Hz. Âdem’in Yaratılışı, Hz. Peygamberle Karşılaşması ve Ona Selamı
Ebû Hüreyre (r.a.)’dan rivayete göre, Nebî (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Allah-u Azze ve Celle Âdem’i boyu altmış zira’ (arşın) olarak yarattı. Sonra da:
“Git, şuradaki meleklere selam ver, onların da sana selam vereceklerini işit, öyle ki bu senin ve zürriyetinin selamı olacak.” diye buyurdu. Bu emri üzerine Âdem (a.s):
“Esselâmü aleyküm” dedi. Melekler de:
“Esselâmü aleyke ve rahmetullah” dediler. “Ve Rahmetullah” kelimesini eklediler. Cennete girecek her kimse Âdem’in sûreti (şekli üzere) girecektir. Yaratıklar şimdiye kadar hep küçülmüşlerdir.”[1]
v Yine Buhârî’de (6227) gelen lafız şöyledir:
“Allahu Teâlâ, Âdem’i boyu altmış arşın olarak kendi sûretinde yarattı. Onu yarattığı zaman ona:
“Git, şurada oturan meleklerden olan şu topluluğa selam ver. Sana da selam vermelerini işit. Çünkü bu senin ve zürriyetinin selamı olacak” diye buyurdu. Âdem (a.s) da:
“Esselâmü aleyküm” dedi. Melekler de:
“Esselâmü aleyke ve rahmetullah” dediler. “Ve Rahmetullah” kelimesini ilave ettiler. Her cennete girecek olan kimse Âdem’in şekli üzere girer. Yaratılmışlar şimdiye dek hep küçülmüşlerdir.”
v Müslim’in (2841) rivayet lafzı şöyledir:
“Allah-u Azze ve Celle, Âdem’i boyu altmış zira’ olarak kendi sûretinde yarattı. Onu yarattığı vakit:
“Git, orada Meleklerden oluşup oturmakta olan topluluğa selam ver ve on-ların selamını da işit. Çünkü bu senin ve zürriyetinin selamı olacak” diye buyurdu. Âdem (a.s) gitti ve:
“Esselâmü aleyküm” dedi. Melekler de:
“Esselâmü aleyküm ve rahmetullah” dediler ve “Ve rahmetullah” kelimesini eklediler. Cennete girecek her kimse Âdem’in sûreti üzere altmış zira’ boyunda olarak girer. Yaratılmışlar şimdiye kadar hep küçülmüşlerdir.”[1] Müttefekun aleyh. Hadisin lafzı Buhârî’ye aittir (3326).
Âdem (a.s.) in Yaratılışı ve Allah-u Teâlâ’nın, Âdemi İçi Boş ve Kendisine Sahip Olamayan Kimse Olarak Yaratması
Enes (r.a.)’dan rivayetle, Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Allahu Teâlâ, cennette Âdem’e şekil verdiği zaman, Âdemi Allah’ın dilediği vakte kadar kendi başına bırakır. Bunu fırsat bilen İblis etrafında dolaşır ve kendisine bakar. Âdem’i görünce, Âdem’in içinin boş olduğunu görür ve Âdem’in bir şeye sahip olmadan yaratılmış olduğunu anlar.”[1]
Hadiste geçen “bir şeye sahip olmaması” kavlinden maksat; Âdem’in nefsine malik olmadığına ve şehvetlere kendisinin haps olduğuna yorumlanmıştır. Kimileri de: kendisine gelecek olan vesveselerden kendisini koruyamayacağını, kimileri de; öfkelenmekten kendisini alamayacağını söylemişlerdir. Hadisteki maksat ise Âdemoğlu cinsidir. Allah en iyisini bili-cidir.[1] Müslim (2611)
Âdem (a.s.)’in Kıyamet Günü, Hatasını Hatırlaması ve Bundan Ötürü Üzüntü Duyması
Katade’den gelen rivayetle, onun da Enes (r.a.)’dan yaptığı rivayete göre Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Allahu Teâlâ kıyamet gününde insanları bir araya toplar. Onlar:
