Blilindiği üzere fıkıh ve ilmihal kitaplarındaki bilgilerin tamamı belli başlı kurallara dayanarak oluşturulmuştur.Bu kurallar,delil olarak kullanılmaktadır.Bu kurallar ayet ve hadislere dayanılarak hazırlanmıştır. Bu kuralların neler olduğunu göstermek istedik.Bu yazımızda Celal Yıldırım tarafından hazırlanmış olan kuralların yarısını yayımladık.
1. BÎR İŞTEN MAKSAT NE İSE HÜKÜM ONA GÖREDİR : 4
2. AKİDLER İTİBAR MAKSAD VE MANAYADIR; ELFAZ VE MEBÂNİYE DEĞİLDİR : 4
3. YAKÎN (KESİNLİK İFADE EDEN ŞEY) ŞÜPHE İLE ZAİL OLMAZ : 4
4. BİR ŞEYİN BULUNDUĞU HAL ÜZERE KALMASI ASILDIR : 4
5. KADÎM KADEMİ ÜZERE TERK OLUNUR : 4
6. ZARAR KADÎM OLMAZ : 5
7. BERAAT-İ ZİMMET ASILDIR : 5
8. ARIZÎ SIFATLARDA ASLOLAN ADEMDİR.. 5
9. BİR ZAMANDA SABİT OLAN ŞEYİN HİLÂFINA DELİL OLMADIKÇA BAKASÎYLE HÜKMOLUNUK.. 5
10. YENİ MEYDANA GELEN BİR OLAYIN HÂLE (ŞİMDİKİ ZAMANA) EN YAKIN VAKTE İZAFESİ ASILDIR : 6
11. KELÂMDA ASLOLAN MÂNAY-İ HAKİKİDİR : 6
12. SARAHAT KARŞISINDA DELÂLETE İTİBAR YOKTUR : 6
13. MEVRİD-İ NASDA İÇTİHADA MESAĞ YOKTUR : 6
14. KIYASA AYKIRI OLARAK SABİT OLAN ŞEY BAŞKA ŞEYE MAKÎSÜN ALEYH OLAMAZ : 6
15. İCTİHÂDLA İCTİHAT NAKZ OLUNMAZ : 7
16. MEŞAKKAT KOLAYLIĞI CELBEDER : 7
17. BİR, İŞ DARALINCA GENİŞLEMEYE YÜZ TUTAR : 7
18. ZARAR VE MUKABELE-İ BİZZARAR YOKTUR : 7
19. ZARAR İZÂLE OLUNUR : 8
20. ZARURETLER MAHZURLU ŞEYLERİ MUBAH KILAR.. 8
21. ZARURETLER KENDİ MİKTARINCA TAKDİR OLUNUR : 8
22. BİR ÖZÜR İÇİN CAİZ OLAN ŞEY, O ÖZRÜN ZEVÂLİYLE BÂTIL OLUR, (HÜKÜMSÜZ KALIR). 8
23. MÂNİ ZAİL OLDUKTA MEBNÛ’ AVDET EDER : 8
24. BİR ZARAR KENDİ MİSLİYLE İZÂLE OLUNMAZ : 9
25. ZARAR-I ÂMMI DEFİ’ İÇİN ZARAR-I HASS İHTİYAR OLUNUR : 9
26. ZARAR-I EŞED, ZARARI AHAF İLE İZÂLE OLUNUR : 9
27. İKİ FESÂD TAARÜZ ETTİKDE AHAFFİNİ İRTİKÂB İLE AZABININ ÇARESİNE BAKILIR ! 9
28. İKİ SERDEN EHVEN OLANÎ İHTİYAR OLUNUR : 9
29. DEFİ MEFÂSİD, CELBİ MENFAATTEN EVLÂDIR.. 10
30. ZARAR İMKÂN NİSBETÎNDE GİDERİLİR : 10
31. HACET UMUMÎ OLSUN, HUSUSÎ OLSUN ZARURET MENZİLESİNE TENZÎL OLUNUR 10
32. İZTİRAR GAYRİN HAKKINI ÎBTAL ETMEZ : 10
33. ALINMASI YASAK (HARAM) OLAN ŞEYİN VERİLMESİ DE YASAKTIR : 10
34. İŞLENMESİ YASAK OLAN ŞEYİN İSTENMEDİ DE YASAKTIR . 10
35. ÂDET MUHAKKEMDİR : 11
36. NÂSIN İSTİ’MALİ BİR HÜCCETTİR Kİ, ONUNLA AMEL VÂCİB OLUR : 11
37. ÂDETEN MÜMTENİ OLAN ŞEY, HAKÎKATEN MÜMTENİ GİBİDİR.. 11
38. ZAMANIN DEĞİŞMESİYLE AHKAMIN DEĞİŞMESİ İNKÂR OLUNMAZ : 11
39. ÂDETİN DELALETİYLE HAKİKİ MÂNA TERK OLUNUR… 11
40. ÂDET ANCAK MUTTARİD YAHUT GAAIİP OLDUKTA MUTEBER OLUR. 12
41. İTİBAR GALİB-İ ŞAYİADIR; NÂDİRE DEĞİLDİR. 12
42. ÖRFEN MÂRUF OLAN ŞEY ŞART KILINMIŞ GİBİDİR. 12
43. TİCARET ERBABI ARASINDA MÂRUF OLAN ŞEY, ONLAR ARASINDA ŞART KILINMIŞ GİBİDİR. 12
44. ÖRF ÎLE TAYİN, NASS İLE TAYİN GİBİDİRİ: 12
45. MÂNİ’ VE MUKTAZİ TAARRUZ ETTİKTEN MÂNİ’ TAKDİM OLUNUR. 12
46. VÜCUDDE BİR ŞEYE TÂBİ OLAN HÜKÜMDE DAHİ1 ONA TABİ OLUR. 13
47. TABİ’ OLAN ŞEYE AYRICA HÜKÜM VERİLMEZ. 13
48. BÎR ŞEYE MÂLİK OLAN KİMSE ONUN ZARURİYATIN^ DAN O1AN ŞEYE DE MÂLÎK OLUR. 13
49. ASIL SAKIT OLDUKTA FERİ DAHÎ SAKIT OLUR. 13
50. SAKIT OLAN ŞEY DÖNMEZ, YANİ GİDEN GERİ GELMEZ.
AÇIKLAMALARI
1. BÎR İŞTEN MAKSAT NE İSE HÜKÜM ONA GÖREDİR :
Açıklama :
— Bir iş üzerine terettüp edecek hüküm, o işten maksat ne ise ona göre olur. Meselâ :
a) Bir şey hem helâllik, hem haramlık vasfını taşıyorsa bunlardan hangisi kasdedilerek işlenmişse ona göre hüküm alır. Yerde bulunan bir eşyayı, sahibini bulup vermek için almak helâldir. Kendine maletmek için almak haramdır.
