Halil Günenç,Fetvalar :
SORU 553: Özel Finans Kurumları hakkında bilgi verirmis iniz?
CEVAP: Malum olduğu üzere bugün yeryüzünde t icari işlemlerde birçok
hukuk s ıs temi uygulanmaktadır. Ancak bunların temelini teş kil eden iki s is tem
vard ır.
1- Roma Hukuku
2- İs lam Hukuku
1- Roma Hukuku: Akıl, tecrübe ve ins an bilgis ine dayanan batı s is temidir.
Bunun doğrusu olabileceği gibi yanlış ı da olabilir.
2- İs lam Hukuku is e; vahye ve ins anı yaratan Allahü Teala’ya dayanıyor.
Bunun yanlış ı olmaz. Ancak, Kur’an ve Sünnetde yer almamış içt ihadi
mes elelerin hükmü her ne kadar Kur’an ve Sünnet ış ığı alt ında belirt ilmeye
çalış ılıyor is e de akıl, tecrübe ve örfe de yer verildiği için tart ışma konusu
olabilir. Binaenaleyh, biz inananlar alış veriş imizde, teamüllerimizde mevcut
kanunlara ters düşmemek hus usunda it ina gös terdiğimiz gibi harama
girmemek ve Allah (c.c.) indinde sorumlu olmamak ve bu ilahi kanuna da ters
düşmemek için has s as olmamız gerekir.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s .a.v.) şöyle buyuruyor:
“Hepiniz çobans ınız, hepiniz maiyet inizden s orumlusunuz. Devlet baş kanı bir
çobandır. Kendi maiyet inden sorumludur. Aile reis i de ailenin çobanıdır ve
ondan s urumludur. Aile reis i de ailenin çobanıdır ve ondan sorumludur.
Hizmetçi de iş verenin iş inde çobandır ve ondan sorumludur.”
Hz. Ömer ş ö yle bu yuruy or: Demek oluyo r ki, h erkes u hde s in de o lan iş ten
sorumludur. O işde herhangi bir kusur olurs a ondan sorumlu olur. Ondan
hes ab verecekt ir. Fırat ‘ın kenarında bir oğlak ölürs e Allah’ın (c. c.) Ömer’i
hes aba çekeceğinden korkuyorum.
Binaenaleyh bir mües s es ede çalış an herkes uhdes inde bulunan işten
sorumludur. Onu ihmal edip geri kalmas ına s ebebiyet veren kims e büyük
vebal alt ına girmiş olur.
İs lam inancına göre t icaret , tarım ve s anat gibi ş eylerle meşgul olmak büyük
bir ibadet s ayılıyor. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s .a.v.) bir hadis i
ş erifinde şöyle buyuruyor;
“Günahların öyleleri var ki ne namaz, ne oruç, ne de hac onların affına ves ile
olmaz. Ancak geçimi s ağlamak için s arf edilen himmet onların affına ves ile
olur.” Diğer bir hadisi ş erifde ş öyle buyuruyor ;
“Emniyet li bir tüccar kıyamet günü ş ehitlerle beraber haş rolunacaktır. ”
Ancak namaz, oruç ve hac gibi ibadetlerin bir takım ş art , farz, s ünnet ve
haramları vardır. Öğrenmeden onları ifaya kalkışmak anlams ız ve büyük bir
vebal olduğu gibi, t icaret gibi iş lerin de ş art, farz ve s ünnet lerini öğrenmeme
faiz ve harama s ebebiyet vereceğinden onunla uğraşmak da vebaldir. Bunun
için İs lam’ a göre t icaret in usulünü öğrenmeye ve t icaret imizde onu es as
almaya mecburuz.
Finans Kurumlarının Kuruluş Gayes i
İs lami Finans Kurumlarının kurulu ş gayes i birkaç ş eydir.
1- Ticaret yapıp helal kazanç s ağlamak.
