğunu kararlaştırıp bundan dolayı ona şükrettikten sonra dinleyenlere önemli bir iman temelini öğreterek şöyle der:”Rabbimin verdiği sözün vakti gelince, onu yerle bir eder.Rabbimin verdiği söz gerçektir”
Bu şeddin belirli bir ömrünün bulunduğunu ve kalıcı olmadığını, dolayısıyla onu sonsuz kalıcı bilmemeleri gerektiğini kararlaştırır. Şüphesiz yapılmasına ve meydana gelmesine Allah izin vermiş, sağlam ve güçlü olmasını o istemiş ve Yecuc ile Mecuc’un hücumlarının önlenmesini o dilemiştir.
Rabbimin verdiği sözün vakti gelip şeddin ömrü bitince, yani yıkılıp yerle bir olmasına izin verince, hiçbir kimse onun emrinin karşısında duramayacak ve verdiği emrin gerçekleşmesine hiçbir kimse engel olamayacaktır. Çünkü insanlar zayıf ve cılız varlıklardır. Allah ise, güçlüdür ve dilediğini yapar.
Rabbimin verdiği sözün zamanı gelince, şeddi yıkar ve yerlebir eder.
‘Sed’ kelimesi erkek isim olduğu halde,”Yerlebir etme” anlamında kullanılan kelime dişi isim kipinde gelmiştir. Halbuki iki kelimenin de erkeklik ve dişilik yönünden aynı olması esastır.
Bu anlamı ifade eden kelime iki şekilde okunmuştur. Sonu hemzeli ve uzatmalı olarak okunmuştur. Hamza, Asım ve Kisai imamlar böyle okumuşlardır. O zaman anlamı, dümdüz yer gibi yapar, olur. O zaman bu anlamı ifade eden “Dekkâe” kelimesi, yer anlamındaki kelimenin tamlayanı olur, tamlanan olan yer kelimesi de mahzuf olur.
Tamlanan, tamlayanın yerine geçmiş olur. Araplar düz deve derler.Yani horgücü olmayan deve demektir.
ikinci okuyuş ise,tenvinli okunmasıdır. Bu durumda sed kelimesinin sıfatı olur ve dil yönünden bir problem kalmaz. [383]
Erkek bir ismin dişi varlıkları niteleyen bir kelime ile nitelenmesini açıkladıktan sonra şimdi de niçi böyle bir niteleminin yapıldığına bakilim.
Bu sağlam ve güçlü şeddin “üzerln’e bir zaman,1 gelecek, yerle bir olacaktır. Demir ve bakiri:yök>olacak ve.’soyut dümdüz bir yere dönüşecektir. Daha Önce şeddin yerle bir olması için Allahm verdiği, sözün vaktinin geldiğini, Allanın izniyle Yecuc ve Mecuç’uri şeddi yıkabildiğim ve şeddin fiilen yerle bir olduğunu belirtmiştik. Kafkas dağlarında Daryal geçidine baküğrnızda şeddin gerçekten yerle bir olduğunu ve geçidin iki. tarafında demirden ufak kimi kırıntılar dışında bir şeyin kalmadığını görürüz. Zuîkarneyn “Rabbimin verdiği sözün vakti gelince onu yerle bir eder ve Rabbimin verdiği söz gerçektir” derken, doğru söylemiştir. [384]
Tefsirci Kasımı İle Beraber Öyküden Şu Dersleri Çıkarıyoruz:
Muhammed Hayr Ramazan Yusuf,Zuîkarneyn öyküsünden İmam Kasımi’nin “Mehasinu’t-Tevü” tefsirinde çıkardığı ders ve hikmetleri kitabında vermektedir.Biz de Muhammed Hayr’in aktardıklarının bir özetini vereceğiz.
1- Yüce Allah insanlardan dilediğini derecelerle yükseltir ve dilediğine dilediği kadar mülk ve mal verir.
