51. BİR ŞEY BÂTIL OLDUKTA (HÜKÜMSÜZ KALDIKTA) ONUN ZIMMINDAKİ ŞEY DE BÂTIL OLUR. 1352. ASLIN İFÂSI (YERİNE GETİRİLMESİ) KABUL OLMADIĞI HALDE BEDELİ İFA OLUNUR : 14
53. BİZZAT TECVİZ OLUNMAYAN ŞEY BÎTTEBA’ TECVİZ OLUNABİLİR : 14
54. İBTİDÂEN TECVÎZ OLUNMAYAN ŞEY BAKAAN TECVİZ OLUNABİLİR : 14
55. TEBERRU’ ANCAK KABZ (TESLİM ALMAKLA) TAMAM OLUR : 14
56. LİDERİN HALK ÜZERİNDEKİ TASARRUFU MASLAHATA BAĞLI VE ONA DAYANIR : 14
57. VELÂYET-İ HASSE, VELÂYET-İ AMMEDEN AKVADIR : 14
58. SÖZÜN İ’MÂLİ İHMALİNDEN EVLÂDIR : 15
59. HAKÎKÎ MÂNÂ MÜMKÜN OLMADIĞINDA MECÂZE GİDİLİR : 15
60. BİR KELÂMIN İ’MÂLİ MÜMKÜN DEĞİLSE İHMÂL OLUNUR : 15
61. MÜTECEZZİ OLMAYAN BÎR ŞEYİN BİR KISMINI ZİKRETMEK TÜMÜNÜ ZİKRETMEK GİBİDİR : 15
62. MUTLAK İTLÂKI ÜZERE CÂRİ OLUK; MEĞER KÎ NASSAN VEYA DELÂLETTEN TAKYİDİ DELİL BULUNA : 15
63. HAZIRDAKİ VASIF LAĞV, GÂİBDEKİ VASIF MUTEBERDİR. 15
64. SUAL, CEVAPTA İADE OLUNMUŞ SAYILIR : 16
65. SÂKÎTE BİR SÖZ İSNAD EDİLEMEZ. 16
66. BÎR ŞEYİN UMUR-Î BÂTİNEDE DELİLİ, O ŞEYİN YERİNE GEÇER : 16
67. YAZI İLE BEYÂN, SÖZLE BEYÂN GİBİDİR : (MÜKÂTEBE MUHATEBE GİBİDİR.) 16
68. DİLSİZİN BtlİNEN İŞARETİ, DİL İLE BEYÂN GİBİDİR : 16
69. TERCÜMANIN SÖZÜ HER HUSUSTA KABUL OLUNUR) 17
70. HATÂSI ZAHİR OLAN ZANNE İTİBAR YOKTUR : 17
71. DELİLDEN MEYDANA GELEN İHTİMAL KARSISINDA HÜCCET KALMAZ : 17
72. TEVEHHÜME İTİBAR YOKTUR : 17
73. BURHAN İLE SABİT OLAN ŞEY AYNEN SABİT GİBİDİR : 17
74. BEYYİNE MÜDDEİ İÇİN YEMİN İNKÂR EDEN ÜZERİNEDİR : 17
75. BEYYİNE HUCCET-İ MÜTEADDİYE; İKRAR İSE HÜCCET-İ KASIRADIR : 18
76. KİŞİ ÎKRARİYLE İLZAM OLUNUR : 18
77. TANAKUZ İLE HÜCCET KALMAZ : 18
78. ASIL SABİT OLMADIĞI HALDE FER’ÎN SABİT OLDUĞU VARDIR : 18
79. ŞARTIN SÜBUTU HALİNDE ONA BAĞLI OLAN ŞEYİN DE SÜBÜTU LÂZIM GELİR : 18
80. İMKAN NİSBETİNDE ŞARTA RİÂYET OLUNUR : 19
81. VA’DLER, SURET-İ TALİKİ İKTİSAB İLE LÂZIM OLUR : 19
82. BÎR ŞEYİN NEFÎ, ZAMANI MUKABELESİNDEDİR : 19
83. ÜCRET İLE ZAMAN) CEM’ OLMAZ : 19
84. MAZARRAT MENFAAT KARŞILIĞINDADIR : 19
85. KÜLFET NİMETE, NİMET DE KÜLFETE GÖREDİR : 19
86. BİR FİİLİN HÜKMÜ FAİLİNE MUZAF KILINIR; VE MÜCBİR OLMADIKÇA ÂMİRİNE MUZAF KILINMAZ : 20
87. BİZZAT FİİLİ İŞLEYEN FAİL İLE FİİLE SEBEB OLAN (MÜTESEBBİP) BİRLEŞTİĞİNDE, HÜKÜM O FAİLE İZAFE EDİLİR. 20
88. ŞER’Î CEVAZ TAZMİNE AYKIRIDIR : 20
89. BİR FİİLİ BİZZAT İŞLİYEN, BUNU KASDEN YAPMASA BİLE YİNE DE TAZMİN GEREKİR 20
90. MÜTESEBBİP (BİR FÎÎLE SEBEB OLAN KİMSE) KASDEN O FİİLİ İŞLEMEDİKÇE KENDİSİNE TAZMİN GEREKMEZ : 20
91. HAYVANIN KENDİLİĞİNDEN OLARAK YAPTIĞI CİNAYET VE ZARARI HEDERDİR : 20
92. BAŞKASININ MÜLKÜNDE TASARRUFLA EMRETMEK BÂTILDIR : 20
93. MEŞRU BÎR SEBEP OLMAKSIZIN BAŞKASININ MALINI ALMAK CAİZ DEĞİLDİR : 20
94. BİR ŞEYDE TEMELLÜK SEBEBİNİN DEĞİŞMESİ, O ŞEYİN DEĞİŞMESİ YERİNE GEÇER : 20
95. KİMKİ BİR ŞEYİ VAKTİNDEN EVVEL İSTİCAL EYLER İSE MAHRUMİYETLE MUÂTAB OLUR : 21
96. HER KİMKİ KENDİ TARAFINDAN TAMAM OLAN ŞEYİ NAKZA SA’YEDERSE SA’Yİ MERDUTTUR : 21
