• İlahiyat Arapça Eğitim Seti
  • D.B.Meal Video Takip
  • Sanal-Medrese
  • İlahiyat Arapça Eğitim Seti
  • D.B.Meal Video Takip
  • Sanal-Medrese
FETVALAR
Browse:
  • Home
  • FETVALAR
  • Organ Nakli

Organ Nakli

by Admin in FETVALAR
Tags: organ nakli caiz midir, organ nakli hakkında fetvalar

Soru: Organ nakli caiz midir?

Cevap: Organ nakli mes’elesi bir çok yönüyle yeni bir mes’ete olmakla beraber, bazı yönleriyle de eskiden beri bilin­mekte ve İslâm Fıkıhçıları tarafından bu yönüyle ele alınmış bu­lunmaktadır. Konu açısından en önemli nokta elbette insanın değeri ve konumu mes’elesidir. Herhangi bir makine gibi insanın bir parçasını söküp diğerine takma, ya da beğenmeyip değiştir­me, herhalde onun “keramet”ine nakîsa getirmediği ölçüde yapılabilmeli, ya da yapılamamalıdır. Yahut bir başka deyişle, bir or­gan nakli ameliyatı yapılırken bilimsellik putunu tatmin amacıyla, yapılanın doğru olup olmadığına bakmadan, insanın neler yapabi­leceğini değil, insana neler yapılabileceğini hesap etmek gerekir. Bu girişten sonra:

İslâm’da Allah’ın yarattığı en değerli varlığın insan olduğunu, onun “zübde-i âlem” bulunduğunu, diğer her şe­yin onun için yaratıldığını, ayet-i kerimeler de, hadis-i şerifler de, bunlara bağlı olarak İslâm uleması da enine boyuna açıklamıştır. İnsanın genel anlamda üstünlüğü ve kerameti yanında; şekil gü­zelliği, yer yüzünde Allah’ın halifesi olması, ilimle şeref kazanma­sı, meleklerin ona secde etmesinin istenmesi, yiyeceği ve içeceği şeyler bakımından üstünlüğü, gibi yönleriyle onun varlık alemi­nin odak noktası olduğu bildirilmiş, canının korunması, dinin ana hedeflerinden (maslahat) sayılmış, hayatî uzuvlarına tecavüz dahi canına tecavüz kabul edilmiş, haksız yere bir insanın öldürülmesi bütün insanların öldürülmesi, ölümden kurtarılması da bütün insanların diriltilmesi gibi görülmüştür. Hatta Rasulüllah (sav), “Bir kardeşine silâh çekene melekler lanet eder” [686] buyurarak onu korkutmanın dahi ne büyük günah olduğuna işaret etmiştir. İn­sanlara kendilerini tehlikeye atmamaları emredilmiş, hastalıklara çare ve tedavi aranması istenmiştir. Bu yüzden İslâm alimleri in­sanın tek tek uzuvlarının dahi mal kabul edilemeyecekleri için satılamayacağını, eşya gibi kullanılamayacağını, bağışlama yetkisi­nin bile insanın elinde olmadığını hükme bağlamışlardır. Hatta ik­rah (ölümle tehdit) durumuyla karşılaşan birisi, öldürülme endi­şesiyle başkasının, değil canına, bir uzvuna dahi tecavüzde bulu­namaz. Tek tek her insan mükerremdir Bu hükümlerden bir in­san olarak kâfirler dahi ayrı tutulmaz. Birinin hatırına diğerinin kerametine halel getirilemez. Hatta açlıktan ölme durumunda olan birisi, başka insanın etini yiyemeyeceği gibi, Safilerden çok azı dışında bütün İslâm hukukçularına göre, kendinin bir uzvunu da kesip yiyemez. Çünkü insan kendisinin maliki değildir. Ayrıca bu onun tamamen ya da kısmen satılamamasının da bir sebebi­dir. Çünkü satılan şeyin mülk olması gerekir. İnsanın bu değer ve şerefi ölmekle de kaybolmaz. Onun için Rasulüllah Efendimiz (sav), “ölünün kemiğini kırmak, onu diri iken kırmak gibidir” [687] buyurur. Buna göre doktorların sahipsiz cenazeler üzerinde yapakları deneyler, kadavra vs. ye cevaz bulmak mümkün değil­dir.

