İman Nedir?
«îman; Allah indinden gelen şeyleri kalp ile tasdik ve dil ile ikrardır.»
İman, lügatta; «mutlak tasdik» mânâsmdadır. Habercinin haberine, veya hüküm verenin hükmüne, yani herhangi bir şeye hiç tereddüt etmeden, içten ve kssin olarak inanmak, onun doğru olduğunu kabul etmektir.
İslâm ıstılahında ise iman; Allah’a, Hz. Mu-lıammed (S.A.V.)in Allah’ın kulu ve resulü olduğuna, ve Onun, Allahü Teâlâ’dan alıp insanlara bildirdiği, kat’î delillerle bilinen şeylerin gerçek olduğuna yürekten vs kesin olarak inanmak, bunların hak ve gerçek olduklarını kalp ile kabul ve tasdik etmektir.
Her iki tariften de anlaşılacağı üzere, «ma’ri-fet», yani bir şeyi sadece bilmek, iman için kâfi değildir. Bilgi ils yetinmeyerek, onu kalben tasdik etmek şarttır. Çünkü, «bilmek», herhangi bir şeyin, fert tarafından fiil haline getirilmeksizin, kişinin kalbinde bir anda belirivermesidir. Meselâ; aya bakar bakmaz, onun ay olduğunu billver-nıek; peygamberin mu’cizesini görünce o anda kalpte onun peygamberliğinin bilgisinin beliriver-mesi böyledir. «Tasdik» İse bir şeyi tercih edip yapmak neticesinde meydana gelir. İnanılması ge-rsken şeylere kesin olarak inanmak, onları İtiraf etmek, kabul etmek ve tam bir teslimiyetle bağlanmaktan ibarettir.
Bu -izahlardan anlaşılacağı üzere, «bilmek» ile «tasdik» arasında umumilik ve hususilik münasebeti, vardır. Ma’rifet, tasdik’e nazaran daha şümullü ve daha gensldir. Tasdik ise daha özel-dir. Zira nice kâfirler vardır ki, Peygamberimizin doğruluğunu bildikleri halde mü’min sayılmazlar çünkü kalplerinde tasdik yoktur. Tasdik olmayınca itmi’nan olmaz; o da olmayınca insan mü’min sayılmaz. Bu ifadeleri, Kur’an-ı Kerim’in âyetleri de te’yit etmektedir:
«Kendilerine kitap verdiklerimiz, o peygamberi, öz oğullan gibi tanırlar. Öyle İken içlerinden bir güruh, kendileri bilip durdukları halde, yine mutlaka hakkı gizlerler.»[39]
«Vaktâ ki, âyetlerimiz böyle parlak olarak onla-geldi: ‘Bu, apaçık bir büyüdür’ dediler. Vicdanları da bunlara tam bir kanaat hasıl ettiği halde, zulüm ve kibir ile yine bunları inkâr ettiler. Fesatçıların encamı, bak nice oldu.»[40]
îmanın lügat vs ıstılah mânâlarım dikkatle incelersek, aralarında, «tasdik» bakımından bir farkın olmadığını görürüz. Fakat, kapsadığı mevzular ve imanın hakikati bakımından, aralarında genellik ve özellik farkı vardır. Meselâ; «Küfür ve zulüm iyidir» diye bir hüküm verilse ve bunu dinleyen bir kimse tasdik etss; dilcilere göre bu şahıs, küfür ve zulmün iyiliğine iman etmiş olur. Istılahta ise bu sözler, küfürdür. Çünkü, İslâm ıstılahına göre iman; Resulü Ekrem’in, Allahü Teâ-lâ’dan getirdiği kat’î olarak bilinen şeyleri tasdik etmektir. [41]
İmanın Çeşitleri
İslâm âlimlerim göre iman, «icmali» vo «tafsili» olmak üzere iki kısma ayrılır. [42]
İcmali İman
İnanılması gereken şeylerin tümüne birden ve kısaca inanmaya «icmali İman» denir. Bu da «Kclimc-i Tcvhid» de ifadesini bulmaktadır. «Al-lalı (C.C.) tan başka ilâh olmadığına ve Ilazrcti Muhammcd (S.A.V.)iu Allah’ın Resulü okluğuna» tam bir teslimiyetle inanmaktan ibarettir. Nitekim, İslâm’a yeni girmek isteğinde bulunan kimseye, Peygamberimizin zamanından günümüze kadar, İslâm dini böyle telkin edilmiştir. Zaten, İslâm Dini’nde, mü’min sayılabilmsk için bankaca bir merasim de yoktur. [43]
Tafsili İman
İnanılması lâzım gelen şeylerin hepsine, çok açık ve tafsilâtlı bir şekilde inanmaya, «Taİsifî İman» adı verilir. İmanın geniş şekli olan tafsili iman, üç dereceye ayrılır:
Birinci Mertebe :
Hasreti Allah’a, Resulüne, bir de ahiret gününe iman etmektir. Burada icmali imana, «ahi-t iman» da eklenmiş olduğu için, ondan daha olmaktadır.
