Sünneti Kur’an’a arzetme ölçüsünden doğan üçüncü sonuç nesihtir. Ancak, bu noktada neshin tarifinden, geçmiş âlimlerin onunla neyi kasdettiklerinden ve nesih ile tahsis arasındaki farktan kısaca bahsetmemiz yerinde olacaktır.
Nesih sözlükte, giderme ve nakletme; dinî bir terim olarak ise, din koyucunun daha sonraki bir dinî delil ile şer’î bir hükmü kaldırması anlamına gelmektedir . Gerçekte nesheden Allah’tır. Hükmün kaldırıldığına delalet eden hitabı ise neshetmedir. Bu hitaba nasih (nesheden) denilmesi ise mecazdır .
Nesih, ilk dönem âlimleri nezdinde usulcülerin anladığından daha geniş bir mâna içermekteydi. Zira onlar dinî bir hükmün daha sonraki dinî bir delille kaldırılmasına nesih dedikleri gibi, mutlakın takyid edilmesine, umumun bitişik veya ayrı bir delil ile tahsis edilmesine, mübhem ve müclemin beyan edilmesine de nesih adını veriyorlardı . Daha sonra Şafiî gelmiş neshi, zikrettiği delil ve misallerle açıklamış, onu belirsiz bir şekilde içinde bulunduğu o geniş kullanımlardan ayırmış; tahsis ve takyidin nasdan murat edilen mâna ile igili olduğunu, neshin ise, nassın mevcut olan bir hükmü kaldırması mânasına geldiğini söylemiştir .
a. Şafiî, Allah’ın insanlara emretmesi sebebiyle sünnetin, uyulması gerekli bir şey olduğunu kabul etmekle birlikte, Kur’an’ı ancak Kur’an’ın neshedeceğini ve sünnetin onu neshedemeyeceğini, sünnetin ancak mücmel âyetlerin mânâsını tefsir edeceğini kabul etmektedir. Zira Yüce Allah,
“Onlara âyetlerimiz açık açık okunduğu zaman bize kavuşmayı beklemeyenler: Ya bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir! dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım” buyurarak Peygamber’ine kendisi vahyettiği âyetlere tabi olmayı farz kıldığını ve ona, âyetleri kendiliğinden değiştirme yetkisi vermediğini haber vermektedir. Bu âyette geçen “Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir” ibaresi, âyeti ancak âyetin neshedeceği, Allah’ın dilediğini farz kıldığı gibi dilediğini de kaldıracağı, yarattığı hiçbir kimsenin bu konuda bir yetkisi olmadığı tarzında ifade ettiğimiz anlayışı dile getirmektedir.
Şafiî’nin bu ifadelerinden, onun Kur’an’ın sünnetle neshedilmesine, sünnetin Kur’an’dan daha aşağı mertebede olduğu veya onun gibi kesin olarak sabit olmadığı tarzında düşündüğü için değil, aksine onu neshetmenin de O’na ait olduğu ve O’nun kelamını O’ndan başkasının neshedemeyeceği için karşı çıktığı anlaşılmaktadır. Nitekim o, bu görüşünü “Allah’ın kitabında buna delalet vardır. Zira Allah “Biz bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misiniz ki Allah her şeye kadirdır” buyurmuştur. Bu âyette Allah Kur’an’ın neshedilmesi ve indirmeyi te’hirinin ancak Kur’an ile olacağını bildirmektedir .
Ayrıca Şafiî şöyle demektedir:
Sünnet Kur’an’ın Kur’an’ı neshettiğini açıklar. Çünkü nesih, Kur’an’ın bir nevi açıklaması olduğu gibi, sünnet de Kur’an’ın açıklamasıdır .