97. HAK MUHTEREMDİR VE KORUNMASI VÂCÎBDİR : 21
98. MUBAH İLE HERKES ÎNTİFÂ EDEBİLİR : 21
99. HERKES KENDİ MÜLKÜNDE İSTEDİĞİ GİBİ TASARRUF EDER : 21
100. ZAHİR OLAN SÖZLERİN TE’VİL VE TEFSİRE İHTİYAÇ YOKTUR : 21
101. VEFATLA ZİMMET ZAİL OLUR : 21
51. BİR ŞEY BÂTIL OLDUKTA (HÜKÜMSÜZ KALDIKTA) ONUN ZIMMINDAKİ ŞEY DE BÂTIL OLUR.
Bir şey ister aslen, ister vasfen gayr-i sahih bir durum alırsa onun zımmında ki şey de gayr-i sahih olur.
Meselâ :
a) (A), (B)’ye, «Kanımı sana bin liraya sattım» dese (B) de bu sebeble vurup onu öldürse, kısas lazım gelir. Çünkü insan kanını satmak gayr-ı sahîh olduğuna göre zımnmdaki rıza ve teklif de bil olmuş oluyor.
b) Nikâhını mehir ile yeniliyecek olursa, bu gayr-i sahih sayılır. Çünkü birinci nikâh bozulmadık, duruyor. O halde ikinci nikah bâtıl olduğu için mehir de hükümsüz kalır. [51]
52. ASLIN İFÂSI (YERİNE GETİRİLMESİ) KABUL OLMADIĞI HALDE BEDELİ İFA OLUNUR :
Bir şeyin aslım ödemek edâ sayılırsa, bedelini ödemek kaza olur. Bu bakımdan aslını ödemek mümkün olduğu müddetçe bedelini ödeme cihetine gidilemez.
Meselâ :
a) Gasp olunan bir mal aynen duruyorsa sahibine olduğu gibi iadesi lâzım gelir. Aynı telef olmuşsa, o takdirde varsa misli yoksa bedeli ödenir;
b) Bir evin bir ay icâ.rla tutulmasında hilâl asıldır. İsterse hilâl 28 günde tamamlanmış olsun. Ama ayın ortalarında icar edilirse, o zaman ay 30 gün itibar edilerek ödenir. [52]
53. BİZZAT TECVİZ OLUNMAYAN ŞEY BÎTTEBA’ TECVİZ OLUNABİLİR :
Meselâ :
a) Alıcı, satm aldığı şeyi, teslim almaya satıcıyı vekil edecek olursa, bu caiz olmaz. Ama satm aldığı zahireyi ölçüp koymak için satıcıya çuvalı verse, o da zahireyi çuvala koyacak olursa, bu zımnen ve teb’an teslim alınmış sayılacağından caiz olur. Çünkü satıcının malı teslim almada alıcıya vekil olması doğru olmaz; ancak zımnen ve hükmen caiz olabilir.
b) Görmediği bir şeyi satm alıp teslim alınmasına birisini vekil edecek olur; vekil de henüz malı görmeden «Ben görme muhayyerliğini iskat ettim.» derse müvekkilinin görme muhayyerliği sakıt olmaz. Ama vekil görüp de malı teslim alacak olursa, artık müvekkilinin görme muhayyerliği sakıt olur. (Bu îmam Ebû Hânife’ye göredir, îmameyn bu hususta muhalif kalmışlardır.) [53]
54. İBTİDÂEN TECVÎZ OLUNMAYAN ŞEY BAKAAN TECVİZ OLUNABİLİR :
Umumun hak ve düzeniyle ilgili olmayan mesele ve muamelelerde, başlangıçta caiz olmadığı halde, -bir mahzur yoksa- sonuç itibariyle caiz olabilir.
Meselâ :
a) Hisse-i şayıah olan bir malı bu şekliyle başlangıçta hibe etmek caiz değildir. Fakat hibe olunan bu malın şayi’ hissesini müs-tehak olan kimse zaptedecek olursa, geri kalan kısmında hibe hükümsüz olmaz; kendisine hibe edilenin malı olarak kalır.
b) CA), (B)’ye bir ev hibe ettikten sonra yarısına rücû eder, yani yarısının hibesinden vazgeçer de ev ikisi arasında şayıalı olursa, bu hibenin devamını ve bakasını men’etmez.
