KABİR AZABINI, KABRİN MÜ’MİNLER İÇİN GENİŞLEMESİNİ,KÂFİRLER İÇİN DARALMASINI YADA CEHENNEM ÇUKURLARINDAN BİR ÇUKUR YA DA CENNET BAHÇELERİNDEN BİR BAHÇE OLMASINIÖLÜNÜN KABİRDE OTURMAMASI, BULUNMAMASINI İNKAR EDEN ZINDIK VE MÜLHİDLERE KARŞI VERİLECEK CEVABIMIZ NEDİR?. 1
FASIL. 2
FASIL. 2
FASIL. 3
FASIL. 4
FASIL. 6
FASIL. 12
FASIL. 14
FASIL. 15
KABİR AZABINI, KABRİN MÜ’MİNLER İÇİN GENİŞLEMESİNİ,KÂFİRLER İÇİN DARALMASINI YADA CEHENNEM ÇUKURLARINDAN BİR ÇUKUR YA DA CENNET BAHÇELERİNDEN BİR BAHÇE OLMASINIÖLÜNÜN KABİRDE OTURMAMASI, BULUNMAMASINI İNKAR EDEN ZINDIK VE MÜLHİDLERE KARŞI VERİLECEK CEVABIMIZ NEDİR?
Bu konu bu soruları sorana cevaptır.
Mülhid ve zındıklar diyorlar ki: “Kabirlere bakıyoruz; orada kör ve sağır ellerinde demirden topuzlar melekler göremiyoruz. Ayrıca kabirlerde yılanlar, çıyanlar ve tutuşmuş ateşler de yok. Defalarca kabirlere gidip geliyoruz hiçbir değişikliğe rastlamıyoruz. Ölünün kabir hayatını öğrenmek için gözlerine cıva, göğsüne de hardal koyuyoruz, bakıyoruz ki koyduğumuz gibi duruyor. Kazdığımız mezarda küçülme ve büyüme olmadığı halde mezar nasıl son derece genişleyebiliyor ya da daralabüiyor? Yahutta ölüyle ünsiyet kuran veya ona azap eden melekleri, suretleri alacak kadar kabrin genişlemesi nasıl oluyor? “Aynı düşüncede olan bid’at ve dalalete düşmüşler de akla ve hisse aykırı görünen şeyleri söyleyen kişi kesinlikle görüşünde hatalıdır” dedikten sonra “uzunca bir zaman kabirde yatan kemikleşmiş vücuda bakıyoruz, ona ne bir sual sorulmuş ne de cevap istenmiş. Beden atıl vaziyette olduğu gibi onu yakan ateş de yok. Meselâ, yırtıcı hayvanların parçaladığı kuşların delik deşik ettiği bir kimsenin uzuvları yırtıcı hayvanların, kuşların ve yılanların karınlarında rüzgârın da önünde savrulmuşken dağılmış bu parçalar, nasıl birleştirilerek sorguya çekilebilecek? Yine vücudu paramparça olmuş bir kimseye iki sual meleğinin gelmesi nasıl düşünülebilir? Sözkonu-su kabir nasıl cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarmdan bir çukur olabilir? Ölünün kemilerini birbirine geçirecek kadar kabrin daralması nasıl olur? İşte bu konu sözkonusu sorulara cevap olacaktır. [1]
FASIL
Birinci Mesele: Hiçbir peygamber aklın muhal gördüğü, meydana gelmesinin kesinlikle muhal olabileceğine hükmettiği şeylerden haber vermemiştir. Getirdikleri şu iki kısma uygundur:
1- Akıl ve fıtrat getirilen vahyi doğrular.
2- Berzah, kıyamet günüyle ilgili açıklamalar, sevap ve azabın mahiyetleri gibi konularda mücerret akılla kavranamayacak gaybla ilgili haberler. Haddizatında akıl bu şekildeki haberleri muhal saymaz. Akıl tarafından muhal görülen haber şu iki şeyden uzak değildir: Ya akla gösterilen haber peygamberlerin getirdiği söylenen yalan bir haberdir. Ya da akıl bozuktur, fasittir. Yani kendini akıllı gören birinin hayali, şüphesidir. Konuyla ilgili Yüce Allah buyuruyor ki: “Rabbin tarafından sana indirilen ilme sahip olanlar Kur’ân’ın hak bir söz olduğunu bilirler; Aziz ve Hamid olan Allah’ın doğru yolunu gösterirler” [2] Yine “Kur’ân’ın Allah tarafından hak ile indirildiğini bilen âmâ bir kişi gibi midir?”[3] Yine “Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler sana indirdiğimiz kitap ile sevinirler. Ama bunların içinde Kur’ân’ın birazını kabul etmeyenler de vardır.” [4] Oysa ki nefis muhal şeyden dolayı sevinmez Yine âyeti celîlede: “Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt, gönüllerde olan dertlere şifa, mü’minler içinse bir rahmet, hidayet gelmiştir. De ki: “Bütün bunlar Allah’ın fazlıyla ve rahmetiyledir. İşte bundan dolayı sevinsinler” [5] Muhal, şifa veren olmadığı gibi hidayet, rahmet ve kendisiyle sevinilecek bir şey de değildir. Kalbi hakka ısınmamış, ayağı da İslâm üzere sabit olmayan kişinin yapacağı şey zaten şek ve şüphedir. [6]
FASIL
İkinci Mesele: İfrat ve tefrite kaçmadan, Rasûlullah’ın ne kastettiğini anlamak. Rasûlullah’ın sözü, aklın imkan vermediği birşeye hamledilme-meli, bir yere bağlanmadan hidayet ve hakikat olduğunu anlamalıdır.
Bu gerçeği ihmal etmek, batıldan da haktan da yüz çevirerek yalnızca Allah’ın bilebileceği bir hususa göz dikmek yanlışın kaynağıdır. Ayrıca kötü ve yanlış anlayışın Allah ve Rasûlü’nden geldiğine inanmak, İslâm’da ortaya çıkmış bütün bid’at ve sapıklıkların temelidir. Usulde ve furuda her yanlışın da temelidir bu. Bir de buna kötü amacı eklerseniz görürsünüz ki bazı hususlarda âlimde güzel niyetine rağmen, kötü anlayış olabileceği gibi âlime uyan kimsede kötü niyet bulunabilmektedir. Müslümanların içine düştüğü bu meşakkat nedir? Allah’ın yardımı beklenir.
Kaderiyye, [7] Mürcie, [8] Hariciyye, [9] Mutezile, [10] Cehmiyye, [11] Rafiziyye [12]ve diğer bidatçı mezheplerin bidati, Allah ve Rasûlü hakkındaki kötü anlayışlardan kaynaklanmaktadır. Öyle ki din böyle batıl anlayışları olan insanlara ellerine düşmüş. Sahabe ve tabiinin Allah ve Rasûlü’ne uygun anlayışları se bir kenara atılmış, kimsenin kafasını kaldırıp da bunlara baktığı bile yok-tur. Bununla ilgili misalleri teker teker anlatacak olursak binlerce misal karşımıza çıkar; bunlarla uğraşmaktan Allah ve Rasûlü’ne uygun anlayış
sahibini bulamayız.