b) Kurulan çadıra bir av hayvanı takılıp kalırsa, bakılır : Eğer çadır bu maksatla kurulmuşsa, takılan hayvan çadır sahibinin’ olur; bu maksatla değilse ona sahip olamaz. Asıl o hayvanı avlamak isteyip onu izleyen kimse sahip olur. [1]
2. AKİDLER İTİBAR MAKSAD VE MANAYADIR; ELFAZ VE MEBÂNİYE DEĞİLDİR :
Yapılan bir akidde kasdedilen mana başka, lâfız da başka olursa, itibar manayadır. Meselâ :
a) Beş gram altın 4,5 gram altınla değiştirme muamelesi «Beyi = ahm-satım» ismi altında cereyan etse bile bu, mana yönünden faiz muamelesine girer ve caiz değildir.
b) Vefaen beyi’de «rehin» Hükmü câri olur. Çünkü bir malı kararlaştırılan şartlara göre semen ve mebi’ (malın değeri olan para ve satışı yapılan mal) tekrar iade edilmek üzere satışını yapmaya, her ne kadar lâfız yönünden «bey’i bi’1-vefâ» deniliyorsa da, mana yönünden «rehin» muamelesine girdiği için bunda rehin hükmü câridir. Bir nev’i ipotek olup borcu te’minata bağlamaktır. [2]
3. YAKÎN (KESİNLİK İFADE EDEN ŞEY) ŞÜPHE İLE ZAİL OLMAZ :
Meselâ :
— (A)’nın (B) üzerinde 1000 lira alacağı var. (B) bu borcu (A)’-ya ödediğine dair hüccet ve delil gösteriyor. (A) da hâlâ 1000 lira (B)’de alacağı olduğuna hüccet ve delil gösteriyor. Bu durumda (A)’-nın delili, bu alacağının diğer 1000 lira alacağını (B) ödedikten sonra yenilendiğini beyyine ile isbat etmedikçe kabul olunmaz. Çünkü beyyine hüccet-i kaviye demektir ki, şehadet ikrar ve yeminden nü-kûle şâmildir. (B)’nin bu borcu ödediğini delile dayanarak söylemesi yakın (kesin bilgi) ifade eder. (A.) ‘nm iddiası ise, her ne kadar delile dayansa da şüphe ifade eder. [3]
4. BİR ŞEYİN BULUNDUĞU HAL ÜZERE KALMASI ASILDIR :
Bir şey bulunduğu, tesbit edildiği zamanda ne hal üzere ise, aksine bir delil sabit olmadıkça o hal üzere kalması, değişikliğe uğramaması asıldır; ona göre hüküm verilir.
Bilindiği gibi, eşya zamanla değişir, değişikliğe uğrayabilir. Her değişmeyi bir hadis meydana getirir. Fakat bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması muhakkak, değişime uğraması ise muhtemeldir. Bu bakımdan muhakkak olan hal, muhtemel olan hale nazaran önde gelir.
Meselâ :
a) Bir şahıs uzun müddet kaybolur; sağ veya ölü olduğuna dair kesin bir bilgi elde edilmezse, -Hanefilere göre 90 yaşını bitirinceye kadar- onun sağ bulunduğuna hükmedilir ve buna göre miras ve bâzı hususlar da dikkate alınır.
b) Evin bir kısmı satıldıktan sonra, biri o kısma Şerîk (ortak) olduğunu iddîa ederek şuf’a talebinde bulunur, müşteri de elinde satın aldığı kısım hakkındaki bu iddiayı inkâr ve red ederse, müşterinin sözü asıl olarak kabul olunur; şüf’a iddiası ise ancak delil ve hüccet ile sübut bulur. Çünkü bulada asıl olan satılan kısmında başkasının şüf a’dar olmasıdır ve böylece o, bulunduğu hal üzere kalır. [4]
5. KADÎM KADEMİ ÜZERE TERK OLUNUR :
Çünkü bu hususta asıl olan bir şeyi bulunduğu hal üzere bırakmaktır.
Bir şeyin ötedenberi devam edegeldiği hal, onun o hal üzere meşguliyetine delil sayılır. Zira bu kaide esas tutulmayacak olursa,, bir çok tarihî kıymetler bulunduğu hal üzere bırakılmama ve böylece asliyetini kaybetme tehlikesiyle başbaşa kalır.
Meselâ :
a) Vakıf olduğu bilinen, fakat vakfiyesi ve vakıf şartı tesbit edilmîyen bir vakfm gailesi (geliri) ötedenberi nereye sarfediliyor ve
nasıl kullanılıyorsa öylece dokunulmadan devam eder; dokunulmaz.
b) Tarla sahibi ötedenberi tarlasının içinden geçen yol veya suyu kaldırmak istese veya yoldan ve sudan istifade edenlere mâni’ olmak istese, bakılır : Eğer ötedenberi bunun böyle devam edip geldiği isbat edilirse, kademi üzere kalır; tarla sahibinin müdahalesi men’edilir. [5]
6. ZARAR KADÎM OLMAZ :
Genel olarak zararlı bilinen şeylerin işleyip yapılmasına cevaz verilmez. Bu, hemen hemen her devir ve idare sisteminde böyledir. Müstesna olarak, böyle bir şeye müsamaha edilmiş veya yapılırken görülmemişse, umumî kaideyi bozmıyacağından kademine bakılmaksızın kaldırılır.
Meselâ :
a) Birine ait ağaç yola sarkmış, gelip geçenlere zarar veriyorsa, bu ağaç bir asır önce bile buraya dikildiği isbat edilse bile, kesilir. Çünkü zarar kadim olamaz.
b) Bir evin lağım veya mutfak suyu sokağa açıktan akıyor; gelip geçenlere zarar veriyor, komşuların sıhhatim bozuyorsa, ev yapıldı yapılalı bu suyun sokağa aktığı isbat edilse bile, derhal kaldırılır. [6]
7. BERAAT-İ ZİMMET ASILDIR :
Suç sonradan işlenir. însan önce suçlu değildir; sonra bir sebeb ve fiilden dolayı suçlu olabilir.
