Ehl-i fetret = fetret ehli = (vahyin) duraksamasına rastlayan kesim = hak dinleri (Yahudilik ve Hıristiyanlık için) bozulmadan duymamış olan = İslam ile ilgili bilgi sahibi olamayan
Dini kavramlar sözlüğü : Dînî literatürde ise bir peygamberin ölümü ile diğerinin zuhuru arasında geçen zaman dilimine denir. Bu kavram daha çok Hz. İsa ile Hz. Muhammed (a.s.) arasında geçen tebliğsiz dönem ile yine Hz. Peygambere nazil olan “Alak” sûresinin ilk ayetlerinden “Müddessir” sûresinin başındaki âyetlerin inişine kadar vahyin geçici bir süre için kesilmesi anı için kullanılmıştır. Her iki anlamda da peygamberlik zincirinde süreklilik ve benzerlik arz eden tebliğ ve davetin belli bir süre için kesintiye uğraması anlaşılmaktadır.(T.D.V.)
İlgili deliller :
‘’Kim doğru yolu bulmuşsa, ancak kendisi için bulmuştur; kim de sapıtmışsa kendi aleyhine sapıtmıştır. Hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edici değiliz.’’(İsra : 15)>Tebliğ ulaşmayana ceza yok.
‘’Ve eğer müşriklerden biri senden aman dilerse, Allah’ın kelâmını işitip dinleyinceye kadar ona aman ver, sonra (Müslüman olmazsa) onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. İşte bu (müsamaha), onların, bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır.’’(Tevbe : 6)>Tebliğ ulaşmasa da Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayan müşriktir.Bu iki ayet,Allah’ın varlığı ve birliğine inanmayana cezanın varlığını,buna inandıkları taktirdeyse kurtulduklarını göstermektedir.
Mezhep(ehli sünnet ve ehli bidat) imamlarının görüşleri :
a) Haricî, Şiâ ve Eş’arî : Peygamberin davetinden haberi olmayan,hiçbir şeyden sorumlu değildir.Bu durumdaki kişi cennete girecektir.
b) Ebû Hanife, Mu’tezile ve Mâtüridî : Peygamber daveti ulaşmamış olsa bile kişi,aklıyla Allah’ı bulmalı ve onun varlığına birliğine inanmalı ki cennete girebilsin.Bu mezheplere göre bu haldeki kişi, aklı ile Allah’ın varlığını bulmak ve aklı ile bulduğu iyi-kötü arasında iyiyi tercih etmek zorundadır.
c) ‘’a’’ ve ‘’b’’ şıklarında geçen ehli sünnet (Eş’ari,Maturidi) mezheplerinin farklı görüş benimseme nedeni nedir ?
Farklı görüşlerin altında,ayetin farklı anlaşılması yatmaktadır.
Maturudî mezhebine göre, elçiden maksat akıldır. fetret, iman (sorumluluğu) için değil amel (sorumluluğu) için (mazeret bakımından) geçerlidir.
Eşariler ise, “resul”ü doğrudan doğruya “peygamber” olarak anlamışlar ve peygamber gelmeyen bir kavim için sorumluluk da olamayacağını savunmuşlardır.(Prof.Dr.Hayrettin Karaman,kendi sitesinden)
Yukarıdaki ayetin tefsirinde uzmanların yorumu :
1- Diyanet,Kur’an Yolu :
Allah insanları iyiyi kötüden ayırmalarına yarayacak yeteneklerle donatmıştır; ancak yine de merhametinin sonucu olarak- bir peygamber göndermedikçe azap etmeyecektir.
Bu hususta, şu üç nokta önemlidir : a) Peygamberin gönderilmesinden maksat, onun getirdiği dinî davet hakkında insanların yeteri kadar bilgi sahibi olma¬larına elverişli bir ortamın sağlanmasıdır, b) Ayetin bu kısmı, bilinmesi, anlaşılması ve inanılıp uygulanması ancak bir peygamberin açıklamasına bağlı olan, insanın beşerî aklı ve bilgisiyle aydınlanamayacağı salt dinî konularla ilgilidir…(‘’c ‘’ maddesi konumuzla ilgisiz olduğu için eklenmemiştir.)