Dediğimiz gayeyi Önce insanların düşüncelerini bilip onu Peygamberlerin getirdiği gerçeklere vuran insanlar bilebilir. Yok eğer peygamberin bildirdiğini kendi inancına vurur, en müsait zanna uyarak meseleyi tahlile girişirse ona söylenecek bir şey bulunmaz. Onu kendi bildiği, tabi olduğu şeyle başbaşa bırakmak dışında çare yoktur. Yüce Allah’tan dalalete düşenlerin bozuk anlayışlardan senioızak tutmasını temenni ederim. [13]
FASIL
Üçüncü Mesele: Yüce Allah üç tane dâr yaratmıştır: Dâr-ı Dünya, Dâr-ı Berzah ve Dâr-ı Karar. Her darla ilgili bir takım hükümler koymuştur. İnsanoğlunu beden ve nefisten mürekkep yaratarak dünya ile ilgili hükümleri, dil ve uzuvlardan nefsin isteklerine karşı da olsa meydana gelen fiilere göre ayarlamıştır. Berzah’la ilgili hükümlerse bedenlere uyan ruhlaradır. Dünyada nasıl ki ruhlar bedenlere uyarak bedenlerin sevinciyle sevinmiş, elemiyle üzülmüşse, aynı şekilde Berzah’ta da nimet ve azaba muhatap olan nimet ve azab nedenlerini hazırlayan ruhlara bedenler uyarak nimet ve azapta müşterek olurlar. Bu takdirde Berzah’ta nimet veya azap içine olan ruhlardır. Bedenler zahirdir ama ruhlar ise hafidir. Beden bir manada ruhun kabridir. Berzah’ta ise ruhlar bedenlerin kabri olmakta bu nedenle de Berzah’la ilgili hükümler doğrudan ruha uygulanmakta, nimet ve azap daha sonra ruhlardan bedenlere geçmektedir. Nitekim dünyada iyilik ve kötülük bedene yapılmakta bedenden de ruha geçmektedir. Bu hususu iyice anlayarak içten ve dıştan gelecek şüphelerini böylece gidermen gerekmektedir.
Yüce Allah’tan dünya hayatında bize misaller göstermesi için lütfuyla rahmeti ve hidayetiyle duâ ettik. O da uykudaki kişiyi bize hatırlattı. Uykudaki sevinme ve üzülme hakikatta ruha yöneliktir, bedense ruha tabidir. Rüyada etkilenme o kadar belirginleşir ki beden de bunu hisseder rüyasında yediği bir dayaktan dolayı bağırır, yaranın izi vücudunda görülebilir. Bazan da rüyasında yediği içtiği şeyin tadını ağzında duyar, açlık ve susuzluğu gidebilir.
Bundan daha da garibi rüyasında ayağa kalkar, birini döver, birini yakalar ya da kendini savunur. Oysa ki uykudaki kişi şuursuzdur, normalde
bunları yapamaz. Yani burada ruha yapılan bir işleme hariçten bedende işy, rak eder. Bilfiil bedenin ruha yapılan işlemlere rüyada katılması durumun] da beden uyanır ve hisseder.
Ruh acı çeker veya sevinir; bu durumda ruha uymakla bedene geçinCe Berzah’ta bu daha belirgin olur. Çünkü Berzah’ta ruh bedenden uykuya nis-betle daha da uzaktır, bedenle ilgisi olmakla birlikte ondan tamamen irtibatını kesmez. Haşir günü gelip insanlar kabirlerinden kalkınca azap da nimet de ebedî olarak hem ruha hemde bedene birden uygulanır.
Meseleyi bu konuma getirince Rasûlullah’ın kabir azabı, kabirde nimet ya da azap görmeyi, kabrin genişliğini ve darlığını cehennem çukurlarından bir çukur, cennet bahçelerinden bir bahçe olmasıyla ilgili haberlerin akla uygun olduğunu, şüphe götürmeyecek derecede gerçek olup bu konuda şüphe edenlerin kötü anlayış ve bilgi eksikliğinden şüphe ettiğini anlarsın. Bu konuda şair: “Çoğu insanların, doğru görüşleri kusurlu görmesi, eksik anlayış-larındandır” der.
Bundan daha garibi aynı yatakta yatan iki kişinin durumudur. Birinin ruhu nimetler içinde olur. Uyanınca bu nimet ferahlığı bedenine vurur. Diğerinin ruhu da azap içinde olur. Uyanınca bu da azabın korkusunu bedeninde hisseder. Mühim nokta birbirlerinin ne yaptığının farkına varmamalarıdır. Rüyada bu kadar garip olaylar olabiliyorsa, Berzah’ta daha acaibinin olması normaldir. [14]
FASIL
Dördüncü Mesele: Yüce Allah, ahiretle ilgili ilimleri gayb ilminden sayarak dünyada mükelleflerin akıllarından gizlemiştir. Bu sayededir ki Allah’ın kemâl hikmeti belirmiş, mü’minler gayba imanla da diğer insanlardan ayrılmıştır. Gayb ilminin ilk safhası melekler ölüm döşeğinde olan kişinin yanına gelir, kişi melekleri gözleriyle görür. Cennetten ya da cehennemden getirdikleri kefen ve kokularla gelen melekler yanmasında konuşurlar ve etrafinda bulunan kişilerin hayr-şer dualarından korurlar, ölüm halindeki kişiye selam verirler; ölü bazan konuşarak, bazan işaretle, bazan da konuşma ve işaret olmaksızın kalbiyle selamlarını alır.
ölüm halinde olan kişiden ehlen ve sehlen, merhaba gibi sözler duyulduğunu bir kısım insanlar nakletmişlerdir.
Şeyhimizin anlatığına göre biri ki şahsı tanıyıp tanımadığını bilmiyorum ölüm döşeğindeki kişinin şu sözlerini duymuş: “Aleyke selam. Buyur, şuraya otur. Ve aleyke selam sen de şuraya otur.”
Hayrun Nessac kıssası meşhurdur. Ölüm anında demiş ki: “Sabret, Allah sana afiyet versin. Sana bir görev verildi mi onu ihmal etmezsin. Bana bir görev verilince ben ihmal ederim.” Sonra bir miktar su istedi. Abdestini aldıktan sonra: “Vazifem yap” dedi ve Öldü.
İbni Ebî Dünya anlatıyor: “Ömer b. Abdülaziz, Ölmeden Önce dedi ki: Oturtturun beni, oturtturun onu.” Sonra üç defa: “Verdiğin vazifeyi tam yapmadım. Yasakladığın şeye de uymadım” dedikten sonra: “Ama kelimeyi tevhid” dedi, gözlerini bir yere dikti. Sordular: “Ey S- yulmü’minîn, çok sert bakıyorsunuz.” Ömer b. Abdülazizde: “İnsan ve “terin dışmda bana gelenleri görüyorum” dedi ve hemen ruhunu teslim et-b. Abdulmelik de: “Ömer b. Abdulaziz’in ölümüne yakın bir za-n(ja yakınında bir çadırda oturuyorduk. îmâ ile çadırdan çıkmamızı emretti Biz de çadırdan çıkıp kenarına oturduk. Çadırda Ömer b. Abdulaziz’le W likte sadece hizmetçisi vardı. Ömer b. Abdulaziz’in şu âyeti okuduğunu a vduk: “Âhiret yurdunu yeryüzünde büyüklük taslamayan ve fesat da çıkrmayanlara tahsis ettik. Akibet müttekilerindir.” [15] Arkasından da siz ne «sanlarsınız ne de cinlersiniz” dedi. Kısa bir zaman sonra hizmetçi çıktı, içeri girmemiz için işaret etti. İçeri girdiğimizde Ömer b, Abdulaziz’i ruhunu teslim etmiş bulduk.
Füdâle b. Dînâr anlatıyor: “Ölüm döşeğinde ölümü bekleyen Muham-med b. Vâsî’nin yanına vardım. Diyordu ki: “Ey Rabbimin gönderdiği melekler, merhaba sizlere. Güç ve kuvvet yalnız Allah’a mahsustur.” Muham-med’in vücudunda öyle güzel bir koku hissediliyordu ki onun gibisini görmedim. Sonra gözünü belerterek öldü.
Bu konuyla ilgili sayılmayacak kadar çok misaller bulmak mümkündür. [16]
Hepsinden daha belirgini (yeterlisi) şu âyet-i celîledir: “Can boğaza gelince siz görürsünüz. Biz ona sizden yakınız, ama göremezsiniz” [17] Yani melek ve Rasûllerimiz sizden yakın oldukları halde sizler onları göremezsiniz. Bu dünyada görüp müşahede edemedeğimiz gayb aleminin ilk safhası burasıdır.”
Yine Ölüm meleği elini uzatıp ruhu aldığı halde orada bulunanlar, bunu ne görebilirler ne de duyabilirler. Sonra nâştan güneşin ziyasına benzer nur çıkar, misk kokusundan daha keskin kokular yayılır. Orada bulunanlar bu nuru göremezler, bu kokuyu alamazlar.