«Baka ihtidadan esheldir» kaidesi de bunun tamamlayıcısı ve izahı mahiyetindedir. [54]
55. TEBERRU’ ANCAK KABZ (TESLİM ALMAKLA) TAMAM OLUR :
Meselâ :
CA), (B) ‘ye bir şey hibe etse, teslim alınmadan önce hibe tamam olmaz. Çünkü hibe de icâb kabul ve kabzı gerektiren bir akittir. Sadaka da böyledir. [55]
56. LİDERİN HALK ÜZERİNDEKİ TASARRUFU MASLAHATA BAĞLI VE ONA DAYANIR :
Bu balamdan İslâm fıkhına göre Sultan, katili affedip kısas olunmaktan kurtaramaz. [56]
57. VELÂYET-İ HASSE, VELÂYET-İ AMMEDEN AKVADIR :
Bir vakfe mütevelli olan şahsın velayeti, hâkimin velayetinden daha kuvvetlidir; çünkü mütevellinin velayeti hususîdir, hâkimin ise umumidir,
Bu itibarla :
a) Kaadı, velisi bulunan yetimi evlendiremez. Ancak o yetimin velisi olmadığı zaman velâyet-i amme yetkisiyle evlendirebilir.
b) Maktulün velisi kısas talebeder-, dilerse sulha gidip affedebilir. Fakat İmam (Lider) affetmeye yetkili değildir. Çünkü liderin velâyet-i ammedir, velisinin ise hassedir.. [57]
58. SÖZÜN İ’MÂLİ İHMALİNDEN EVLÂDIR :
Yani bir söz, bir mânâya hamli mümkün oldukça ihmâl olunma-malıdır; İ’mali mümkün olmadığında ise ihmal (manasız itibar) edilir.
Meselâ :
a) (A) malım evlâdına vakfeder ve fakat (A)’nın evlâdı olmayıp torunları olduğu tesbit edilirse evlâd kelimesini torunlara hamlederek İ’nıâl etmek ihmâlinden evlâdır; mecaz yollu amel edilir.
b) (B) (Ben oğlumu oğulluktan çıkardım» derse, bu sözü mâ-nâlandırmak mümkün olmadığında ihmâl (manâsız itibar) edilir. Çünkü babalık ve oğulluk tabii bir olaydır; manâsız kılınamaz. [58]
59. HAKÎKÎ MÂNÂ MÜMKÜN OLMADIĞINDA MECÂZE GİDİLİR :
Meselâ :
a) (B) «Şu un’dan yemiyeceğine yemin edecek olur ve un’dan yapılan ekmek ve herhangi bir şeyden yiyecek olursa, yeminini bozmuş olur. Ama o undan yiyecek olursa yeminini bozmuş olmaz. Çünkü burada hakikî mânâ mümkün olmadığından mecazi mânâya gidilmiştir.
b) (C) Babasının kim olduğu bilinen karısını kasdederek : «Bu benim kızımdır» derse, (C)’nin bu sözüyle karısı kendisine haram olmaz. Çünkü kelimeyi burada hakîki mânâsına almak mümkün değildir. [59]
60. BİR KELÂMIN İ’MÂLİ MÜMKÜN DEĞİLSE İHMÂL OLUNUR :
Yani bir sözün hakikî ve mecazî bir mânâya hamli mümkün oi~ mazsa, o halde mühmel, yani manasız bırakılır.
Meselâ :
Yukarıdaki (b) maddesindeki misâl, buna da misâldir… [60]
61. MÜTECEZZİ OLMAYAN BÎR ŞEYİN BİR KISMINI ZİKRETMEK TÜMÜNÜ ZİKRETMEK GİBİDİR :
Yani parçalanmayan bir şeyin bir kısmını anmak, tümünü anmak gibidir.
Meselâ :
a) (D) «Ben karımı yarım talakla boşadım» derse talak bölün-I me kabul etmiyeceği için bir talakla boşamış olur.
b) Maktulün velilerinden bir kısmı kaatile kısas yapılmamasını isterse bütün velierin isteği gibi kabul edilir.. Çünkü kısas bölünmez. [61]
62. MUTLAK İTLÂKI ÜZERE CÂRİ OLUK; MEĞER KÎ NASSAN VEYA DELÂLETTEN TAKYİDİ DELİL BULUNA :
Yani nassan veya delâleten bir kayıt ile müka^yed olmadığı takdirde mutlak itlâkı üzere câri olur.
Mutlak : Cinsinde şayi’ olan; şümul ve tayîn olmaksızın birçok hisseleri ihtimal edinen lâfızdır.
Takyid : Herhangi bir sebeble şuyû’dan çıkan lafızdır. Meselâ :
a) (A) kendisine ait tarlayı (B) ‘ye hiç bir kayıt koymaksızm icâre verse, (B) bu tarlayı istediği şekilde kullanabilir; İsterse buğday eker, isterse sebze…
b) (A) Kendisine ait ham (B) ‘ye ariyet olarak verse ve hiç bir takîyedde bulunmazsa, (B) bu hanı isterse depo olarak, isterse oturmak için kullanabilir.