Meselâ :
a) Hırsızlık suçu iddiasiyle hâkimin huzuruna çıkarılan kimsî hakkında ilk düşünülen husus, hırsız olmamasıdır. Hırsız olduğî beyyine ile isbat edilmedikçe suçsuz olduğu kanaatına varılarak serbest bırakılır. Çünkü beraat-i zimmet asıldır.
b) Bir kimse bir diğerinin malını telef eder de o malın miktarında ihtilâfa düşerlerse, mal sahibi iddia ettiği fazlalığı isbat edemediği takdirde, söz o malı telef edenindir. Yani onun sözü kabul edilip hüküm verilir. [7]
8. ARIZÎ SIFATLARDA ASLOLAN ADEMDİR
Genel olarak sıfat ikiye ayrılır : Biri aslî, diğeri arızî, Aslî olan sıfat hayat, bekâret gibi nıevsufla birlikte var olan şeylerdir. Arızî olan sıfat, mevsufla birlikte var olmayıp sonradan -ölüm, hastalık dulluk gibi- arız olan şeylerdir.
Meselâ :
a) Müdarebe şirketinde kâr sağlanıp sağlanmadığı ihtilaf konusu olursa, ademi (kâr sağlanmadığı) asıl olduğuna göre söz mü-daribindir; sermaye sahibi ise kâr sağlandığını isbata muhtaç olur.
b) Ölen kimsenin vârisleri, (meselâ oğullan) babamız şu yerdeki tarlayı, (A)’ya, şuuruna sahip olmadığı bir zamanda satmıştır, diye davacı olsalar, (A) da bunun aksini (yani şuuru yerindeyken sattı) iddia etse, beyyine davacıya aittir. Çünkü asıl olan şuurlu bir halde satışın yapılmasıdır. Bunama ve gayrî şuuri hal, hareket ve sözler arızidir. [8]
9. BİR ZAMANDA SABİT OLAN ŞEYİN HİLÂFINA DELİL OLMADIKÇA BAKASÎYLE HÜKMOLUNUK
Az yukarıda da belirtildiği gibi kadîm kıdemi üzere terkolunur. Çünkü bu hususta aslolan, bir şeyi bulunduğu hal üzere bırakmaktır.
Meselâ :
a) Bir zamanda bir yerin (A)’ye ait olduğu, onun mülkiyeti altında bulunduğu sabit olduğu takdirde, mülkiyeti izâle eder bir hal sübut bulmadıkça o yerin ötedenberi mülkiyeti altında bulunduran (A) ya ait olduğuyla hükmolunur.
b) Bir kadının ölen (B) ‘ye vâris olduğunu iddia edip davacı olması halinde bakılır :
Kadın (B) ‘nin nikâhlı karısı ise, onu boşadığma dair beyyine olmadıkça, iddiası kabul edilip (B) ‘ye varis olacağına hükmedilir. [9]
10. YENİ MEYDANA GELEN BİR OLAYIN HÂLE (ŞİMDİKİ ZAMANA) EN YAKIN VAKTE İZAFESİ ASILDIR :
Sonradan meydana gelen bir olayın ne zaman meydana geldiğinde ihtilâf edilirse, uzak bir zamanda vuku’ bulduğu isbat edilmezse, şimdiki zamana en yakın olan vakta izafe olunarak hükme bağlanır.
Meselâ :
a) Akm-satımda akid yapılırken alıcı için (hiyâr-i Şart) a (Pişman olma müddeti) yer verilir ve sonra bu akdi alıcı bozmak ister de hiyar-i şartın müddetinin bitip bitmediğinde ihtilâfa düşerlerse, fesh zamanı hâle en yakın olan vakta izafe edilir ve muhayyer olan alıcıya (ki bunun muayyen müddeti içinde feshettiğini iddia ediyordu) beyyine düşer.
b) (A) ölmeden önce (B) benim vârisimdir diye ikrar da bulunur ve sonra ölürse, (B) ile (A) ‘nın vârisleri bu ikrarın sıhhatli iken mi, yoksa ölüm hastalığında mı edildiği üzerinde ihtilafa düşerlerse, burada vârislerin sözüne itibar edilir; beyyine de (B) ‘ye düşer. [10]
11. KELÂMDA ASLOLAN MÂNAY-İ HAKİKİDİR :
Kelimenin delâlet ettiği hakiki manâya göre hükme varılır; karine olmadıkça mecâz-i manaya veya tağlîb kaidesine göre mânâ çıkarmaya gidilmez.
Meselâ :
a) Bir kimse oğlu için birşeyler vasiyet ederse, oğlunun oğlu buna girmez. Çünkü kelimenin hakiki mânası oğlu ifâde ediyor; Torunu değil.
b) (A) «Şu kadar malımı evlâdıma vakfettim» dedikten sonra ölürse, (A.)’nın erkek v e kız bütün çocukları buna girer; çünkü ör-fen «evlâd» kelimesi umumiyetle erkek ve kız çocuklarına delâlet eder; yani mânay-i hakikisi budur. [11]
12. SARAHAT KARŞISINDA DELÂLETE İTİBAR YOKTUR :
Sözle bir şeyi irâde etmek sarahattir. Fiil veya sükût ile irâd etmek, delâlettir. Bir hususun yapılmasında sarahatle delâlet arasında ihtilâf vuku bulursa, sarahatle amel edilir. Çünkü delâlet sarahat gibi kesinlik ifâde etmez.
Meselâ :
a) Bir evde misafir olarak bulunan topluluktan biri bulunduğu evin aynasını alır bakar, sonra diğer birine verir, derken ara yerde kırıhrsa, hiç- birisi buna zâmin olmaz. Çünkü bu gibi hallerde delâ-leten müsaade vardır. Ama ev sahibi mevcut hiçbir eşyaya dokunmayın veya aynaya felan dokunmayın demiş olsaydı, o zaman delâletin hükmü kalmaz, sarih beyanla amel edilir ve aynayı kıranlar zâmin olurlardı.
b) Üçüncü bu şahıs (B)’nin namu hesabına fuzûli olarak bir mal satın alır, (B) de bu malın kendisine teslimini arzu ederse, bu akde (alım-satıma) delâleten izin vermiş sayılır. Ama (B) kendi namına satın alman malın reddini emrettikten sonra kendisine teslimini irâde ederse red emri sarahat, teslim etme iradesi ise delâlet ifâde ettiğinden, red emri ile amel olunur. [12]
13. MEVRİD-İ NASDA İÇTİHADA MESAĞ YOKTUR :
Yani bir mesele hakkında âyet veya hadiste kafi bir beyân varsa, bu o mesele hakkında bir nass sayılacağından artık o mesele hakkında içtihada cevaz yoktur. Çünkü ictihad ancak kesin ve sarih olmayan meselelerde şâriin muradını arayıp bulmak için meşru’dur.