Buradan iki saf melek arasından semâya çıkarılır, insanlar bunu da göremezler.
Semâya yükselen ruh döner ve ait olduğu bedenin yıkanmasına, kefenlenmesine ve taşınmasına baktıkça “bırakın beni, bırakın beni” ya da “nereye götürüyorsunuz beni?” der. [18]Ama insanlar bu şeyi duyamazlar. Ölü kabre konup üzerine toprak atılınca bile melekler onunla irtibatını devam ettirirler. Ölünün üzerine büyük işlenmiş kayalar örtülse, kalayla da kenarları le-himlense bu meleklerin ölüyle olan ilişkisine engel olamaz. Çünkü bu yoğun cisimler ruhların bedenlere girmesine engel olmaz, cinler için bile engel değildir. O halde taş ve toprak, kuş için hava neyse melek için de odur. Kabrin genişlemesi ruh için bizzatken beden için ruha bağlı olarak sözkonusudur. Yani bedenin bulunduğu birkaç zira’ büyüklüğünde dar mezar, ruha uyarak gözün görebildiği kadar genişlemektedir. Ölülerin kemiklerinin birbirine gi-rercesine kabir tarafından sıkılmasını ne his, ne akıl, nede fitrat reddedebilir. Nebbaşın biri (kefen soyan) mezarı açsa da Ölüyü gömüldüğü gibi bulsa bu, Ölünün kemikleri birbirine girecek kadar sıkılmamış olmasına delil olmaz. Kabir sıkmasından sonra kemiklerin aynı eski yerlerine gelmesi mümkündür. Kısacası zındık ve mülhidlerin yapmak istedikleri şey Rasûlullah’ı yalancı çıkarmaktır.
Dostlardan birinin anlattığına göre bir adam üç tane mezar kazar. Dinlenmek için oturduğunda uyuyakalır. Rüyasında iki melek gelmiş mezarlardan birinin başında biri diğerine sesleniyor: “Bire bir fersah yaz.” İkinci mezarın başına varıyorlar: “Bir mile bir mil yaz.” Üçüncünün başında da: “Bir fitre bir fitr yaz” dedi. (Fite, baş parmakla şehadet parmağı arasındaki uzunluk.) Uyandığında bakar ki tanımadığı garip biri birinci mezara; başka biri ikinci mezara; üçüncü mezara ise etrafinda birçok insan bulunan bol nimet rahat hayat içerisinde azmış kadını gömdüler. Mezarların en darı olan üçüncü mezar: “Bir fitre bir fitr” diyordu. [19]
FASIL
Beşinci Mesele: Kabirde bulunan ateş, yeşil bahçe, dünya ateşi; dünya yeşilliği değildir. Dünyadaki ateşi, yeşilliği görenler kabirdekini de görür. Ahiretin ateşi ve yeşilliği dünyadakine nazaran çok daha şiddetli olur; dünyadakiler bunu hissedemezler. Çünkü Yüce Allah, altına ve üstüne toprak ve taşlar koyarak dünya ateşinden daha sıcak olan ateşi, insanların hissetmelerine engel olmuştur. Bundan daha dikkata şayan olanı yanyana gömülen iki kişinin durumudur. Bunlardan biri cehennem çukurlarından bir çukurda bulunduğu halde yanındakine bu sıcaklık ulaşmaz. Diğeri de cennet nimetleri arasında olduğu halde ruhu ve cennetin nimetleri cehennemlik olana ulaşmaz.
Allah’ın gücü bunlardan da yücedir. Daha mühim birçok kudret delillerini göstermiştir, ama Allah’ın yardımı ve koruması dışında bulunanlar, ilmen kavrayamadığı için bunları yalanlamaya meyletmişlerdir.
Kâfir kişinin kabrine ateşten iki levha konur. Tandırın yandığı gibi kâfirin kabri de yanar. Yüce Allah dilerse bazı kullarına bunu gösterir, diğerlerine göstermez. Herkes kabir azabının şiddetini görse sorumluluğun, gay-ba imanın hiçbir anlamı kalmaz. Nitekim es-Sahîhayn’da gelen bir rivayete göre Rasûlullah (SAV): “Eğer sizler de bu kabirlere girmeyecek olsaydınız Allah’a duâ eder kabirlerden duyduğum azabın şiddetini, sizin de duymanızı isterdim.” [20]
Hayvanların kabir azabını duymaması sözkonusu değildir. Yukarıda geçen bir hadiste Rasûlullah’m kısrağı, yolunu değiştirerek azap gören bir adamın kabrine uğradığını görmüştük. [21]
Dostumuz Ebû Abdullah Muhammed b. Razîz el-Harrânî, ikindiden sonra evinden çıkar, bir tarlanın kenarına oturur. Ebû Abdullah anlatıyor: “Güneş batarken kabristanın ortasına vardım. Baktım ki kabrin birinde cam bardağa benzer bir kor ateş çıkıyor, tam ortasına da birisi oturmuş. Gördüğüme inanamayarak gözlerimi sildim ve uykuda mıyım yoksa uyanık mıyım? diyordum kendi kendime. Uyumadığımı anlamak için şehrin surlarına baktım ve Allah’a yemin olsun ki uyumamışım, dedim. Korku içinde evime döndüm. Yemek hazırladılarsa da yiyemedim. Hemen şehre indim, kabirde yatanın kim olduğunu halka sordum. Dediklerine göre bugün Ölmüş bir gümrük memuru imiş.
Kabirde yanan bu ateşi görmek, Allah’ın dilediği bazı kimselere melekleri ve cinleri göstermesi gibidir. [22]
İbni Ebî’d-Dünya, Kitâb’ül-Kubûr’unda Şa’bî’den yaptığı bir rivayette bir adam Kasûlullah’a der ki: “Bedir’e gittim. Bir adam topraktan çıkıyor, diğeri de elindeki demir kamçıyla adama vuruyor, böylece adam toprağa yeniden giriyordu. Adam kafasını topraktan her çıkardığında, aynı kamçıyı yiyordu.” Adamın anlattıklarım dinledikten sonra Rasûlullah: “O adam, kıyamete kadar böyle azap görecek Ebû Cehl b. Hişam’dır” dedi. [23]
Hammâd b. Seleme hadisinde Amr b. Dinar’dan, o da Salim b. Abdullah’tan, o da babasından şöyle dediği nakledilir: “Bir gece binek üzerinde yanımda su tulumuyla Mekke’den Medine’ye gidiyordum. Bir mezara uğradım. Baktım ki boynunda zincirle bağlı ve kabrinden ateşlerin alevlendiği bir adam çıktı ve bana: “Ey Abdullah! Ne olur biraz su ver. Ey Abdullah! Ne olur biraz su ver” diye seslendi. İsmimin Abdullah olduğunu bildiğindenmi böyle çağırdı, yoksa Allah’ın kulu manasına insanların kullanımına benzer bir şekilde mi çağırdı bunu bilemiyorum. Diğer adam da: “Ey Abdullah! Hayır, su verme. Ey Abdullah! Hayır, su verme” dedikten sonra adamı boynundaki zincirden çekerek yeniden kabrine soktu.” [24]
İbni Ebî’d-Dünyâ anlatıyor: Babam, Mûsâ b. Dâvud’dan, o da Hammad b. Seîeme’den, o da Hişam b. Urve’den, o da babasından şöyle bir olay nakleder: Bir gece Hişam b. Urve’nin babası, Mekke’den Medine’ye giderken bir kabre uğrar. Bakar ki ateşin içinde demire bukağılanmış bir adam var. Adam Hişam’m babasına: “Ey Allah’ın kulu, biraz su ver. Ey Allah’ın kulu, biraz su ver” der. Diğer bir adam da: “Ey Allah’ın kulu, ona su verme. Ey
Allah’ın kulu, ona su verme” diye seslenir. Hişam’m babası gördüklerinden korkarak, hemen bineğine sıçrar ve onu tepeye sürer. Ravî der ki: “Bu olay üzerine Hişam’ın babasının saçı ağarmıştı.” Osman’a bu olay anlatılınca kişinin tek başına sefere çıkmasını yasakladı [25]
Süfyân, Dâvud b. Şâbûr’dan, o da Ebû Kuzâ’dan şöyle dediğini nakleder: “Basra ile memleketimiz arasındaki sulak yerlerde gezerken bir eşek anırması duyduk. Halka sorduk: “Bu eşek anırması nereden geliyor?” Dedilerki: “Bizden birinden geliyor. Bu şahıs, annesi birşey dedi mi annesine: “Eşek gibi anır” derdi. Bundan dolayı, adam öldü öleli kabrinden her gece bu anırma sesi gelir.”