Bütün bu ve benzeri sebeplerden ötürü bir insandan bir baş­kasına herhangi bir uzuv aktarılamayacağına diğeri zaruret içeri­sinde de olsa bunun caiz olamayacağını fıkıhçılar çeşitli ifadelerle ve hemen hemen ittifakla söylemişlerdir. [688] İnsanın kendi vücudundan kopan bir parçasının yerine takılmasına ise caiz de­mişlerdir. Delil olarak Rasûlüllah Efendimiz (sav)’ın Bedir harbin­de gözü çıkan Katâde’nin gözünü kendi elleriyle yerine iade etmesini göstermişlerdir. [689] Yapay organlar ve domuz dışındaki kemik vs. lerini bu gaye ile kullanmakta da sakınca olmadığını söylemişlerdir. [690] Yenilerde de bu görüşleri savunan fıkıhçılar tedavinin bu yöne kaydırılması gerektiğini, insandaki rahatsızlık­lar için başka insanları kullanmanın, İslâm’ın “zarara zararla mukabele edilmez” esasına ters düştüğünü ve tıbbın şu anda ulaştığı noktanın sanki son aşama gibi görülüp, başka hal çareleri arama kapısını kapayacağını, dolayısıyla buna cevaz vermenin aslında meşru yoldan ilmin ilerlemesine de engel teşkil edeceğini söyle­mişlerdir. En ihtiyatlı görülen bu izaha göre:

İnsanın tek hedefi, nasıl olursa olsun yaşamak değil, ne kadar yaşarsa yaşasın bir gün nasılsa ayrılacağı bu dünyadan, asıl dünyasını kazanarak ayrıl­maktır. Halbuki, insanları bir makine gibi parçalarına ayırıp, diğe­rine monte etmek isteyen mantalite bunu, insana olan saygısın­dan değil, her türlü gücün üstünde olan bilme merakını tatmin ve dünyayı ölümsüzleştirmek için yapmaktadır. Bu yüzden yetişilemeyip ölenlerin artık işi bitmiştir. Hiç olmazsa işe yarar parça­ları bir başkasına takılmalıdır. Böylece belki onu ölümsüzleştir­mek mümkün olabilir. Çünkü ölüm (ona göre) safi kayıp ve herşeyin bitmesi demektir. İki-üç ay önce Mısır’da basılan ve Dr. Abdüsselam’a ait olan konuyla ilgili bir kitap da bu ihtiyatlı, görüşü benimsemiş görülmektedir.

Ama geçtiğimiz yıl yine Mısır’da tartışılıp kabul edilen dokto­ra tezinde Dr. Muhammed Zeynelabidin ise bazı şartlarla organ naklini caiz görmekte ve bunları:

Zaruretin bulunması, iki zarar­dan hafif olanının alınması diye özetlemektedir. Bizce ancak adil tabiplerin de katılacağı bir heyet icmaının halledebileceği bu mes’elede son söz henüz söylenmemiştir. Ancak caiz olmadığını savunan görüşün delilleri daha güçlü, daha ihtiyatlı daha insanî görülmektedir. [691]

Soru: Organ nakli konusunda İslâmî açıda bu tereddü­dün sebepleri ne olabilir?

Cevap: Organ nakli mes’elesinin henüz yermi-otuz yıllık bir ömrü var. Bu bir bakıma çok kısa bir zaman dilimi, bir bakıma da bu mes’ele ile beraber doğan bir çocuğun şartlarının bulunduğu bir ortamda nemalanmış olması halinde müctehid olabileceği ve onu ve benzen bir çok mes’eleyi halledebileceği kadar uzun bir süre… Ama teoride böyle olsa da bütün kompleks bir mes’ele, böyle karışık bir zamanda ancak “heyet içtihadı” ile hükme bağ­lanabilir. Çünkü mes’elenin; biyolojiyi, tıbbı, ahlâkı, hukuku, aki­deyi vb. ilgilendiren yönleri vardır. Şöyleki:

1- Hangi organ kişinin hayatiyetinde ne derece fonksiyona sa­hiptir? Doku uyumu ve nakil başarısı açısından bu operasyonla­rın başarı, ya da kâr ve zarar oranı nedir? Bir insanı oluşturan canlı hücrelerle diğer insanınkiler birbirine ne ölçüde benzer?