2- Sebeplere sarılmak ve Allahın sosyal yasasına uyarak çalışmak gerekir. Zafer ve başarı, çalışma ve çabalama oranında olur.
3- Engelleri ortadan kaldırmak ve zorluklan yenmek için bütün güçleri harekete geçirmek lazımdır.
4- Büyük ve yüce işler peşinde koşmak gerekir.
5- Düşmanlarına karşı galip gelen kimsenin onları toptan zelil edip ezmesi caiz değildir. Belki onlara adaletle muamele eder,iyi olanı iyiliğinden dolayı Ödüllendirirken, kötü olanı da kötülüğünden dolayı cezalandırır.
6- Yöneticinin vatanı korumak,vatandaşların rahat ve güvenliğini sağlamak için çalışması gerekir.
7- Yöneticinin vatandaşın mallarına göz dikmemesi ve yaptığı işlerin karşılığında ücret veya mal almaya tenezzül etmemesi gerekir. [385]
8- Durum gerektirdiğinde Allahın nimetini anmak ve şükretmek gerekir.
9- Sur ve kaleleri sağlam yapmak ve desteklemek lazımdır.
10- Yöneticinin çalışanlarla beraber çalışması, onları teşvik eder ve göüllerîni sevindirir.
11- Değerini anlamaları ve şükretmeleri için önemli işin meyvesini başkalarına götermek ve anlatmak iyi olur.
12- lnsanlara ahireti ve bu hayatın biteceğini alatmak,öylece kalplerin ahirete bağlı kalmalarını sağlamak gerekir.
13- Güzel huylar ve faziletlerle,cesaret,gayret, bağışlama, adalet ve başkalarına iyilik yolu ile iyi olan şeyleri sürekli kılmak ve öygüye layık olmak güzeldir.
14- Değişik halkları yöneten kişilerin birliği sağlamaya önem vermeleri gerekir. [386]
Zukarneyn Öyküsü Hakkında Son Sözü Seyyid Kutub’a Bırakıyoruz:
Şimdi de Zulkarneyn öyküsü hakkında son sözü söylemesi için sözü üstad Seyyid Kutub’a bırakıyoruz. Bakalım Fizilali’l-Kur’an’da ne söylüyor:
“İyi bir yöneci örneği sergileyen Zulkarneyn’nin yaşayışını canlandıran sahne burada bitiyor. Düşünün, Allah onu yer yüzüne yerleştiriyor, kendisine bütün imkanları veriyor, o da. doğuya ve batıya seferler düzenleyip fetihler yapıyor, ama hiçbir zaman kibir taslamıyor, zorbalık yapmıyor, şımarmıyor ve azgınlaşmıyor, maddi ganimetler için, bireyleri, ülkeleri ve toplumları sömürmek için fetihleri fırsat bilmiyor, fethettiği ülkelerin insanlarına köle muamelesi yapmıyor, o ülkelerin insanlarını kişisel amaçları ve çıkarları için kullanmıyor, gittiği her yerde adaleti yayıyor, aciz zavallılara yardım elini uzatıyor, karşılık beklemeden ve ücret istemeden onları hücumlardan ve saldırılardan korumak için kolları sıvıyor, Allanın kendisine verdiği gücü imar ve İslah için, hakkın egemen olması ve haksızlığın önlenmesi için kullanıyor, aynı zamanda Allanın verdiği bütün bu başarı ve iyiliklerin onun rahmeti olduğunu ilan ediyor ve otoritesinin zirvesinde olduğunda bile Allanın sonsuz gücünü ve egemenliğini, Ona döneceğini aklından hiç çıkarmıyor….” [387]
[277] Kehf,83-98 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/225-226.
[278] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/226-227.
[279] Muhammed Yusut Hayr, Age.9
[280] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/227-228.
[281] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/229-230.
[282] Fethul-Bari,6/382
[283] Fethur[-Bari,6/382
[284] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/230-231.