Anır b. Dinar’ın da şöyle dediği nakledilir: “Medineli bir adamın Medine civarında oturan hasta bir kızkardeşi vardı. Devamlı onu ziyarete giderdi. Kızkardeşi ölünce onu mezara gömdü. Eve dönünce kızkardeşinin kabrinde birşeyini unuttuğunu hatırladı. Birkaç arkadaşıyla beraber kabre vardılar. Devamını adam şöyle anlatıyor: “Kabri biraz eşince kaybettiğim şeyi bulduk. Arkadaşıma dedim ki: “Kabrin birkaç taşını kaldır da kızkardeşimin ne hal üzere olduğunu göreyim.” Arkadaş mezarın üzerini biraz açınca kabirde yanan bir ateş gördüm. Korkumuzdan hemen kabri kapatıp üzerini tesviye ettik. Sonra eve döndük. Anneme: “Kızkardeşime ne oldu?” diye sordum. Annem de: “Sorma oğlum, kardeşin helak oldu” dedi. Anneme: “Anlatsana ne oldu?” deyince anlatmaya başladı. “Namazını geciktirirdi. Zannıma göre kıldıklarını da abdestsiz kılardı. Komşuların kapılarına kulağını verir duyduklarını etrafa yayardı.” [26]
Husayn el-Esedî’den şu nakledilir. Husayn der ki: “Mürsed b. Hûşeb anlatıyor. Yusuf b. Ömer’in bir yanında ben, diğer yanında da yüzü demir tarakla yırtılmış bir adam oturuyordu. Yusuf ona dedi ki: “Mürsed’e başından geçenleri anlat.” Adamı anlatmaya başladı. “Gençliğimde birçok kötülükler işledim. Taun senesi kendi kendime şu dağ geçitlerinden birine gideyim dedim. Oraya varınca kabir açmak aklıma geldi. Bir gece akşam ile yatsı arasında kabrin birini açtım, diğer kabrin üstüne de dayanarak oturdum. Bu arada bir cenaze daha geldi, bu bölgeye gömüldü. Adamlar ayrılınca batıdan deve kadar büyük iki tane beyaz kuş geldi. Biri başı üzerine, diğeri de ayakları üzerine yere indiler, yeni gömülen adama saldırdılar. Kuşlardan biri kabre indi, diğeri de kenarında bekliyordu. Ben de vardım kabrin bir köşesine oturdum. Kendimi bilirim ya öyle kolay kolay karnım doymaz. Kabirden şöyle bir ses geliyordu: “Üzerinde hafif iki sırmalı [27] elbiseyle, böbürlenerek yürüyerek akrabasını ziyaret eden sen değil misin?” Dedim ki: “Ben bu kadar zengin değilim.” Râvî anlatıyor: “Bunun üzerine kabre öyle bir vurdu ki, kabirden su ve yağ fışkırmaya başladı. Sonra aynı şeyleri söyleyerek üç defa daha.
vurdu, her vuruşunda kabirden su ve yağ fışkırıyordu.” Adam anlatıyor: Sonra bana baktı ve: “Bak, o nerede oturuyor. Allah onu sustursun” dedi. Arkasından da yüzüme bir şamar attı ve yüzüm bu hale geldi. Sabaha kadar orada bekledim. Sabah olunca baktım ki kabir olduğu gibi duruyor.
Kabirde görülen su ve ateş, rüya görenin gözünde öyledir. Yani bunlar Ölüye hazırlanan tutuşmuş ateştir. Nitekim Rasûlullah, Deccal’den bahsederken: “Bir elinde ateş, bir elinde de suyla gelir. Gördüğünüz ateş soğuk sudur, su ise alevlenmiş ateştir” buyurmaktadır.
İbni Ebfd-Dünyâ anlatıyor: Adamın biri Ebû Ishâk el-Fezzârfden: “Kefen soyan kişinin tevbesi kabul edilir mi?” diye sordu. Ebû Ishak da: “Evet, eğer niyeti doğruysa, Allah da niyetinin doğru olduğunu bilirse kabul edilir” dedi. Adanı anlatıyor: “Ben kabirleri açıp kefen soyan bir kişiyim. Birçok insanın yüzünün kıbleden çevrilmiş olduğunu gördüm. Ama Ebû Ishâk el-Fezzârî’nin yüzü kıbleye yönelikti.” Bu adam Evzâî’ye bir mektup yazarak gördüklerini anlatır. Evzâî de cevabında: “Niyeti doğru ise, Allah da kalbinin doğru olduğunu biliyorsa tevbesini kabul eder. Yüzü kıbleden çevrilmiş insanlara gelince onlar sünnet üzere ölmeyenlerdir” demiştir.
İbni Ebî’d-Dünyâ anlatıyor: “Bana Abdülmü’min b. Abdullah b. îsâ el-Kîsî anlattı. Tevbe etmiş kefen soyan birine denilmiş ki: “Kefen soyarken karşılaştığın en dikkat çeken olay hangisi olmuştur?” Adam: “Bir adamın kefenini soyarken baktım ki adam vücudunun birçok yerinden yere çivilenmiş. Büyük bir çivi kafasına diğeri de ayaklarına çakılmış” dedi.
Başka bir kefen soyana: “Kefen soyarken gördüklerin arasında seni en çok şaşırtan olay nedir?” diye sorulmuş da kefen soyan: “İçerisinde kurşun dökülmüş insan kafatası gördüm” demiş.
Allah’ın salih kullarından, devamlı hakkı arayan dostumuz Ebû Abdil-lah Muhammed b. Mûsâb es-Selâmî derki: “Bağdat’ta demirciler çarşısına bir adam geldi. Küçük çiviler satıyordu. Sattığı çiviler iki başlıydı. Tüccarın biri bu çivileri satın aldı, düzeltmek için ateşe koyduysa da onu bir türlü dövecek -kadar yumuşatamadı. Çiviyi satın aldığı adama: “Bu çiviler eline nereden geçti?” diye sordu. Adam: “Bir yerden buldum” dediyse de tüccarın ısrarından sonra anlatmaya başladı. Anlattığına göre açık bir mezar bulur. İçerisinde de bu çivilerle çivilenmiş insan kemikleri. Adam der ki: “Çivileri kemiklerden çıkarmak içip epey uğraştımsa da bunu beceremedim. Baktım ki olmayacak, elime bir taş aldım, kemikleri kırarak çivilerini topladım.” Ebû Abdullah der ki: “Bu çivileri ben de gördüm.” Ebû Abdullah’a: “Çiviler nasıldı?” diye sorunca dedi ki: “İki başlı küçük çiviydi.”
îbni Ebî’d-Dünyâ babasından o da Ebûl-Harîş’ten, o da annesinden şöyle nakleder: “Küfe vadisine Ebû Ca’fer gömülünce insanlar ölülerinin yerlerini değiştirdiler. Değiştirilenler arasında ağzıyla iki elini ısırmış bir genç gördüm.”
Semmak b. Harb der ki: “Ebü’d-Derdâ kabirler arasında dolaşırken kabre seslenerek: “İçinde ve dışında meydana gelen felâketler ne de sakin” der.
Sabit el-Benânî anlatıyor: “Kabristan’da yürürken arkamdan bir ses geliyordu: “Ey Sabit, kabristanda gördüğün bu sakinlik, sessizlik seni aldatmasın. Kabirlerinde şimdi nice gamlı insanlar var.” Sesin sahibini görebilmek için arkama baktımsa da kimseyi göremedim.
