Ebû Hureyre, Abdurrahman b. Sahr -r.a-dan, dedi ki: Rasulullah (s.a)”ı şöyle buyururken dinledim: “Size neyi yasakladıysam ondan uzak durunuz, size neyi emrettiysem ondan da yapabildiğiniz kadarını yapınız. Şüphe yok ki sizden öncekileri, çokça soru sormalan ve Peygamberlerine muhalefet etmeleri helak etmiştir.[1][1]
Bu Hadisin Önemi:
Bu hadis Rasulullah (S.A.S.)’in Özlü sözlerindendir. Bu hadiste emrine uyup O’nun getirdiklerine herhangi bir karşı çıkış sözkonusu olmaksızın teslimiyet göstermenin vücubu dile getirilmekte, O’na itaatin güç ve imkân çerçevesinde olacağı ifade edilmektedir. Yine bu hadiste, geçmiş ümmetlerin içine düşüp bunun sonunda o ümmetleri helake götüren tutumları takınmaktan da sakındırma sözkonusudur. Nevevî der ki-. Bu hadis, İslâm’ın kaidelerindendir.[2][2]
Hadisin Vürûd Sebebi:
Ebû Hureyre’den dedi ki: Rasulullah (s.a) bize hutbe irâd edip şöyle dedi: “Ey insanlar, Allah size haccı farz kıldı, siz de haccediniz.” Bir adam: Her yıl mı ey Allah’ın Rasülü? diye sordu. Rasulullah (S.A.S.) sustu. Nihayet adam sorusunu üç defa tekrarlayınca, Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu: “Şayet evet, diyecek olsam, (onu böylece yerine getirmeniz) elbette vâcib olurdu ve hiç şüphesiz sizin de buna gücünüz yetmezdi.” Daha sonra şöyle buyurdu: “Artık benim sizi bırakmış oluduğum hususlarda siz de beni bırakınız. Çünkü sizden öncekiler ancak ve ancak çokça soru sormalarından, Peygamberlerine karşı muhalefet etmelerinden dolayı helak olmuşlardır. Size herhangi bir şeyi emredecek olursam, ondan gücünüz yettiğiniz kadarını yerine getiriniz. Size herhangi bir şeyi de yasaklayacak olursam, onu da bırakınız.[3][3]
Rasulullah (S.A.S.)’e bu soruyu soran, İbn Mâce’nin bunu açıkça ifade eden bir rivayeti Sünen’inde kaydettiği üzere, el-Akra’ b. Habistir[4][4]
Yasaklanan şeylerden uzak durmak: Rasulullah (S.A.S,)’in: “Size yasaklamış olduğum şeyden uzak durunuz” buyruğu gereğince, müslüman bir kimse, Allah’ın ve Rasûlü’nün yasakladığı her şeyden -geneliyle, özeliyîe-uzak durmalı ve bu konuda kendisini mecbur bırakan bir zaruret olmadıkça bu yasaklara düşmemelidir. Zaruret halinde ise, bu husuta Şeriat’ın beyân etmiş olduğu kayıt ve şartlara riâyet ederek bu yasakların işlenmesi mubah olur. [5][5]
Nehiy İki Türlüdür:
1- Haramlık ifade eden nehiy: Şeriat’ın emri diye yerine getirmek kastıyla uzak duranın sevap aldığı, işleyenin cezalandırıldığı nehiydir. Bu gibi nehiyler ise kesin ve bağlayıcı olmak üzere gelmiştir. İçki içmek, zina etmek, faiz yemek, açılıp saçılmak (tesettüre riayet etmemek), aldatmak, gıybet, koğuculuk ve buna benzer yasaklanan şeyler bu türdendir.
2- Mekruhluk bildiren nehiy: Bu da Şer’î bir emir olduğu için, terkede-nin sevap kazandığı, işleyenin ise cezalandırılmadığı işlerdir. Bu gibi yasaklar kesin ve bağlayıcı olmak üzere gelmemiştir. Yatsıdan sonra konuşup sohbet etmek, sarmısak ve soğan yemek gibi.