Meselâ :
a) Hâkim, boğazlanırken besmelenin kasden terkedildiği bir hayvanın etinin satışına ve yenilmesine cevaz verecek olursa, -her ne kadar Şâfî mezhebinde buna cevaz verilmişse de- hâkimin bu hükmü infaz edilmez.
b) Yeni Hâkim, davacıyla davalı arasındaki ihtilâfı hallederken, davacı, davalıda 1000 lira alacağı olduğunu iddia ediyor; dâvâlı da bunu inkar ediyor. Hakim davacıya yemin, davâhya da beyyine teklif ederse, böyle bir içtihadın hiç bir şer’i kıymeti yoktur. Çünkü Mütevâtir hadîste: «Beyyine müddeiye aittin Yemin de münkir üzerinedir» buyurulmuştur ki bu bir nasstır artık buna karşı içtihada cevaz olmaz. [13]
14. KIYASA AYKIRI OLARAK SABİT OLAN ŞEY BAŞKA ŞEYE MAKÎSÜN ALEYH OLAMAZ :
Genel kaideye aykırı olarak sabit olan şey, istisna teşkil edeceğinden başka şeye makîsün aleyh olamaz. Yani başka şey ona kıyas edilemez.
Meselâ :
a) Hazret-i Peygamber (A.S.)’ın, yalnız olarak Htizeyme (R.A.)’-şehâdetini kabul buyurması ve : «Hüzeyme kime şâhid olursa bu ona kâfidir!» ilâve etmesi gibi. Çünkü genel kaide «İki erkek şâhid» dinletmektir. Kur’ân’da sarîh beyân vardır. O halde Hüzeyme’nin yaptığı şahitliğin kabul edilmesi istisna teşkil eder; başkası ona kıyas edilemez:
b) Müslüman erkekler ancak hür kadınlardan 4 tane1 ile evlenebilirler. Kur’ân’da bu kesin olarak tahdit edilmiştir. Demek ki genel kaide budur. Ama Hz. Peygamber’in 9 kadınla evlenmesi istisna teşkil eder, başkası ona kıyasla 4’den fazla kadınla evlenemez. [14]
15. İCTİHÂDLA İCTİHA0 NAKZ OLUNMAZ :
Yani ictihâd etme seviyesinde olan bir müctehidin bir mesele hakkındaki içtihadını, diğer bir müctehidin içtihadı bozamaz. Bu ic-mâ ile sabit olmuştur. Nitekim Ebûbekir (R.A.) bâzı meselelerde ic-tihadda bulunup hükümler vermiştir. Hz. Ömer ona o hükümlerde muhalefet etmiştir.
Bunun gibi müctehid bir.mesele hakkında hüküm verir, sonra bu husustaki içtihadını değiştirecek olursa, evvelki ictihadiyle verilen hüküm bozulmaz. [15]
16. MEŞAKKAT KOLAYLIĞI CELBEDER :
Güçlük kolaylığa, sıkıntı genişliğe yol açar : Darlık vaktinde genişlik gösterilmek gerekir. Faizsiz ödeme, havale, hicir gibi bir çok fıkhı meseleler bu asıl kaideye göre hükme bağlanır.
Kolaylığı celbeden meşakkatin tahlil sebebleri yedidir :
1. Yolculuk..
2. Hastalık..
3. İkrah (Zorlama)
4. Bilgisizlik..
5. Güçlük..
6. Umumî belvâ..
7. Nakız.
Meselâ :
a) Selem usûlü. (Alım – Satımda mebiin mevcut olması iktiza ederken, para sıkıntısı çeken kimsenin ileride elde edeceği malı şimdiden satıp bedeli olan parayı alması caiz görülmüştür.) Bu bir nevi ihtiyaç karşısında ruhsat olmuş oluyor. [16]
17. BİR, İŞ DARALINCA GENİŞLEMEYE YÜZ TUTAR :
Şöyleki; bir işte darlık ve meşakkat görülünce, genişlik ve ruhsat gösterilir. Bâzıları bu hususta şöyle bir kaide zikreder : «Bir iş daralıp sıkışınca genişler.. Bir iş fazla genişleyince de daralır..»
Gerçi bu kaide yukarıdaki kaideden çıkarılmıştır; fakat arada bir takım ince farklar vardır. Meselâ :
a) Borçlu belirtilen vakitte borcunu ödeyemez de sıkıntıya düşerse, ona borcu ödeyebilecek kadar geniş bir müddet verilir..
b) Nafaka vermekle yükümlü tutulan kimsenin mali durumu bozulur; tâyin edilen miktarı ödemekten âciz kalırsa, kudretine göre bir imkan tanınır. [17]
18. ZARAR VE MUKABELE-İ BİZZARAR YOKTUR :
Başlangıçta başkasına zarar verilmiyeceği gibi zarara zararla karşılıkta bulunmak da yasaktır. O halde zarar; zarar vermiyecek bir şekilde giderilir.
Meselâ :
a) Ev komşusu, kendi evinin çatısını tamir ederken bitişiğindeki başkasına ait evin çatısını tahrib eder ya kiremitlerini kıracak olursa, bu bir zarardır; yapılmamalıydı. Ama kazara veya cehâleten olduğuna göre bu zarara zararla mukabele edilmez. Ancak mevcut zararın telâfisi cihetine gidilir.
b) Umuma ait yoldan herkes geçebilir. Ama birisinin başkasının geçeceğine engel olacak şekilde bir yüklü arabayı getirip yolun ortasına bırakması yasaktır.. Bu vaziyete başkası da karşılık olsun diye onun yolunu kapamaz. [18]
19. ZARAR İZÂLE OLUNUR :
Bu kaide yukarıdaki kaidenin sonucu mahiyetindedir. Çünkü zarara zarar ile mukabele edilmiyeceğine göre, mevcut zararı gidermek gerektirir. Hz. Peygamber CA.S.) (İslâm’da, zarar ve mukabele-i bizzarar yoktur). buyurmuştur, yâni kişi kardeşine ne başlangıçta zarar verir, ne de onun zararına karşılık bir zarar verir…
Fıkhın birçok babları bu kaide üzerine kurulmuştur : Ayıplı malı reddetmek, pişmanlık,.şüf a, kısas, hudut, keffarat v.s,
Meselâ :
Zarar mümkünse aynen, değilse karşılığı ödettirilerek giderilir..
a) Zor ve zulümle alınan bir malın, ayni muhafaza ediliyorsa aynen sahibine iade ettirilir; bu surette, o malı zorla zimmetine geçiren, «ben onun kıymetini vereyim.» diyemez. Ayni muhafaza edilmiyorsa yâni telef olmuş veya itlaf edilmiş ise, misli varsa misliyle, değilse kıymetiyle ödenir.
b) Üzerine su bırakmak suretiyle tahrib edilip kullanılmaz hale getirilen bir tarlada, zararı misliyle ödemek mümkün olmadığında bedeli cihetine gidilir. [19]
20. ZARURETLER MAHZURLU ŞEYLERİ MUBAH KILAR..
îslâmda zaruretler tahdit edilmiştir.. Haramla karşı karşıya gelen kimse bu tahdit çerçevesine giriyorsa, onu ihtiyaç nisbetinde kullanabilir; aksi halde caiz değildir.