İkinci Mertebe:
«Amentü» de ifadesini bulan; «Allah’a, meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Ahi ret gününe, Kadere, yani hayır ve şenin Allah’tan olduğuna, Öldükten sonra tekrar diriltilip Mahşere gönderilmeye» iman etmek ve beraberinde «Kelime-i Şahadet getirmekten ibarettir. Bu, birinci mertebeye nazaran daha mufassaldır. Bunlara «İmanın Şartlan» adı verilir. Peygamber Efendimiz de, «İman nedir?» sualine, bu şekilde cevap vermiştir.[44]
Üçüncü Mertebe :
Kur’an-ı Kerim ve Hadis-î Şeriflerle, Resulü Ekrem Efendimizin Aliah’dan alıp tebliğ ettijn tevatürle sabit olan şeylerin hepsine, ayrı ayrı, Allah ve Resulünün istediği tarzda ve genişçe iman etmektir. Meselâ; namaz, oruç, zekât, hac, benzeri diğer emir ve yasaklan, helâli ,haramı; dinimizde ne varsa hepsini teferruatlı bir şekilde bilmek Ve tasdik etmektir. İmanın en geniş şekli budur. Bu tarz inanan bir kimse, Allah’ın çok sevdiği bir kuldur.[45]
Taklidi İman Sahih Midir?
Delil istemeden ve araştırma yapmadan inanmaya «Taklidi İman» denir. Bu şekilde inanan kimseye de, «Mukallid» adı verilir. Mukallid, anasından, babasından veya herhangi bir kimseden, iman edilmek şeyleri duyar ve inanır. Bu imanı ebebiyle sevap alır ve cennete gider. Fakat kâinata göklere ve yer yüzüne bakıp, onları tetkik dip aklını kullanarak inanmayı terkettıgınden dolayı günahkâr olur. Şayet, bu şekilde inanmaya gücü yetmiyorsa; o zaman, nazar ve istidlali terkettiği için günahkâr da olmaz. [46]
Kalp İle Tasdik, Dil İle İkrar
İmanı tarif ederken, kalp ile tasdik etmenin şart olduğunu belirtmiştik. Bir kimsenin mü’min olup olmadığını bilebilmemiz için de, onun, inanıp inanmadığını dili ile ikrar etmesi gerekir. Bir kimss, kalbinde tasdik olduğu halde, dili ile İkrar etmiyorsa, Allah indinde mü’mindir. Fakat, bilemedikleri için Müslümanlar nazarında kâfirdir. Ona, Müslümanlara yapılan muamele yapılmaz, îşte bu konuda mezhepler, çeşitli görüşler ortaya atmışlardır. Bu görüşlerin en mühimleri şunlardır: [47]
Kerrâmiyenin Görüşü
Korramiye mezhebine göre; iman, sadece dil ile ikrardan ibarettir, imanın rüknü bir tanedir, o da sadece dil ile ikrardır.
Halbuki; dili ile ikrar eden bir kimse kalp ile tasdik etmezse; insanlar arasında mü’mîn sayılır ve kendisine, dinin dünyaya ait hükümleri tatbik edilir. Mü’min olma haklarından istifade eder. Ölünce, Müslümanlar gibi namazı kılınır ve Müslüman mezarlığına gömülür. Fakat, bu kimsenin kalbinde tasdik olmadığı için, Allah indinde kâfirdir ve cennete giremez. Aslında bu münafıktır.