İster zaruret gerektirsin, ister gerektirmesin kulun mekruhu işlemesi caizdir; fakat takvâli bir müslümana daha çok yakışan ve onun için daha uygunluk ifade eden tutum, mekruhlardan göklerin ve yerin Rabb”inin mîzanlarında yükselinceye kadar sakınmaktır. [6][6]
Emrolunan Şeyleri Yapmak:
Rasulullah (S.A.S.)’in: “Size neyi emrettiysem onu da gücünüz yettiği kadar yapınız” buyruğu ile işaret ettiği ve Allah’ın bizden yapmamızı yahut söylememizi istediği hususlar da iki türlüdür. Bunlann bazısı şunlardır:
a) Vücub ve bağlayıcılık ifade eden emir: Bu emre riayet etmek üzere yerine getirenin sevap kazandığı, terkedenin de cezalandırıldığı emirlerdir. Namazı kılmak, dinin diğer rükünleri, anne-babaya itaat etmek, hükmederken adaletli olmak, hadleri uygulamak, nafakalarını karşılamakla yükümlü olduğu kimselerin nafakalarını karşılamak ve buna benzer emrolun-duğumuz diğer farzlar.
b) Müstehabhk ifade eden emir: Bu da bu emre riayet etmek kastıyla işleyenin sevap kazandığı, terkedenin ise ceza görmediği emirlerdir. Namazların öncesinde ve sonrasında kılınan revâtib sünnetleri, misvak kullanmak, ihrama girmek için gusletmek ve buna benzer sair müstehablar bu kabildendir.
Müslümanın da tam bir ciddiyet ve bütün gücü ile vacibleri (farzları) eda etmek için ciddi bir gayret göstermesi ve en mükemmel şekilde bunları edâ etmesi, bu hususta kendisine karşı gereken mücadeleyi vermesi icabeder. Bu emirler üzerinde dosdoğru yürüyüp bu hususta nefsini de itaat çemberine sokacak olursa, gücü yettiğince müstehap emirleri de yerine getirmesi gerekir. Ta ki, Rabb’inin nezdinde değeri yükselsin, sevap ve mükâfat kazansın. Bu ümmetin selefinin sîretini tetkik eden bir kimse, müstehablar alanında onların oldukça ileri bir mesafe almış olduklarını görür. Esasen onların birbirleriyle yarış alanları da bu idi. [7][7]
Kolay Olan Birşey, Zor Olan Şey Dolayısıyla Sakıt Olmaz:
Peygamber (s.a)’in: “Ondan gücünüzün yettiği kadarını yerine getiriniz.” buyruğundan ilim adamları şu: “Kolay olan bir şey, zor olan bir şey dolayısıyla sakıt olmaz” kaidesini çıkartmışlardır. Bunun anlamı da şudur: Mükellefin, bazı hallerde herhangi bir vacibi ifa etmesi, ağır gelebilir. Fakat bunun bir kısmını yapması da mümkün olabilir.[8][8] Böyle bir durumda kişi o fiilden mümkün olanı ve kolayına geleni yapmalıdır. Abdest almak için yeteri kadar su bulamayan kimse gibi. Böyle bir durumda kişi o suyu bazı azalarını yıkayarak kullanır, geri kalanlan için de teyemmüm eder. Aynı şekilde bir kişi bir münkerin bir bölümünü değiştirebilecek yahut onu daha azaltabilecek ise, böyle bir durumda yapabildiğini yapması gerekir. Yine bir kişi namazın birtakım şart ve rükünlerini yerine getiremeyecek olursa, gücü ye-tebüdiği kadarını yerine getirmelidir. Onların bir bölümünü yerine getiremediği için namazın tümü ondan sakıt olmaz.
Şu kadar var ki, bu kaide her bakımdan mutlak değildir. O bakımdan bu kaide ile ilgili belirleyici esaslara riayet etmek gerekir. Meselâ, kişiyi Ramazan günü oruç tutmaktan alıkoyan hastalığı zeval bulacak olursa, günün geri kalan kısmını imsak ile geçirmesi de gerekmez. Çünkü bir günün bir bölümünü oruçla geçirmek, ilim adamlarının da açıkladığı gibi, bizatihi Allah’a yakınlaştırıcı bir amel değildir.
