Peygamberimizden fetvalar Halil Günenç fetvalarından
Çekiliş kuponu ile şans oyunları arasındaki fark Organ nakli
Kur’an okumak ve dinlemek Estetik ameliyat Kıraat
Kiyamet ve Mehdi1. Soru:
–Ehl-i Sünnet’te Mehdi inancı nasıldır? Mehdi inancının Şia’dan etkilenmek suretiyle Ehl-i Sünnet’e girdiği söylentisi ne derecede doğrudur?
–Bu hususta bizim büyük alimlerimizin, hadis ve fıkıhta hakîkaten güzel bilgi sahibi alimlerimizin kitapları vardır. Rivayet edilmiş edilmiş hadis-i şerifler gösteriyor ki, Mehdi inancı Ehl-i Sünnet’e Şia’dan girmiş değildir. Mehdi hakkında hadis-i şerifler eskiden beri vardır. Hattâ, o hadis-i şeriflerden dolayı Şia’da Mehdi inancı kuvvetlenmiştir. Yâni, Şia’nın içindeki Mehdi inancı birdenbire çıkmış değil ki… Ondaki inanç da yine, Peygamber Efendimiz’in mevcut olan hadislerinin bir çeşit yorumlanmasından çıkmıştır.
Şia’nın Mehdi inancı yanlıştır. yanlışlığı akılla, mantıkla, nakille, her şeyle sabittir. Meselâ, bugün İran’da hakim olan Caferî mezhebinin mensubu, hâl-i hazırda idareci olanlarla görüştük. Ülkelerine resmen vazifeli olarak gitmiştik. Onlar davet etmişti, biz de üniversiteden görevlendirilip gitmiştik. Ordaki şahıslarla konuştuk. Bize kitaplarını verdiler, Mehdi inancı vs. hakkında… Onların mehdi inancı şudur: “Oniki imamın onikincisi olan El-İmam Muhammed el-Mehdî şu anda saklıdır.Yaşıyor, aradan binyüz küsur sene geçmiş, hâlâ sağ, saklı, çıkacak!” diye inanıyorlar. Bu inanç yanlıştır.
Ama, ahir zamanda Peygamber Efendimiz’in soyundan, adı Peygamber Efendimiz’in adı gibi, babasının adı Peygamber Efendimiz’in babasının adı gibi olan bir mübarek şahıs çıkıp müslümanları birleştirecek ve yeryüzü zulüm ve cevr ile dolmuş iken, o zulmü cevri izâle eyleyip adaletle hükmedecek!.. Ehl-i Sünnet’in inancı budur.
Şia’nın inancı mantık dışıdır. Onikinci imamı bekliyorlar. Biz karayoluyla seyahat ederken, Bağdat’ın kuzeyinde Samerra şehrine gittik. Orda uzaktan böyle pırıl pırıl, altın kubbesi ve altın kaplı minareleriyle görülen Hasan-ı Askerî Hazretleri’nin camisiymiş. Minarelerinin ucunda, bizim kurşun dötktüğümüz yerlere altın dökmüşler. Ziyarete gittik, gezdik. Muhteşem bir abide… Hakîkaten zenginlik dökülüyor her tarafından, pırıl pırıl parlıyor… Kristaller, aynalar, altınlar, gümüşler, ltınlar, gümüşler, kıymetli taşlar… Gözlerim kamaştı.
Bizim padişahların saraylarını düşündüm. İstanbul’daki en lüks gördüğümüz, bildiğimiz şeyleri düşündüm; onların yanında sıfır kalır.
Mekke-i Mükerreme’yi düşündüm, Peygamber Efendimiz’in Türbe-i Saâdet’ini düşündüm. Suudları biraz büyük binalar yaptılar, vantilatörler filân taktılar ama, ondan önceki hallerini düşündüm, gayet sade idi.
Oraları böyle altına, gümüşe, mücevhere garkedilmiş yâni… Gezdik. Millet alt katlara doğru gidiyor. Biz de alt kata kalabalıkla beraber gittik şöyle… Gittik gittik, merdivenlerden indik, bir yere geldik. Koridor gibi küçük bir oda… Dipte şişman, göbekli, sarıklı bir adam oturuyor. Köşede de mazgal deliği gibi bir yarık var…
Dedik:
“–Ne var burda, millet niye buraya kadar geldi?”