2- Müs lümanların yanında bulunup ölü durumunda olan paralarını piyas aya
sürüp canlandırmak. Çünkü, t icaret yapma imkanına s ahip olmayan birçok
vatandaş bulunduğu için faiz mües s es elerine yaklaşmadığından paras ını
yas tık alt ında tutmak zorunda kalıyordu, ne kendis i ne de baş kas ı ondan
faydalanamıyordu. Bu mües s es elerin ortaya çıkmas ıyla bu kabil Müs lümanlar
paras ını mudaraba t icaret i için bu mües s es elere yatırma fırs atını yakalıyor,
hem kendileri hem de mües s es e s ahipleri is t ifade ediyorlar.
3- Faize girmeden vatandaş ların muhtaç oldukları emtiayı temin etmek. Birçok
vatandaş iş yapabilmek için birçok ş eylere muhtaç oldukları halde kendi
imkanlarıyla onu karş ılayamadığı için işs iz kalıp s efil bir hayat içeris inde
yaşamını devam et tiriyor veya İs lam’ın yas akladığı faize baş vurmak zorunda
kalıyor. Finans kurumlarının ortaya çıkmas ıyla iht iyacını bunların vas ıtas ıyla
temin edebiliyor, mes ela; paras ı olmayan bir vatandaş bir kamyon almak
is ters e, bir finans kurumuna gider. Şu evs afa haiz bir kamyon s atın almak
is t iyorum, der. Finans kurumuda o kamyonu peş in bir fiyatla s atın alır ve
ondan sonra uygun bir fiyatla bu s efer vade ile müş teriye s atar ve böylece
hem müş terinin iht iyacı karş ılanmış olur, hem de mudaraba için paras ını
yatıran kims e ile finans kurumu da kazanç s ağlamış olur. Bu ş ekilde vade ile
yapılan alış verişde dini bir s akınca yoktur. İmam-ı Şafii bu husus ta şöyle
buyuruyor ; “Bir kims e biris ine, s en bana s atmak üzere şu emt iayı s atın al,
ben de s ana ş u kadar ka r v ereceğ im des e caizdir. Yalnız bu s ö z bağ lay ıc ı
değildir. O adam emt iayı s atın alırs a müş teri durumunda olan kiş i s atın alır
veya almayabilir. O adam da s atmak husus unda s erbes t t ir.” Binaenaleyh, bu
finans kurumlarının yaptıkları alış veriş usulü İs lami çizgi dahilinde
yürütüldükten sonra meş ru olup hiçbir s akıncas ı yoktur.
4- Ticaret yapma imkanına s ahip olmayan birçok vatandaş bulunduğundan
ötürü paras ını faiz mües s es elerine yatırmaktan uzak kalmas ı nedeniyle,
paras ını yas tık alt ında tutmak zorunda kalıyor. Ancak İs lam’a uygun olarak
çalış an bu mües s es elerin ortaya çıkmas ıyla Müs lümanlar nefes alabildiler ve
s aklı olan paralarını mudaraba t icaret ine yatırma imkanı buldular. Bunun için
bu mües s eler, inanan kims eler için önemlidirler ve bu mües s es elerin
yönet icileri de İs lam’ a uygun olarak çalışmak zorundadırlar.
İs lam’a uygun olarak çalış abilmeleri için aş ağıdaki husus lara dikkat edilmes i
lazımdır;
1- İçki, domuz gibi İs lamın yas akladığı ş eylerin t icaret ini yapmamak, bunlara
giden muamelelere teves sül etmemek.
2- Müş teriyi mağdur düşürecek ş ekilde fahiş kazanç s ağlamamak.
3- Faizli muamelelere teves sül etmemek.
4- Satılan ş eyin mevcut olmas ı için dikkat etmek. Zira mevcut olmayan bir
ş eyi s atmak haramdır. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s .a.v.) Hakim Bin
Hizam’e hitaben şöyle buyuruyor ; “Sende mevcut olmayanı s atma.”
5- Bir ş eyi s atın alırs a onu baş kas ına s atabilmek için önce onu tes lim almak
gerekir. Onu tes lim almadan baş kas ına s atmak haramdır. Hanefi mezhebine
göre; “Bir ş eyi tes lim almak için onu bir yerden baş ka bir yere nakletmek ş art
değildir, s atın alınan ş ey gös terilir ve götürülmes ine engel bulunmaz ise
tes lim edilmiş s ayılır.”