Meselâ :
a) Kıtlık yıllarında ölmüş bir hayvanın etinden başka yiyecek birşey bulunmaz da adam açlıktan ölmek tehlikesiyle karşı karşıya kalırsa, ölmeyecek kadar o etten yiyebilir. Bunun gibi susuzluktan ölüm tehlikesiyle karşılaşırsa, ölmeyecek kadar şarap içebilir.
b) Silâh tehdidiyle, ölüm tehdidiyle küfre, zorlanan kimse, kalben mü’min olduğu halde elfaz-i küfürden birini söyleyebilir.
Veya bir kimse, tehdit ve cebir ile diğer bir kimsenin malını itlaf etse, bu işe zorlanan kimse mes’ûl tutulmaz. Çünkü arada cebir vardır; zaruri olarak bu yola tevessül edilmiştir.
c) Açlıktan ölüm tehlikesi geçiren kimse, başkasına ait olup sahibinin müsaadesini almadan -ileride bedelini ödemek niyetiyle- malından ölmiyecek kadar alıp yiyebilir. [20]
21. ZARURETLER KENDİ MİKTARINCA TAKDİR OLUNUR :
Bu kaide yukarıdaki kaidenin tamamlayıcısı mahiyetindedir. İşaret edildiği gibi, zaruri bir sebeble mubah olan şey ancak zaruret miktarmca mubah olur; fazlası mubah olmaz. Çünkü haramı mubah kılan cevaz illeti, zaruret miktarıyla kalkmış olur; fazlası ise za-rûretsiz alınmış olur.
Meselâ :
a) Soğuktan donmak üzere bulunan bir kimse, tehlikeyi atla-tacak miktarda başkasına ait odun veya yakıttan -ileride bedelini ödemek niyetiyle- kullanabilir; fazlası ise haramdır.
b) Yukarıdaki kaidede geçen misallerden ikisi buna da misal olur.. [21]
22. BİR ÖZÜR İÇİN CAİZ OLAN ŞEY, O ÖZRÜN ZEVÂLİYLE BÂTIL OLUR, (HÜKÜMSÜZ KALIR).
Önce caiz olmayan, fakat bir özürden dolayı caiz olan şey, mevcut özrün ortadan kalkmasıyle hükümsüz kalır.
Meselâ :
a) Vücudundaki bir hastalıktan dolayı su kullanamayan kimse, bu özründen dolaya teyemmüm eder.. Ama mevcud hastalığın giderilmesiyle özür kalkmış olacağından artık su ile abdest alınır; teyemmüm edilmez.
Bunun gibi suyu kullanmaya sıhhati müsaid olmakla beraber su bulamıyan kimse bu özründen dolayı teyemmüm eder. Su bulununca da teyemmüm hükümsüz kalır.
b) Şahitlik üzerine şahitlik.. Asıl şahit hasta olur veya seferde bulunursa, bir özre mebni şahadet üzerine şehâdet caiz olur. Ama asıl olan şâhid iyileşir veya seferden dönerse, o zaman fer’in yani asıl olmayan şahidin şehâdeti batıl olur. [22]
23. MÂNİ ZAİL OLDUKTA MEBNÛ’ AVDET EDER :
Bir şeyin sıhhat ve cevazına mâni teşkil eden şey zail oldukta, memnu’ (men’olunan şey) avdet eder.
Meselâ :
a) îki kız kardeşi bir kişi nikâhı altında bulunduramaz. Şöyle ki (A.) ile (B) kız kardeştirler. (C), (A) il© (B)’den birisiyle evlenebilir. Bu caizdir.. Fakat hangisiyle evlenirse, diğeri muvakkaten kendisine haram, olur, Farzedelim ki, CC) (A), ile evlendi, bu takdirde, (A), (Cî’nin (B) ile evlenmesine mâni teşkil eder. (A) ölecek olursa (C), (B) ile evlenebilir. Çünkü mani zail olmuştur.
b) Satın alman bir malda eski aybmdan başka yeni bir ayıp meydana gelirse artık o malı eski aybmdan dolayı reddetmek caiz olmaz. Ancak yeni ayıp kendiliğinden veya bir müdahale ile giderilirse, o takdirde «mâni’ kalktığı için memnu avdet eder» kaidesince iadesi caiz olur. [23]
24. BİR ZARAR KENDİ MİSLİYLE İZÂLE OLUNMAZ :
Zarar ne kendisinden büyük bir zararla ne de kendisine müsavi olacak bir zararla giderilmez. Belki, kendisinden hafif bir zararla giderilmeye çalışılır.
— «İki serden en hafif olanı ihtiyar olunur.»
— Büyük zarar, hafif bir zararla giderilir.» Kaideleri bunu açıklar..
Meselâ :
a) Mevcut bir dükkânın yanında- veya karşısında başka bir dükkân açılır ve bu sebeble ilk dükkânın alış – verişinde bir azalma ve kesad başlar da sahibi zarara girdiğini beyânla açılan dükkânın kapatılmasını isterse, bu dava reddolunur ve ikinci dükkân kapatılmaz.
b) Açlıktan ölüm derecesine gelen bir kimse, diğerini ölümden .kurtaracak kadar mevcut yiyeceğini alıp yiyemez. Çünkü zarar, kendi misliyle izâle olunmaz. [24]
25. ZARAR-I ÂMMI DEFİ’ İÇİN ZARAR-I HASS İHTİYAR OLUNUR :
Bu kaide, yukarıdaki kaideyle birleşir ve onu açıklar mahiyettedir. Demekki, umuma zarar veren bir şey -şahsın zararına da olsa-gidermek lâzımdır.
Meselâ :
a) Birinin evinin balkonu v«ya duvarı umuma ait yolu daral-jtıyor, gelip geçenlere zarar veııyorsa, onu yıkıp kaldırmak -şahsın ! zararına da olsa- vâcibdir.
b) Fahiş fiâtla satılan bir mala rayiç koymak yani satış fiatını tahdit etmek -her ne kadar satıcının zararmaysa da, umumun menfaatini dikkate almak bakımından- gerekir. [25]
26. ZARAR-I EŞED, ZARARI AHAF İLE İZÂLE OLUNUR :
Bu kaide de 23. maddede geçen kaideyi açıklar mahiyettedir. Büyük ve daha tehlikeli zarar daha hafif olan zararla giderilmeye çalışılır :
Meselâ :
a) Borcunu ödemiyen veya vâcib olan nafakayı vermiyen kimse, -ödeme imkanına sahipse- ödemesi için icbar edilir. Baba, küçük çocuğunun nafakasını vermekten imtina ederse hapsolunur.
b) Bir tavuk kıymetli bir taş yutacak olursa bakılır; hangisinin kıymeti yani tavuktan ve taştan hangisinin kıymeti fazlaysa, fazla kıymette olanın sahibi, az kıymette olana zarar nisbetini öder. [26]
27. İKİ FESÂD TAARÜZ ETTİKDE AHAFFİNİ İRTİKÂB İLE AZABININ ÇARESİNE BAKILIR !