2- Ölen bir insanın teorik olarak bütün uzuvlarının başkaları­na dağıtılması halinde o insan yakınlarına göre ne derece onlarındır? Ölüye ihtiramın sınırı nedir? Diğer yönden, önemli bir organını başkasından alarak yaşayan birisi kendi yakınları için ne derece kendisidir? Elinin nakil olduğunu düşünürsek; çocuğunu okşarken, hanımına dokunurken ne ölçüde bir baba ve bir koca olarak davranabilir, ya da karşısındaki tarafından öyle algılanabi­lir? Organ naklinin sınırı ne olmalıdır? Aynı mülâhazalarla (eğer bağışlanırsak) faraza, kendisine başkasının “zekeri” nakledilen kocanın hanımı karşısındaki durumu, ya da meselâ rahmi nakil olan bir kadının kocası ve çocuğu karşısındaki durumu ne ola­caktır?

3- Böyle bir babadan olacağı varsayılan çocuğun nesebi şaibeli olacak mıdır? Vefat eden ve uzuv alınacak olan tarafın ölümü na­sıl tespit edilecektir? Bu, tıbba mı yoksa hukuka mı havale edile­cektir? Lütfi Doğan hocamızın da değindikleri gibi, komaya giren ve doktarlarca yaşamasından ümit kesildiği için kalbi, böbreği vb. alınmasına karar verilen ama haddizatında ölmeyen bir kimsenin, o sırada doğacak, ölecek ya da bir başkasıyla nikahlanacak eşi ve yakınlarıyla aralarında ne gibi veraset ve sıhriyyet problemleri doğacaktır? Faraza kendisine babasının eli takılan (aksi de düşü­nülebilir) çocuğun zevciyet ilişkilerindeki ten teması, “hurmet-i masahara”ya yol açacak mıdır. Nakledilecek organ için kimin yetkisine başvurulacaktır? Ölmeden önceki kendi beyanına mı? Velilerin mi? O ya da öbürleri bu yetkiye sahip midir?

Milyonlarca insanı ve bir o kadar da başka canlıyı bir anda öl­dürmenin tekniğini üreten teknolojinin, hasta bir insanın kısa bir süre daha yaşamasını bu yolla sağlamaya çalışması insanî bir çaba mı yoksa öbür dünyaya inanmamanın ve burada ebedî kalma çır­pınışlarının tezahürü mü? Bu yılın başlarında İngiltere’de yaşanan “böbrek satışı skandalı” ve yine kısa bir süre önce Afrika’dan organları alınmak üzere Amerika’ya götürülen çocuklar olayı, çok daha büyük boyutlarda tezahürlerle insanlık önüne çıkmaya­cak mı? (1990 başları)

4- Haşrin cismanî olduğunu söyleyen ehli sünnet ulemasına göre nakledilen bir organ, meselâ kalb, tekrar dirilmede kimin organı olarak dirilecek? Mü’minden kâfire, kâfirden mü’mine or­gan nakli yapılabilecek mi? Diyelim bir kâfirin kalbinin mü’mine takılması onun imanına etki edebilecek mi? Ya da bir mü’minin hayatî bir organının bir kâfire takılması iman açısından caiz görü­lecek mi? Görülürse Akaid kitaplarımızda yer alan “kâfirin öm­rünün uzun olmasına duâ edilmez” ve benzeri hükümler yeniden ele mi alınacak?

Bu ve benzeri ihtimallerin bir kısmı elbette çok teferruattır, hatta gülünç de görülebilir. Ama yine de düşünülüp bir heyetçe karara bağlanmaları gerekir. Bu ihtimallerin hepsine müsbet so­nuç göstermek de organ naklinin cevazı için elbette şart değil­dir.