İddialarını ispat için Kerramiye, şunu ileri sürmektedir:
Resulü Ekrem Efendimizin, Onun ashabının ve daha sonrakilarin zamanında, bir kimse, Keli-me-i Şahadet’i dili ile söyleyince, onun Müslüman olduğuna hükmedilir ve kalp ile tasdik edip etmediği araştırılmazdı.
Bu iddiaya şöyle cevap verilir:
Eğer bu iddia doğru olsa, münafıkların da Müslüman sayılmaları lâzım gelirdi. Çünkü onlar da dil ile ikrar etmekt3dirler. Halbuki, münafıkların Müslüman olmadıkları bir gerçektir. Zira kalplerinde tasdik yoktur. Nitekim, şu âyet-i kerime de buna işaret etmektedir:
«Onlardan ölen hiç bir kimseye ebediyyen dua etme. Kabrinin başında da durma. Çünkü onlar, Allah’ı ve Resulünü inkâr ile kâfir oldular. Onlar fasık-lar olarak öldüler.»[48]
Gerçi, Resulü Ekrem ve Ondan sonrakiler, dili ile ikrar edenlere mü’min demişlerdir. Fakat, aynı zamanda münafıklara da, dilleri ile ikrar ettikleri halde, münafık demişler, yani onları Müslüman saymamışlardır. Demek ki, sadece dil ile ikrar imanın tek rüknü olamaz. Nitekim, münafıklar hakkında şöyle buyurulmuştur:
«İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, kendileri iman elmiş olmadıkları halde, ‘Allah’a ve ahiret gününe inandık’ derler. Halbuki, onlar inanıcılar değildir.»[49]
Burada bahis konusu olan, Allah (C.C.) ile kulları arasındaki gerçek iman meselesidir. Yoksa bir kimse, dili ile ikrar etse, ona, Müslümanlara tatbik edilen hükümler tatbik edilir. [50]
Haricîlerin Ve Mutezilenin Görüşleri
Havariç ve Mutezile Mezheplerine göre ise, iman; kalp ile tasdik, dil ile ikrar, ve azaiar ile amelden ibarettir. Demek ki, bu iki mezhebe göre imanın rükünleri üç tanedir. Ancak, bu iki mezhebin, birbirinden ayrıldıkları noktalar da vardır:
1. Her iki mezhebe göre de; bir kimse, kalbi ile tasdik dili Us ikrar ettiği halde, ilâhî emirleri yapıp yasaklardan kaçınmazsa, yani amel etmezse, Müslüman sayılmaz. Bu kimse, haricilere göre kâfir; Mûtezile’ye göre ise ne kâfir ne de Müslü-mandır; fâsıktır.
2. Mutezile, «İmanın bir rüknü olarak kabul edilen amelden maksat farz ve vacip durumundaki dinî vazifelerdir.» derken Hariciler, daha ileri giderek nailleri de imanın bir rüknü olarak kabul ederler. Buna göre de. bir kimse farz ve vacipler gibi, nafile vazifeleri de terkedince imandan çıkmış olur.
Bu görüşe göre, hiç kimsenin Müslüman sayılmaması lâzım gelir. Çünkü nafilelerin hepsini bellemek ve yapmak zor ve hatta İmkânsızdır. Böyle olunca da, herkesin kâfir olması lâzım gelir ki bu, dinde bir zorlamadır.
Mûtezils Mezhebi, yukarıda izah edilen gömüşlerini bâzı âyet-i kerime ve Hadîs-i Şeriflerle ispata çalışır.
Birinci delilleri:
‘… Allah, imanınızı zayi edecek değildir.»[51]
ayet-i kerimesindeki «İmaneküm» tabirindanmak sat «salâteküm» demektir, ve âyetin mânâsı şudur: «Allah, Kudüs’e yönelerek kıldığınız namaz-lann mükafatını zayi etmiyecektir.» Öyle ise, namaz kılmak, imandan bir cüzdür, diyorlar.
Bunun cevabı şudur: «İmaneküm» tabirinden maksat, «namazın farz olduğunu kabul ve tasdik etmek» keyfiyetidir. Böylece, amelin imandan bir cüz olmadığı ortaya çıkar.