Ancak bu hususlarda örf ve âdete uymayan şeyleri yapamaz. Yani örf ve âdete uymayan işi o handa yapamaz.
Delâleten bir takyîd bulursa.
Meselâ : (A), Kurban bayramına takaddüm eden günlerde (B)’-yi, kendisine bir koyun almak üzere vekil etse, her ne kadar buradaki lâfız mutlaksa da delâieten bir kayıt mevcuttur; o da kurban bayramının yaklaştığı, bu itibarla (B)’nin koyunu istediği vakit değil de Kurban günlerinden önce satın alıp getirmesi gerekir. [62]
63. HAZIRDAKİ VASIF LAĞV, GÂİBDEKİ VASIF MUTEBERDİR.
Yani alım – satım esnasında, meydanda olan bir malı vasfetmek boştur; bir değer taşımaz. Çünkü görmek, tariften de tavsiften de kuvvetli sayılır. Meydanda gözle .görülmeyen bir malın vasıflarına itibar edilir. Çünkü görüp muayene imkânı mevcut değildir.
Meselâ :
a) (A) kendisine ait hazır bir kır atı tBÎ’ye, «Bu yağız, atı şu kadar liraya sana sattım» derse, (B) atı gördüğü halde alırsa (AJ’nin «Yağız» diye vasfetmesi boştur, bir mânâ taşımaz ve (B) de satın aldıktan sonra «Sen yağız dedin, halbuki at kırdır, ben kabul etmem.» diyemez.
b) (A) Bağdaki üzümü görüp beğendikten sonra bağ sahibine bana şu bağın üzümünden şu kadar sat derse, bağ sahibi de, üzüm siyah olduğu halde, şu beyaz üzümden sana şu kadar sattım derse; akit bittikten sonra (A) «Sen beyaz üzüm dedin, halbuki bana verdiğin siyah çıktı, bu bakımdan iade edip akdi bozacağım,» diyemez. [63]
64. SUAL, CEVAPTA İADE OLUNMUŞ SAYILIR :
Yani bir soruda sorulan ne ise, ona verilen cevapta ayni söz tekrar etmiş sayılır. «Şu atını bana şu kadar liraya sattın mı?» diye sorsa, at sahibi de «evet» dese, bundan «şa atımı sana şu kadar liraya sattım» mânâsı çıkar; böylece sual cevapta iade olunmuş olur.
Bir iki misâl :
a) (A) «(B)’nin karısı boştur ve (B) şu eve girecek olursa Kâ-bei Muazzama’ya gitmesi vâcib olur» derse (B) de «evet» diye tasdik de bulunursa, suâl cevapta tekrar ettiğinden her iki hususta da (B) yemin etmiş sayılır.
b) (AVnm karısı (O, kocasına hitaben «Ben boşum!» derse, (A) da «evet» diye cevap verirse tC) boşanmış olur.. [64]
65. SÂKÎTE BİR SÖZ İSNAD EDİLEMEZ.
Yani (A) ‘nın söylemediği bir sözü «söyledi veya söylemiştir» de-jnilemez. Ancak söz söylenmesi ihtiyaç hissedilen yerde susmak be-jyân sayılır.
Meselâ :
a) (A) pazara çıktığında başka bir yabancının kendisine (yani Ca) ‘ya) ait malı satmakla meşgul olduğunu görür ve fakat onu men’-etmez ve susarsa, buradaki susmak yabancıyı vekil tâyin ettiğine delâlet etmez.
b) Bunun gibi mürtehin râhinin rehin olarak bırakılan şeyi sattığını görür ve susarsa, rehinin hükmü bâtıl olmayacağı gibi, bu bir rıza da sayılmaz.
Yalnız 37 mesele bu kaidenin dışında kalır. Bu meselelerde sükût izin mânâsına kullanılmaz. [65]
66. BÎR ŞEYİN UMUR-Î BÂTİNEDE DELİLİ, O ŞEYİN YERİNE GEÇER :
Yani hakikatına ittilâ güç olan kapalı hususlarda zahirî deliliyle hükmolunur.
Meselâ :
a) Hatâen (A), karısına «Sen hoşsun» diyecek yerde «Sen boşsun» derse, karısı boş düşer. Burada batini bilinmediği için zahirî deliyle hükmedilir. İmam-ı Şafiî buna muhalefet etmiştir.
b) Uykuda olan birinin ağzından «Sen boşsun!» veya «Karım boştur» şeklinde çıkan söz irâde dışı vuku bulduğu ve kasden söylenmediği yani bâtını durumu bilindiği için, zahirî sebebe de burada itibar edilmiyeceğinden bir hüküm ifâde etmez. [66]
67. YAZI İLE BEYÂN, SÖZLE BEYÂN GİBİDİR : (MÜKÂTEBE MUHATEBE GİBİDİR.)
Meselâ :
a) Borçlu, alacaklının kendi el yazısıyla «falan kimsede bulunan şu kadar alacağımı aldım.” Veya «borçlum adı geçen borcunu tamamen kapatmıştır.» yazılı olduğunu iddia eder ve yazılı kâğıdı çıkarıp isbat ederse, iddiası kabul edilir. Çünkü yazı ile beyân sözle beyân gibidir.
b) (A) ölmeden önce hazırladığı vasiyetnamesine «falan adama şu kadar borcum var» diye yazarca bu, sözle beyân yerine geçeceğinden muteber sayılır. [67]
68. DİLSİZİN BtlİNEN İŞARETİ, DİL İLE BEYÂN GİBİDİR :
Konuşma melekesi yerinde olan veya bir ân için dili tutulan kimsenin işaretine itibar edilmez.
