“Haberi vahid, ilm-i yakıni (kesin bilgi) gerektirmez.
Çünkü bunda ravinin hata etme ihtimali vardır. Tabiki oravi hakkında hüsn-ü zanna ve âdil olması durumunun belli olması dolayısıyla ravinin sıdk (güvenilirlik) yönünün tercih edilmesine dayanarak (haberi vahidden dolayı) kendisiyle amel edilmesi vacib olan bir delil mutlaka ortaya çıkmaktadır. O halde bu gibi haberlerin hükmü, delilinin kuvveti dolayısıyla sabittir ve bu hüküm şudur; Onu inkâr eden tekfir edilemez. Çünkü onun delili ilm-i yakîni gerektirmez. Ancak ona uygun olarak amel etmek vacib olur. Çünkü onun delili kendisiyle amel edilmeyi gerektirmektedir. Eğer bunu inkâr eden kişi, tevile dayalı olarak değil de doğrudan ha-ber-i vahid’i inkâr ediyorsa böyle bir kişi sapıktır. Ancak ha-ber-i vahid’le amel etmeyi vacib olarak kabul ettiği halde, onu tevile dayalı olarak inkâr eden kişi sapık olarak nitelendirilemez.[82]
İmam Serahsi mütevatir haber hakkında da şöyle yazmaktadır:
“Bunun (mütevatir) tarifi şu şekildedir: Birbirinden değişik bölgelerde yaşadıkları halde yalan üzerine ittifak etmeleri mümkün olmayan büyük insan topluluklarının devirden devire, Rasûlullah’tan (s.a) zamanımıza kadar muttasıl olarak naklettikleri haberdir. Buna örnek olarak, namazların sayısını, namaz rekatlarının sayısını, zekat miktarını, diyet vs. gibi diğer haberleri gösterebiliriz. O halde farklı bölgelerde yaşadıkları halde aynı haberi nakleden ravilerin çokluğu herhangi bir uydurma töhmetini ortadan kaldırır. Böyle bir haberi sanki Rasûlullah’tan (s.a) işitiyoruz gibidir. Böyle bir haber cumhur-u fukahaya göre ilmi yakinî gerektirir. [83]
Bundan sonra İmam Serahsî özü itibariyle haber-i vâhid kısmına giren, ancak birçok rivayette aynı müşterek mânânın bulunması hasebiyle bu müşterek mânânın tevatür derecesine yükselmesini söz konusu etmektedir. Hadis ıstılahında bu habere haber-i meşhur denmektedir. Bu konuda alimlerin ihtilaflarını zikrettikten sonra İmam
Serahsî’nin tercih ettiği görüş şudur:
“Bu gibi haberlerin üçe ayrıldığını bildiren Isa b. Ebân şöyle demektedir: Bunlardan birinci kısmını inkâr edenlere sapık denilebilir, ancak kâfir denilemez. Örneğin; evli iken zina edenin cezasının recm olduğunu inkâr eden kimse gibi. İkinci kısmı inkâr edenlere ise sapık denilemez, ancak hatalı denilebilir ki, bu kişilerin günahkâr oldukları endişesi duyulur. Örneğin; mest üzerine meshetmeyi bildiren haberi veya bir cinsin doğrudan alış-verişinde tefâdül’ün[84] haram olduğunu bildiren haberi inkâr eden kişi gibi. Üçüncü kısmı inkâr edenlerin ise günahkâr olma tehlikeleri yoktur, ancak onların görüşlerinin yanlışlığı gösterilebilir. Bu kışıma ahkâm babında fukahanın kabul edilip edilmemesi hususunda ihtilaf ettiği birçok haber girmektedir.[85]
Bu konuyu dikkatle incelerseniz, rededdilmesi veya kabul edilmesinin iman ve küfrü etkilediği meselelerin, sadece, Rasûlullah’tan (s.a) bize kadar katiyet bildiren bir ilim kaynağından gelen meseleler olduğunu anlarsınız. Söz konusu kaynak ise ya Kur’an-ı Kerim’dir ya da İmam Serahsî’nin şartlarını açık bir şekilde bildirdiği mütevatir nakildir. Haber-i vâhid veya meşhur rivayetler olarak nakledilen şeyler ise delillerinin kuvvetine uygun ehemmiyeti haizdirler. Ancak bu haberlerden hiçbiri, imam etkileyebilecek ve onu kabul etmeyeni kâfir kılabilecek oranda önemi haiz değildir. Hadislerde Mehdi ile ilgili gelmiş olan haberler Hadis Usûlü’ne uygun olarak tenkide tabi tutulsa, bu haberlerin mest üzerine meshetmek ve riba’1-fazl rivayetlerin mertebesine bile çıkamadığı görülür.
[82] Usûl’tis, Serahsî, 1/112 [83] Usûl’üs, Serahsî, 1/282-283 [84] Tefadül: Fazla alma. (Çev.) [85] Usûlüs Serahsî, 1/293KAYNAK : MEVDUDİ,FETVALAR