İkinci delilleri:
«Mü1 m in olan bir kimse zina etmez.» [52]hadîs-i şerifidir. Mutezile; «Amel imandan bir cüz olduğu için, bu kimse, amel edemeyince yani, zina edince mü’minlikten çıkar» diyorlar.
Halbuki bu hadîsin gerçek mânâsı şudur: «Bir kimse mü’mîn-i kâmil olduğu halde zina etmez. Yani kâmil mü’mine zina yaraşmaz» Bizi, böyle mânâ vermeye sevkeden âmil, imanın kalp Us tasdikten ibaret olduğunu bildiren âyet-i kerimelerdir. Bunları ilerde göreceğiz. [53]
Selef-İ Salihinin Görüşü
Selef-i Salîhîn âlimleri bazı hadisciler, imam Şafiî, İmam Malik ve benzeri değerli âlimler de; imanın kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve azalarla tatbik etmekten ibaret olduğunu söylemişlerse de, bundan maksatları Haricîler ve Mutezile gibi de-frldir Onlar, böyle demekle İman-ı kâmili kasdetmislerdir. Yoksa, amel etmeyen bir kimsenin kâfir olacağı görüşünde değildirler. [54]
Bazı Ehli Sünnet Âlimlerinin Görüşü:
Ehl-i Sünnetten bazılarına göre; İmanın rükünleri iki tanedir. Bunlar da, kalp ile tasdik ve dil ile ikrardır. Bu âlimlere göre, bir kimse ölüm tehdidi altında, kalbinde tasdik olduğu halde, dil ile ikrar edilmesi lâzım gelen bir şeyi inkâr edecek olursa imandan çıkmaz. Çünkü, samimidir. Fakat, bir kimsenin kalbinde tasdik olmazsa, o zaman kâfir olur. Fakat o kimse, bir mazeret olmadığı, bir tehdit karşısında bulunmadığı halde, İmanını sadece kalbinde tutar, yani kalben tasdik eder de, Müslüman olduğunu ömründe hiç kimseye söylemezse, yani dil ile ikrar etmezse, hem Allah ve hem de Müslümanlar nazarında kâfirdir. Çünkü imanını ilân etmesine hiç bir engel
yoktur.
Bu görüşte olanlar, bazı Ehl-i Sünnet kelam-cıları ile Hanefî Mezhebi’nden olan Şemsü’1-Eİm-metrs-Serahsî ve Fahrü’l-İslâm Aliyyü’l-Pezdevî’dir.
Bu âlimler, görüşlerini bazı âyet-İ kerime ve hadîs-l şeriflerle te’yid ederler:
«Kalbi iman üzere mutmain olduğu halde ikraha uğratılanlar müstesna olmak üzere, kim imanından sonra Allah’ı tanımaz, fakat küfre sine açarsa; işte, Allah’ın gazabı o gibilerin basmadır. Onların hakkı en büyük bir azaptır.»[55]
«Allah’tan başka Hah olmadığını sölyeyinceye kadar insanlarla mukatele etmekle emrolundum.»[56]
imam Azam hazretleri de imam, «kalp ile tasdik ve dil ile ikrar» olarak tarif etmiş ise da; imam Azamın dil ile ikrardan maksadı, o kimseye dünya hükümlerini tatbik edebilmek içindir. [57]
Ekseri Muhakkikunun (delilci alimlerin) Görüşü
Bu âlimlere «Muhakkikim» denmesinin sebebi, meseleleri etraflıca tetkik edip derinlemesine inceledikleri içindir. Bunlar da; meşhur imam Mâtürîdî, İmam Hasanü’l-Eş’arî, Imamü’1-Hare-meyn Yusuf el-Cüveynî ve imam Fahrüddin Râzî gibi büyük zatlardır. Bunlara göre, imanın asıl rüknü, inanılması lâzım gelen şeyleri kalben tasdik etmekten ibarettir. Dil ile ikrar, şart değildir. İkrar, sadece, o şahsa dünya hükümlerini tatbik edebilmek için lâzımdır. Ancak bir kimse, hiç bir mazeret yokken ikrarda bulunmazsa, imanını gizlediği için günahkâr olur. Kâfir olmaz.