Fadl b. Ziyad’ın naklettiğine göre, Ahmed b. Hanbel Şafiî’nin bu görüşüne iştirak etmektedir . Hatta Mecdüddin b. Teymiyye, dinen Kur’an’ın sünnet ile neshedilmesi caiz olmadığı gibi, böyle bir şey vaki de olmamıştır” derken, Takiyyüddin b. Teymiyye, “Bize göre sünnet Kur’an’ı neshetmez, ancak tahsis ve beyan eder” demektedir.
Şafiî ve bu hususta onun gibi düşünenler, sünnetin Kur’an’ı neshetmemesi hususunda mütevatir, meşhur ve âhâd hadis ayırımına gitmeksizin hepsini bir tutmaktadırlar.
b. Fukaha, Eş’arî ve Mu’tezile kelâmcılarının çoğunluğu ve Şafiîler’in muhakkıklarına göre, Kur’an mütevatir veya meşhur sünnet ile neshedilebilir .
c. İbn Hazm ise, Kur’an’ın mütevatir meşhur ve âhâd hadis ile neshedilebileceğini kabul ederek şöyle demektedir: Bize göre tevatür yoluyla rivayet edilen sünnet ile âhâd sünnet birdir. Bunların hepsi de birbirini ve Kur’an âyetlerini neshettikleri gibi, âyetler de bunları nesheder .
Bu ifadelerden İbn Hazm’ın, Kur’an’ın mütevatir veya meşhur hadis ile neshedilmesi konusunda âlimlerin çoğunluğu gibi düşündüğü, âhâd hadis ile neshi konusunda ise onlardan ayrıldığı anlaşılmaktadır. Çünkü ona göre adalet sahibi bir kimsenin Resûlullah’a kadar varan muttasıl bir senedle dinin ahkamı ile ilgili olarak verdiği bir haber, kesin bilgi ifade eder. Böyle bir durumda, yalan ve yanlış anlama söz konusu olamaz .
İbn Hazm’a göre, Kur’an gibi haber-i vahid de sübutu açısından kat’îdir. Bu sebeple de onunla Kur’an’ı ve Kur’an ile onu neshetmeye bir mani yoktur. O, bu konuda -ileride açıklayacağımız üzere- abdestte ayakları meshetmenin neshedilmeşini örnek olarak vermektedir.
Âlimler Şafiî’nin Kur’an’ın sünnet ile neshedilmeyeceği tarzındaki görüşünü red, kullandığı delilleri de tenkit etmişlerdir .
Kur’an’ın mütevatir veya meşhur sünnet ile neshedilebileceğini kabul eden fukahanın çoğunluğu, bazı hadislerin Kur’an ile sabit olan hükümleri neshedip etmediği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Neshi kabul edenler bu hadislerin meşhur olduğunu ve Kur’an’ı neshedebileceğini söylemektedirler.
Burada meşhur olmaktan maksat, hadisin sadr-ı evvel diye ifade edilen ve ResûIullah tarafından övülen ilk üç kuşak zamanında meşhur olmasıdır. Ondan sonraki dönemde meşhur olmanın ise herhangi bir değeri yoktur. Zira bundan sonraki dönemde insanlar arasında aslı olmayan nice hadisler meşhur olmuştur.
Neshin ve bu konuda etkili olan hadisin meşhur olmasının zamanı geçtiği ve hadisler tedvin edilip korumaya alındığına göre, şu anda yapılması en doğru olan şey, sünnet ile Kur’an’ın neshedildiği söylenen hükümlerini araştırmak olmalıdır. Bu hususta Ali Hasbullah şöyle demektedir:
Bu konuda araştırma yapan kimse, Kur’an’ın âminini tahsis, mutlakını takyid ve mücmelini beyan eden bazı hadisler bulsa bile, sadece sünnet ile neshedilmiş bir Kur’an âyetini neredeyse bulamaz .
Bu sözler, Kur’an’ın sadece sünnet ile neshedilmiş olduğu yerlerin az olduğunu ifade etmektedir. Zira müellif, “azlık” anlamı taşıyan “neredeyse” (kade) fiilini kullanmıştır. Bu “az” içinde meşhur hadislerin payının ne olduğu ise bilinmemektedir.