“–Muhammed Mehdi burdan gitti aşağıya!..” diyorlar.
O delikten gitmiş aşağıya, yine o delikten çıkacakmış. Sübhânallah dedik, döndük, çıktık geldik.
İnançları akılla, mantıkla, din ilimleri ile, sahih rivayetlerle uyuşacak tarzda değil… Bekliyorlar ki, gelsin… Hâlâ sağ, hâlâ gelecek… İnançları öyle… Nasıl yerleştirmişlerse yâni, bir aslı esası yok…
2. Soru:
–Hocamız Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri’nin, “Aranızda Mehdî’nin askerlerini görüyorum.” dediği doğru mu?..
–Ben duymadım, benim duyduğum bir söz değil… Sıhhatli bir şahıs söylemişse, belki demiştir.
Ben böyle rüyaları, gördümüz bazı şeyleri anlatmayı sevmiyorum. Keşiften, kerametten, istikbalden bahsetmeyi, böyle gaybî birtakım şeyleri bahis konusu etmeyi, bir de böyle efelik taslamayı sevmiyorum. Şahsen insana bazı şeyler gösterilebiliyor, bazı şeyler söylenebiliyor, şu şöyledir, bu böyledir filân diye… Nitekim, Ebû Süleyman ed-Dârânî de ne diyor: “Hadisten ve ayetten iki delil olmadıkça kalbime gelen o fikir üzerinde günlerce duruyorum.” diyor.
Mehdî AS’ın nerde olduğu, yaşının ne olduğu, doğup doğmadığı gibi konularda çeşitli konuşmalar oluyor. Çıkmasının yakın olduğuna dair şeyler söyleniyor. Yalnız bir de, hocaefendilerin söylediği sözleri, bazı insanlar hocaefendilerin söylediği mânâya anlamıyorlar. Nitekim, bizim arkadaşlardan bir tanesi Mehdî meraklısı… Bir arkadaş Medine’ye gidiyormuş. Ona tenbih etmiş:
“–Sor bakalım ordaki tanıdıklarımıza, bir bilgi var mı?” filân diye…
O da Medine’deki arkadaşların birisine sorunca, Medine’deki arkadaş:
“–Evet var… Geçen akşam rüyamda Mehmed Zâhid Efendi’yi gördüm. O bana dedi ki: ‘Falanca’ya söyleyin; hiç ben Mehdi falan tarihte çıkacak diye tarih verdim mi?.. Vermedim!.. Ona selâm söyleyin; o şu tarihi veriyor, bu tarihi veriyor… Ben tarih vermedim!’ dedi.” demiş.
“Tamam, çok güzel bir işareti almış.” dedim. Demek ki, Hocamız tarih verilmesinden, rakam verilmesinden memnun olmamış.
Meselâ, benim de bir gece –hiç ilgisi yokken, akşam o konuşulmamışken, o günlerde zihnimde yokken– rüyamda çok kesin bazı bir şeyler söylediler. Ama ben kimseye bir şey söylemek istemiyorum şu sırada…
Demiş olabilir, tutabilir, içimizdeki bazı kimseler belki onun askeri olabilme durumunda olabilirler. Ama bazıları Mehdî’nin askeri olacağız derken, şairin bir sözü var:
Gökte yıldız ararken nice turfa müneccim,
Gafletle görmez kuyuyu rehgüzerinde…
Mânâsı şudur ki: “İlm-i nücûma hevesli, astronomiye yeni öğrenci olmuş, müneccim olacak, yıldızlarla ilgili bilgileri öğrenip camide muvakkit olacak vs… Turfa müneccim demek; yâni tâze, yeni müneccim… ‘Kutup Yıldızı bu muydu? Çoban Yıldızı bu muydu?’ filân diye gökte yıldız ararken, nice tâze müneccim, gafletirnden ayağının ucundaki çukuru görmez.” diyor şair… Önüne bak mübarek!.. Gökteki yıldıza bakacağına, bastığın yere bak!..
Bu şakanın arkasından şuraya getirmek istiyorum: Bazıları Mehdî’yi beklemekten, şeyhe bağlılığı terkediyorlar. Öyle yağma yok… Öyle saçma iş de yok… Yâni, sen önündeki kuyuyu görmezsen, cump diye kuyuya düşersin… Kafan gözün duvarlara vurur, kanar… Aşağıdan da belki çıkaramazlar seni… Onun için, yukarıda yıldız arayacağına, önüne bak!..