Bu hadise Kur’ân-ı Kerim’den tanık teşkil edebilecek buyruklardan birisi de Yüce Allah’ın: “O halde gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkun.” <et-bun, 64/16) buyruğudur. [9][9]
Geçmiş Ümmetlerin Helak Sebebi
Rasulullah (S.A.S.): “Sizden öncekileri helak eden, çokça soru sormaları ve Peygamberlerine muhalefet etmeleri idi” buyruğu ile, geçmiş ümmetlerin helak edilmeleri ve yok ediliş sebepleri açıklanmaktadır. O bakımdan o ümmetlerin içine düştükleri hususlara düşmekten kendimizi sakındırmamız gerekmektedir. [10][10]
Çokça Soru Sormaları:
Helak oluşa sebep teşkil eden sorular aşağıdaki türdendir:
1- Şeriat’in haklarında,herhangi bir beyânda bulunmayıp sustuğu hususlar. Çünkü Yüce Allah, insanı dünya ve âhiretinde mutlu edecek şe’yleri açıklamayı üzerine almıştır. Böyle bir durumda acele etmek yerilmeye sebeptir. Bazan soru sebebiyle yükümlülüğü ağırlaştıran bir mükellefiyet de sözkonusu olabilir. Bunun sonucunda da müslümanlar bu kişinin soru sormasından ötürü sıkıntıya düşürülmüş olur. Rasulullah (s.a) şöyle buyurmaktadır: “Müslümanlar arasında günahı en büyük kişi, müslümanlara haram kılınmadık birşey hakkında soru sorarak o sorusu sebebiyle o şeyin haram kılınmasına sebep teşkil eden kimsedir.[11][11] Nevevî der ki: “Böyle bir nehiy, Rasulullah (S.A.S.)’in dönemine hastır. Şeriat tamamıyla yerleştikten ve Şe-riatte fazlalık olmayacağından yana emin olunduktan sonra, sebebinin ortadan kalkmasıyla bu yasak da ortadan kalkmıştır.”
2- Faydası olmayan ve ihtiyaç duyulmayan şeyler hakkında soru sormak. Çünkü bazan verilen cevap soranın hoşuna gitmeyebilir. Nitekim Sünnet-i Seniyye’de Ebû Mûsâ el-Eş’arî’den sabit olduğuna göre, O şöyle demiş: Rasulullah (s.a)’a hoşuna gitmeyen bazı şeylere dair soru soruldu. O’na çokça soru sorulması üzerine kızdı. Sonra insanlara şöyle dedi: “Bana istediğinizi sorunuz” Adamın birisi[12][12]: “Ey Allah’ın Rasûlü, babam kimdir?”
diye sordu. Rasulullah (S.A.S.): “Baban Huzâfe’dir” dedi. Bir başkası kalkıp: Babam kimdir? Ey Allah’ın Rasûiü diye sordu, o da: “Baban Şeybe’nin azadbsı Salim’dir” dedi… Hz. Ömer Rasulullah (s.a)’ın yüzünden kızgınlığını anlayınca: Ey Allah’ın Rasûiü gerçekten biz Allah’a tevbe ederiz, dedi.[13][13]
3- Alay etmek, gülüp eğlenmek ve iş olsun diye soru sormak: İbn Abbâs (r.a)’dan, dedi ki: Birtakım kimseler Rasulullah (s.a)’a alay olsun diye soru sorarlardı. Adam kalkıp: Babam kimdir? diye sorar, devesi kaybolmuş kişi kalkıp: Devem nerde? diye sorardı. Bunun üzerine Yüce Allah şu: “Ey iman edenler size açıklanınca üzüleceğiniz birtakım şeyleri sormayınız.” iei-Mâide, 5/ıoD âyetini indirdi.