Rivayete göre Hasan, bir kabre uğrar ve: “Bunlara ne oluyor da bunca yiğitlerine rağmen bunca kederlerine rağmen sakin sakin duruyorlar” der.
İbni Ebî’d-Dünyâ’nın anlattığına göre birgün Ömer b. Abdülaziz Mesle-me b. Abdulmelik’e der ki: “Mesleme, babanı kim defnetti?” Mesleme: “Fü-lanca adam.” Ömer b. Abdülaziz: “Bana anlatılan bir şeyi sana anlatayım. Baban ve Velid gömüldükten sonra kefen bağı çözülmek için kabristana varılır. Her ikisinin yüzü de kıbleden çevrilmiş bulunur. Bak, Mesleme, ben Ölünce yüzünle dikkat et. Onların başına gelen benim de başıma gelmişmi, yoksa af mı olunmuşum?” Mesleme der ki: “Ömer b. Abdülaziz ölünce yüzünü kontrol ettim, baktımki kıbleye dönük duruyor.”
İbni Ebî’d-Dünyâ, Seleften birinin şu hikâyesini nakleder: Selefi anlatıyor: “Kızım ölünce onu kabrine koydum. Kısa bir zaman sonra yakasını düzeltmek için kabrine vardım ki, kızımın yönü kıbleden çevrilmiş. Bu duruma çok üzüldüm. Aynı gece kızımı rüyamda gördüm, diyordu ki: Babacığım, gördüğün şey seni üzdü mü? Etrafımda bulunan çoğu insanın yüzü kıbleden çevrilmiş durumda.” Adam diyor ki: “Herhalde yüzü çevrilenlerden, büyük günahlarda ısrar edenleri kastediyor kızım.”
Amr b. Meymûn der ki: “Ömer b. Abdülaziz’in şöyle dediğini duydum: “Velîd b. Abdülmelik’i kabrine ben koydum. İki omuzu boynuna kilitlenmişti.” Birgün Velîd’in oğlu şöyle dedi: “Ka’be’nin Rabbine yemin olsun ki babam, güzel bir hayat geçirdi.” Bunu duyan Ömer b. Abdülaziz: “Ka’be’nin Rabbine yemin olsun ki babanın ölümü erken oldu” dedi. Bu, Ömer b. Abdülaziz’in Velîd’in oğluna öğüdüdür.
Ömer b. Abdülaziz, Irak halkına olmadık işler yapan Yezid b. Mühelleb’e der ki: “Ey Yezid, Allah’tan kork. Velîd’i kabrine koyduğumda, kefeni içinde ayaklarıyla tepindiğini gördüm.”
Yezid b. Harun der ki: “Hişam b. Hassan, o da Ebû Uyeyne’nin mevlâsı Vâsıl’dan, o da Ömer b. Zühdüm’den, oda Abdül-Hamîd b. Mahmud’dan şöyle dediğini nakleder: “İbni Abbasla otururken bir grup insan geldi ve “bir arkadaşımızla birlikte hacca gitmiştik. Giderken arkadaşımız Saffâh yolda öldü. Yıkayıp kefenledikten sonra bir lahd kazdık. Baktık ki kabirde korkunç bir karaltı var. Burayı bıraktık, başka bir kabir kazdık, kabri dolduran karaltı buradan da çıktı. Bunu da bıraktık ama her kazdığımız kabir böyleydi” dediler. Bunun üzerine İbni Abbas: “Bu, dünyada iken insanlara kazdığı çukurdur (yani başkalarını aldatmasıdır). Haydi götürün, bir mezar daha kazın, bunu da bir kenara gömün. Allah’a yemin olsun ki bütün yeryüzünü kaz-sanız o karaltıyı yine görürsünüz” dedi. îbni Abbas’ın yanından ayrıldık. Bir mezar daha kazdık, arkadaşımızı da bir kenarına gömdük. Yanımızdaki mallarını ailesine vermek için evine vardık. Hanımına dedik ki: “Kocan ne işle meşguldü?” Kadın: “Kocam, gıda maddesi satardı. Günlük yemek miktarını ayırdıktan sonra kalanını, verdiğinden fazla olmak şartıyla ödünç verir (yani arta kalan on kilo buğdayı varsa bunu on iki kilo karşılığında ödünç verirdi), fazlasınıda alır, böylece hayat sürerdi” dedi.
îbni Ebî’d-Dünyâ Muhammed b. Hüseyn’den, o da Şât sahibi Ebû Is-hak’tan şunu nakleder: “Ölmüş birini yıkamam istendi. Ölünün yüzünden elbiseyi açınca baktım ki bir yılan boynuna sarılmış. Bunu görünce yıkamadan vazgeçtim. Anlattıklarına göre bu adam, Sahabeye küfredermiş.”
İbni Ebf d-Dünyâ Saîd b. Halid b. Yezid el-Ensârî’den, [28] o da Basra’da kabir kazan birinden nakleder. Adam derki: “Birgün bir mezar kazdım. Dinlenmek için kafamı mezara yakın bir yere koydum. Orada uyumuşum. Rüyamda iki kadın gördüm. Biri diyordu ki: “Ey Allah’ın kulu, Allah için senden birşey istiyoruz. Şu kadım buradan uzaklaştır, bize yaklaştırma.” Korkumdan uyanınca baktım ki bir kadım daha buraya gömecekler.” “Kabristan öte tarafta” diyerek buraya yaklaşmalarına mâni oldum. Gece rüyamda o iki kadından biri diyordu ki: “Bize yaptığın iyilikten dolayı Allah sana hayırla karşılık versin. Büyük bir şerri bizden uzaklaştırdın.” Kadına dedim ki: “Senin konuştuğun gibi yanındaki arkadaşın niye konuşmuyor?” Kadın: “Bu kadın, vasiyyetini yazmadan ölmüş. Vasiyyetsiz ölen birinin kıyamete kadar konu-şamaması hakkıdır” dedi.
Allahû Teâlâ’nm bazı kullarına kafalarındaki gözleriyle gösterdiği kabir azabı ya da nimeti, ferahlığı ile ilgili olaylar kitabımızın alamayacağı Ölçüde çoktur.
Bu konudaki rüyalarsa ciltlerce kitap ister. Daha geniş bilgi almak isteyenler şu kitaplara müracaat etmelidir: Kitâb’ül-Menâmât, İbni Ebî’d-Dünyâ; Kitâb’ül-Büstân, Gayruvânî v.d. Mülhid ve zındıklarına gelince bilgileri bu gerçekleri kuşatmadığından bunları yalanlamaktan başka birşey bilmezler. [29]
Yedinci Mesele: Allahû Teâlâ, bu dünyada birtakım ilginç hadiselerin oluşmasına imkân vermiştir. Mesela, Cebrail (AS) insan suretinde Rasûlullah’a (SAV) gelir, Ona vahiy getirirdi. Rasûlullah’la aralarında geçen konuşmaları peygamberimizin etrafındakiler duyamaz, Cebrail’i de göremezlerdi. Bu durum diğer peygamberler için de sözkonusudur. Bazan Cebrail vahyi zilin çalması [30] şeklinde getirirdi, sesini ise kimse duymazdı. Aramızda yaşayan cinler birbirleriyle çok yüksek sesle konuşmalarına rağmen biz onların konuşmalarını duyamayız. Melekler kâfirleri kamçılar, boyunlarını vururlar, bu yüzden kâfirler çığlık atarlar, ama orada bulunan müslü-manlar, melekleri göremezler, seslerini duyamazlar. Öyleyse Yüce Allah dünyada meydana gelen bazı hadiseleri insanoğlundan gizlemiştir. Cebrail (AS)’in Rasûlullah’a Kur’ân öğrettiği halde, Rasûlullahla bulunanların bı nu duymamaları da buna misaldir. [31]
Allah’ı ve yüce kudretini tanıyan bir kimse, nasıl olur da Allahû Te* lâ’nm, hikmetine, rahmetine binaen bazı kullarından gizleyerek birtakım gerçekleri yaratmasını yadırgayabilir. Zira insanoğlu hadiseyi göremez di yamaz. Kul, kabir azabını duymaktan, görmekten acizdir. Allah Taâlâ’nı” bu gerçekleri görmesine müsaade ettiği birçok kimseler, baygın düşmüş sonraki yaşamları da hiçbir zaman faydalı olmamıştır. Bazılarının da gerçekleri görmesine engel olan kalp perdeleri kaldırılınca, gerçekler karşısında dayanamayıp ölmüşler. O halde ilâhî hikmet gereği, iki mükellef insan arasında ya da insanla olay arasında bulunan perdeyi, Allah’ın kaldırmasıy-la kulların, gerçekleri gözleriyle görmesi nasıl inkâr edilebilir?