6- Bir ş ey vade ile mes ela; 10.000 dolara s atılmış ols a, fakat müş teri
zamanında borcunu vermes e, vermedi diye gecikme farkının alınmamas ı
gerekir. Ancak Türk paras ı ile s atış olurs a ve borcunu vades inde ödemiyerek
geciktirirs e paranın değer kayıp etmes i nedeniyle meydana gelen zararın telafi
edilmes inde bir s akınca yoktur.
Prof.Dr.Faruk Beşer,Fetvalarla çağdaş hayat :
Faizsiz Fin Ans Kurumları (I)
Soru: Günlük konulara İslâmî açıdan getirdiğiniz yorumlar için Allah sizden razı olsun.
Benim açıklamalarınıza ihtiyaç duyduğum konu şu:
Faizsiz finans kurumlarına gönül rahatlığı ile para yatırabilir miyiz? Aslında müslümanların paralarının bir merkezde toplanmasının, üzerinde durulması gereken bir konu olduğu kanaatindeyim. Evimizde altın olarak pasif bir şekilde duran küçük tasarruflarımızın dinamik bîr güç halinde birçok insanın nafakasını temin edeceği hayırlı ticari işlerde kullanılacağı gibi, ülke ekonomisinde de bir güç oluşturabilir.
Fakat benim bazı endişelerim var. Neden bu kurumlar banka faiz oranlarına yakın bîr kâr payı veriyorlar? Ayrıca diğer bankaların % 85’e varan son faiz ayarlamalarından sonra, bu kurumlar da kâr oranlarını yükselttiler. Vebali çok yüksek ve hassas olan bu konuda, bir gazetede çok sık çıkan ilanlarından sonra sîze yazma ihtiyacı duydum. Bu kurumlara gönül rahatlığı ile para yatırabilir miyiz?
Cevap: Müslümanların iktisadi yönden de bağımsız ve güçlü olmaları önemli bir olaydır. Medine Site Devleti’nde teşebbüs edilen ve kazanılan ilk savaş iktisadî savaştır denebilir. Bu açıdan böyle faize (sömürüye) dayalı kapitalist bir ekonomi ortamında İslâm’a dayalı bu tür müesseselerin kurulması doğrusu bizim gönlümüze su serpmiştir. Ancak bunların dayandığı esas prensipler ve çalışma biçimleri hakkında İslâm iktisatçıları henüz son sözü söylemiş değillerdir. Belki meselenin detayını iyi bilmediğimiz için bizler gibi canhıraşane bu müesseseleri savunanlar, faizli sisteme alternatif olduğunu söyleyenler, inancının gereğini yaşamak isteyenlerin çalıştıramadı kalan sermayelerinin ancak bu yolla erimekten kurtulacağını, hatta helâlinden nemalanacağını iddia edenler, hatta daha iyimser davranarak faizli sisteme öldürücü darbenin ancak bu yolla vurulabileceğine inananlar bulunmakla birlikte, yine bizim basınımızda ve yine yerli ve yabancı müslüman iktisatçılar tarafından bunların eleştirildiği ve inananların elinde âtıl halde bulunup, mevcut kapitalist sistemlerin yaşayabilmeleri için ihtiyaç duydukları paranın, bu sistemlere kan takviyesi olmak üzere piyasaya kazandırılma hilesi olarak görüldüğü, bunların, adlarına kâr otaklığı demekle beraber, yaptıklarının netice itibari ile faiz olmaktan başka bir şey olmadığı, “ihtiyacı olan öküzü, peşin yüzbin lira bulamadığı için bir yıl vadeli faizle ikiyüz bin liraya satın almak zorunda kalan çiftçi Mehmet Efendi’nin bu sisteme müracaat etmesiyle, yine bir yıl sonra ödemek üzere ve yine ikiyüz bin liraya satın alabileceği, neticede isimden başka bir şeyin değişmeyeceğini” savunanlar da oldu. Bütün bu olanlar bu kurumların İslâmîliğinin herkesçe kabul edilebilmesi için daha çok bilgiye ve zamana ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Sözünü ettiğiniz, kâr oranlarının faize göre ayarlanması aslında işin püf noktasını oluşturuyor değildir. Her ticari ortaklık kâr etmek için kurulur. Bunun için de piyasa şartlarını göz önünde bulundurmak zorunda kalır. Eğer bu bir kâr ortaklığı ise ve kârın dağıtılma oranı da tarafların rızasına bağlı ise, o zamanki pisaya şartlarına göre o oranda, şu andaki piyasa şartlarına göre de bu oranda kâr veriyorum diyebilirler. Bunu fıkhî bir baza oturtmak, ya da kitabına uydurmak o kadar zor değildir. Bizi bu teferruata götüren sebep, bu kurumların biriyle alâkalı olarak bir tüccarın yaşadığı bir uygulamadır:
Diğer bankalara çok büyük miktarlarda para yatıran mevduat sahiplerine bankalar, tahakkuk edecek faizin dışında hediye adıyla çeşitli ödemelerde bulunmaktadırlar. Ben de bunu emsal göstererek aynı şeyi paramı yatırdığım.
