• İlahiyat Arapça Eğitim Seti
  • D.B.Meal Video Takip
  • Sanal-Medrese
  • İlahiyat Arapça Eğitim Seti
  • D.B.Meal Video Takip
  • Sanal-Medrese
FETVALAR
Browse:
  • Home
  • FETVALAR
  • Zaruret Açısından Kıraate Ücret

Zaruret Açısından Kıraate Ücret

by Admin in FETVALAR
Tags: fakirsem kuran okumaya para alabilir miyim, hatim okuma karşılığı para alınır mı, kırkı yetmişinde hocaya para verilir mi, mezarlııkta yasin, mezarlıkta kuran okutmak, mezarlıkta kuran okutunca para verilir mi, zarureten kıraate ücret almak
İbadetler karşılığında ücret alma konusunda Hanefî mezhebi­nin dayandığı esas şudur:
“Müslümanın yapmakla mükellef olduğu bir ibadet karşılığında ücret alması caiz değildir.”
Ya da Serahsî’nin ifadesiyle:
“Müslümana has her tâat karşılığında ücret almak bâtıldır.” [195]
Ama Hanefîlerin “sonraki” âlimleri, sonraları ortaya çıkan za­ruret haline bakarak, bazı ibadetler karşılığında ücret almanın ca­iz olduğuna fetva verdiler. Kur’ân öğretme, ilim öğretimi, ezan, imamet ve va’z bu türdendir. Aslında önceleri bunlar karşılığında bile ücret almanın caiz olmadığında ümmet ittifak halinde idi il­min ve Kur’ân okumanın zayi olması korkusu, “sonraki” âlimle­rin zaruret sayıp caiz görmesine mesnet teşkil etmiştir. Zira: “Zaruretler haram olan şeyleri mubah kılar.” [196]
“Ancak Kur’ân okumak özellikle de mezarlıklarda, cemiyet­lerde ve vefatının filân ya da falan gecelerinde okumak karşılığın­da ücret almaya zorlayan bir zaruret yoktur.” [197]
Buna karşılık Şâfiîlerdeki genel kaide ise şudur:
“Yapılması, ecîr (ücretle çalışan) üzerine bizzat gerekli olma­yan herşey karşılığında onun ücret alması caizdir.”[198]
Fakat bunun yanında İmâm Şafiî ve Mâlik’ten (ra) yapılan bir nakil, kıraat ve benzeri ibadetlerde sevabın başkasına, ücret alın­masa bile ulaşmayacağı yolundadır. Binaenaleyh, alınması halinde nasıl ulaşacaktır? [199]
Diğer yönden Kemâlüddîn İbn Hümâm, eğitim, ezan ve ima­mette, zarurete binaen ücreti caiz görenlerin söylediklerinde bi­le düşünülmesi gerektiği görüşündedir. [200]
Ama: “Açık olan gerçek şu ki, Kur’ân ve fıkıh öğretimi, ezan ve imamet karşılığında ücret almayı caiz kılan illet, zaruret ve in­sanların buna olan ihtiyacıdır ve sadece bunlara hastır. Binaena­leyh, bunlar dışındaki tâata ücret almak için bir zaruret yok­tur.” [201]
“Zira, sevabını ücret verene hediyye etmek için Kur’ân oku­maya ücreti men etmekte, Kur’ân’ın kaybolması söz konusu de­ğildir. Binaenaleyh, okumayı öğretmeye kıyaslamak da sahih de­ğildir.” [202]
“Asırlar boyu birisi diğerine bunun için ücret vermese, bir za­rar doğmuş olmaz. Aksine, Kur’ân’ın bir kazanç kaynağı ve para kazanılan bir meslek edinilerek, ondan ücret almakta zarar var­dır.” [203]
İmâm Birgivî der ki:
“Açlıktan helak olma tehlikesi ile karşı karşıya olan okuyucu­nun aldığı da haram olur mu? Derseniz, biz de deriz ki:
Aslında bu durumda birisini bulamazsınız. Bulunur derseniz ona sözümüz yok. Çünkü bu durumda ona leş, domuz eti ve izinsiz olarak başkasının malını yeme helâl olmuştur. Ancak zaru­retlerde sınır aşılamaz.” [204]
g- “Sıla” Ve Ücret
“Sıla” nedir?
“Sıla” “varmak, ulaşmak” anlamındaki (va-sa-le) fiilinden olarak “atiyye, mükâfat”[205] bir yakınlıktan dolayı verilen bir bağış demektir… Sanki iki tarafı birbirine bağladığı ve ulaştırdığı için buna “Sıla” denmiştir.[206]