Bütün bu noktaları ve -bilebildiğimiz kadarıyla nasları- göz önünde bulundurduğumuzda olur ya da olmaz sonucuna varma­dan ve sırf o sonuca varma yolunda olanlara fikrî katkıda bulun­mak gayesi ile şu bulgulardan söz edebiliriz:

1- Organ nakli ve aynı kategorideki operasyonlar hakkında açık (ibaresi, işareti, delaleti ve iktizasıyla bilgi veren) nas bilin­memektedir. Bu da bu mes’elenin -en menfi ihtimali alınsa bi­le- dinin temel esaslarını zedelemeyeceğini gösterir (mi?). Yine aynı itibarla Hanefîlerin “istihsan”mı ya da Malikîlerin “masalih-i mürsele”sini ilgilendirdiğinden maslahata uygun olan uygulamayı tespit, sözkonusu heyet için zor olmayacaktır.

2- “Ölünün kemiğini kırmak, günahta canlısını kırmak gibidir”, diğer bir rivayette “… canlı iken kırmak gibidir” [692] anlamındaki hadis-i şerif, hiç bir surette organ naklinin olamayacağını göster­mez. Çünkü çeşitli ameliyatların yapılabileceğini, kangren olmuş bir uzvun kesilebileceğini kabul etmeyen yoktur.

3- Fıkıh kitaplarımızda değişik mes’eleler için sarfedilen bazı ibareler konuya müsbet bazan da menfî yönde ışık tutar gibidir. Meselâ:

a- Başkasının olan bir malı yutan birisinin; bunun ödeneceği terikesi, ya da ödeyecek birisi bulunmaması halinde karnı yarılıp o mal çıkarılabilir. [693]

b- Malikîler ve Hanbelîler, yukarıda geçen hadise dayanarak ölen hamile bir kadının çocuğunu almak için karının yarılamaya­cağını söylerler. Çünkü böyle bir çocuk adeten yaşamaz. Kesin olan bir saygıya (hürmete) mevhum (olabilmesi vehimden iba­ret) bir işi sebebiyle saygısızlık edilemez. Şafiîler ise hem bunun için hem de yuttuğu mal için karnının varılabileceğini söylerler. [694] Malikîlerin; ölümünden önce-başkasına ait çok bir malı (zekat nisabı), kaybından korkma ya da bir özür sebebiyle yuta­nın karnının varılabileceğini, hatta bunu mirasçıları ondan mah­rum etmek için yutmuşsa az da olsa yarılacağını düşünürsek [695], hamile ile alakalı hükmün illetinin (dayanağının) kesin bilememe olduğunu anlarız. Eğer durum bugün bunun aksine ise hükmün de değişeceği ortaya çıkar.

c- Aç kalan bir insan, kanı masum bir insandan başka yiyecek bir şey bulamazsa, o mü’min olsun, kâfir olsun, onu öldürmesi, ya da bir organını telef etmesi helâl olmaz. Çünkü o da onun gi­bi bir insandır. Binanaleyh, kendini yaşatmak için onu imha ede­mez. Bunda ihtilaf yoktur. (Bu ifade bu konuda icmaın bulundu­ğunu ve canlıdan canlıya organ naklinin caiz olamayacağını göste­rir.) Bulduğu kişi harbî ve mürted gibi kanı helâl birisi ise bazıla­rına (kadı) göre öldürüp yiyebilir. Çünkü öldürülmesi helâldir. Şafiî “ashap” fıkıhçılar da bu görüştedir. Çünkü onun saygınlığı yoktur ve yabaniler hükmündedir… Eğer masum birini ölmüş olarak bulursa Hanbelî “ashab” fıkıhçılara göre yenmesi helâl ol­maz, İmam Şafiî ve bazı Hanefîlere göre helal olur. Evla olan da budur. Çünkü dirinin saygınlığı daha büyüktür. (Hükümde birbi­rine denk görülemezler.) [696] (Bu sonuncuların görüşüne göre ölümle karşı karşıya olan birisi bir ölüden organ alabilir.)

d- Hanbelîlere göre, yiyecek birşey bulamayıp zor durumda kalan kimsenin, kendi bazı organlarını yemesi caiz değildir. Çün­kü bir organını kesmesi belki de onun ölümüne sebep olur ve kendini öldürmüş sayılır. [697]

Ama “el-Minhâc” da Neveviye gö­re, daha sahih (esah) olan, hepsini değil ama organının bir kısmı­nı kesmesinin caiz olmasıdır ve bunun iki şartı vardır:

1. Meyte ve benzerinin bulunamayışı.

2. Kesmedeki tehlike, yemeyi terketmedeki tehlikeden az olması. Tehlike eşit, ya da kesmeden daha fazla olursa kesinlikle haram olur. Ama insanın aynı durumda olan başkaları için organlarını kesmesi de kesinlik­le caiz değildir. Çünkü bu tamamı kurtarmak, parçayı feda et­mek gibi değildir. [698]

e- Şafiîlere göre insanın kırılan kemiği, temizi bulunamadığı için pis bir madde ile bağlanırsa sahibi mazurdur ve zaruretten ötürü namazı sahihtir, onu çıkarması gerekmez. [699] Eğer işin ehli (uzman doktorlar), insan eti ancak köpek gibi bir şeyin ke­miği ile bağlanırsa çabuk tutar derse bu, Esnevî’nin de dediği gi­bi, özür sayılır. Bağlamasının haramlığı ve çıkarmasının gerekip gerekmeyeceği konularında kendi dışındaki bir insanın (ifadeye göre mü’min olsun kâfir olsun) kemiği (vs. si) de pis olan kemik hükmündedir. Bu ifadenin zahirine bakılırsa muhterem olan in­sanla olmayan arasında da bir fark yoktur. [700]

f- Gazali aç kalan insanların, ölmemek için içlerinden birini yemelerinin “garip mürsel bir maslahat” olduğunu, binanaleyh, caiz olmayacağını söyler. [701]

Sonuç:

I. Bu fıkıh ibarelerini naslar gibi bağlayıcı saymak zo­runda olunmadığı gibi, bütünüyle gözardı etmek de mümkün de­ğildir. Özellikle İbn Kudâme’nin “ihtilaf yoktur” dediği mes’ele canlıdan canlıya organ naklinin olamayacağını göstermesi açısın­dan önemlidir.

2. Organ naklinin bir kalemde caiz olduğunu söylemek, aynı zamanda alternatif çarelerin de önünü tıkamak ve insanî gibi gö­rülen bir uygulamanın, daha insanî olana engel olması anlamına gelebilir. Nitekim yakınlarda dinlediğim bir radyo haberine göre ABD’de kadavra görevi üstlenecek yapay bir vücut geliştirilmiş­tir. [702]

[686] Müsned, ll/256, 505

[687] Muvatta, Cenâiz, 45; Ebu Davud, Cenaiz, 60; İbn Mâce, Cenâiz, 63; Müsned, VI/58, 100.

[688] Nevevî, el-Mecü’l, IX/45; Mugni’l-Muhtâc, VIII/163; Mecmau’l-enhur, 11/528

[689] Zaman, 19.2,87 (Dr. Muhamrned Zeynelabidin Tarihin doktora tezin­den).

[690] Abdüsselam, Naki ve Ziraati A’zâil-İnsan, 125.

[691] Doç. Dr. Faruk Beşer, Fetvalarla Çağdaş Hayat, Nün Yayıncılık, İstanbul 1997: 265-268.

[692] Muvatta, Cenâiz, 45; Ebu Davud, Cenâiz, 45; Ebu Davud, Cenâiz, 60; İbn Mâce, Cenâiz, 63; Müsned, VI/58, 100, 105, 169, 200, 264. (Bazı rivayetler­de “Mü’minin” ya da “müslimin” kemiğini, denmektedir.)

[693] İbn Abidîn, 111/246.

[694] Vehbe, 111/521

[695] agk.

[696] İbn Kudâme, el-Mugnî, Vlll/601-602.

[697] age., VIII/601

[698] Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, 1/190; Vehbe, 1/577.

[699] Şirbînî, age., 1/190-191

[700] Şirbînî, age., 1/190-191

[701] Bûtî, Davâbıtu’l-Maslaha (Şifâu’1-Ğalîl’den), 222.

[702] Doç. Dr. Faruk Beşer, Fetvalarla Çağdaş Hayat, Nün Yayıncılık, İstanbul 1997: 268-273.

KAYNAK : Prof.Dr. Faruk Beşer, Fetvalarla Çağdaş Hayat

AdminPost author

Merkez-i Delil

Cevabı iptal etmek için tıklayın.

You must be logged in to post a comment.

Takvim

Mart 2023
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  
« May    

Add some widgets to this area!

Ulumulislam.com 2022 Sanal Medrese

WhatsApp ile görüşelim