Finans Kurumundan istedim. Onlar da bir ön şart olarak bana on-beş milyon değerinde bir bilgisayar vermeyi kabul ettiler. Şimdi benim bunu almam caiz midir? Diye soruyordu bu tüccar.” İşte İslâm nokta-i nazarından kitabına uydurulamayacak uygulamaların bir örneğidir bu. Bu alışveriş akdinde, akdin gerektirmediği bir şarttır ve muamelenin fasit (faizli) bir muamele olmasını sonuç verir. Aslında bu müesseselerin değerli ve güvenilir fıkıh danışmanları bulunduğuna ve bu gibi uygulamaların onların gözünden kaçmayacağına göre, “acaba kazanma hırsı müslümanları, menfi cevap alacakları şeylerin hükmünü sormamaya mı itiyor?” Diye aklımıza takılıyor. Bizi, ihtiyaç kaydını ihmal etmekle beraber bu müesseseleri; faiz (sömürü) sistemine alternatif olarak kuruldukları, en az Türkiye’deki hissedarlarının inanan insanlar olduğu, uygulamalarını güvenilir fıkıhçılara danışarak yaptıkları ve belki de daha önemlisi elindeki üç-beş kuruş tasarrufu kapitalizmin çarkları arasında eriyen müslümanlara bir başka alternatif gösteremediğimiz için tavsiye ediyor ve yaşamalarında fayda görüyoruz. Ama bu tür fasit uygulamalar gördükçe de daha çok kazanma hırsının, müslümanları dahi fikren müslüman olmakla beraber fiilen kapitalisti eştireceğin den korkuyoruz.
12- Faizsiz Finans Kurumları
Soru: “Faizsiz finans kurumları hakkında verdiğiniz bilgileri ilgi ile okudum. Bir miktar rahatlatıcı şeyler söylemiş olmakla beraber, tedirginlik içinde “yutkunmak” mecburiyetinde kalmışsınız. Şimdi lütfen şu sorularımıza cevap verin:
1- Milyonların ihtiyaç içerisinde ızdırap çektiği bîr ülkede, zenginleşebilmek, bankada mevduat biriktirmek caiz midir?
2- 1400 küsur yıllık İslâm tarihinde “inanmış” zenginlerden bir kaç isim verebilir misiniz? (İmam Azam’dan sözetmeyin lütfen. Çünkü onun devrinde çaresizlik içinde kıvrananlar yoktu.)
3- İki yıl önce bir dergi söz konusu faizsiz banka(!) yöneticilerinden birinin otuz yedi milyar mal varlığından sözetmişti. Türkiyemizde ilâhî ölçülere bağlı olarak bu miktarı biriktirmek mümkün olabilir mi?
4- Meşru bir işe gayri meşrular ölçü alınabilir mi? Bunların kendilerini bankalara uyarlamaları niçin?
5- Meşru bir teşebbüs %I00 kâr vereceğim diyebilir mi? Ticaretin sonucu sadece kâr mıdır?