2- Fahrettin Razi,Tefsir-i Kebir-Mefatihul Ğayb :
Bu istidlalin izah şekli şudur: Vâcib oluşun mahiyeti, ancak, yapmamaya karşı verilen ceza ile ortaya çıkar. Halbuki bu ayetin hükmüne göre, şeriatten, şer’î yasadan önce ceza tespit edilemez.Binaenaleyh,şer’î hüküm gelmeden vücûbiyetin de tahakkuk etmemesi gerekir.”
Alimlerimiz daha sonra bu ayeti,Cenab-ı Hakk’ın,”Müjdeciler ve azap habercileri olarak (gönderdiğiniz) peygamberler…Ta ki, peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı bir bahaneleri kalmasın”(Nisa, 165) ve “Eğer biz onları daha evvel azap ile helak etmiş olsaydık muhakkak diyeceklerdi ki: “Ey Rabbimiz, bize bir peygamber gönderseydin de şu zillete uğramamızdan evvel, ayetlerine tabi olsaydık ya!”(Taha:134) ayetleriyle de desteklemişlerdir.
3- Vehbe Zuhayli,Tefsir-i Münir :
“Biz peygamber göndermedikçe azap ediciler değiliz.” ayet-i kerimesi şunu göstermektedir: Fetret dönemi (peygamberlerin gelmediği dönemler) insanları risaletin kendilerine ulaşmadığı ve davet kendilerine ulaşmaksızın öldükleri takdirde ve bunlar cahiliye halkı iseler-günümüzde İslâmı hiçbir şekilde işitmemiş, oldukça uzak adalardaki insanlar bunlara örnektir azaptan kurtulurlar, cennet ehlidirler.Teklif sorumluluk çağından önce küçük yaşta ölmüş babaları kâfir olan çocuklar,deliler, sağırlar ve bunak ihtiyarların durumu da böyledir.
– Peygamberin gönderilmesinden sonra insanların durumuna gelince; Gaz-zalî’nin (Allah’ın Rahmeti üzerine olsun) açıkladığına göre insanlar üç gruptur:
a) Hz. Peygamberin daveti kendilerine ulaşmamış ve hiçbir şekilde işitmemiş olanlar cennetliktir.
b) Hz. Peygamberin daveti ve mucizeleri kendilerine ulaştığı halde kabul etmeyenler günümüzdeki kâfirler gibi bunlar cehennemliktir.
c) Hz. Peygamberin daveti kendilerine yalan haberlerle yahut da tahrif edilmiş bir şekilde ulaşan kimselere gelince; bunlar hakkında da cennet umulabilir.
4- Prof.Dr.B.Bayraklı, Yeni Bir A.Işığında Kur’an Tefsiri :
“Ayrıca, Biz bir peygamber göndermedikçe azap etmeyiz.’ Neyin doğru, neyin yanlış; neyin güzel, neyin çirkin; neyin iyi, neyin kötü; neyin faydalı, neyin zararlı; neyin hak, neyin bâtıl olduğunun bilgisi verilmeden insanları Yüce Allah sorumlu tutup cezalandırmayacağını bu âyette ilân etmektedir. İnsanlara dinî, ahlâkî bakımdan yükümlülüklerini öğretmeden ceza vermemeyi öngören ve bunu ilke olarak koyan Yüce Allah, peygamberleri neden gönderdiğine de açıklık getirmektedir. Böylece ceza ile bilgi arasındaki ilişkiyi de belirlemektedir.
Bu âyeti ile Yüce Allah, öğretim programında nelerin yer almasını da belirlemektedir. Önce dinin ahlâkî değerlerinin neler olduğu, onları çiğnemenin getireceği yükümlülükler öğretilmeli, doğru yol ile yanlış yol tespit edilmeli ve bunlar öğrenim programında yer almalıdır. Böylece âyetin son kısmı da eğitimle ilgilidir. Âyetin bundan önceki iki bölümü eğitimi ilgilendiren bu bölüm üzerine oturmaktadır. Eğitimin olmadığı yerde ne hukuk ne ahlâk ne de din kendine temel bulabilmektedir.