Bu mevzuda, en isabetli olan ve beğenilen görüz budur. Âyet-1 kerimeler ve hadis-i şerifler de, bu görüşü ıte’yid etmektedir.
«… Onlar, o kimselerdir ki, Allah, imanı kalpleri ne yazmış, bunları kendinden bir ruh ile desteklemiş-tir…»[58]
«… İman henüz sizin kalplerinize gİrmemiştİr…»[59]
Allahım Kalbimi dininde ve sana itaatte sabit kıl-»[60]
Usame b. Zeyd, bir adamı, ölürkon kelimei şahadet getirmesine rağmen öldürünce, Peygamberimiz bu hareketi kınadı. Bunun üzerine Usame hazretleri, «Ya Resulallah, dili ile söyledi ama kalbi üe tasdik etmedi» deyince, Peygamber Efendimi «Ya Üsame, sen onun kalbini yardın mı?» buyurdu.[61]
Bütün bunlardan anlaşıldığına göre, İmanın hakiki rüknü, sadece kalp ile tasdikten ibarettir. Dil ile ikrar, ö kimseye İslımın hükümlerini tatbik edebilmek için lâzımdır. [62]
Amel İmandan Bir Parça Mıdır?
Ehl-i Sünnet inancına göre, ameller imanın cüz’ü değildirir. Bunu gösteren deliller şunlar-
dır:
1. Amel, imana dahil olamaz; çünkü, imanın hakikati tasdik; amelinki ise tatbiktir. Bu bakımdan, aralarında kül ve cüz münasebeti bulunamaz.
2. Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde, ameller daima iman üzerine atfolunmuştur. Gramor kaidesine göre ise, atfolan başka; kendisine bir şey atfedilen de başka olmak zorundadır. «…Ellezîne âmcnû ve amilü’s-sâlihâti…» [63] şeklindeki ibareler Kur’an-ı Kerim’de sık sık geçer. Burada amel, imana atfedilmiştir. Amel, imandan ayrı dır.
3. Amellerin kabule şayan olabilmesi İman şarttır. Nitekim, şu ayet-i kerime bunu ifa^ de edsr.
«Kim, iyt iyi amellerde, bir mü’min olarak bulu. nursa…»[64]
4. Bazı ameller terk edildiği halde iman yine sabit kalmaktadır. Şu âyet-i kerime buna delildir:
«Eğer mü’minlerden iki zümre birbiriyle dö-ğüşürlerse aralarını düzeltin…» [65]
Bütün bunlar, amel ile imanın ayrı şeyler olduklarına delildir.
O halde, amel imandan bir parça değildir. [66]
Îman Artar Ve Eksilir Mi?
«Ameller artar ama (inanılması lâzım gelen şeyler bakımından) İman, ne artar ne de eksilir.»
İman, ziya’dslik ve noksanlık kabul etmez. Çünkü iman, tam bir teslimiyet ile tasdik etmekten ibarettir. Bu ise, ziyadelik ve noksanlık kabul etmez. Bir kimsede tasdik varsa, mü’mindir; yoksa, kâfirdir.
Şu âyct-i kerime ise, imanın artmasından bahsetmektadir:
«Mü’minler ancak onlardır ki, Allah anıldığı zaman yürekleri titrer. Karşılarında Allah’ın âyetleri okununca bu, onların imanını arttırır. Onlar, ancak Rablerine dayanıp güvenirler.» [67]Bu ve benzeri âyetler, imanın nurunun artacağına işarettir. Aynı şekilde, kötü ameller de kalbi karartır ve imanın nurunu azaltır.
İman, artıp eksilmez. Ancak iman, kuvvetli veya zayıf olabilir. Meselâ, Peygamber Efendimizin imanı ile diğer bütün insanların imanı bir değildir. Aynı şekilde; Hz. Ebû Bekir’in imanı ile diğer insanların İmanı bir değildir. Bunun için imanımızı amellerimizle takviye etmemiz lâzımdır.