4- Olmadık mes’eleler hakkında çokça soru sormak: Hafız İbn Hacer der ki: “Hadis-i şeriflerde, kendisine gerek duyulmayan şeylerden çok, acilen gerek duyulan daha önemli şeylerle uğraşma gereğine işaret edilmektedir. Şöyle buyurmuş gibidir: Siz emrolunduğunuz şeyleri yapmaya, size yasak kılınanlardan uzak durmaya bakınız. Olmadık şeyleri sormakla uğraşmak yerine bunlarla uğraşınız. O bakımdan müslümanın Allah ve Rasûlünden gelenleri araştırıp ortaya çıkarması, sonra da bunları anlamak için gayretini harcaması, bunlardan neyin murad edildiğini anlamaya çalışması, bundan sonra da bunlarla gereğince amel etmekle uğraşması gerekir. Eğer öğrendiği bu hususlar gaybi hususlardan ise, bunları tasdik etmeye ve hakikati üzere bunlara itikad etmeye çalışmalıdır. Şayet bunlar ameli mes’elelerden ise, ister yapılması istenen bir fiil olsun, ister terkedilmesi istenen bir iş olsun, gereklerini yerine getirmek için bütün gücünü ortaya koyar. Bunun dışında ayrıca vakti kalacak olursa, bu sefer meydana geldiği taktirde gereğince amel etmek kastıyla ileride meydana gelebilecek şeylerin hükmünü öğrenmekle uğraşmaya vakit harcamasında bir mahzur yoktur. Ancak bir emir ve bir yasağı işitmesi halinde, bütün gayretini olması mümkün olan ve olmayan birtakım işleri varsaymaya yöneltecek ve bununla birlikte, işittiğinin gereğini yerine getirmekten yüz çevirecek olursa, şüphesiz ki böyle bir hal, bu yasağın kapsamına girer. Çünkü dinde tefakkuh (bilgi sahibi olmak), ancak ve ancak amel için öğrenildiği taktirde övgüye değerdir, tartışmak veya mücadele için değil.[14][14]
Hafız İbn Hacer’in bu söylediklerine tanıklık eden delillerden birisi de Zeyd b. Sâbiften gelen şu rivayettir: Ona herhangi bir soru soruldu mu, şöyle dermiş: Bu iş oldu mu? Hayır, denilecek olursa, “oluncaya kadar bunu bir kenara bırakınız” dermiş. Yine Hz. Ömer’den nakledildiğine göre o: Olmadık şeyleri sormamanızı istiyorum. Çünkü zaten olanlar bizi yeteri kadar uğraştırmaktadır, demiş.
5- İşi daha bir sikılaştırmak, yokuşa sürmek ve gereksiz derinleştirmek maksadıyla soru sormak. Çünkü bu sorulara çokça cevap verilebilir ve bunu yerine getirmek zor olabilir. Nitekim bir inek kesmekle emrolunduklan sırada İsrailoğullarının başına böylesi gelmişti. Eğer herhangi bir ineği kesmiş olsalardı bu onlar için yeterli olurdu. Fakat onlar çokça soru sormak suretiyle kendi aleyhlerine işi ağırlaşırdılar. Yüce Allah’ın kendileri hakkında haber verdiği üzere: “Bizim için Rabb’ine dua et de, bize onun mahiyetini açıklasın, dediler… Bizim için Rabb’ine dua et de renginin ne olduğunu bize açıklasın, dediler… Bizim için Rabb’ine dua et de bize mahiyetini açıklasın, dediler.”feJ-Bakara, 2/68-70) Yüce Allah da onların üzerine işi ağırlaştırdı ve onları yerdi. Rasulullah (S.A.S.) de ümmetinin onların düştükleri duruma düşmelerinden korktu, o bakımdan çokça soru sormayı yasakladı.
6- Yüce Allah’ın kendisinin bildiği bir hikmet gereğince yaratıklarından gizli tutup sakladığı hususlara dair soru sormak. Kaza ve kaderin sırrı, Kıya-met’in ne zaman kopacağı, ruhun gerçek mahiyeti, gaybî işlerin keyfiyeti hakkında soru sormak gibi. Bir adam İmam Malik’in yanına gelerek şöyle sordu: Ey Abdullah’ın babası, Rahman Arş’a istiva etti, diye buyuruluyor, acaba nasıl istiva etti? Olayı duyan dedi ki: Mâlik’i, bu sözden dolayı rahatsız olduğu kadar herhangi bir sözden rahatsız olduğunu görmedim. Onu ter bastı, herkes kafasını önüne eğdi, sesini çıkarmadı. Nihayet Mâlikin sıkıntısı geçince şunları söyledi: Bunun keyfiyetini akıl ile kavramamıza imkân yoktur. îstivâ’nın ne demek olduğu ise malûmdur. Ona iman etmek vâcibdir, buna dair bir soru sormak ise bid’attir. Ben senin bir sapık olmandan korkuyorum, dedikten sonra emri üzerine dışarı çıkartıldı. Bunların dışında kalan hususlara dair soru sormak ise Şer’an istenen birşeydir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Eğer bilmiyor iseniz zikir ehlinden sorunuz.1′ fen-Nahi, 16/43) Bu soruların bir bölümü farz-ı ayndır. Taharet, namaz, oruç ve benzeri hususlara dair hükümleri sorup öğrenmek gibi.
