Çeşitli itibarlarla vâcib, kısımlara ayrılır: 1) Edasının vakti itibariyle, 2) Taktir edilmiş ve taktir edilmemiş oluşu itibariyle, 3) Tayin olunmuşluğu ve tayin olun-mamış bulunuşu itibariyle, 4) Edası taleb olunan şey itibariyle. Şimdi her kısmı ayn ayn inceliydim:
1- Edasının Vaktine Göre Vâcib
Bu itibarla vâcib mutlak ve mukayyed dir. Mutlak vâcib, muayyen bir vakit ile edasını kayıtlamaksızın şâri”in yapılmasını taleb ettiği şeydir. Mükellef onu istediği vakitte yapabilir. Bu eda ile mükellefin zimmeti (vâcibden) berî olur. Edasını tehîr etmesinde mükellefe bir günah yoktur. Fakat (vakti girince) mükellefin hemen vacibi edaya gayret etmesi yerinde olur. Zira eceller meçhuldür; insan ölümünün ne zaman olduğunu bilmemektedir. Meşru bir özründen Ötürü Ramazan orucunu tutamayanın, orucunu kaza etmesi bu çeşit (vâcib)dendir. Bu insan kaza orucunu Hanefîler gibi bir kısım fukahâya göre -diğer fukahâ bu görüşe muhaliftirler- muayyen bir sene olarak kayıtlanmaksızm, istediği zaman tutabilir. Yeminini bozan insana vâcib olan kefaret de böyledir. Yeminini bozduktan hemen sonra veya daha sonraki zamanlarda kefaretinin icabını yerine getirebilir. Hac da böyledir. Hacc, gücü ve kudreti yetene vâcib olur olmaz yapılması gerekmez, insan, ömrünün hangi yılında isterse haccı edâ edebilir.
Mukayyed (kayıtlanmış) vâcib, Ramazan orucu, beş vakit namaz gibi, edası için şâri”in sınırlanmış bir vakit tayin ederek talep ettiği fiildir. Tahdit olunmuş vaktinden önce edâ edilemez ve meşru bir özür yokken vaktinden sonraya tehir olunursa günahkâr olunur. Kayıtlanmış vacibde mükellefiyet hem fiilde hem de tayin olunmuş vakittedir. Mutlak vâcibde ise mecburiyet fiildedir; muayyen bir zaman için mecburiyet yoktur. Mükellef vacibi vaktinde sahîh bir surette ve tam (kamilen) olarak (noksansız) edâ ederse bu fiiline edâ denir. Muayyen zamanda noksan olarak yapıp, sonra yine bu muayyen vakit içinde tam olarak yeniden yaparsa ikinci fiiline i”âdeh (iade) denir. (Muayyen zaman içinde yapmayıp) muayyen zamandan sonra yaparsa fiiline kadâ’ (kaza) denilir.
2- Takdîr Edilmiş Oluşu Ve Olmayışına Göre Vâcib
Vâcib taleb olunan mikdârı itibariyle, mu.hadded (sınırlanmış) ve mu.hadded ol-mayan diye (iki) kısma ayrılır.
Mu.hadded vâcib zekat, diyetler, satın alınan ve satılan malların para (değer)lan gibi şâri”in, mikdârını tayin ettiği şeydir. Bu nevî vâcib, mükellefin zimmetine bağlıdır. Hâkim karârı (kadâ’) veya karşılıklı rızâ olmasa da talep olunabilir. Zira bizzat kendisi tayin ve tahdid olunmuştur. Yalnızca, şâri”in tahdîd ettiği ve mükellefin zimmetinde sabit olduğu gibi edâ edilirse, mükellefin zimmeti (bu çeşit vâcibden) ibra’ olunabilir.
Muhaddet olmayan vâcib, zekât haricinde Allah yolunda para, mal mülk harcamak gibi, mikdanm şâri”in tahdîd etmediği (vâcib)dir. Bu vacibin sınırlanmış bir haddi yoktur; muhtacın ihtiyâcı ve harcayanın imkânıyla miktârı tahdîd olunur. Mesela bir fakirin ihtiyacını karşılaması kimin kesinleşmiş vacibi (vazifesi) olursa, bu kişi mu.hadded olmayan vacibi yerine getirmeye mecbur kılınmış demektir: Bu fakirin ihtiyacının giderileceği miktarda harcamada bulunması icap eder. iyilik ve hayır işleri hususunda iş birliği, yardımlaşma da bu cümledendir. Yapılacak iyilik ve hayır işindeki yardımlaşmayı tahdît edecek olan, mükellefin mecbur bulunduğu iyilik ve hayınn çeşnisidir.