Dilsizin işareti alım – satım da, icâre ve hibede rehin ve nikâhta, talâk ve ibrada, ikrar ve kısasta muteberdir; hududda değil… Bu hususlarda yazı yazma kudreti de olsa yine işaretine itibar edilir. [68]
69. TERCÜMANIN SÖZÜ HER HUSUSTA KABUL OLUNUR)
Tercüman, bir dili başka bir dile çeviren kimseye denilir. Mütercimin ibaresi, sahibinin ibaresi gibidir. îmam Ebû Hanîfe ile îmam Ebû Yusuf a göre mütercimin bir kişi olması da yeter. [69]
70. HATÂSI ZAHİR OLAN ZANNE İTİBAR YOKTUR :
Bir şeyin vukuu zannedilir; sonra da öyle olmadığı tesbit edilirse, o zanna itibar edilmez. Meselâ : (A), (B) ‘ye borçlu olduğunu zannederek bir miktar para ona verdikten sonra borçlu olmadığı anlaşılırsa, zanna itibar edilmiyeceğinden verdiği parayı geri alır.
b) Kendisine ait olduğunu zannederek bir koyun kesip yer veya satar, sonra başkasına ait olduğu anlaşılırsa onu ödemesi gerekir. [70]
71. DELİLDEN MEYDANA GELEN İHTİMAL KARSISINDA HÜCCET KALMAZ :
Yani delil ve emareden neş’et eden ihtimal muteber tutulur ve buna mukabil hüccet olan şeye itibar edilmez.
Meselâ :
a) Ölüm hastalığı içinde iken varislerinden birine şu kar… borçlu olduğunu ikrar eder; fakat diğer vârisler bunu tasdik etmezse, bu ikrar muteber değildir. Çünkü diğer vârislerden mal kaçırma ihtimali daha kuvvetlidir.
b) (C) 70 yaşında olduğunu iddia edip bunu şahitlerle isbat eder ve fakat görünüşü bunun doğru olmadığını gösteriyorsa, iddiası ve şahitlerin şehâdeti kabul olunmaz… [71]
72. TEVEHHÜME İTİBAR YOKTUR :
Tevehhüm, sadece kalbe arız olan hakikatten uzak bir vehimdir.. Şüphe derecesinden bile’ zayıftır. O halde mücerred tevehhümle hüküm sabit olmaz.
Meselâ :
a) Elinde kanlı bıçak ile heyacarilı bir vaziyette bir evden çıkan (A)’dan hemen sonra o eve girilir ve içeride bir adamın bıçakla öldürüldüğü görülürse kaatilin (A) olduğuna hükmedilir; Öldürülen adamın intihar ettiğine itibar edilmez. Çünkü bu olayda intihar bir vehimden, ibaret kalır.
b) (A) ile (B)’nin evleri arasında fâsü olarak bulunan (A)’ya ait duvarda (A) hava almak için bir insan boyu yüksekliğinde bir delik açar; delik de insan boyunu aştığı için oradan (B) ‘nin evinin veya avlusunun içini görmek mümkün olmaz, fakat (B) bu vehme ka-püırsa, (A) bu deliği açmaktan men’edilir mi, hayır, edilmez. [72]
73. BURHAN İLE SABİT OLAN ŞEY AYNEN SABİT GİBİDİR :
Kesinlik ifâde eden mukaddemelerden meydana gelen veya bey-yine-i âdile ile sabit olan şeye «burhan» denilir. Buna kuvvetli ve kesin delil de denilebilir.
Burhan ile sabit olan şey, ilm-i istidlalidir; gerçeğe dayanmakta üm-i zarurîye benzer. Bu itibarla burhan ile sabit olan şey, muayene ve müşâhade ile sabit olan şey gibi kesinlik ifâde eder.
Meselâ :
Dâvâlı olan CA) hâkim huzurunda aleyhinde iddia edilen dâvayı ikrar edecek olursa, hâkim beyyine araştırmadan davayı hükme bağlar. Çünkü kişinin kendi aleyhindeki iddiayı ikrar etmesi, muayene ve müşahede derecesinde sayılır. [73]
74. BEYYİNE MÜDDEİ İÇİN YEMİN İNKÂR EDEN ÜZERİNEDİR :
Hazret-i Peygamber (A.S.) : (Beyyine müddeî üzerine, yemin de inkâr eden üzerine düşer, buyurmuştur. Hukukta bu hadis esas olarak kabul edilmiştir.