Kur’an’ın sünnet ile neshedildiği söylenen âyetlerinden biri vasiyyet âyetidir. Şöyle ki:
Cenab-ı Allah:
“Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa anaya, babaya yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah’tan korkanlar üzerine bir borçtur” buyurmuştur. Kur’an’ın sünnet ile neshedilebilceğini kabul edenler, “Allah her hak sahibine hakkını vermiştir. Onun için mirasçıya vasiyet yoktur” anlamındaki hadisin bu âyeti neshettiğini söylemişlerdir. Bu hadisi Buhârî ve Müslim’de bulunmamasına rağmen Ebu Dâvûd ve sünen müellifleri rivayet etmiş ve onun âyeti neshettiğini ileri sürmüşlerdir. Ancak âyetin bu şekilde neshedilmesi konusunda itirazlar da vardır. Söz gelimi söz konusu neshin bu hadisle değil, miras âyeti ile olduğu söylenmektedir. Nitekim rivayete’göre İbn Abbas, bu âyeti okumuş ve “Miras âyeti neshedinceye kadar vasiyet farz idi” demiştir.
Görüldüğü üzere âlimler bu hadisin âyeti neshettiğini ittifakla kabul etmiş değildirler. Eğer İbn Abbas’tan nakledilen görüş sahih ise, bu konu Kur’an’ın sünnet ile neshi babından değil, Kur’an’ın yine Kur’an ile neshi kabilinden olur, ki bu durumda hadis de o neshi beyan etmiş olur.
Kur’an’ın sünnet ile neshedildiği ileri sürülen âyetlerden biri de azı dişi olan hayvan etinin haram olduğunu bildiren âyettir. Yüce Allah:
“De ki: Bana vahyolunanda…dan başka, kimseye haram kılınmış yiyecek bir şey bulamıyorum…” buyurmaktadır. Ebu Sa’Iebe el-Haşenî’nin rivayetine göre ise, “ResûIullah hayvanlardan azı dişi olanların yenmesini yasaklamıştır” . Bu hadisle amel eden cumhur-i ulema, onun âyeti neshettiğini söylemiş, buna da sadece bu yasaklamayı “kerih görme” anlamına hamleden bazı Mâlikîlerden başka kimse itiraz etmemiştir. Ancak Muvatta’dâ ifade edildiği üzere, İmam Mâlik de cumhur gibi düşünmektedir .
Ayakları meshetmenin onları yıkama ile neshi: İbn Hazm, Kur’an’ın sünnet ile neshine abdest âyetini örnek vererek şöyle demektedir:
Âyet, ayakların meshedilmesini bildirmiş, “Ateşten dolayı küçük topuk ve ayak sinirlerine yazık” anlamındaki hadis ise onu neshederek yerine yıkamayı getirmiştir. Nitekim İbn Abbas da, “Kur’an, meshi buyurmuştur” demektedir.
İbn Hazm devamla şöyle demektedir:
Âyet, ister tarzında üstün olarak, isterse şeklinde esre ile okunsun, her iki durumda da kelime meshi emredilen ” kelimesine atfedilmiştir. Çünkü Arap gramerine göre atfedilen ile kendisine atfedilen kelime arasına onunla ilgili olmayan başka bir haberin girmesi mümkün değildir. Aksi halde bu, bir açıklama değil, karışıklık çıkarma, yanıltma ve saptırma olur. Çünkü Amr’a da vurduğunuzu kasdederek “Muhammed’e ve Zeyd’e vurdum, Halid’e uğradım ve Amr’a” diyemezsiniz .