Sonra kişi ölünün gözünden, göğsünden cıvayı hardalı yok edebilir. Ama bunlar hemen yeniden gelirler. Melek bu işi nasıl yapamasın? Herşeye kadir olan Allah, buna nasıl kadir olamasın? Civa ve hardalın yok olmayacak şekilde ölünün iki gözünde, göğsünde kalmasını Allah (cc) istese yapamaz mı? Berzah hayatım, görülen şu dünya hayatına benzetmek cehaletin, sapıklığın tâ kendisi; en doğruyu söyleyen Rasûl’ün yalanlanması, Yüce Allah’ın da aciz kabul edilmesi değil midir? Buna inanmak son derece cahilliktir, zulümdür.
Meselâ bir insan, arzu etmediği insanlardan habersiz on zira’ eninde yüz zira’ boyunda veya enini, boyunu, derinliğini daha geniş alarak geniş bir kabir yapabilirse Yüce Allah’ın, kabri dilediği kadar genişletmesi, insanoğluna genişletilen bu kabri göstermemesi böylece de insanların küçük gördüğü kabri, geniş, güzel kokulu ve aydınlık nurlu yapması mümkün değil mi?
Meselenin özü şudur: Burada kabrin genişlemesi, daralması, içerisinin aydınlanması, cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennemin çukurlarından bir çukur olması dünyada bilinen şekliyle değildir. Yüce Allah, insanoğluna dünyada olan bazı şeyleri göstermiştir. Ahirette olanları ise mutluluklarına sebep olan iman ve ikrarın oluşması için gizlemiştir. Perde kalkınca insanlar ahiret işlerini görebilirler. Ayrıca ölünün insanların yanida olması, meleklerin gelip, ölüyü onlardan habersiz sorguya çekmesine, onlar duymadan cevablarmı almasına ve insanlardan habersiz günahkâr ölüye azap etmesine engel değildir. Buna benzer olaya yaşantımızda rastlayabiliriz. Meselâ, bir kimse (ders çalışan) arkadaşının yanında uyur. Rüyasında işkence görür, dövülür, acı çeker. Hatta bazan da çektiği acının yediği sopanın izi vücudunda belli olur ama (ders çalışan) arkadaşının bunlardan haberi hiç olmaz.
Meleğin arzı ve taşı yarmasını imkânsız görmek de büyük cahiliklerden-dir. Zira Allahû Teâlâ kuş için hava neyse melek için de arz ve taşı öylece yapmıştır.
Tabi keşîf cisimlerin bu gerçeklere kapalı olması, latîf, temiz ruhla-?r kapalı olmasını gerektirmez. Bu şekilde yapılan karşılaştırmalar, en tltl t sılaştırma değil mi? Bu ve benzeri konularda inançsızlar bütün pey-kÖtÜhprierin bildirdiklerini yalanlamışlardır. [32]
FASIL
Sekizinci Mesele: Katılaşmış, suda boğulmuş ve yanmış cesede ruhun i jmkânsız değildir. Ruhun bu dönüşünü biz farkedemeyiz. Çünkü bilinenin dışında bir dönüştür. Burada baygın, suskun ve şaşkın cesedin !mh ruhları beraber oldukları halde sen hissedemezsin. Cesedi paramparça muş bir kişiyi gerek uzakta olan gerekse yakında olan ruhuyla birleştir-ıek herşeye kadir olan Allah’a zor değildir. Birleştirilen bu vücut azalarında duruma göre bir nevî elem ya da lezzet şuuru bulunur. Cansız varlıklarda Allah’ı zikredecek ölçüde idrak, şuur olursa; taş, Allah korkusundan düşerse* dağlar, ağaçlar O’na secde ederse ayrıca ufak taşlar sular ve bitkiler O’nu teşbih ederse ruhtan ayrılmış cesedin elem ve lezzet şuuruna vakıf olması çok daha normaldir. Cansız varlıkların teşbihi ile ilgili olarak Yüce Allah: “Yerde ve gökte ne varsa hepsi hamd ederek Allah’ı teşbih ederler. Ama siz onların teşbihlerini anlayamazsınız” [33] buyurmaktadır. Burada teşbihten maksat sadece yaratıcısına delalet etmek olsaydı: “Fakat siz, onların teşbihlerini anlayamazsınız” denmezdi. Zaten aklı olan kişi bunların Allah’a delalet ettiğini bilmekte, anlamaktadır. Başka bir âyete: “Biz dağları ona musahhar kıldık. Sabah akşam Allah’ı teşbih ederler” [34] Allah’a delalet etmek anlaşıldığına göre yalnızca bu iki vakte mahsus değildir. Yine: “Ey dağlar, O’nunla birlikte yankılanın”[35] âyeti de (Hz. Dâvudla) beraberlik şartıyla yankılanmaya mahsus değildir. Şöyle diyen kişi Allah’ı yalanlamıştır: ‘Yankılanmak, aksi şadadır. (Yani sözün bir cepheye vurup geri dönmesidir -ç.) Çünkü yankılanmak Hz. Davud’un sesinden başka diğer sesler için de söz-konusudur. Diğer bir âyette: “Görmez misin Allah’a yerde ve gökte kim varsa ve güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, havyanlar ve birçok insan secde eder” [36] Duyurulmaktadır. Burada da Allah’a delalet etmek yalnızca birçok insana mahsus değildir. Diğer bir âyeti celîlede ise: “Görmez misin göklerde ve yerde kimler varsa onlar ve kanatlarım çırparak uçan kuşlar Allah’ı tesbıhl ederler. Hepsi duâ ve teşbihini bilmektedir” [37] buyurulur. Bu gerçek bir duâ ve teşbihtir, Allah bunu bilir. İsterse cahiller, yalancılar bu gerçeği inkâr. Etsinler Yüce Allah bazı taşların yerlerinden ayrılarak Allah korkusundan düştüğünü ve yer ile ğöğün kelamını işitmek için kendisinden izin istediğini bildirmiştir Yüce Allah göğe ve arza hitaben isteyerek veya istemeyerek emrime gelin dedi de onlarda isteyerek geldik dediler [38] ayrıca ashabı kiram yedikleri yemeğin çektiği tesbih i.