Bu çeşit (sınırlı olmayan) vâcib, zimmette sabit olmaz. Çünkü zimmette sabit olan (mükellefiyet)ın hususiyeti, tahdit edilmiş olmasıdır. Buna göre Hanefîler gibi bazı fukahâca, hâkim karan veya karşılıklı nza olmadan zevcenin nafaka hakkı kocanın zimmetinde sabit olmaz. Çünkü bu iki durumdan Önce nafaka tahdît edilmemiş olduğundan zimmette sabit değildir. Dolayısıyla hakim karan ya da karşılıklı anlaşmadan önceki müddet nafakasının (zevce tarafından kocadan) istenilmesi sahîh değildir. Şâfiîler ve diğerleri gibi bazı fukahâya göre de koca zevceye nafakasını vermekten, teminden kaçındığı andan îtibâren, zevcenin nafakası kocanın zimme-tinde borç olarak sabit olur. Çünkü zevce nafakası bu fakîhlerce tahdîdlenmiş bir vâcibdir. Mikdân da kocanın mâlî durumuyla sınırlanmıştır. Netice olarak da, ko-canın nafakadan kaçınışından itibaren zevce, hakim karan ya da karşılıklı ittifaktan önceki müddetin nafakasını kocasından taleb edebilir. 1959 tarih ve 188 sayılı Irak el’a.hvâlu şşa-h-sıyyeh Kânunu (Hanefilere muhalif olan) bu ikinci görüşü benimse-miştir. [23]
3- Taleb Olunanın Muayyen Olması ve Muayyen Olmaması Bakımından Vâcib
Vâcib bu itibarla mu”ayyen ve mu”ayyen olmayan diye ikiye ayrılır. Muayyen vâcib namaz, oruç ve olduğu gibi mevcut ise gasp olunmuş şeyin yerine iadesi gibi mükellefin çeşitli hususlarda muhayyer bırakılmaksızın şâri”in taleb ettiği muayyen bir şeydir. Bu çeşit vacibin hükmü, tayin edilmiş vacib yapılmadıkça (mükellefin) zimmet(in)in beri’ olmayacağıdır.
Muayyen olmayan vacib, sâri” tarafından talep olunanın muayyen bir şey olmayıp, malum şeyler içinden birisinin olmasıdır. Mükellefin bu vacibi edâ için malum şeylerden birini seçme hakkı vardır. Bazen bu vacib iki şeyden biri olabilir. O zaman mükellef ikiden birini seçebilir. Savaş esirleri hakkında
[(Nihayet onları mecalsiz bir hale getirdiğiniz zaman artık bağı sıkı tutun (esir alın). (Ondan sonra) ise ya iyilik (yapın;mukâbilinde bir şey almayarak azâd edin), yahud fidye (alın;gerek mal ile, gerek esirleri mübadeleyle kendilerini serbest bırakın). Ye-ter ki harb (erbabı) ağırlıklarım bıraksın (silah ve sâireden tecrîd edilsin)] [24] âyeti gibi. imam (en salahiyetli makam sahibi veya naibi) esirleri bedelsiz serbest bıra-kabileceği gibi onları fidye mukabilinde de serbest bırakabilir. Bazen bu vacib üç şeyden biri olabilir. Yemîn keffâretinde olduğu gibi! Bu keffâretteki vâcib, yeminini bozanın üç şeyden (istediği) birini yapmasıdır: 1) On miskini (yoksulu) doyurmak, 2) On yoksulu giydirmek, 3) Bir kul (köle) azâd etmek. Bu üç husustan birini yapmak mâlî gücü bulunan insanın vacibidir. Mâlî gücü bulunmayan ve yeminini bozmuş insan için vâcib muayyendir: Üç gün oruç tutacaktır. [25] Bazıları bu vacibi muhayyer vâcib diye de isimlendirmişlerdir. Çünkü mükellefin bu çeşit vâcibde ihtiyar hakkı vardır. [26]
4- Edası Taleb Olunan Şeye Göre Vâcib
Bu itibarla vacib, “aynî ve kifâî kısımlarına ayrılır. [27]
“Aynî vâcib (farzı ayın), mecburiyet ifade eden talebin her mükellef için olduğu vacibdir. Yani her bir mükellefin bu vacibi yapmasını sâri” taleb etmiştir. Bu vacib-de mükelleflerin bazısının vacibi yapması, bazılarının yapmaması kifayetli değildir. Bu vacibi edâ etmeden, mükellefin zimmeti bu vacibden beri’ olamaz. Çünkü her mükellef bu vacibi yapmadıkça, şâri”in bu vacibden kasdettiği şey gerçekleşmez. İşte bundan dolayı “aynî vacibi terk eden günah işlemiş olur, cezaya müstehaktır ve başkasının “aynî vacibi yerine getirmesinin onu edâ etmeyene faydası yoktur. Bu vacib’de ehemmiyetli unsur fiilin kendisiyle birlikte mükellefin kendisidir. Namaz, oruç, akitlere sadâkat, her hak sahibine hakkını vermek, bu vacib nev’İndendir.