6- Günümüzde mü’minlerin zengin oluşları beni maalesef sevindirmiyor. Görüyorum ki, “cîfe” haline getirilmiş zavallı vatanımı ısırarak, kanatarak ve yırtarak geliyorlar o iğrenç noktalara. (İstisnası oldukça az) Zenginlerin çoğunu bıçaksız katiller olarak görüyorum. İnşaallah yanılan ben olurum.”
Cevap: Sözkonusu yazımızda biraz “yutkunmak” zorunda kalmış olsak dahi bu müesseseler hakkında bildiklerimizi söylemeye çalışmış ve bunlardan birisinin bir müşterisinin bize anlattığı uygulamanın fasit, yani faizli bir akid olduğunu bunların bankalarla olan irtibatlarının mahiyet ve düzeyini henüz iyi bilmediğimi, kâr oranı ayarlamalarının tarafların rızasına bağlı olduktan sonra akde zarar vermeyeceğini, güvenilir fıkıh danışmanlarının bulunduğunu ve muamelelerinde onlara danışma prensibiyle çalıştıklarını, bizim biraz da müslümanlara başka alternatif gösteremeyeceğimiz için bunları gözden çıkaramayacağımızı anlatmaya çalışmıştık. Şimdi çalışma prensiplerini biraz daha yakından öğrenmemizin gereği anlaşılmış oldu.
Sorularınızın her biri müstakil bir cevap isteyen sorular olmakla beraber kısaca cevaplamaya çalışayım:
1- Bir şeyin caiz olup olmaması ile en iyi davranış olup olmaması farklı şeylerdir. Şu anda meşru ölçülerle çalışan bir kâr ortaklığı sistemine müslümanın parasıyla ortak olması caizdir. Ama belki bu, en rasyonel seçenek olmamış olabilir. O takdirde ona alternatif bulmak gerekir. Bunu kendisi bilmiyorsa elinden tutan da yoksa, iktisaden sıfırlansın mı, yoksa hiç olmazsa mal varlığını korusun mu?
2- İslâm özel mülkiyete karşı olmadığı gibi servete simr da getirmemiştir. Karşı olduğu şey insanın malın kulu (abdü’d-dinar) olmasıdır. Bu derekeye düşmeyen bir müslümanın zengin olması fakir olmasından daha iyidir. Hz. Süleyman, Hz. İbrahim, Osman ve Abdurrahman b. Avf Efendilerimiz servetin kulu olmayan zenginlerimize misâldirler. Ne var ki, zenginlerin “abdü’d-dinar” olmamaları çok zor bir imtihan konusudur ve bunda başarılı olanlar çok çok azdır. Fakat, Kur’ân-ı Kerim’i bu açıdan baştan sona taramış ve çıkan manzara karşısında hayrete düşmüştüm. Yüzü aşkın ayet-i kerime zenginliğin tehlikelerinden, azdırıp helâkına sebep olduğu kavimlerden söz ederken, bir tek ayetin dahi fakirliğin tehlikelerinden sözetmemesi cidden çok düşündürücüdür. Halbuki kapitalist sistemlerde zenginlik sosyal ya da iktisadî bir risk değildir. İslâm’da ferdin zenginliğinden çok toplumun (devletin) zenginliği istenmiştir. Kapilatizmde olduğu gibi zengin olmak için çalışma yoktur. Ama Allah zengin ederse, şükür de nimete göre değişir.
3- Zengin olmanın yolu bir değildir. Biz bir insanın nereden kazandığını bilemediğimiz malı için haramdır dersek bu bizi servete, komünizmde olduğu gibi bir karşı oluşa götürür.
4- Bu kurumların bankalarla olan ilişkisini, dediğim gibi, araştırmayı deneyeceğim. Şu anda iyi bilmiyorum.
5- Kâr baştan garanti edilemez. Ama akıllıca teşebbüslerde bulunarak hiç zarar edilmeyebilir. Onların söylediği de budur sanıyorum.
6- Değindiğimiz gibi, tehlikeli olan, mü’minin zengin olması değil, zenginin mü’minliğini unutması ve daha çok kazanma ihtirasının kurbanı olmasıdır.