Allah’ın da bunlara olumla cevap verdiğini şu âyetle bildirmiştir: “Yüce Allah ayrıca /isnab-ı Kiranı [39]yedikleri yemeğin çektiği teşbihi ve mescitte [40] bulunan kuru hurma kütüğünün iniltisi ni de duymuştur. Cansız bunca cisimler hissedebiliyor, farkedebiliyorsa ipp risinde ruhun, hayatın bulunduğu cisimler-Öncelikle hisseder, farkeder. Bn nun yanında Yüce Allah, bu dünyada, ruhtan ayrılan bedene, yeniden tam bir hayat verdiğini, böylece bu bedenin konuştuğunu, yürüdüğünü, yediğin-içtiğini, evlenip çocuk sahibi olduğunu da göstermiştir. Âyeti celîlede: “Binlerce kişi oldukları halde ölüm korkusuyla yurtlarından çıkan şu adamlara görmedin mi? Allah önce onlara: “Ölün” dedi sonra yine kendisi diriltti” [41] Ve. ‘Tahut şu kimse gibisini görmedin mi ki, duvarları, çatıları üstüne yıkılmış ıssız bir kasabaya uğramıştı da, Allah bu böyle öldükten sonra nasıl diriltecek?” demişti. Bunun üzerine Allahü Teâlâ da kendisini yüz sene öldürüp sonra diriltti: “Ne kadar kaldın?” dedi. “Bir gün, ya da bir günün birazı kadar . kaldım” dedi” [42] buyurulmaktadır. İsrail oğulların dan katilin aranması; [43] Hz. Musa’ya: “Allah’ı açıkça görene kadar sana inanma3iz” [44] diyenleri Allah önce Öldürüp sonra diriltmiştir; Aslıâb-ı Kehf [45] ve Hz. İbrahim’in dört kuş kıssası [46] hepsi bedenden ayrılıp sonra bedene dönen ruhla, hayatla ilgili dünyada görülen şeylerdir. Dünyada bu olunca, Yüce Allah’ın ölümünden sonra bedeni diriltip sorguya çekmesi, ameline göre azaplandırması ya da mükâfatlandırması Yüce kudretine niye zor gelsinki?! Bu gerçekleri inkâr etmek; yalanlamak, küfürde inat etmek ve direnmekten başka bir şey değildir. Başarı Allah’tandır. [47]
FASIL
Dokuzuncu Mesele: Şunu iyi bilmeli ki, kabir azabından, nimetinden maksat dünya ile ahiret arasındaki Berzah’ta görülen nimet ve azaptır. Yüce Allah Aralarında, dirilecekleri güne kadar kalacakları Berzah vardır”[48] buyurmaktadır. Dünyaya ve ahirete insanlar buradan uğurlanmaktadır. k bir azabı ya da cennet nimeti denerek cennet bahçesi veya cehennem zah’a aolmaS1 görülecek muamelenin türündendir. Vücudu katılaşmış, çuklJr yanmış, suda boğulmuş, yırtıcı hayvanlar veya kuşlar tarafından yen-3Ş lanlar da amellerine göre her ne kadar mükâfat ve cezanın sebepleri, ml?fvetlerifarklı farklı olsa da Berzah’ta hak ettikleri azabı ya da keykâfati[göreceklerdir. Geçmişte bazı insanlar, ceset ateşte yanıp kül olur-11 ahut rüzgârın şiddetli olduğu bir günde bazı azalar suya atılır, bazıları 1 toprakta kalırsa Berzah’ta görülen azaptan kurtulunacağını zannederek, cuklanna öldükten sonra böyle yapmalarını vasiyyet etmiş. Bunun üzeri-e Allah, denize emretmiş, deniz kendisine atılan uzuvları getirmiş, yere emretmiş o da içine gömülen, dağıtılan uzuvları getirmiş. Uzuvlarını birleştirdikten sonra Yüce Allah adama: “Kalk” der, adam da kalkıp hemen Allah’ın huzuruna koşar. Ona sorar: “Niçin böyle yaptın?” Adam da: “Rabbim, sen daha iyi bilirsin, senin korkundan dolayı böyle yaptım” der. Allah ona merhamet etse de bundan kurtulamaz. [49] Çeşitli yerlere atılmış uzuvlar, isterse fırtınalı bir günde ağaçların tepelerine asılmış olsun hakettiği azabı ya da mükâfatı bedeni, Berzah’ta alacaktır. Yine salih bir kimse kor ateşin içine gomülse, Allah bu ateşi ona serinlik, selamet yapar böylece Berzah’ta göreceği nimeti, hazzı alır. Bu şartlarda dilerse Allah havayı ceset için ateş, zehir yapar.
Âlemde bulunan unsurlar, maddeler Rablerine boyun eğmiştir. Yaratan, yönlendiren Allah bunları dilediği gibi kullanır. Hiçbirisi de O’nun iradesinden çıkmaz. Hatta bunlar, iradesine, kudretine boyun eğmiş varlıklardır. Kim bunu inkâr ederse âlemlerin Rabbini inkâr etmiştir, O’na küfrederek Rabliğine karşı gelmiştir. [50]
FASIL
Onuncu Mesele: Ölüm, ilk meâd ve ilk diriliştir. Yüce Allah, insanoğ-lundan günahkârların cezalandırılacağı, salihlerin de mükâfatlandırılacağı iki meâd, iki de diriliş tahsis etmiştir.
ilk diriliş ruhun bedenden ayrılması ilk ceza yurduna gitmesidir.
ikinci dirilişse Allah ‘m bedenlere ruhu vererek onların kabirlerinden cennete yahut cehenneme gitmeleridir. Buna ikinci haşr diyoruz. Bu husus hadiste: “Diğer dirilişe de iman edersin” [51]şeklinde açıklanmıştır. İlk dirilişi, her ne kadar birçok insan burada görülen nimeti ya da azabı kabul etmese dekimse inkâr etmemektedir. Yüce Allah, büyük ve küçük denen meti Mü’minûn, Vakıa’, Kıyamet, Mutaffifîn, Fecr ve diğer sûreleımış; adaleti ve hikmeti gereği her iki yurdu da gerek iyiler gerekse köttl ~yaptıklarının karşılığını alacağı yurt olarak bildirmiştir. Ancak ameli611tam karşılığı daimi yurtta meâd günü verilecektir. Nitekim âyette: “He ***”fis ölümü tadacaktır. Kıyamet günü mükâfatlarınız size tam verilecek [52]geçmektedir.
Adaleti icabı, esmayı hüsnâsı gereği velî kullarının bedenleri ve ruhi mükâfatlandırılırken düşmanlarının beden ve ruhları cezalandırılacak^” İtaatkâr kişinin hem bedeni hem de ruhu hakettigi nimetin zevkini almaP fâcir, asi kişinin de hem bedeni hem de ruhu hakettigi azabı görmelid’ Allahû Teâlâ’nin adaleti, hikmeti, mukaddes kemâli bunu gerektirmekte dir. Bu dünya sorumluluk, imtihan dünyası olup amellerin değerlendirildiği dünya olmadığında bu durum dünyada görülmez. Berzah ise ceza yurdunun ilk safhasıdır, gerekli herşey ortaya çıkar, hikmet de ortaya çıkmasını gerektirir. Kıyamet gün olunca da itaatkârlara ve asilere, hak ettikleri beden ve ruh nimeti veya azabı tam olarak verilir. Berzah’ta verilen nimet veya azap ahirette verilecek nimetin, azabın ilk safhasını oluşturur. Nimet ve azabın Berzah’ta bulunanlara ulaşacağı, Kur’ân’da ve sahih birçok hadiste belirtilmiştir. Mesela, bir hadiste Rasûlullah der ki: “Mü’min kişinin kabrinden cennete bir kapı açılır. Oradan cennetin güzel kokusu, nimeti gelir. Facirin de kabrinden cehenneme bir kapı açılır. Oradan cehennemin sıcaklığı ve ze-hiri gelir.” [53] Ruhun bu kapıdan aldığı hazzı, bedenin de aldığı kesinlikle bilinmektedir. Kıyamet günü olunca da bu kapıdan içerdeki yerine girer. Bu dünyada kula bu iki kapıdan üzeri meşgalelerde, hissedilen perde ve bir takım arızalarla kapalı gizli bir işaret gelir, çoğu insan sebebini bilmese de, gördüğü şeyi yorumlayamasa da bunu hisseder. (Yani rüyada yapılan tenbihler ç.)