“Sıla, ibtidâen, yani birşeyden ötürü değil, ilk hareket noktası olarak verilen ve verdiği kimsenin iyi amellerden birini yapıyor olduğu için, ya da yapması için verilen hediyyedir. Kadıların, öğ­retmenlerin, imamların ve müezzinlerin beytü’l-maldan, ya da bunlardan biri için şartlı vakıflardan aldıktan maaş gibi…
Bu işlerden herhangi birisini Allah’a takarrup için yapanın “sı­la” olarak aldığı kendisine helâl olur. Ahirette de Allahu Teâlâ’dan sevabı hak eder. Ama bu işleri, bu “sıla”yı almak için ya­parsa aldığı haram olacağı gibi, sevabı da hak edemez.” [207]
“Böylece ücretle sıla arasındaki fark anlaşılmış olur:
Ücret, herhangi bir amel karşılığı tayin edilen, onun karşılığı sayılan ve çalışanın çabasını kendisi için harcadığı şeydir. Binaenaleyh, veren sadece çalışanın çalışması için verir. Ücretli de sadece onu almak için çalışır. Dolayısıyla çalışan, bu çalışmasıyla Ahirette sevabı hak edemez; ancak dünyada ücreti hak eder ve onun için çalışır. [208]
“Bu durumda veren, verdiğinin sıla olmasına niyyet edemez mi? Bu caiz değil midir?
Cevap olarak deriz ki, caiz değildir. Çünkü veren bu hareke­tiyle muradına ermek istemektedir. Nitekim bu yolla Kur’ân okumasını istediğini şahsın okuyup okumadığını izler. Bir gün okumasa kızar haram para yiyorsun, der. Belki de onu azleder, onun yerine başkasına okutturur. Daha az okumasını isteyebilir. Filanca hoca daha az okuyor, der. Okuyan ise çok çok okumak ister. Ve derken aralarında, ücretle çalıştıranla çalışan arasındaki gibi anlaşmazlıklar olabilir. Ücretin bundan başka bir anlamı var mıdır?” [209]
İbn Abidin de benzer şeyler söyledikten sonra:
“Örfümüze göre bunun “sıla” değil ücret olacağını, bu icârenin de bâtıl ve önce geçenlerden hiç kimsenin yapmadığı bir bid’at olduğunu kaydeder. [210]
Kaldı ki, “sıla” sayılması mümkün değildir. Eğer olsaydı, oku­yanın okumayı tek taraflı terketmesi caiz olurdu. Para verip ha­tim okumasını isteyen, okunmadığını bilse, tek kuruş bile ver­mez. Zamanının insanlarını tanımayan cahilidir” [211] der.
Allâme Ramlî de, bunun “sıla” da her halükârda helâl olmaz. Nitekim, az önce de denildiği gibi:
“İlimle iştigal eden kimse, çalışması kendisini ilim yapmaktan alıkoyduğu takdirde, tahsili ve ilmî araştırmaları için sılayı alabilir. Aksi halde, yani “sıla” için tahsil yaparsa, aldığı yine haram olur.” [212]
Kur’ân’ın ücretle okunmadığı takdirde unutulacağı da kesin­likle bir zaruret sayılamaz. Zira ücretsiz okumak da mümkündür. Ücret almadan okumak zor oluyor iddiası, sırf bir tenbelliğin te­zahürüdür. [213]
h- Ölçü
İbn Abidîn’in şu ifadesinden, konumuzla ilgili bir ölçü ve kıstas edinilmesi mümkündür:
“Bazıları, okuyan belirli olursa ücret caizdir, değilse değildir, demişler, Zâhidî, bu da kıraata ücretin caiz olduğunu gösterir, di­yor. Bunu nasıl anlayacağız denirse şöyle cevap veririz:
Bizim yerleşmiş bir kaidemiz vardır ki, şudur:
Fıkhî meselele­rin kaynağı, Kitap’tan, Sünnet’ten ya da icmadan, meşhur ve ma­lûm bir esas ise, artık bu hiçkimse için tartışma konusu değildir. Yok eğer kaynak içtihada dayanan bir esas ise bakılır, nakleden müctehid ise delilini aramaksızın uyulması gerekir. Nakleden de­ğil de, kendisinden nakledilen müctehitse ve naklin ondan yapıl­dığı sabitse, durum yine aynıdır. Ama kendi görüşüyse, ya da bir başka mukallitten nakledilmişse veya mutlak zikredilmişse ve fa­kat şeri bir delil de gösteriyorsa, buna da bir diyeceğimiz yok­tur. Aksi halde bakılır; eğer belli temel kaidelere ve muteber ki­taplara uyuyorsa, onunla amel caizdir, âlim için de delilini araştır­ması gerekir. Bütün bu zikredilenlere uymuyorsa nazar-ı itibara alınmaz.”