[285] Buhari,Enbiya,7.Yecuc ve mecuc bölümü,hadis no,3346. Müslim,Fiten ve Eşratu’s-Saa,1, Fiten, Yecuc ve Mecuc şeddinin açılması bölümü, hadis no.2880
[286] Buhari, hadis no,3347,Müslim,hadis no,2881
[287] Buhari,Mukaddime,bab,7,Yecuc ve Mecuc olayı. Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/231-232.
[288] Müslim bi Şerht’n-Nevevi.17/2
[289] İbn Hacer,Fethu’l-Bari,13/107
[290] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/232-234.
[291] Hadis kitaplarında Deccal ve onun gibi alâmet türünden sayılan şeylerle ilgili rivayetler çoktur. Sıhhatine inanmadığımız ve çocukları avutmak için anlatılan masallara benzeyen iki sayfadan fazla uzun olan bu rivayeti buraya almadık Merak edenler Müslim. Rten, 20,hadis no,2137 nolu hadisine bakabilirler. Ayrıca Buhari’de de buna benzer rivayetler vardır.Buraya almadığımız rivayet için de bakınız. Buhari,Enbiya,7, hadis no,3348. (çeviren) Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/234.
[292] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/234-235.
[293] Seyid Kutup, Fi Zilali’l-Kur’an,4/2289-2290 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/235-238.
[294] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/238.
[295] Bakınız,Zulkarneyn el-Kaidu’l-Fatih ve’l-Hakimu’s-Salih, 248
[296] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/238-239.
[297] Age.84-90
[298] Age.148-162 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/239-240.
[299] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/240-241.
[300] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/241.
[301] Bu savunma “Ölümsüz Müdafaa” adıyla Türkçeye çevrilmiştir. Ebu’l-Kelam Âzâd, İngilizerin Hindistan’ı işgal etmelerine karşı cihad hareketinin öncülüğünü yapmış ve bundan dolayı ingilizler onu yargılayarak cezalandırmışlardır. Adı geçen savunma, yargılama sırasında yaptığı konuşmadır. İlmi ve ameli ile örnek bir islam alimidir, (çeviren).
[302] Ahmed Hasan Bakori, Ezher hocalarından olup önce ihvanı Muslimin cemaalinın eğitim öğretim eiemanlarındandt. Ateşle imtihanı görünce onlardan ayrıldı ve Cemal Abdunnasır’ın safına geçti ve arkasında kötü anılar bırakarak bu dünyadan ayrıldı, (çeviren)
[303] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/241-242.
[304] Bakınız, Ve Yesefuneke an zilkarneyn.80-85 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/242-243.
[305] Arapların verdikleri ismin ilk harfi arap alfabesinin 20. harfi olan, kâf harfidir.(çev.
[306] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/243-244.
[307] Bakınız, Zulkameyn, Muhammed Yusuf Hayr,218-219,Dr.Htzır’ın kitabından naklen- Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/244-245.
[308] ve Yeseluneke an zılkarneyn.131-132, Muhammed Hayr Yusuf, Zulkarneyn,220 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/245-246.
[309] Ve Yeseluneke an Zilkameyn.132-134. Muhammed Hayr, Zulkarneyn,222-223 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/246-247.
[310] Muhammed Hayr Yusuf, Zulkarneynr333,Kasımı Tefsiri,11/4113?4114ıden naklen.
[311] Muhammed Hayr Yusuf, Age.334,Hi2ir’ın Mefahimu Coğrafiyye,296’dan naklen Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/247.
[312] Muhammed hayr Yusuf,Zulkarneyn,336-338, Hızır’ın Mefahim coğrafiyye’den naklen.
[313] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/248-250.
[314] (Acaba iki boynuzlu anlamında Zulkareyn adı ile anılmasının sebebi bu heykel değil midir? (çeviren.)
[315] Ve Yeseluneke an Zilkarneyn, 101-103, Heykelin resmi için 104. sayfaya bakınız. Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/250-252.
[316] Ve Yeseluneke an Zilkarneyn,121-124 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/252.
[317] Ve Yeseluneke an ZJ!karneyn,139
[318] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/253.