Çünkü Beyyine hilaf-i zahiri isbat için, yemin ise aslı ibka içindir.
Beyyine, müddeanın doğruluğunu, gizli ve kapalı olan şeyin is-bâtmı meydana koyacak kuvvetli delil demektir. Şahadet, ikrar, sened gibi…
Meselâ:
(A), (B) ‘den alacak dâva eder, (B) borçlu olduğunu inkâr ederse, burada borçlu olmamak asıldır ve açıktır. Borçlu olmak ise, arızi olacağından gizli ve kapalıdır, O halde (A)’dan beyyine tâleb edilir. (A) beyyine getirmezse (B)’ye yemin gerekir.
Hanefüere göre beyyine getirmeyen davacıya yemin verilmez. Şâfiüere göre davacıya iki yerde yemin teklif edilir :
1. Davasını isbata yalnız bir şâhid getirdiğinde…
2. Davasını isbat edemediği için önce dâvâlıya yemin teklif edilir; davalı bundan imtina ettiğinde… [74]
75. BEYYİNE HUCCET-İ MÜTEADDİYE; İKRAR İSE HÜCCET-İ KASIRADIR :
Yani beyyine, herkes hakkında bir hüccet sayılır; sadece onu ikame eden için değil… İkrar ise sadece mukirre (ikrar eden) için bir hüccettir; başkasına geçişli değildir. Çünkü ikrar, mukirrin şüpheli iddiası üzerine kurulan bir hücettir; başkasına hüccet olamaz. Hem mukirrin başkası üzerine velayeti de yoktur. Beyyineyi hüccet olarak kabul eden hâkimin ise umumi velayet hakkı vardır.
Meselâ :
(A), ölmüş olan (Bi’ııin vârisi olduğunu iddia eder; (B)’nin asıl vârislerinden (C) de (A)’nm bu iddiasını kabul edip ikrarda bulunursa, (C) ‘nin bu ikrarı ancak kendi hakkında muteber sayılır. Ama (A) bu iddiasını beyyine ikame ederek isbat edecek olursa, hüküm bütün vârisler hakkında muteberdir. Çünkü hâkimin velâyet-i âmme hakkı vardır. [75]
76. KİŞİ ÎKRARİYLE İLZAM OLUNUR :
İkrar, lügat olarak : Bir şeyi dil veya kalb ile veyahut her ikisiyle isbât etmektir; İnkârın zıddı olmuş oluyor. Şeriat lisanında : Kendi üzerinde bulunan başkasına ait hakkı haber vermektir. Bu bakımdan ikrar mukırri ikrar ettiği şeyle ilzam eder… Ama (B) kendi lehinde (A)’nın yapmış olduğu ikrarı reddederse artık (A) ikrariyle ilzam olunmaz.
Meselâ :
a) (A), (B) ‘ye 1000 lira borçlu olduğunu ikrar eder, (B) de bunu reddetmezse, (A) üzerine 1000 lira borç gerekli olur.
b) (AJ’nın, evinden çalınan bir malı, (B) «Ben çaldım» diye ikrar ederse, tazmin ve tecziyesi gerekli olur. [76]
77. TANAKUZ İLE HÜCCET KALMAZ :
Davacı, getirdiği hüccet hilâfına bir ikrar da bulunmuşsa, artık o hüccetin bir değeri kalmaz. Şahitler şehadette bulunduktan sonra, bundan dönecek olurlarsa, şehâdetleri hüccet olmaz.
Meselâ :
a) (B), (C) de olan alacağımın hepsini aldım» diye ikrarda bulunduktan sonra, (O’de şu kadar daha alacağım kaldı diye dava ederse, davası dinlenmez..
b) (A), (B) ye ödünç para verdiğini iddia eder, (B) de bunu reddeder, bunun üzerine CA) davasını hüccetle isbât ettikten sonra (B) «Ben ona olan borcumu ödemiştim» derse davası dinlenmez. [77]
78. ASIL SABİT OLMADIĞI HALDE FER’ÎN SABİT OLDUĞU VARDIR :
Meselâ :
a) Bir kimse «falanın falana şu kadar lira borcu vardır; ben ona kefilim» dese ve aslın inkârı üzerine alacaklı alacağını iddia etse, mezkûr borcu kefilin vermesi lâzım gelir.
«Asıl sakit oldukta fer dahi sakıt olur» kaidesi muttarid olmakla beraber; bazen asıl sabit olmadığı halde fer’ sabit oluyor; Yukarıdaki misâlde olduğu gibi. [78]
79. ŞARTIN SÜBUTU HALİNDE ONA BAĞLI OLAN ŞEYİN DE SÜBÜTU LÂZIM GELİR :
Şart ve ceza ile birbirine bağlı olan iki cümlenin taşıdığı manâ arasındaki bağlantı gibi. Buna «Ta’lik» denilir. Yani birinci cümlenin mazmumunun tki buna «ceza cümlesi» denilir) meydana gelmesi, birinci .cümlenin mazmunun meydana gelmesine bağlıdır.