“Ey Rabbimiz! Senin katında birisini şefaatçi edinelim de, Rabbimiz bizleri bu yerimizde rahata kavuştursun” derler. Âdem (a.s.)’a gelirler:
“Sen, Allahu Teâlâ’nın kendi eliyle yaratmış olduğusun, Allahu Teâlâ kendi ruhundan sana üfledi ve sana secde etmeleri için de Meleklere emir buyurdu. Rabbimiz katında bize şefaatçi ol” derler. Âdem (a.s.):
“Ben sizin istediğiniz konumda değilim” der ve işlemiş olduğu hatayı hatırlatır. Onlara:
“Siz Nuh’a gidin” der. Nuh (a.s.) da:
“Ben sizin istediğiniz mevkide değilim” der ve işlediği hatayı hatırlatır ve:
“Siz Allah’ın kendisini halil (yakın dost) edindiği İbrahim’e gidin” der. Ona giderler, o da:
“Ben sizin istediğiniz konumda değilim” der, işlediği hatayı hatırlatır ve:
“Siz İsa’ya gidin” der. Ona giderler. O da:
“Ben sizin istediğiniz mevkide değilim” der ve (devamla):
“Siz Yüce Allah’ın önceki ve sonraki tüm günahlarını bağışlamış olduğu Muhammed’e gidin” der. Bana gelirler. Ben de, Rabbime nida edip yalvarmak için izin isterim. O’nu gördüğümde secde yaparım. Allah Azze ve Celle beni dilediği kadar belli bir vakte dek o hâl üzere bırakır. Sonra:
“Başını kaldır, istediğin verilecektir, söyle söylediğin dinlenecektir, şefaatte bulun şefaatin makbul olacaktır.” denilir.
Ben de bunun üzerine başımı kaldırırım, Rabbimin bana öğrettiği gibi hamd ederim sonra da şefaatte bulunurum. Rabbim Bana kimler için şefaatçi olacağımı bildirir. Sonra haklarında şefaatte bulunduklarımı cehennemden çıkarırım (Allah’ın izniyle) ve Cennete koyarım. Sonra yine Rabbimin huzuruna varırım ve yine aynı şekilde secdede bulunurum. Üçüncü, dördüncü kez böyle tekrar tekrar bu devam eder. Öyle ki Kur’ân’ın tuttukları haricinde cehennemde hiç kimse kalmaz.”
Râvî Katade bu sonuncu hakkında yani “Kur’ân’ın tutukları” hakkında, bunlar, kendi haklarında ebedi cehennemde kalmaları kesinkes belli olanlardır.” derdi.[1]
v Müslim’de (193) gelen başka bir rivayet lafzı da, Ebû Kâmil Fudayl bin Hüseyin El-Cühderi ve Muhammed bin Ubeyd el-Ğaberî’dendir. Hadisin lafzı Ebû Kamil’e aittir. Her ikisi de: “Bizlerin Ebû Avâne’den, onun da Katâde’den, onun da Enes bin Malik’ten (r.a.) rivayet ettikleri hadiste, Resûlullah’ın (s.a.s.) şöyle buyurduğunu söylemişlerdir” dediler (ve devamla):
“Allahu Teâlâ kıyamet gününde insanları toplar ve bu insanlar ihtimam gösterirler (Râvî İbn Ubeyd der ki: “İnsanlar bu olay karşısında dehşete girerler.”) ve:
“Ey Rabbimiz! Senin katında birisini şefaatçi edinelim de, Rabbimiz bizi bu yerimizden rahata kavuştursun” derler. Direkt Âdem (a.s)’a gelirler: “Sen Âdem (a.s)’sin, mahlukatın Babasısın. Allah (c.c.) seni kendi eliyle yarattı ve ruhundan sana üfledi, meleklere de emir buyurdu. Sana secde ettiler. Rabbin katında bizlere şefaatçi ol ki bizi buradan rahat bir yere kavuştursun” derler. Âdem:
“Ben sizin istediğiniz konuda değilim” der ve işlediği hatasını hatırlatır. Bu hatasından dolayı Rabbinden utanır ve:
“Ama Nuh’a gidin Allah’ın gönderdiği ilk resûle gidin” der. Onlar da Nuh’a gelirler. O da:
“Ben istediğiniz konumda birisi değilim” der ve işlediği hatayı hatırlatır, bu hatasından dolayı Rabbinden utanır ve:
“Ama, Allah’ın (c.c.) kendisini Halil (yakın dost) edindiği İbrahim’e gidin” der. Onlar da bunun üzerine İbrahim’e gelirler. O da (a.s.):
“Ben istediğiniz mevkide birisi değilim” der ve işlediği hatasını hatırlatır, bu hatasından dolayı da Rabbine karşı utanır ve:
“Ama Allah’ın kendisiyle konuştuğu, kendisine Tevrat verdiği Musa’ya gidin” der. Onlar da Musa’ya (a.s) gelirler ve o da:
“Ben sizin istediğiniz mevkide birisi değilim” der ve işlediği hatasını hatırlatır ve bundan dolayı Rabbine karşı utanır ve:
“Ama Allah’ın ruhu ve kelimesi olan İsa’ya gidin” der. O da:
“Ben sizin istediğiniz konumda birisi değilim” der (ve devamla):
“Ama gelmiş ve geçmiş günahları bağışlanmış olan Muhammed’e (s.a.s.) gidin” der. (Resûlullah (s.a.s.) der ki):
“Bana gelirler. Ben de: Rabbime münacatta bulunmak için izin isterim. Onu gördüğümde secde yaparım. Allahu Teâlâ beni dilediği kadar o hâl üzere bırakır. Sonra:
“Başını kaldır! Söyle, söylediklerin dinlenecek, istediğin verilecek, şefaatçi ol şefaatin kabul edilecek” diye buyurur. Ben de başımı kaldırırım. Allah’ın bana öğrettiği gibi Allah’ı hamd ederim. Sonra şefaatçi olurum ve Rabbim kimler hakkında şefaat edeceğimi bildirir. Sonra da haklarında şefaatte bulunduklarımı (Allah’ın izniyle) ateşten çıkarırım ve cennete sokarım.”
(Râvî) der ki: “Üçüncüsünde mi yoksa dördüncüsünde miydi hatırlamıyorum şöyle buyurur:
“Ey Rabbim! Öyle ki Kur’ân’ın tuttukları hariç cehennemde kimse kalmadı.” Yani cehenneme girmeleri ebedi hükme bağlananlar.”
İbn Ubeyd’den gelen rivayette ise, “Yani cehenneme girmeleri ebedi hükme bağlananlar” lafzını Katâde belirtmiştir” der. [1] Müttefekun aleyh. Hadisin lafzı Buhârî’ye (6565) aittir. Geniş olarak ileride şefaat hadisinde (inşallah) gelecektir.
Âdem (a.s.)’ın, Evlatlarının Kimisinin Cehennemlik Olmasından Dolayı Üzüntüsü
Enes bin Malik (r.a.)’dan, Ebû Zer (r.a.)’dan şöyle bir hadis rivayet ettiğini bildirmiştir: Resûlullah (s.a.s.) buyurdu ki:
“Ben Mekke’de iken evimin tavanı yarıldı ve oradan Cebrail (a.s.) inip göğsümü yardı ve orasını zemzem suyu ile yıkadı, sonra da içi hikmet ve iman dolu bir altın testi getirdi, testiyi göğsüme döktü, sonra da orayı kapattı. Sonra elimden tutup beni dünya semasına yükseltti. Dünyanın semasına geldiğimiz vakit Cibril (a.s.) semanın kapıcısına:
“Aç” dedi. Bekçi de:
“Kim o?” diye sordu. Cibril (a.s.):
“Cibril” diye cevap verdi. Kapıcı:
“Yanında kimse var mı?” diye sordu. Cibril de:
“Evet, benimle beraber Muhammed (s.a.s.) var” dedi. Kapıcı:
“Ona elçi gönderildi mi?” diye sordu. Cibril de:
“Evet” dedi. Kapıyı açınca dünya semasına girdik. Orada oturmakta olan bir adam gördük, sağında ve solunda bir takım insanlar vardı. Sağ tarafına baktığında gülüyor, sol tarafına baktığında da ağlıyordu. (Yanına gidince):
“Salih Peygamber ve salih evlada merhaba” dedi. Cibril’e:
“Bu kimdir?” diye sordum.