Kimisi de farz-ı kifâyedir. Bu ise ferâiz (miras hukuku), kaza (yargı hukuku) gibi din ilimleri hususunda daha geniş* bilgi edinmek için soru sormaktır. Kimisi mendubdur; iyilik ve müstahabler çerçevesi içerisinde kalan Allah’a yakınlaştırıcı amellere dair soru sormak gibi. [15][15]
Peygamberlere Muhalefet Etmek:
Rasulullah (S.A.S.) kendi emrine muhalefet etmekten bizi sakındırmış-tır. Nitekim Şanı Yüce Allah da Kitab-ı Kerim’inin birden çok yerinde Peygamberlerine muhalefet edenlerin akıbetinden bizi haberdar ederek, aynı duruma düşmekten bizi sakındırmıştır. O, kendi Peygamberlerinden yüz çevirip ona isyan etmeleri sebebiyle Nûh kavmini helak ettiğini bize bildirerek şöyle buyurmaktadır: “Nûh dedi ki: Rabb’im, şüphesiz ki onlar bana isyan ettiler ve malı ve evlâdı zararından başka bir şeyini artırmayacak kimselere uydular.” (Nûh, 7V2i) Şanı Yüce Allah da bundan dolayı onların başlarına gelen ilâhî azabı şöylece açıklamaktadır: “Günahlarından ötürü suda boğuldular, ardından ateşe atıldılar. Kendileri için Allah’tan başka yardımcılar da bulamadılar.”(nm, 71/25)
O halde müslümanlara, Rabb’inden alıp kendilerine Şeriat olarak getirdiği hususlarda Rasûllerine tabi olmak düşer. İktisadî, sosyal ve siyasal konularda ve diğer bütün hususlarda ona aykırı hareket etmekten, muhalefet etmekten var güçleriyle sakınmalıdırlar. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “O’nun emrine muhalefet edenler, kendilerine bir mihnet veya acıklı bir azabın gelip çatmasından korksunlar.”ten-Nûr, 24/63)
Hafız İbn Kesîr der ki: Bâtınen yahut zahiren Allah Rasûlünün Şeriat’ı-na muhalefet edenler, kendilerine bir mihnetin isabet etmesinden, yani kalplerine bir küfür, münafıklık, yahut bid’atin gelip çatmasından, yahut dünyada öldürülmek, had, hapis veya buna benzer canyakıcı bir azabın gelip çatma-smdan sakınmalıdırlar.[16][16]
Rasulullah (S.A.S.)’e muhalefetten sakındıran naslar bilinen naslardır, bunların hepsini sıralamak uzun sürer. [17][17]
Peygamber (S.A)’İn İçtihadı:
Rasulullah (S.A.S.)’in: “Evet diyecek olsam vâcib olurdu” buyruğunda, Peygamber (s.a)’in ahkâmı ilgilendiren hususlarda ictihâd etmek hakkına sahip olduğuna bir delil vardır. Eğer içtihadı murâd-ı ilâhiye isabet edecek olursa, şanı Yüce Allah onun bu içtihadını olduğu gibi bırakır. Hata edecek olursa, onu doğrultur ve hatası üzere bırakmaz.