Meselâ :
a) (A) kendi karısına «eğer falan adamın evine gidersen benden boş ol!» derse burada bir şart vardır; «falanın evine gitmek.» Şartın sübutuyla, ona bağlı olan «kadının boş düşmesi» de sübut bulur.
b) (A), «falan kimse şu malımın fuzûlen sana satışını yapmışsa, ben de icazet veriyorum» derse o takdirde mal o adam tarafından satılmışsa (A)’nm icazeti muteber tutularak hüküm ifâde eder. [79]
80. İMKAN NİSBETİNDE ŞARTA RİÂYET OLUNUR :
Buradaki şartla 79. maddede geçen şart arasında fark vardır : i 79. maddedeki şart belirtildiği gibi talik mânâsına olup şartla ceza cümleleri arasındaki bağlantıyı ifâde eder. Burada ise, akidlerde ileri sürülen bir takım kayıt ve şartlardır.
Meselâ :
a) Vakfedilen bir gayr-ı menkulün gailesinin o semtteki Camie veya medreseye sarfedilmesi şart kılınmışsa, buna mümkün olduğu müddetçe riayet olunur.
b) (A), (B)’den satın alacağı bir malı, 24 saate kadar geri verebilir şartiyle alacak olursa, o takdirde bu müddet içinde CB) malı geri verebilir; (A) da bu şarta riâyet eder. [80]
81. VA’DLER, SURET-İ TALİKİ İKTİSAB İLE LÂZIM OLUR :
Yani va’d bir şeye talik edilirse, gerekli olur.
Meselâ :
a) (B), (C) ‘ye, «Sen bu malı (D) ‘ye sat, eğer parasına vermezse ben veririm derse, o malı satın alan (D) de paraya vermezse, vaidde bulunan (B) ‘nin malın karşılığı olan parayı ödemesi gerekir.
b) (A), (B)’ye şu işimi yaparsan, (C)’ye olan borcunu ben öderim der-, (B) de o işi yapacak olursa, (A)’nın o borcu ödemesi lâzımdır.. [81]
82. BÎR ŞEYİN NEFÎ, ZAMANI MUKABELESİNDEDİR :
Yani bir şeyi telef olduğu takdirde zararı kime ait ise, onun zimmetinde demek olup o, kimsenin bu veçhile kefilliği o şey ile intifaa mukabil olur..
Meselâ ;
Hiyar-i ahb ile reddolunan bir hayvanı, alıcının kullanmış olmasından dolayı satıcı ücret alamaz. Zira reddetmeden önce telef olsaydı zararı alıcıya ait olurdu. [82]
83. ÜCRET İLE ZAMAN) CEM’ OLMAZ :
Yani bir şey tazmin edilince, o şeyin kullanılma ücreti alınmaz.
Meselâ :
(A), (B) ‘nin atını veya evini gasbedip kullandıktan sonra, (A) ‘-nın bu malı ondan tazmin edilince, artık kullandığı günlerin ücreti kendisinden alınmaz. [83]
84. MAZARRAT MENFAAT KARŞILIĞINDADIR :
Yani bir şeyin menfaatine nail olan kimse, o şeyin mazarratına da katlanır.
Meselâ :
a) Müşterek bir arabanın sağladığı menfaat ortaklara ait olduğu gibi arabanın bu tamirine sarfedilen de yine onlara aittir.
b) Müşterek bir mülkün hâsılat ve menfaati ortaklarının hisselerine göre olacağı gibi, onarım ve ıslahı için yapılan masraf da yine onların iştirak hisseleri nisbetine göre olur. [84]
85. KÜLFET NİMETE, NİMET DE KÜLFETE GÖREDİR :
Bu kaide, yukarıdaki kaideyi açıklar mâhiyettedir.. [85]
86. BİR FİİLİN HÜKMÜ FAİLİNE MUZAF KILINIR; VE MÜCBİR OLMADIKÇA ÂMİRİNE MUZAF KILINMAZ :
Çünkü bir şeyi işlemeye dair verilen emir, zorlayıcı ve ilzam edici değildir. Çünkü âmirin verdiği emir, o işin yapılmasını veya fiilin işlenmesini tâlebden ibarettir. Fiilin işlenmesi ise, memurun ihtiyar ve isteğiyle oluyor. O halde, mücbir bir sebeb olmadıkça işlenen fiilin hükmü failine izafe edilir; âmirine değil…
Ancak birkaç yerde müstesna, yani o yerlerde hüküm âmir izafe edilir; me’mure değil.
Meselâ :
1. Âmir Sultan (hükümdar) olursa,
2. Âmir; Me’murun efendisi, yani me’mur köle olursa,
3. Me’mur sabiy (Çocuk olursa). [86]
87. BİZZAT FİİLİ İŞLEYEN FAİL İLE FİİLE SEBEB OLAN (MÜTESEBBİP) BİRLEŞTİĞİNDE, HÜKÜM O FAİLE İZAFE EDİLİR.
Meselâ : Birinin umuma ait yolda kazmış olduğu kuyuya, başkası, birinin hayvanını atıp itlaf etse, o zâmin (mislini veya bedelini ödemekle yükümlü) olur. Kuyuyu kazıyan kimseye tazmin gerekmez. [87]
88. ŞER’Î CEVAZ TAZMİNE AYKIRIDIR :
Yani bir şeye şer’an (hukuken) cevaz verilmişse, o şey sebebiyle vuku bulacak bir zarar, o şeyin sahibine tazmin edilmez.