[319] Ve Yeseluneke an zilkarneyn, 142-161 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/254.
[320] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/255.
[321] Kehf,94
[322] Enbiya 96-97
[323] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/255-256.
[324] İbn Manzur,Lisanu’l-Arab,2/207
[325] el-Mufredat,10
[326] ve Yeseluneke an Zilkameyn,163 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/256-258.
[327] ve Yeseluneke an zilkarneyn.164-165
[328] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/258.
[329] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/258-260.
[330] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/261.
[331] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/261-262.
[332] İbnu’l-Esir.el-Kamil fi’t-Tarîh, 12/361
[333] ibn Kesir.el-Bidaye ve’n-NJhaye.13/118
[334] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/262-263.
[335] Bu trajedi İle ilgili İbn Kesir’in sözleri için bakınız .el-Bidaye ve’n-Nihaye, 13/200-206. (Bir şair öldürülen ve Dicle nehrine atılan insanların çokluğunu bir beyitte şöyle dile getirmiştir: öldürülüp Dicle nehrine atılanların kanlan o kadar aktı ki nehrin suyunun rengi değişti”. Acaba o şair bugün yaşasaydı, sözde demokrasi ve özgürlük getireceklerini söyleyen modern Moğol/ABD’lilerin öldürdükleri insanlar için herhalde “Irak toprakları petrol yerine insan kanı ile boyandı” derdi. Unutulmamalıdır ki eski Moğollar Bağdad’ı yerlebir edip Bermeki vezir İbnu’l-Alkami’nin yardım ve yataklığıyla halifenin gözlerini oyup cadde ve sokaklarda halka teşhir ettikleri gün gerilik ve bozukluklarıyla bu cezayı ne kadar hak etmişlerse, modern Moğol/ABD’lilerin Bağdad’ı ve diğer şehirleri yakıp yıktıkları bugünde de Kürt, Türkmen, Arap, Şii, Sünni, radikal, seküler, diye sözde müslümanlar etnik fırka ve mezheplere bölünmüş, Feliuce ve diğer kentlerde soykırım yapan modern Moğollara da Allavi ve benzerleri yardım ve yataklık etmekledir. Çok büyük ihtimalle eski Moğollar, Hindistan’dan başlayıp islam bölgelerini birer birer yakıp yıkarken diğer müslüman bölgeler bugünkü müslüman diğer bölgeler gibi ellerini oğuşturmaktan veya “çok bozulmuşlardı, onun için bunlar başlarına geldi” veya “onlar şu kavimden, bizler bu kavimdeniz, bizler çıkarlarımıza bakmalıyız, onlardan bize ne!” demekten başka bir şey yapmamışlardır. Aynı örnek Afganistan, Çeçenistan, Filistin ve diğer bölgeler içinde geçerlidir. Çünkü sosyal yasa bütün toplumlar için geçerlidir. “Allatı insanlara hiç zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler.”(10 Yunus/44), “öncekilere uygulanagelen yasayı görmezler mi? Allah’ın yasasında bir değişiklik bulamazsın. Allah’ın yasasında bir sapma da göremezsin.”(35 Fatır/43). (çeviren). Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/263-264.
[336] el-Bidaye ve’n-Nihaye, 13/220-222
[337] el-Bidaye ve’n-Nihaye,13/238-240 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/264-265.
[338] İbnu’l-Esir.ei-Kamil fi’t-Tarih,12/358-359
[339] İbnu’l-Esir,age.12/361
[340] el-Kamil, 12/375-376 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/265-268.
[341] Seyyid kutup,Fi Zilali’l-Kur’an,4/2293-2294 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/269-270.
[342] Muhammed Hayr Ramazan,Zull<arneyn,327
[343] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/270-271.
[344] Enbiya,96?97
[345] Halbuki Taberiya/Lut gölünün suyu içilemeyecek kadar tuzlu ve acıdır. Burada anlatılan sahneler, her dönemde olağanüstü kurtarıcı bekleyen israiloğullannın kuruntularını yansıtmaktan başka bir şey değildir, (çeviren).