Nevevî der ki: Bundan sahih mezheb lehine de bir delil vardır. O da şudur: Rasulullah (s.a) ahkâm ile ilgili hususlarda ictihad etmek hakkına sahipti. Onun verdiği hükmün vahiy olması şartı da yoktur.[18][18]
İbn Kesir[19][19] de der ki: “Yüce Allah’ın: “Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmetmen için…”fen-Nisû,4/ıo5j buyruğunu, usûl âlimlerinden Rasulullah (S.A.S.)nı bu âyete istinaden ictihâd ile hükmetmek yetkisine sahipti diyenler, delil göstermişlerdir. Ayrıca Buhârî ile Müslim’de Um Seleme’den gelen rivayetle sabit olan şu hadisi de delil göstermişlerdir: Rasulullah (s.a) hücresinin kapısında yükselen sesler duyunca yanlarına çıkıp şöyle dedi: “Şunu bilin ki, ben ancak bir insanım ve ben işittiğime göre hüküm veririm. Sizden herhangi biriniz delilini diğerine göre daha güzel bir şekilde açıklayabilir, buna dayanarak da ben onun lehine hüküm verebilirim. Her kimin lehine hükmederek bir müslümanın hakkını verecek olursam, şunu bilsin ki, ben ona ancak ateşten bir parça kesip veriyorum, demektir. İsterse onu alıp yüklensin, isterse bıraksın.[20][20]
Hadisten Çıkartılan Bazı Hükümler:
1- Nevevî der ki: Rasulullah {s.a)’ın: “Sizi terkettiğim hususlarda siz de beni bırakınız.” buyruğunda hükümlerde aslolanın vacib olmamak olduğuna, Şeriat’ın vürûdundan önce hükmün olmadığına delil vardır. Usûl âlimlerinin muhakkıkîarına göre sahih olan görüş de budur. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Biz Peygamber göndermedikçe azab ediciler değiliz.”fef-Wâ, 17/15)
2- Hafız İbn Hacer der ki: Hadis-i şerifte halihazırda kendisine ihtiyaç duyulmayan şeylerden önce acilen kendisine gerek duyulan daha önemli şeylerle uğraşmanın önceliğine işaret vardır.
3- Hacc ömürde bir defa farzdır, bu da icmâ’ ile kabul edilmiş hususlardan birisidir. [21][21]
KAYNAKÇA :
[1][1] Hadisi Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir. (Buhâri, İ’tisam 2; Müslim, Fedâil 130 -Çeviren-)
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 125.
[1][2] MüsHm Şerhi, II, 5
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 126.
[1][3] Müslim, Hacc, 412.
[1][4] İbn Mâce, Menâsik 2 (Çeviren).
[1][5] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 126.
[1][6] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 127
[1][7] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 127-128.
[1][8] Muhterem müellifin İfade ettiği şekliyle bu kaideyi tesbit edemedik. Ancak benzeri bazı kaidelere ve bazı bilgilere kısaca işaret etmekte fayda vardır. “Meşakkat kolaylığı getirir.” İbn Nüceym, el-Eşbâh ve’n-Nezâir, Mısır, 1298, s. 37, ayrıca Mecelle madde: 17; “Defi mefasid celb-i menâfi’den evlâdır” Mecelle, madde: 39. Yani mefsedetlerin önlenmesi, menfaatlerin sağlanmasından önce gelir. Dr. Mustafa Ahmed ez-Zerka da el-Medhal e\-Fıkhî el-Âm adlı eserinde (Dımaşk, 1387/1968, 11, 985’de) bu kaideyi zikrettikten sonra, açıklaması sırasında delil olmak üzere şerhi yapılan Nevevînin kırk hadisinden bu dokuzuncu hadisin ilk bölümünü zikretmektedir. İbn Receb el-Hanbelî de aynı hadisi şerhederken şu ifadeleri kullanmaktadır: “… emrolunduğu fiili tamamıyla yapamamakla birlikte, onu kısmen yapabilecek gücü bulan kişi o işin mümkün olan bölümünü yapar. Bu ise birtakım mes’ele-lerde uygulanabilecek bir kaidedir. Bunlar arasında taharet… sayılabilir” diyerek, muhterem müellifin zikrettiği misallerden başka birçok misali de sıralar, s. 84 vd. (Çeviren).
[1][9] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 128-129.
[1][10] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 129.
[1][11] Müslim, Fedâil, 133
[1][12] Peygambere soru sormasının nedeni, başkalarıyla tartıştığında, babasından başkasına nisbet edilmesi idi.
[1][13] Müslim, Fedai/, 138
[1][14] Fethu’lBârî, XVII, 23-24
[1][15] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 129-132.
[1][16] İbn Kesîr, VI, 97
[1][17] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 132.
[1][18] Müslim Şerhi, III, 483
[1][19] İbn Kesir, II, 358, Mısır Daruşşab baskısından tıpkı basım, İstanbul, 1985 (Çeviren)
[1][20] Ahkâm 20, Hiyel 10; Müslim, Akdiye 4; Ebû Dâuûd, Akdiye 7 vs… (Çeviren).
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 132-133.
[1][21] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 133.