Hasan Basri merhumun şu sözleri bu konuya ışık tutabilir:
“Duada ciğerlerini parçalayacak ve dinleyenlerin kulak zarları­nı patlatacak gibi bağırıp çağırmak, süslü olsun ve beğenilsin diye tumturaklı tasannulara, seci’ ve kafiyelere yer vermek caiz değil­dir. Bu, niyaz ettiğimiz Allah’ı saymamaktır. “Na’ra kemter zen ki, nezdîkest Huda = Duada bağırma ki, Allah uzak değil, yakın­dır.” [214]
ı. Sonuç
Buraya kadar aktardığımız naslar, içtihatlar ve tahlillerden an­laşılan şudur:
İnsanlarda, hak olsun, bâtıl olsun, din ile tatmin ara­yışı fıtrîdir. Kendisini müslüman olarak bulmuş, fakat İslâmı sağ­lam temelleriyle bilmeyen insanların hatim ve mevlit gibi dinî gö­rünümlü uygulamalara başvurmaları, ya da sığınmaları, bu fıtrî duygunun eksik bilgi ile bütünleşmesi sonucudur. Âdeta bir mes­lek olarak, para ile Kur’ân-ı Kerîm, ya da mevlit okuma, ekono­mik değil, psikolojik ve itikadî kökenlidir ve hadiste sözü edilen yahudi ve hiristiyan din adamlarını taklid ve izleme cümlesinden sayılabilir. Buna zaruretlere binaen cevaz vermek de mümkün değildir. Konu üzerinde Hanefî mezhebinin görüşü, takdir ve tercihe şayandır. Çünkü mesele etraflıca sadece bu mezhepte ele alınmış, enine boyuna tedkik edilmiştir. Hattâ “Es-Seyfu’s-sârim” ve “Şifa’u’f-alîl” gibi müstakil risaleler yazılmıştır.
[195] Serahsî,age.,IX/37.
[196] bkz. Mecelle, md. 21. 10
[197] Cezîrî, age., 111/127-128; İbn Abidîn, Şifâu’l-‘alîl, s. I 69
[198] Serahsî,age., lX/37. 1
[199] İbn Abidîn, Şifâu’l-‘alîl, s. 167, \X
[200] Kemâlüddîn İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, Mısır, 1389 (1970) IX/99.
[201] İbn Abidîn, Raddü’l-muhtâr, VI/56; Şifâu’l-‘alîl, s. 161.
[202] İbn Abidîn, el’Ukûdü’d-dürriyye
[203] İbn Abidın, ‘Uküd’ü Resmi’l-müftî, s. 14
[204] Birgivî; Şerh’u-hadîs-i erba’in, s. 75. Doç. Dr. Faruk Beşer, Fetvalarla Çağdaş Hayat, Nün Yayıncılık, İstanbul 1997: 86-88.
[205] bkz, el-Mu’cemü’l-Vasît, ll/1049. Lisânü’l-Arap, XI/728.
[206] İbnül-Esîr, en-Nihâye, V/192.
[207] Birgivî, Şerhu’hadîs-i erba’in, s. 74.
[208] ay.
[209] ay
[210] İbn Abidîn, Şifâu’l-‘alîl, s. i 68
[211] İbn Abidîn, Raddü’l-muhtâr, Vl/56; Şifâ’ul-‘alîl, s. 168, (Ayrıca Allâ­me eş-Şeyh Mustafa Pahmetî de ‘Alâî’nin Tenvîr şerhine yaptığı haşiyede bu mâ­nâda sözler söyler. Vesâya’l-velVâliciyye’de de aynı ifadeler mevcuttur.”(ay.)
[212] Birgivî, Şerhu hadîs-i erbain, s. 74.
[213] Doç. Dr. Faruk Beşer, Fetvalarla Çağdaş Hayat, Nün Yayıncılık, İstanbul 1997: 88-90.
[214] Hasan Basrî Çantay, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, İst 1969, 1/248. Doç. Dr. Faruk Beşer, Fetvalarla Çağdaş Hayat, Nün Yayıncılık, İstanbul 1997: 91.
KAYNAK :  Prof. Dr. Faruk Beşer, Fetvalarla Çağdaş Hayat
AdminPost author

Merkez-i Delil

Cevabı iptal etmek için tıklayın.

You must be logged in to post a comment.

Takvim

Şubat 2023
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728  
« May    

Add some widgets to this area!

Ulumulislam.com 2022 Sanal Medrese

WhatsApp ile görüşelim