Kifâî vâcib (farzı kifâye), şâri”in mükelleflerin her bir ferdinden değil, fakat bir mükellefler topluluğu (ccmâatı)ndan yapılmasını taleb ettiği şeydir. Çünkü bu vacib-te şâri’in maksadı, vacibin topluluk içinde yapılması yani fiilin hâsıl olmasıdır; (her bir) mükellefin vacibi (mutlaka) icra eylemesi değildir. [28] Bu vacibi bazı mükellefler yaparsa, diğer mükelleflerden (onu) yapmasının farziyyeti düşer. [29] Çünkü bazılarının fiili, diğer bazılarının fiili yerine geçmektedir. Bu itibarla, yapmayan da yapmış durumda bulunmuş olmaktadır. Fakat bu vacibi hiç kimse yerine getirmezse, vacibi yapabilecek durumda olan bütün mükellefler günah (el’i.sm) işlemiş olurlar. Bu vacibde taleb, fiilin yapılmasındadır; muayyen bir fail (mükellef) tarafından yapılmasında değildir. “Aynî vacibde ise fiilin her bir mükellef tarafından (teker teker) yapılması kasdolunmaktadır. Cihâd, (anlaşmazlıkları) muhakemeyle hükme bağlamak (kadâyı icra eylemek), din ve şerf’at ilimlerini iyice öğrenmek, şâhidliği edâ etmek, iyilik ve hayrı yapıp yaptırmak, kötülüğe engel olmak, çeşitleriyle askerî gücü geliştirmek v.s. gibi umûmî fayda temin eden her şey kifâî vacibe misaldir. Kifâî vacib hasıl olmazsa (yerine getirilmez ise) herkes günah işlemiş olur. Çünkü istenen îslam Milleti’nin tamamından talep olunmuştur: Onu yapmaya gücü yeten yapacak, onu yapmaktan âciz olan da yapmaya gücü yeteni gayrete getirip teşvik edecektir. Bu bakımdan (kadirin de, âcizin de payı olduğundan) vacib yapılmaz ise herkesin kusurlu oluşundan dolayı yapılmamış olur. Gücü olan yapmadığından, âciz olan da gücü olanı gayrete getirip teşvik ve tahrikte bulunmadığından kusurludur. Kifâî far-d (vâcib) hakkında imam Şafiî şöyle diyor: “Müslümanlar onu yerine getirmezlerse, yapmaya takati olanların hepsinin birden günah sahibi olmalarından endişe ederim”. Kifâî vacibin bu izahına göre millet, hükümeti murakabe edip, kifâî vacibleri yerine getirmeye yahut bu vaciblerin edası için lüzumlu sebeplerin, vasatların hazırlanmasına sevk edici olmalıdır. Çünkü hükümet âmme menfaatlerini gerçekleştirmekte milletin vekilidir ve kifâî farzların yükünü omuzlamağa muktedirdir. Eğer bu hususta hükümet kusurlu davranırsa, hükümet erkânı (icra organı mensûpları) da dahil bütün millet günah sahibi olacaktır. Millet, kifâî farzların yerine getirileceği vasatı ve imkanları hazırlamağa hükümeti sevk etmediği için, hükümet de kifâî vacibi yerine getirmeye muktedir iken bunu yapmadığı için kusurludur.
Bazen kifâî vacib, “aynî vacib olur. Mesela cihattaki gaye hasıl olmaz ise, düşmanla ne şekilde olursa olsun savaşma kudretine mâlik olan her mükellefe cihâd “aynî farz olur. Keza dinen yasak olan bir hususu (münkeri) yalnızca bir mükellef müşahede etmiş ve ona mani olma imkânına da sahip ise, imkânı nispetinde mani olması “aynî farzdır. Bir yerleşme mahallinde sadece bir tabibin (sağlık memuru veya ebenin v.s.) bulunması da bu kabildendir: Hastaların sıhhatlerine kavuşmaları hususunda elinden gelen gayreti göstermesi ona “aynî vâcib olmuştur. Buna, benzer durumları kıyas ediniz.
KAYNAK : Prof.Dr.Abdulkerim Zeydan,Fıkıh Usulü