Fesadı gerektiren iki şey gelip çatıştığında, zararı az olan dikkate alınarak en hafifi sayılarak alınır.. Meselâ birbirine eşit iki belâ ile karşıkarşıya gelen kimse bu ikisinden dilediğini seçip kabullenir. Eşit olmadığı takdirde ise en hafif olanını alır.
Meselâ :
a) Başında yara bulunan kimse bu vaziyette secde edecek olursa, yarası akıntı yapıp tehlike arzederde, baş işaretiyle secdeleri yerine getirir; fakat Namazı terketmez. Çünkü secdeyi terketmek namazı terketmekten daha hafiftir. Nitekim hayvan üzerinde işaretle secde edilir; ama abdestsiz namaz kılınmaz. [27]
28. İKİ SERDEN EHVEN OLANÎ İHTİYAR OLUNUR :
Bu kaide, yukarıdaki kaideye yakındır.. Zarar ve şerri gerektiren iki hâdise birden gelip çatarsa en kolay ve zaran az olan tercih edilir..
Meselâ :
a) Bir koçun başı kazara bir küpe girip çıkması mümkün olmazsa bakılır : Hangisinin kıymet ve zararı daha azsa o ihtiyar edilir : Koyunun kıymeti küpünkünden daha fazlaysa küp kırılır ve kıymeti sahibine ödenir. Küpün kıymeti daha fazlaysa koç boğazlanır ve kıymeti sahibine ödenir. [28]
29. DEFİ MEFÂSİD, CELBİ MENFAATTEN EVLÂDIR..
Bir şeyde hem zarar, hem ve fayda birleşecek olursa, o fayda için mevcud zarar irtikab edilmez. Bu bakımdan zararı def etmek evlâ-olur. Çünkü şeriatın menhiyati gidermede gösterdiği hassasiyet ve itina, meşru’ şeylere karşı gösterilmemiştir.
Meselâ :
a) Cünüblükten dolayı kadına gusül gerektiğinde erkeklerin göremiyeceği bir yer bulamazsa yıkanmak için guslü geciktirir. Çünkü yıkanmak faydalıysa da erkeklerin bir kadını çıplak görmesi zararlıdır.
b) Bir kimse mülkinde istediği gibi tasarruf edebilir, başkasına zarar vermediği müddetçe..
O halde mülkinde tasarrufundan dolayı başkasına açıktan açığa zarar verecek olursa, bu tasarruftan men’edilir. [29]
30. ZARAR İMKÂN NİSBETÎNDE GİDERİLİR :
Meselâ :
a) Az yukarıda da geçtiği gibi imkân olduğu halde çocuğuna nafaka vermiyen bir baba hapsolunur.,
b) Hz. Peygamber CA.S.) «Müslümanlara karşı kılıç çeken kimsenin kam helâl olur.» buyurmuştur. Çünkü o kimse tuğyan edip müecâviz hale gelmiş olduğundan bu zararı ancak vücudunu ortadan kaldırmakla gidermek ve ikinci bir kimsenin böyle bir tuğyana teyessül etmemesini sağlamaktır. [30]
31. HACET UMUMÎ OLSUN, HUSUSÎ OLSUN ZARURET MENZİLESİNE TENZÎL OLUNUR
Fert ve cemiyetin ihtiyacını karşılamak gerekiyorsa bu ihtiyaç zaruret gibi kabul edilip memnuiyet kalkar ve böyle bir ihtiyaç karşısında kıyas terkedilir;
a) «Bey’ün bi’l-Vefâ»ya cevaz verilmesi bu kabildendir.. Buhara halkından borç alıp verme muamelesi çoğalınca görülen ihtiyaç özerine bu muameleye cevaz verilmiştir.
b) Bunun gibi kıyas hilafına seleme de cevaz yermiştir.. Çünkü alım – satımda, mâdumun (henüz mevcud olmıyan şeyin) bey’i yapılamaz. Fakat ihtiyaç bu kıyasın hilafına cevaz vermeyi gerektirmiştir.
c) Akde giren yararlanma nisbeti belli olmamakla beraber hamamda yıkanmak, halkın ihtiyacına mebni tecviz edilmiştir. Bu, kıyasa aykırıdır. Çünkü ücret belli olmakla beraber menfaat belli değildir. Hamama giren kimsenin ne kadar kalacağı, ne kadar su sar-fedeceği meçhuldür. [31]
32. İZTİRAR GAYRİN HAKKINI ÎBTAL ETMEZ :
Zarurât, mahzuratı mubah kılar kaidesini tavzih ejder mahiyettedir.. Aç kalıp ölüm derecesine gelen bir kimse başkasına ait ekmekten yiyecek olursa, bilâhare onun kıymetini ödemesi gerekir. Çünkü o ekmekten yemesi her ne kadar zarurî ise de, bu zaruret başkasının hakkını ibtâl «tmez. Bu balamdan yer v© fakat bedelini öder. [32]
33. ALINMASI YASAK (HARAM) OLAN ŞEYİN VERİLMESİ DE YASAKTIR :
Bir şeyin alınması haram kılınmışsa, o takdirde verilmesi de haramdır.
a) Rüşvet (bunu almak haramdır; o halde vermek de haramdır.)
b) Riba (bunu almak haramdır; o halde vermek de haramdır.) Bunlar gibi daha birçok misâller vardır. [33]
34. İŞLENMESİ YASAK OLAN ŞEYİN İSTENMEDİ DE YASAKTIR .
Bu. (işlenmesi haram olan şeyin istenmesi de haramdır kaidesine yakındır.)
Meselâ :
a) Uyuşturucu madde kullanmak haramdır. O halde bu madde nin kullanılmasını istemek de haramdır.
b) Adam öldürme fiili haramdır; başkasının bunu işlemesini istemek de haramdır.
c) Zina etmek haramdır; ö halde başkasının da zina işlemesini istemek haramdır. [34]
35. ÂDET MUHAKKEMDİR :
Örf ve adet, umumun yararına ise, muteberdir.. Çünkü Hz. Peygamber (A.S.) «Mü’minlerin iyi ve güzel görüp kabul ettiği şey, Allah katında da iyidir.» buyurmuştur.