Mü’minler, imanda ve Allah’ı tek tanımada eşittirler. Amellerde ise, birbirinden farklı durumdadırlar. [68]
İmanın Sahih Ve Makbul Olmasının Şartları
İmanın sahih ve kabule şayan olabilmesi için üç şart vardır:
1. İman, ümitsizlik halinde olmamalıdır. Meselâ, bir kimse, son nefesinde, çekeceği azabı görür ve korkusundan iman ederse; bu kimsenin imanı makbul değildir.
2. Mü’min inkâr ve tekzip alâmeti olan şey-lerdfn birini yapmamalıdır. Meselâ, bir kimse, Allah’a ve bütün peygamberlere inandığı halele; Hz. Muhammed’e inanmazsa veya namaz, oruç gibi ibadetleri inkâr ederse, mü’min sayılmaz.
3. Bir mü’min, dinî hükümlerin, yani emir ve yasakların, Allah’ın hikmeti icabı olduğunu kabul etmelidir. Meselâ, bir kimse herhangi bir ibadeti beğenmezse; diyelim ki, «Hac da ne imiş canım» derse; bu kimse doğrudan doğruya İslâm’dan çıkar. Onun için bu gibi şeylerden sakınmak lâzımdır. [69]
Tasdik Ve İnkâr Bakımından İnsanlar
Allah’ın gönderdiği ve Hz. Muhammed’in getirip bizlere bildirdiği, inanılması gereken esaslara inanıp inanmama yönünden, insanlar üç gruba ayrılırlar:
1. Mü’mîn: İnanılması gereken esasları kalben tasdik eden ve bu inancını dili ils ikrar eden kimselere «mü’mln» denir.
2. Kafir: İmanın esaslarını kalbi ile inkâr eden ve bu inkârını dili ile de ifade eden insanlara «kâfir» denir.
3. Münafık: İnanılman gersken prensiplere kalbi ile inanmayan ve tasdik etmeyen fakat, sırf mü’minleri kandırmak için, dili ile inandığını söyleyenlere de «münafık» adı verilir. [70]
İnanan Kimse, İmanı Hakkında Ne Demelidir?
Dili ile ikrar ve kalbi ile tasdik etmiş olan kulun, ‘(Ben muhakkak müminim» elemesi doğrudur. Onun, ‘ <(Ben inşallah mü’tninim» demesi’ doğru değildir.»
Eğer, bunu şek ve imanından şüphelendiği için .söylüyorsa; o kimss kâfir olur. Yoksa, bunu edebinden, yahut işi Allah’a bıraktığından, yahut da geçmiş ve şu anki durumunu değil de geleceğini kastederek, veya kendini öğmemek ve kendi halinden gururlanmamak maksadından dolayı söylüyorsa, küfre girmez. Fakat yine de en doğru yo!, bu sözü terketmektir. Çünkü bu söz, insana şüphe vermektedir.
Bu hususta Cenab-ı Allah şöyle buyurur:
«İşte onlar, gerçek mü’minlerin ta kendileridir…»[71]
«Mü’minl.er, ancak o kimselerdir ki, Allah’a ve Resulüne iman ettikten sonra şüpheye sapmazlar..,»[72]
Dinî Hükümler Kendisine Ulaşmamış Kimsenin Durumu
Dağ başında ömrünü geçirmiş, peygamberden, kitaptan ve hiç bir şeyden haberi olmamış bir ada-mm durumu konusunda çeşitli görüşler vardır. Şöyle ki:
Ebu’l Haseni’l-Eş’arî ve ona tabî olanlara göre; bu kimsî Allah’ı aklı ile bulmasa bile yine de mü’mindir. Çünkü, güzel ile çirkini ve iyi ile kötüyü ayırabilecek kapasitede değildir. O halde bu kimse mazurdur.
Eş’arîler, bu fikirlerine şu âyet-i kerimeyi delil olarak gösteriyorlar:
«… Biz, bir resul göndcrinceye kadar, hîç bir kimseye ve kavme azap ediciler değiliz.»[73]
İmam Ebu Mansur Mâtürîdî iss, İmam Azam’-dan naklen şöyle diyor:
«O kimse, kâinatı müşahede ettikten sonra Allah’a İnanmış ise, mü’mindir; yoksa değildir.»