Sünnetin Kur’an ile neshedilmesine gelince, âlimlerin çoğu bunu kabul etmiştir. Aynı görüşe katılan Şafiî ise, bunun olabilmesi için ayrıca neshi bildiren bir başka hadisin bulunmasını şart koşmuştur. Şafiî sünnetin Kur’an ile neshedilip edilmeyeceğine dair bir soruya verdiği cevapta, ileri sürdüğü bu şarta ilişkin şöyle bir gerekçeden bahsetmektedir:
Sünnet Kur’an ile neshedilecek olursa, bir şeyin ancak kendi misliyle nesholunacağı tarzında bir kaide bulunduğu için, birinci sünnetin mensuh olduğunu bildiren bir başka sünnet bulunması gerekir .
Ancak, Şafiî’nin “bir başka sünnet” şeklindeki ifadesinden, burada neshedenin Kur’an değil, öbür sünnet olduğu anlaşılmaktadır. “Bir şeyin ancak kendi misli ile nesholunacağı” tarzındaki ifadesi de aynı hususu te’yid etmekledir. Buna göre Şafiî’nin sünnetin Kur’an ile neshedilmesini caiz görmediği söylenebilir.
Ancak kanaatimiz odur ki, eğer Şâfıî sünnetin Kur’an ile neshini caiz görmeseydi, bu husustaki soruyu yadırgayacak ve Kur’an’ın sünnet ile neshine açıkça karşı çıktığı gibi, böyle bir şeyin caiz olmadığını da söyleyecekti. Halbuki o, bizzat Resûlullah’ın nesneden sünneti açıklaması şartıyla bunun caiz olduğunu ifade eden bir cevap vermiştir. Bu durumda ise, daha sonraki sünneti olduğu gibi, Kur’an’ı da nasih olarak kabul etmek mümkündür.
Burada Şafiî’nin, sünnetin bazı Kur’an âyetleriyle neshedilmiş olması endişesiyle böyle bir şart ileri sürmesi, onun isabetli olduğu ve uzak görüşlülüğüne delalet etmektedir. Zira eğer Resûlullah o neshi beyan etmeyecek olsa, nesheden bir sünnet nakledilmediği halde “Resûlullah bir sünnet ortaya koydu, sonra onu Kur’an neshetti” denilecektir. Meselâ, zina eden evli kimsenin recmedilmesî konusundaki sünnetin “Zina eden erkek ve kadından her birine yüz celde vurunuz” âyetiyle neshedilmiş olma ihtimalinden söz edilecektir . Neticede bazıları, sünnetin bazı âyetlere aykırı olmasını, onun neshedilmiş olmasına bir delil olarak ileri sürebilecek, nerede âyete aykırı herhangi bir sünnet görse, onun âyetle mensuh olduğuna hükmedecektir.
Sünnetin Kur’an ile neshine dair pek çok misal verilebilir. En meşhurları ise şunlardır:
Kıblenin değiştirilmesi: Müslümanlar, “Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu görüyoruz. İşte şimdi seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir…” âyeti nazil oluncaya kadar Resûlullah’ın emrine dayanarak namazlarında Kudüs’e dönüyorlardı .
Aşure orucu: Hz. Âişe’den şöyle dediği rivayet edilmektedir:
Kureyş, cahiliyyet döneminde Aşure günü oruç tutardı. Resûlullah Medine’ye gelince bu günde oruç tuttu ve müslümanların da oruç tutmalarını emretti. Sonra Allah Ramazan orucunu farz kılınca Resûlullah Aşûre orucunu terk etti. Bunun üzerine dileyen o günde oruç tuttu, dileyen de tutmadı .
Ebu Zehra, Şâfıî, s. 265-266. Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997: 277.
Abdulaziz el-Buhârî, Keşfü’l-esrar, III, 176; ayrıca bk. Gazzâlî, et-Mustasfâ, 1, 122; Amidî, el-îhkâm, II, 267; el-Karaft, Şerhu Tenkîhi’l-fusul, s. 311.
Bu konuda bk. İbn Hazm, el-İhkâm, I, 477; Âmidi el-İhkâm, II, 272; Gazzâlî, el-Mustasfâ, I, 124-125.