Meselâ :
a) Birisi : «Vallahi ayağımı falan adamın evine koymam» diye yemin ederse, bundan eve girmiyeceği manası anlaşılır. Çünkü bu tâbir âdet haline gelmiştir. Sadece ayağını koymak mânası ise âdete uygun değildir.
b) Bir işte çalıştırmak üzere tutulan amele, aralarında hususi bir anlaşma yapılmamışsa – O beldede işçi sınıfının kaç saat çalışması adet ise o da o kadar çalışır. [35]
36. NÂSIN İSTİ’MALİ BİR HÜCCETTİR Kİ, ONUNLA AMEL VÂCİB OLUR :
Bu kaide, yukarıdaki kaidenin açıklaması veyahut mütemmimi mahiyetindedir. Halkın bir mesele hakkındaki örf ve âdeti, -nüsusun örfle âdet arasında fark vardır. Örf akleıı ve dinen iyi bilinen şeyler demektir. Adet ise işlenilegelen itiyadlar demektir. Örf denilince sadece aklan ve dinen iyi olan şeyler hatıra gelir; «Kötü örf» olmaz. Adet ise böyle değildir. Onun iyisi de olabilir, kötüsü de. Bu bakımdan bu -Umumun yararına» ise dedik
Meselâ :
a) Akar suyun haddi ve miktarı halkın bu husustaki telakkisine göre tâyin edilir.
b) Bir kuyuya düşen koyun dışkısının azlık ve çokluğu, bu hususla ilgili şahısların görüşüne göre takdir edilir.. Çünkü az bir şey kabul edilirse suyu necis etmez; çok olarak kabul edilirse suyu necis eder.
Ama bir şeyin meselâ, ölçüye ve tartıya girdiği nass ile sabit olmuşsa artık .o şey hakkında nâsın örf ve âdetine itibar edilmez. Şöy-leki : Buğday ve arpa ölçeğe, altın ve gümüşün tartıca girdiği meşhur Hadîs-i Şeriflerle sabit olmuştur. O halde halkın bu nassın hilâ-fuıa olan örf ve adetine itibar edilmez: [36]
37. ÂDETEN MÜMTENİ OLAN ŞEY, HAKÎKATEN MÜMTENİ GİBİDİR..
Meselâ :
a) (A)’nın (BVye 1000 Ura borçlu olduğunu ikrar etmesi, yalan bile olsa hakikat olarak kabul edilir. Çünkü bir kimsenin yalan yere bir başkasına borçlu olduğunu ikrar etmesi âdeten mümteni’dir. Öyle ise böyle bir ikrar hakikat gibi .kabul edilir.
b) Nesebi belli olan (A) için, (B), bu benim oğlumdur, derse bu âdeten mümteni’ olduğundan hakikaten mümteni’ gibidir.
c) Çok fakir olan (A)’nın (B)’ye bir milyon ödünç para veya mal verdiğini iddia etmesi de âdeten mümteni’dir. [37]
38. ZAMANIN DEĞİŞMESİYLE AHKAMIN DEĞİŞMESİ İNKÂR OLUNMAZ :
Bu, örf ve âdete dayanan hükümler hakkındadır; yoksa iki ana kaynağın temel hükümleriyle ilgili değildir.
a) Câmi’lerin kapısının daima cemaate açık bulundurulmosı hem sünnet, hem de içinde kıymetli eşya bulunmadığında sünnet idi, bulunduğu zaman ise bir âdet-i müstehsene idi. Hırsızlık olayları tehlikeli bir hal alınca, namaz vakitleri dışında kapanmasına cevaz verilmiştir.
b) Bir beldede Câmi-i Şerife gönderilen mum yakıldıktan sonra geriye kalan yansını veya üçte birini o Camiin İmam ve Müezzinin alıp kendi ihtiyacında kullanması âdet olduğu halde, sonraları Câmi’e getirilen mum ve sair aydınlatma araçları sadece Câmi’de kullanılır, kaydına bağlanıyorsa, o takdirde İmam ve Miioz-^n, getiren kimseden izin almadan onu kendi ihtiyacında kullanamam, [38]
39. ÂDETİN DELALETİYLE HAKİKİ MÂNA TERK OLUNUR…
Bir cümleden anlaşılan hakiki mânâ, bazen âdetin delaletiyle ter-kedilip hükme bağlanmaz..
Meselâ :
a) Bir kimse et yemiyeceğine dair yemin ederse, ıztırar halinde domuz veya insan eti yiyecek olursa yeminini bozmuş sayılmaz; çünkü âdet ve teamüle göre bunlar yenilen et gurubuna girmemektedir. Âdeten bu ikisi de” yenilmez.. (Bu, imameyne göredir).
b) Bir kimse «Vallahi falan adamın eşiğine ayak basmıyaca-ğım» derse ve eşiğe ayak basmadan içeri girerse yine de yeminini bozmuş olur. Çünkü her ne kadar hakiki mânâ «Eşiğe ayak basma-maksa da» örf ve âdete göre bununla o adamın evine girmiyeceği mânâsı kasdecüliyor.. [39]
40. ÂDET ANCAK MUTTARİD YAHUT GAAIİP OLDUKTA MUTEBER OLUR.
Demek ki, her âdet muteber sayılmaz; ancak devam edegelen veya galip durumda olan âdetler muteber sayılır.
Meselâ :
a) Alım-satımda altın lira üzerine pazarlık yapılırsa o belde de devam edegelen yahut ekseri kullanılan altın lira hangisiyse o itibar edilir.
b) Bir pazarda iki kişi alım – satım yaparken peşin veresiye diye bir şey beyân edilmezse, o belde de o mal hakkında cari olan örf ve âdete göre muamele edilir..
el Tanesi 50 kuruştan bir miktar yumurta ısmarlanır ve yumurtanın gramajı belirtilmezse, o beldenin câri yahut galip olan âdeti itibar edilir. [40]
41. İTİBAR GALİB-İ ŞAYİADIR; NÂDİRE DEĞİLDİR.
Bu kaide yukarıdaki kaidenin tamamlayıcısı mahiyetindedir. Müstesna umumî kaideyi taozmıyacağı gibi, vukuu nâdir olan şey de galib-i şayi’ olan şey hakkındaki hükmü bozmaz.
Meselâ :
a) Fazla geri zekâlı olup kendisini kontrol edemiyen (Sefih) kimse rüşde ermedikçe malında tasarruftan men’edilir. Çünkü ekseri sefih olanlar 15 yaşma girdikten sonra az – çok kendilerini kontrol edebiliyorlar. Ama bir sefih nadiren 15 yaşma varmadan kendini kontrol edebilse de buna kıyasla hükmedilmez… Çünkü bu nadirat-tandır, yok hükmünde sayılır.
b) Uzun yıllar kaybolan, nerede olduğu bilinmeyen bir kimsenin, bâzı fukâhaya göre 90 yaşma kadar beklenir. Bu yaşa eriştiği sabit olunca öldüğüne hükmedilir. Ama nadiren biri 100-İ10 yaş da yaşamış olabilir; galib-i Şayi’ olan ömre te’sir etmez. [41]
42. ÖRFEN MÂRUF OLAN ŞEY ŞART KILINMIŞ GİBİDİR.