Meselâ :
Bir adama kendi mülkünde kazmış olduğu kuyuya birinin hayvanı düşüp telef olsa, tazmin gerekmez. Çünkü şahsın kendi mülkinde tasarruf hakkı vardır.. [88]
89. BİR FİİLİ BİZZAT İŞLİYEN, BUNU KASDEN YAPMASA BİLE YİNE DE TAZMİN GEREKİR
Çünkü o fiile bizzat başlaması, isim, mânâ ve hüküm yönünden illet sayılır. [89]
90. MÜTESEBBİP (BİR FÎÎLE SEBEB OLAN KİMSE) KASDEN O FİİLİ İŞLEMEDİKÇE KENDİSİNE TAZMİN GEREKMEZ :
Meselâ :
Kasden olmaksızın hırsızlığa yol gösteren, adam öldürmeye delâlet eden kimseye tazmin gerekmez; ancak muahaza edilir (kınanır.) Çünkü ara yerde fail-i muhtar mevcuttur. [90]
91. HAYVANIN KENDİLİĞİNDEN OLARAK YAPTIĞI CİNAYET VE ZARARI HEDERDİR :
Yani sahibinin ihmal ve kasdı olmaksızın bir hayvan bulunduğu . mer’ada bir zarar yapacak olursa, o zarar hederdir; hayvanın sahibinden tazmin edilmez.
92. BAŞKASININ MÜLKÜNDE TASARRUFLA EMRETMEK BÂTILDIR :
Çünkü başkasının mülkünde izni olmadıkça tasarrufa kimsenin hakkı yoktur. [91]
93. MEŞRU BÎR SEBEP OLMAKSIZIN BAŞKASININ MALINI ALMAK CAİZ DEĞİLDİR :
94. BİR ŞEYDE TEMELLÜK SEBEBİNİN DEĞİŞMESİ, O ŞEYİN DEĞİŞMESİ YERİNE GEÇER :
Yani bir şey aslında (mefsülemrde) değişmediği halde temellük sebebi değişince, o şey de değişmiş sayılır :
Meselâ :
Zekât, zengine verilmez. Fakat zekât alan fakir ona sahip olduktan sonra onu bir zengine hibe edebilir. [92]
95. KİMKİ BİR ŞEYİ VAKTİNDEN EVVEL İSTİCAL EYLER İSE MAHRUMİYETLE MUÂTAB OLUR :
Meselâ :
Bir şahıs erken mirasa konmak için murisini öldürecek olursa, irsten mahrum olur; Çünkü mirasa, vaktinden evvel sahip olmak istemiştir.
Ancak 8 mesele bu kaidenin dışında kalır ki el-Eşbah ve’n-Ne-zair’de belirtilmiştir. [93]
96. HER KİMKİ KENDİ TARAFINDAN TAMAM OLAN ŞEYİ NAKZA SA’YEDERSE SA’Yİ MERDUTTUR :
Yani bir kimse kendi rızâsı ve fiiliyle, tamam, olan hukuki bir muameleyi bozmağa çalışırsa, bu kabul olunmaz[94].
97. HAK MUHTEREMDİR VE KORUNMASI VÂCÎBDİR :
98. MUBAH İLE HERKES ÎNTİFÂ EDEBİLİR :
Meselâ :
Denizlerden, göllerden, ırmaklardan herkes yararlanabilir. [95]
99. HERKES KENDİ MÜLKÜNDE İSTEDİĞİ GİBİ TASARRUF EDER :
100. ZAHİR OLAN SÖZLERİN TE’VİL VE TEFSİRE İHTİYAÇ YOKTUR :
Zahir, söylenince ne kasdeditdiği anlaşılan sözdür. Manâ açık olduğundan te’vil ve tefsire ihtiyaç olmaz. [96]
101. VEFATLA ZİMMET ZAİL OLUR :
Ancak başkasının, vefat eden üzerindeki ve onun da başkası üzerindeki hakları zimmet olarak kabul edilir.
[51] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/438-439. [52] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/439. [53] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/439-440. [54] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/440. [55] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/440. [56] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/440. [57] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/440-441. [58] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/441. [59] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/441. [60] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/441-442. [61] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/442. [62] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/442-443. [63] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/443. [64] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/443. [65] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/444. [66] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/444. [67] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/444-445. [68] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/445. [69] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/445. [70] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/445. [71] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/445-446. [72] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/446. [73] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/446. [74] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/447. [75] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/447-448. [76] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/448. [77] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/448. [78] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/448-449. [79] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/449. [80] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/449. [81] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/449-450. [82] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/450. [83] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/450. [84] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/450. [85] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/451. [86] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/451. [87] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/451. [88] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/451. [89] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/451. [90] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/452. [91] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/452. [92] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/452. [93] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/452-453. [94] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/453. [95] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/453. [96] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/453. [97] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/453.