Ben bazı arkadaşlara şöyle dedim: “Mehdi çıkacak!.. Tamam, çıkınca haber alırsak, Allah’ın izniyle hep beraber gideriz, tabi oluruz. Çünkü, tâbî olmak emrediliyor. Tâbî oluruz çıktığı belli olunca…” Peki, Mehdî çıkmamışken niye şu günkü vazifelerini yapmıyorsun? Daha çıkmamış!.. Çıkmamışken, niye şu anda üzerine borç olan vazifelerini yapmıyorsun?..
Tekkeye gelmez, vazifeleri yapmaz, bağlantısının hiç esâmesi, emâresi yok… Sen mürid misin, değil misin?.. Çıktın mı, girdin mi, batın mı?.. Ne oldun, belli değil…
Böyle bir takım şeyler oldu. Ben bazı arkadaşlara dedim ki: “Bakın Mehdî kıyamet alâmetlerinden birisidir, çıkacak. Onun zamanında yaşayan insanlar, (Velev habven ales selci) buz üzerinde emekleyerek dahi olsa, ona ulaşıp, onun askeri olmaları lâzım!..” Hadis-i şerifte böyle buyruluyor. “İsmi Peygamber Efendimiz’in ismine benzeyecek, babasının ismi Peygamber Efendimiz’in babasının ismine benzeyecek, sîmâsı Rasûlüllah Efendimiz’e benzeyecek…” Evsafı şudur, budur diye hadis-i şeriflerde bildirilmiş, bu konuda kitaplar da neşredilmiş. Bu bir kıyamet alâmetidir netice itibariyle ama, Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:
(İzâ mâtel insânü fekad kàmet kıyâmetehû) “İnsan kendisi öldü mü, onun kıyameti kopmuştur.” Ne Mehdî kaldı, ne başka bir şey!.. Öldü mü, bitti, onun kıyameti kopmuş demektir.
Onun için, ölüm bize daha yakın olduğundan, dervişlikte biz Mehdî için telâştan daha çok ölüme hazır olmalıyız. Hemen ölecekmiş gibi hazır olmalıyız. Bu da, gafil olmamayı, görevleri ihmal etmemeyi gerektirir.
Dünün dervişi olan nice insan, bugün sapır sapır dökülmüştür, dervişlikten çıkmıştır. Dervişlikten düşmüştür. Dervişliğe uygun olmayan duruma gelmiştir. Bir takım şeyler yapacağız diye tasavvufu, tarikatı inkâr durumuna gelmiştir. Kuş kadar beyni ile, şu kadarcık bilgisi ile bu duruma gelmiştir. Bunlar yanlıştır. Mehdî sevgisi hepimizin içinde vardır. Mehdî’ye bağlanmak arzusu hepimizin arzusudur. Ama, durum böyledir.
3. Soru:
–“Hazret-i İsa AS ve Mehdî AS gelmiştir.” deniliyor; bu doğru mu?
–Doğru değildir. Bu çeşit sözler çok söyleniyor. Ben geçen senelerde hatırlıyorum, Amerika’da basılmış bir gazete getirdiler bana… Koca bir sayfa, “İsa geldi.” diye yazıyor. Bunu böyle hristiyanlar yapıyorlar.
Mehdi AS hakkında da bu çeşit söylentiler çok oluyor. Kimisi de, “Ben Mehdî’yim!” diyor. Bunlar doğru değildir. Mehdî AS zuhuruna kadar, Mehdî olduğunu kendisi bile bilmeyecek. En sonunda Mekke’de anlaşılacak, insanlar kendisine bey’at edecekler. Çıkmıştır filân gibi sözler bir esasa dayanmıyor. Gayr-i ciddî rivayetler oluyor.
Prof.Dr.Mahmut Esat Coşan,Güncel Meseleler 2
SakalSoru:
–Giyim ve kuşam ile sakalda ölçü nedir?
–Sakalda büyüklerimizin ölçüsü; çok fazla uzun olmaması, şöyle bir tutam olması şöhret bulmuştur. Ama biraz kısa da olsa, yine sakal sünneti yerine gelmiş olur.