Bir belde halkı arasında mutad olagelen şey «Örfenmâruf-olduğundan şart kılınmış gibi hükme medar olur.
Mesela :
a) Kızını kocaya veren bir baba, onun için hazırlayıp verdiği çe-hizi, bilahare emaneten verdiğini iddia edecek olursa, bu hususta beldenin örfüne göre hükmedilir. O belde kıza verilen çeyizi emanet olarak değil, mülk olarak veriyorsa, babanın bu husustaki iddiası reddedilir.
b) Bahçe veya tarlasına tuttuğu işçiye, yemek de verilip verilmi-yeceği, söz konusu edümemişse de işçiler yemek de istiyecek olurlarsa bu hususta da o beldenin mâruf olan örfüne göre hareket edilir. [42]
43. TİCARET ERBABI ARASINDA MÂRUF OLAN ŞEY, ONLAR ARASINDA ŞART KILINMIŞ GİBİDİR.
Bu kaide, yukarıdaki kaidenin tamamlayıcısı ve açıklaması mahiyetindedir. [43]
44. ÖRF ÎLE TAYİN, NASS İLE TAYİN GİBİDİRİ:
Meselâ :
a) Hakkında nass bulunmayan bir şeyde örfe itibar edilir… Ölçü veya tartıya girdiği hakkında nass bulunmayan bir şey hakkınca örfe göre muamele yapılır.
b) Çarşıdaki esnafın çoğu, çarşıyı korumak, için ücretle bekçi tutacak olurlarsa, -esnaftan bir kısmı buna muhalif kalsa bile- bekçi ücretini hepsi de bilâ istisna ödemek mecburiyetindedir. [44]
45. MÂNİ’ VE MUKTAZİ TAARRUZ ETTİKTEN MÂNİ’ TAKDİM OLUNUR.
a) Bu kaideye göre» bir adam alacaklısı bulunan kimse eline rehîn bırakmış olduğu malım başkasına satamaz. Çünkü buna mâni’ olan borçtur Onu ödemedikçe veya mürtehin icazet vermedikçe satılması iktiza eden merhunu satamaz.
b) Müşterek (Ortak) bir malın hisse-i şayiasının ortakdan başkasına icarı doğru değildir. [45]
46. VÜCUDDE BİR ŞEYE TÂBİ OLAN HÜKÜMDE DAHİ1 ONA TABİ OLUR.
Meselâ :
a) Gebe bulunan bir hayvan satıldığında karnındaki yavrusu da ona tabi’ olarak satılmış olur. Çünkü rahimdeki yavru vücudda anasına tabidir; o halde satış hükmünde de ona tabi olur.
b) Bir arazi satıldığında, içinde bulunan ağaç ve su da ona tabi olarak satılmış olur. Bunun gibi, rehin olarak verilen gebe bir hayvana veya ağaçlı bir araziye, doğan yavru ile mevcut ağaçlar da dahildir; ayni hükme girer.[46]
47. TABİ’ OLAN ŞEYE AYRICA HÜKÜM VERİLMEZ.
a) Bu kaide yukarıdaki kaideyi açıklar mahiyettedir. Meselâ: Bir hayvanın karnındaki yavrusu ayrıca satılmaz.
b) Bir evin kapı ve penceresi takılı olduğu halde ayrıca satılmaz. Satılan ev ile birlikte onlar da satılmış kabul edilir. Ama yavru doğduktan, kapı ve pencere söküldükten sonra satılabilir; artık’ yavrusu anasına, kapı pencere de eve tâbi değildir. [47]
48. BÎR ŞEYE MÂLİK OLAN KİMSE ONUN ZARURİYATIN^ DAN O1AN ŞEYE DE MÂLÎK OLUR.
Meselâ :
a) Bir evi satın alan kimse o eve giden yola da malik olur. Çünkü, yol evin zaruratından sayılır.
b) Yine bir evi satın alan kimse o evin önünde bulunan hela ve ağaca da mâlik olur. [48]
49. ASIL SAKIT OLDUKTA FERİ DAHÎ SAKIT OLUR.
Meselâ :
a) Asü borçlu bulunan kimse borcunu ödeyip Ijurtulunca onun kefili olan kimse de o borçtan kurtulmuş olur. Çünkü borçlu asıldır; Kefil onun fer’idir. Asü beri olunca fer’i de beri olur. Aksi değil.
b) Alacaklı alacağını tamamen alsa, yaranda rehin bulunan şeyi elinde tutma hakkı kalkar. Çünkü rehin alacağa bağlı ve onun feri sayılır. [49]
50. SAKIT OLAN ŞEY DÖNMEZ, YANİ GİDEN GERİ GELMEZ.
Hukuken varlığı kalmıyan bir şey tekrar vücud bulmaz,. Ancak benzeri meydana getirilebilir.
Meselâ :
a) Vârisler, murisin yapmış olduğu üçte birden fazla vasiyetine rıza gösterdikten, sonra bir daha dönmezler.
b) Necis olan az suyun üzerine akar su bırakılır da çoğalıp taşar ve tekrar azalırsa, artık bu su yine necis oldu, necisliğe döndü denilmez. Çünkü çok suyun ona karışıp taşırmasiyle temiz olmuştu; azalmasıyla ayni temizlik devam eder; necisliğe avdet etmez. [50]
KAYNAK :
[1] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/419. [2] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/419. [3] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/420. [4] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/420. [5] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/420-421. [6] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/421. [7] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/421-422. [8] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/422. [9] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/422-423. [10] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/423. [11] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/423. [12] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/424. [13] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/424. [14] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/425. [15] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/425. [16] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/425-426. [17] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/426. [18] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/426-427. [19] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/427. [20] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/427-428. [21] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/428. [22] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/428. [23] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/429. [24] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/429. [25] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/430. [26] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/430. [27] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/430-431. [28] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/431. [29] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/431. [30] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/431-432. [31] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/432. [32] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/432. [33] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/432. [34] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/433. [35] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/433. [36] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/433-434. [37] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/434. [38] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/434-435. [39] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/435. [40] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/435. [41] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/436. [42] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/430. [43] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/436. [44] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/437. [45] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/437. [46] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/437. [47] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/437-438. [48] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/438. [49] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/438. [50] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/438.