Bir şeyin varlığını bilmekle, onu hissetmek, yorumlamak ayrı ayrı şeylerdir. Ölünce, kapıdan gelen bu işarete biraz daha yaklaşır. [54] Dirildiğinde de bu işarete tamamen kavuşmuş olur. Allah’ın hikmeti gereği işaretler bu üç yurtta (dünya-Berzah ve Kıyamet) güzelce sıralanmıştır. [55]
——————————————————————————–
[1] İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitabu’r-ruh, İz Yayıncılık: 83. [2] Sebe’ sûresi,(34/6). [3] Ra’d sûresi,(13/19). [4] Ra’d sûresi,( 13/36). [5] Yûnus sûresi,( 10/5 7-58). [6] İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitabu’r-ruh, İz Yayıncılık: 83-84. [7] Kaderiyye: Kaderi inkâr ederek “insan fiilinin yaratıcısıdır” diyerek şirke düşenler. [8] Mürcie: Müslümanlar hakkında hiçbirşey söylemeyen, hükmü kıyamete bırakan Islâmî bir fırkadır. Sözlerinden birisi “imanla beraber masiyet; küfürle beraber itaat bir mana ifade etmez”dir. [9] Haricîler: Hakem olayından dolayı Muâviye’nin tarafına geçip Sıffîn savaşında Ali b. Ebî Talib’e karşı olanlar. [10] Mü’tezile: Ehli Sünnet karşıtı kelam fırkalarının en büyüğüdür. Kur’ân’ın mahluk olduğunu, aklın nakilden Önce geldiğini söylerler. [11] Cehmiyye: Cehm b. Safvan’a bağlı Allah’a benzeşme ve cisimlik isnat eden fırkadır. Ben derim ki: Hayır, tam aksine Cehmiyye “Allanın güzel sıfatlarına saldıranlardır.” bkz. el-Fasl’ın hamişinde bulunan el-Milel ve’n-nihâl. [12] Rafiziyye: Kendilerim Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’e sövmekten meneden Zeyd b. Ali’den uzaklaşan sahabeye söven şii fırkalarından biridir. [13] İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitabu’r-ruh, İz Yayıncılık: 84-85. [14] İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitabu’r-ruh, İz Yayıncılık: 85-86. [15] Kasas sûresi,(28/82) [16] Ben derim ki: “İleri sürdüğü eserlerin senetleri sahiplerini bulmuyor ki araştırarak hadislerin sıhhatine hükmedelim. Şimdiye kadar incelediğimiz delillerden Allah ve Rasûlü dışında kimsenin sözünün hüccet olmayacağını anlamış olduk. [17] Vâkı’a sûresi, (56/83-85). [18] Buhârî, Nesâî, Ahmed ve Beyhakî’nin Ebû Said el-Hudrî’den rivayet ettiği hadiste bu sabit olmuştur, bkz. Ahkâmü’l-ceııaiz s. 72.. [19] İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitabu’r-ruh, İz Yayıncılık: 86-88. [20] Enes b. Malik’ten, Müslim ve Nesâî rivayet eder. bkz. Câmiu’1-usûl, c. IX, s. 172. Buhârf ye ulaşmamış bir hadistir. Allah iyisini bilir. [21] Müslim, Zeyd b. Sabitten uzun bir hadis rivayet etmiştir. [22] ileri sürdüğü deliller Kur’ân ve Sünnetin dışında birtakım hikaye ve rüyalardan ibarettir. Bunlar doğru olsa da doğrulanması gerekmez; hüccet de ancak vahiy olur. [23] Senedinde zayıflar vardır. [24] Hadis zayıftır. Râviler arasında bulunan Amr b. Dinar el-Basrî hakkında Nesâî “sika biri değildir, Salim’den münker hadisten rivayet etmiştir. Mürre’de zayıf olduğunu söylemektedir. Diğer görüşler için et-Tehzîb’e bkz. [25] Kıssayı anlatan kişi meçhul olduğundan zayıftır. [26] Üç sebepten ötürü bu hikâye de zayıftır: 1. Amr b. Dînar zayıflığı söylendi. 2. Medi-ne’li adam meçhul, 3. Kıssayı anlatan kişi meçhul. [27] Kırmızıya boyanmış hafif bir elbise. Bu elbiselerin giyinilmesini Rasûlullah yasaklamıştır. Çünkü bunu cahiliyye döneminde, uğursuz sayılan kibirli insanlar giyerdi. [28] Kıssayı anlatan kişi meçhul olduğundan bu hikâye zayıftır. [29] Ben derim ki: “Allah ve Rasûlüne inanan kimseye bu ve diğer kitaplar da bildirilenler kabir azabının gerçekliğine inanması için kafidir. Hikâye ve rüyaların çoğu senedi itibariyle zayıftır. Belki bunlar kulakları bu bilgilere alıştırmada faydalı ise de vahiyden başkası hüccet olamaz.” [30] Hz. Âişe’den gelen hadis müttefekün aleyhtir, bkz. el-Lü’lü’ü v’el-mercân c. 3, s. 106. Ayrıca Nesâî, Tirmizî ve Ahmed de rivayet etmiştir, bkz. Mu’cem’ül-müfeh-res. [31] Ben derim ki: Rasûlullah’ın vefat yılı, Kur’ân-ı Kerîm’i Cebrail’e arzetmesi doğrudur. Buhârî, Hz. Fatıma’dan bunu almıştır. Ancak burada Rasûlullahın Cebrail e Kur’ân’ı arzetmesinin insanların önünde olduğu bildirilmemektedir. Hadise, şertı ve rivayetleri için bkz. el-Feth, c. 9, s. 43… [32] İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitabu’r-ruh, İz Yayıncılık: 88-95. [33] İsrâ sûresi,( 17/44) [34] Sâd sûresi,(38/18) [35] Sebe’ sûresi,f34/10} [36] Hac sûresi, (22/18). [37] Nûr sûresi, (24/41). [38] Fussilet sûresi, (41/11). [39] Buhârî c. 4, s. 172; Tirmizî c. 10, s. 111, rivayet etmiştir. [40] Buhârî ile Nesâî hurma kütüğünün inlemesini Cabir’den rivayet etmişlerdir. Hadis ve rivayet yollan için bkz. Câmiul-usûl c. 11, s. 232-233. Buhârî ile Müslim, İbni Ömer’den de rivayet etmişlerdir. Aynı kaynağa bkz. Kadı lyaz eş-Şifâ’da hadisin mütevatir olduğunu söylemiştir. Daha geniş bilgi için bkz. eş-Şifâ c. 1, s. 199. [41] Bakara sûresi, (2/243)Kur’ân’da da böyle geçer: {Bakara süresi, 2/72-73)
[42] Bakara sûresi, (2/259). [43] Bakara sûresinde geçen şu âyete işaret eder: “Hani bir adam Öldürmüştünüz de ka-tili hakkında birbirinizle atışmıştınız: (Bakara sûresi,, 72-73) İbni Kesir, c. 1, s. 108-113. [44] Bakara sûresi, (2/55). [45] Kıssa için bkz. İbni Kesir Tefsir’i c. 3, s. 73-80. [46] Yüce Allah’ın “Hani İbrahim: ‘Rabbim ölüleri nasıl diriltirsin bana göster’ demişti de” âyetine işaret etmektedir. (Bakara, 260). bkz. İbni Kesir Tefsir’i c. 1, s. 315. [47] İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitabu’r-ruh, İz Yayıncılık: 95-96. [48] Mü’minûn sûresi, (23/100). [49] Buhârî, Ebû Saîd’den rivayet etmiştir, c. 4, s. 151 ve diğer yerler. Ayrıca Nesâî, İbni Mâce, Malik ve Ahmed’de rivayet etmiştir, bkz. Mu’cemü’I-müfehres. c. 2, s. 33. Haşiye maddesi. [50] İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitabu’r-ruh, İz Yayıncılık: 96-97. [51] bkz. Buhârî, îman (37); İbni Mâce, Mukaddime (9); Malik el-Muvatta’da ‘Bâbiül-Itk”ta (9) Ahmed de Müsned’de (1072) rivayet eder. Ben derim ki: Ebû Hureyre’nin rivayet ettiği Cibril hadisinde geçen lafız, Müttefekun aleyhtir, bkz. Câmiu’1-usûl c. 1, s. 213, 214; el- Lü’Iü’ü v’el-mercân c, 1, s. 2. Ayrıca îbni Mâce de Ebû Hurey-re’den rivayet eder. [52] Âl-i İmrân sûresi, (3/185). [53] Kabir azabıyla ilgili uzun Berâ hadisinin bir kısmı budur. Hadisin tahrici geçti. [54] Bu söz müellifin yaptığı bir istinbattır. Hiçbir delil anmadığı gibi buna delalet edecek bir delili ben de bulamadım. Bu gibi itikadı konularda vahiy olmadan birşeyler demek caiz olmaz. [55] İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitabu’r-ruh, İz Yayıncılık: 97-98.