Mâtürîdîler, Eş’arîlerin delil olarak gösterdikleri âyeti şöyle mânâlandınyorlar:
«Ayetteki azap, akıl İle idrak edilemeyen, usû! ve fürûa ait şeyler içindir. Mesela, namaz, oruç, hac böyledir. Bunları, akıl kendi kendine bulamaz. Onun için Allah, peygamber göndermedikçe, bu ibadetleri yapmadığı için kimseye azap etmez.
imam Mâtüridî, Hz. İbrahim’in yıldızlara, aya, güneşe bakıp Allah’ın varlığına inanmasını, fikrine delil olarak göstermektedir:
«İşte İbrahim, üstünü gecebürüyüp örtünce, bir yıldız görmüş; ‘Bu mu benim Rabbim?’ demiş; o sönüp gidince ise şöyle demişti: ‘Ben, böyle sönüp batanları sevmem.
«Sonra ay’ı doğar halde görünce de, ‘Bu mu benim Rabbim?’ demiş; fakat o da batıp gidince; ‘An-dolsun, eğer Rabbim bana hidayet etmemiş olsaymış, muhakkak sapıklar güruhundan olacakmışim’ demişti.
Sonra, güneşi doğar vaziyette görünce «Bu, mu İmiş benim Rabbim? Bu, hepsinden de büyük1 demiş, batınca da; ‘Ey kavmim, ben sizin eş koşa geldiğin iz bütün nesnelerden kat’iyyen uzağım, demişti…»[74]
Büyük Günahlar Ve İman
«Büyük günah, mü’min olan insanı imandan çıkarmaz ve küfre sokmaz.İbn Ömer’den rivayet edildiğine göre; büyük günahlar şunlardır:
1 — Haksız yere adam öldürmek.
2 — Namuslu kadına iftira etmek.
3 — Zina etmek.
4 — Harpten kaçmak.
5 — Sihir yapmak.
6 — Yetim malı yemek.
7 — Müslüman olan ana babaya asi olmak.
8 — Haramda ileri gitmek.
9 — Faiz yemek. (Ebû Hursyre’nin ilâvesi)
10 — Hırsızlık yapmak.
11 — İçki içmek. (Hz. Ali’nin ilâveleri)
[39] El-Bakara Sûresi, âyet. 146. [40] En-Neml Sûresi, âyet. 13-14. [41] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 55-60. [42] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 61. [43] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 61. [44] Buhari, 2/37; Müslim, /l; Ebu Davud, 39/15: Tirmizi 38/4; Nesâi 5/1; İbni Mace. Mukaddime. /9; Müsned. /27. [45] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 61-62. [46] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 62-63. [47] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 63. [48] Et-Tevbe Sûresi, âyet. 84. [49] El-Bakara Sûresi, âyet. 8. [50] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 63-65. [51] El-Bakara Sûresi, âyet. 143. [52] Müslim. /100; Buuhari 46/36; Ebu Davud. 39/15; Tirmizi 38/11; Nesâi 45/48; İbni Mace. 36/3; Müsned. 2/243. [53] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 65-66. [54] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 66-67. [55] En-Nahl Sûresi, âyet. 106. [56] Buhari. 2/17; Müslim, 1/32; Ebu Davud. 15/95; Tirmizi 38/1; Nesâî. 25/1; İbni Mace, Mukaddime; Müsned, 2/50. [57] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 67-68. [58] El-Mücadele Sûresi, ayet. 22. [59] El-Hucurat Sûresi, âyet. 14. [60] İbni Mace. 34/2. [61] Buhari 24/1; Müslim, 1/158; Ebu Davud. 9/1; Tirmizi. 44/88; Ibni Mace. 36/1 [62] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 68-69. [63] El-Bakara Sûresi, âyet. 277. [64] Taha Sûresi, âyet. 112. [65] El-Hucurat Sûresi, âyet. 9. [66] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 69-70. [67] El-Enfal Sûresi, âyet. 2. [68] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 70-71. [69] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 71-72. [70] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 72. [71] El-Enfal Sûresi, âyet. 4. [72] El-Hucurat Sûresi, âyet. 15.Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 72-73.
[73] El-İsra Sûresi, âyet. 15. [74] El-En’am Sûresi, âyet. 76-78.KAYNAK : Ömer Nesefi, Akaid