“Bu Âdem (a.s.)dır” Sağ ve sol tarafında olanlar onun evlatlarının ruhlarıdır. Sağda bulunanlar cennetlikler, sol tarafta bulunanlar da cehennemliklerdir. Bundan ötürü sağ tarafına bakınca güler sol tarafına baktığında da ağlar” dedi.
Bundan sonra da ikinci semaya çıkarıldım. Cibril oradaki kapıcıya:
“Aç” dedi. Bu da ilk söylediğinin aynısını söyledi. Sonra kapıyı açtı.
Râvî olan Enes (r.a.) der ki: “Resûlullah (s.a.s.), semalarda Âdem, İdris, Musa, İsa, İbrahim (a.selam) peygamberlerle karşılaştığını belirtti, ancak konumlarını tespit etmedi. Sadece Âdem (a.s.) ile dünya semasında, İbrahim (a.s.) ile altıncı semada karşılaştığını zikretti.”
Enes (r.a.) devamla şöyle dedi:
“Cebrail (a.s.), Nebî (s.a.s.)’i, İdris (a.s.)’ın yanından geçirdiğinde o:
“Salih Peygambere ve salih olan evlada merhaba” dedi. Resûlullah (s.a.s.) de Cebrail’e: (a.s.):
“Bu kimdir?” diye sordum. Cibril de:
“Bu İdris’tir” diye cevap verdi. Sonra Musa (a.s.)’ın yanından geçtim. O da:
“Salih kardeşe, salih peygambere merhaba” dedi. Cibril’e:
“Bu kimdir?” diye sordum. Cibril de:
“Bu Musa’dır” dedi. Sonra İsa (a.s.)’ın yanından geçtim. O da:
“Salih kardeşe ve salih olan evlada merhaba” dedi. Cebrail’e:
“Bu kimdir?” diye sordum. O da bu “İsa’dır” dedi. Sonra İbrahim (a.s.)’ın yanından geçtim: O da:
“Salih Peygamber ve salih evlada merhaba” dedi. Ben de
“Bu kimdir?” diye sordum. Cibril de:
“Bu İbrahim’dir” dedi.
Ravilerden İbn Şihab (r.a.) dedi ki:
“Bana İbn Hazm, İbn Abbas ile Ebû Habbe el-Ensarî’nin daha sonra Resûlullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu rivayet ettiklerini haber verdi. “Sonra yine yükseltildim, öyle ki, kalemlerin gıcırtısını duyar oldum.”
İbn Hazm ve Enes bin Malik (r.a.), Resûlullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu söylediler:
“Allahu Teâlâ ümmetime elli vakit namazı farz kıldı. Böylece geri döndüm, Musa’nın (a.s.) yanından geçerken:
“Allah (c.c.) senin ümmetinin üzerine neyi farz kıldı?” diye sordu. Ben de:
“Elli vakit namazı” dedim. Musa (a.s.):
“Rabbine dön, senin ümmetin buna gücü olmaz” dedi. Ben de geri döndüm. Rabbimiz bir cüzünü indirdi. Sonra tekrar Musa (a.s.)’a geldim:
“Rabbim benim için yarısını indirdi” dedim. Musa (a.s.) da:
“Rabbine dön, senin ümmetin buna güç yetiremezler” dedi. Rabbime tekrar gittim, Rabbim:
“Onu beş vakte indirdim, ama bu beş vakit için elli vakit namaz (sevabı) vardır. Benim katımda söz değiştirilmez” diye buyurdu. Sonra tekrar Musa (a.s.)’a geldim. Yine
“Rabbine dön” dedi ve Ben de bunun üzerine:
“Rabbimizden haya ettim” diye cevap verdim. Sonra Cibril (a.s.) benimle birlikte çıktı, benimle birlikte Sidretü’l-Münteha’ya (en son noktaya) kadar geldi. Orada onu, ne olduğunu bilmediğim renkler kapladı. Sonra cennete alındım, baktım ki içeride inciden boncuk dizileri bulunmakta, toprağı ise misktendir.”[1]
[1] Müttefekun aleyh. Buhârî (349), Müslim (163) “Namaz Kitabı” başlığında bu hadis geçmiş idi. Müslim rivayetinde de (inşallah) ileride gelecek.
KAYNAK : BUHARİ VE MÜSLİM’DE GEÇEN KUTSİ HADİSLER,İRFAN, B.SELİM