Nelerin, yani hangi davranışların günah, hangi davranışların suç, hangi davranışların ahlâk dışı olduğu önceden belirlenmelidir. Bu da eğitimin görevleri arasında yer almaktadır.
5- Ebu Leys,Semerkandi Tefsiri:
Hiç bir şahıs başkasının günahım yüklenmez, herkes kendi günahım yüklenir ve onun cezasını çeker. Çünkü Yüce Allah peygamber gönderip emir ve yasaklarını bildirmedikçe hiç bir toplumu muazzep etmez. Peygamberleri vasıtasıyla emir ve yasaklarım bildirir, emirlerine uyanlara mükâfat, uymayanlara ise ceza verir. Böylece herkes kendi fiilinin cezasını çeker. Yüce Allah peygamber gönderip emir ve yasaklarını bildirmesinin sebebi, kıyamet günü insanların «Ey Rabbimiz, sen bunları bize bildirmedin, eğer bildirgeydin biz de emirlerine itaat eder, şimdi maruz kaldığımız bu azaba uğramazdık- dememeleri içindir.
6- Mahmut Topbaş,Şifa Tefsiri :
Hz. İsa ile peygamber efendimiz arasında kalan döneme fetret zamanı denir. Bir de Hz. Muhammed (s.a.v.) gönderildikten sonra dünyaya geldiği halde, insanlardan uzakta islamın sesinin ulaşmadığı yerlerde ya¬şayanlara fetret ehli denir. Alusi’nin ifadesine göre Hz.Muhammed’in peygamberliği bir topluma haber olarak ulaşmış ama bu haberi ulaştıranlar Hz. Muhammed’i çok kötü bir şekilde deccal olarak tanıtmışlar.İşte bu haberi duyanlar da İslamın sesini duymuş sayılmazlar.
Bu durumda olan,peygamber sesi duymayan insanlar hakkında bu ayete dayanarak “cennetliktir” diyen imamlarımızın yanında Hanefiler, Mu’tezile’liler aklı başında olan, ergenlik çağına gelen her şahsın yaratıcıyı tanıması gerekir. Eğer tanımazsa azap görür derler.
Bu ayet-i kerime, peygamber gönderilmeyen toplumlara; Lut, Semud, Ad, Nuh kavminin başlarına gelenler gibi dünyada iken azap edilmezler manasınadır. Veya akılla Allah’ı tanımak mecburiyeti vardır.Peygamber göndermediğimiz insanlara; Ahkama (Namaz, oruç gibi) uymamaları nedeniyle azap etmeyiz anlamınadır derler.
7- Ömer Nasuhi Bilmen,Kur’an-ı Kerim’in Türkçe M. Ve Tefsiri :
Vaktiyle her ümmete bir Peygamber gönderilmiş,bütün ümmetlere de Son Peygamber Hz. Muhammed gönderilmiştir.Onun dini kıyamete kadar bakidir, onun dininin bütün hükümleri doğu ve batıda yayılmıştır, onlara dair binlerce kitaplar yazılmıştır. Artık hiçbir millet, islâmiyetten haberdar olamadık diye kendisini mazur sayamaz. Ancak fetret (ara) döneminde yaşamış, meselâ: Hazreti Isa ile Peygamber efendimiz arasında, öyle Peygambersiz geçmiş olan bir zamanda bulunmuş insanlar, ve yerkürenin medeniyetten mahrum yerlerinde yaşayıp İslâm dininin yayılmasından habersiz bulunan kimseler hakkında Eş’ariyye imamları ile Maturidiyye imamları arasında ihtilâf vardır. Şöyle ki: Eş’ariyye imamlarına göre onlar hiçbir şey ile mükellef değildirler, onlar İman etmemelerinden dolayı mesul olmazlar. Fakat Maturidiye imamlarına göre onlar, namaz, oruç gibi ibadetlerle mükellef olmazlarsa da Allah’ın bir olduğunu bilip tasdik etmekle mükellef bulunurlar. Çünkü Allah Teâlâ’nın varlığına imân, yaratılışın gereğidir. Bunu idrâk için insanların sahip oldukları akılları kâfidir, her insanın temiz yaratılışı Allah’ın varlığına şahitlik eder. Bir insan nerede bulunursa bulunsun gözleri önünde parlayıp duran binlerce eşsiz eserler, bir Yüce Yaratıcının varlığını ispata yeter. Tefsiri Kebirde yazılı olduğu üzere insanlara kâinatın Yaratıcısının varlığını telkin etmek ve anlatmak bakımından akıl da bir nevi elçi demektir. Gerçekte akıl, bir ilâhî delildir, Peygamberlerin nübüvvet ve risaletini tasdik için de bu akla ihtiyaç vardır. Eğer akıl bu hususta yeterli olmasa idi, gösterdikleri mucizelere rağmen Peygamberleri de insanların tasdik ile mükellef olmamaları lâzım gelirdi. Velhâsıl: âyeti kerimesiyle kaldırılan azaptan maksat, dünya azabıdır, veyahut bu azap etmeme hususu, aklen idrak edilmesi mümkün olmayan dinî hükümlerin uygulanmaması haline mahsustur. Yoksa aklen idrakî mümkün olan Allah’ı tanıma hususunda hiçbir kimse mazur değildir.