[346] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/271-273.
[347] Bu saçmalık ve mitolojiler için bakınız. Suyuti,ed-Durru’l-Mensur,5/454-464Jbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye,2/109-113, Muhammed Hayr Yusuf, Zulkarneyn. 294-308,
[348] Buradan itibaren İslamdan sapmış olan Bahailerin Yecuc ve Mecu’la ilgili saçmalıklarını anlatan ve 18 sayfa tutan bir kasetin çözümü verilmektedir. Yazar, bu saçmalıklara insanlartn aldanmaması için uyarmak amacıyla onları verdiğini belirtmektedir.Baştan sona kadar saçmalık, mitoloji, yalan ve iftira olan bu hurafelerle okuyucuları meşgul etmemek için tercümesini vermedik.Arzıı edenler kitabın Arapça orijinaline bakabilirler.S.297-315.Daru’l-Kalem,Birinci baskı.1989, Beyrut-Dımaşk. (çeviren). Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/273-275.
[349] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/275-277.
[350] Enam,6 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/277-279.
[351] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/279-280.
[352] ibn Kesir, Tefsir,3/101 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/280-282.
[353] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/282-283.
[354] Mearic,40
[355] Fi Zilali’l-Kur’an,4/2291
[356] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/283-285.
[357] Nisa,164
[358] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/285-287.
[359] Kehf,87-88
[360] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/287-288.
[361] Her halele yazar uzaktan içinde yaşanılan toplumu tasvir eimekte ve sosyal yapının nasıl felç olduğunu anlatmaktadır. Gerçi islam aleminin her tarafı bir vücudun organları gibi birbirine benziyor. Bir bölgesi için söylenenler diğer bölgeleri içinde geçerli olmaktadır. Çünkü bozulma ne yazık ki yerel veya bölgesel değil, geneldir, (çeviren).
[362] Rahman,60
[363] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/289-291.
[364] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/291-292.
[365] Fi zilali’l-Kur’an.4/2292
[366] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/292-293.
[367] Nemi,7
[368] Kasas,29
[369] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/293-294.
[370] Tıpkı bugünkü islam alemi gibi! Birbirlerine karşı saldırılarını bile önlemekten aciz kalmakta ve kendilerini kurtarıp koruması için ya Batılı ya Doğulu güçlerden yardım istemekte yahut ittifaklara sığınmaktadırlar. Onları kurtarmak ve korumak için gelen bu güçler de hem zalimi, hem mazlumu cezalandırıp ikisinin bütün hayat kaynaklarına el koyar ve sömürmeye devam eder. “Şüphesiz Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendi kendilerine zulmediyorlar.”(Yunus,44). (çeviren).
[371] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/294-297.
[372] Neml.36-37
[373] Ebu Bekr İbnu’l-Arabi. Ahkamu”l-Kur’an,3/1248.Yine bakınız. Muhammed Hayr Yusuf. Zulkarneyn,274-275 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/297-299.
[374] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/299-301.
[375] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/301-302.
[376] Fi Zılali’l-Kurpan,4/2293
[377] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/302-303.
[378] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/304.
[379] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/304-306.
[380] Fi Zilaii’l-Kur’an,4/2293
[381] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/306-307.
[382] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/307-308.
[383] Bakına, ibn Zencele, Huccetu’!-Kıraat,435-436.
[384] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,
(2.Baskı) Konya 2005: II/309-310.
[385] Yöneticinin geçimini sağlamak için devletten yasal ölçülerde maaş veya ücret alması caizdir. Ancak kendi masrafını kendisi karşılayacak durumda olup devletten bir şey almaya gerek görmüyorsa, Zuîkarneyn gibi davranmış olur. (çeviren),
[386] MuhammedYusuf Hayr,Zuîkarneyn,281-283 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/310-311.
[387] Fizilali’l-Kuran,4/2293 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur’an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/312.