Maamafih bazı bilginlere göre fıtrat ehli denilen kimseler üç kısımdır: Birincisi fetret devrinde yaşadıkları halde akıl ve düşünceleriyle Allah’ın birliğini idrak edip tasdik edenlerdir. Bunlar cennet ehlidir. “Kus bin Saide” gibi. İkincisi: Cenab-ı Hak’ka ortak koşanlardır. Bunlar cehennem ehlidirler. “Amr Bin Lühay” gibi. Bunlar bir mabuda ihtiyaç olduğunu demek ki, akıllarıyla hissetmiş oluyorlar da, o halde öyle kendileri gibi mahlûk, âciz putların, kimselerin mabudluk şerefine sahip olamayacağını anlamalı değil midirler?.Bunlar bütün mahlûkatın üstünde varlık sahibi bulunan bir Yüce Yaratıcının varlığına aklen delil getirmekle mükelleftirler. Böyle
bir delili getirmedikleri için elbetteki, ahirette azap göreceklerdir. Üçüncüsü de: Fetret zamanında gaflet üzere yaşayıp ilahlık fikrinden kopmuş olan hiçbir şeyi mabut kabul etmeyen kimselerdir. İşte ihtilâf bu kısım hakkındadır.
8- Prof.Dr.Hayrettin Karaman :
Bir insanın İslam dinine inanması ve inanmadığı takdirde sorumlu olması için şu şart öngörülmüştür:
İslam dini hakkında doğru bilgiye, yeterli yoğunlukta davete (İslam’a çağrıya) ulaşmış olmak.
Dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan insan bu imkanı bulamamış ise ona din ulaşmamış, tebliğ edilmemiş demektir.
İslamiyetten habersiz olmalarından dolayı günahları nedir?
Onların haberdar olmamalarından dolayı günahları olmaz, ama İslam’a kavuşmuş olanların tebliğ (bilgi verme ve dine davet etme) vazifeleri vardır; bu vazifeyi güçleri ölçüsünde yapmayanlar sorumlu olurlar.(kendi sitesinden)
9- Reşîd Riza ve Süleyman Ateş : Ellerinde, aslı kısmen bozulmuş da olsa bir ilâhî kitap bulunan Hristiyanlar ve Yahudîler gibi Ehl-i kitap da, şirk koşamadan Allah’ın birliğine ve ahirete iman eder, salih amel işlerlerse, Son Peygamber’i de bildikleri takdirde inkar etmemek şartıyla ahirette kurtuluşa ererler.
10- Bediuzzaman: Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve hazret-i İsaya (a.s.) mensup Hıristiyanların mazlumlarının çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir.” (Kastamonu Lâhikası)
Sonuç :
Uzmanlar ve mezhepler arası tartışmalı bir konudur.Net,kesin bir şey söylemek çok zor.Lakin işin bizi ilgilendiren tarafı şu : islamı tebliğ yani insanlara islamı anlatmak,farz-ı kifaye olduğuna göre ve elimizden başka bir şey gelmediğine göre , farz-ı kifayeyle hiç yoktan bayramlar kadar haşır neşir olalım.(yılda bir iki kez anlatalım.)
Hazırlayan : EfsNkAR