Giyim ve kuşamda ifrata, tefrite kaçmamak; yâni mübtezel olmadan, çok şatafatlı olmadan giyinmek ana ölçüdür. Kadınlar için dar olmaması, altını göstermemesi ölçüdür. Yırtmaçlı, açık saçık olmaması ölçüdür. Bu genel kaidelerin altında, fazla böbürlenmeye yol açmayacak gibi, derli toplu, mahrem yerlerini örtecek bir giyimle giyinmelidir.
Soru:
–Sakalın en az miktarı ne kadardır?
–Sakalı kökten traş etmedin mi, isterse azıcık bile olsa, hiç olmazsa haram işlememiş oluyorsun. Bunun uygun olan şekli hususunda ulemânın çeşitli görüşleri var… Genel görüş, şöyle bir tutam kadar olursa, daha iyidir demişler.
Soru:
–Sakal bırakmak sünnet… Sakal bırakıp kesmek mi, yoksa her zaman, hergün kesmek mi haramdır?
–Sakalı kesmek, Efendimiz’in tavsiyesine aykırıdır. Hilkati tağyirdir. Bazılarına göre haramdır, bazılarına göre hükmü değişiktir. Kesmemek lâzım!.. Ama memurdur, polistir, askerdir, öğrencidir; mecburdur. O zaman kesiyor ama, Allah’tan af dileyerek kessin; fırsat olduğu zaman sakalını bıraksın.
Soru:
–Sakalım az; sakal bırakayım mı?
–Az olsun, çok olsun; Allah rızası için sakal bırakmayı tavsiye ederim.
Soru:
–“Sakalı bırakırken hanımın müsaadesini almak gerekiyor.” diyorlar; doğru mu?
–Doğru değildir. Sakalı kesmek haramdır. Bırakmak gerekli olduğundan… Sorarsanız, “Yapma!” der. Bazı kimselere sorsanız, “Namaz kılma!” der, bazı kimselere sorsanız, “Oruç tutma!” der.
Soru:
–Birisine hanımı: “Şu sakalı kes! Sakalın sakala benzemiyor, tek tük… Hiç olmazsa bir müddet kes de biraz çoğalsın, sonra yine bırakırsın.” demiş.
–Bu bir aldatmacadır. Sakal tek tük de olsa, kesmeyin!.. Süfyân-ı Sevrî Hazretleri karanlıkta hırkasını giymiş, dışarı çıkmış. Dışarda, “Yâ imam, hırkayı ters giymişsin; çıkart da doğru düzgün giy!” demişler. Bakmış, hırka ters… Demiş ki: “Ben o hırkayı Allah rızası için giymiştim, kul rızası için çıkartmam onu!..” demiş.
Sakalı tek tük de olsa kesmesin. Sonra ucundan düzelttikçe, gelir arkası… Sakalı kesmek haram!..
Soru:
–Sakal tebliğ yapmağa engel olabilir mi? Böyle iddia edenler var, bundan dolayı sakal bırakmıyorlar. Böyle yapmak doğru mudur?
–Hayır, doğru değildir. Çünkü, sakal kazımak haramdır. Sakal kazımak bundan yüz yıl, yüzelli yıl önce olsaydı hacı babalar, hacı dedeler bastonla kovalarlardı insanı… Şimdi adet oldu, herkes kazıtıyor ama, erkeklerin kadınlara benzemesi sayılır bu… Doğru değildir aslında…
Durumu müsaitse, memur değilse, işi elveriyorsa sakalı bırakacak! Tebliği öyle yapmağa çalışacak. Sakalından karşısındaki ürküyorsa, başkası ürkmüyor. Mimar bey sakalı uzatabiliyor, profesör bey sivri sakalı uzatabiliyor, saçını uzatabiliyor… Dalga dalga, kocaman kocaman, kulağının üstüne binmiş, ensesini kapatmış, aslan yelesi gibi, herkes keyfine göre yaşıyor. O da sünnet-i seniyyeye uygun hareket edecek.
Tebliğe mâni olmaz. Öyle olsaydı, onun dinde bir müsaadesi olurdu. Sen tam müslüman olacaksın, tebliğini İslâmca yapacaksın; karşı taraf uyarsa uyar. Sakalından korkuyorsa sen de kalemle tebliğ et, dergi çıkart, başka türlü hizmet yap ama, sakaldan kimse korkmaz. Yâni, tebliğe mani olmaz o… Güzel giyinirsin, başka tedbirleri alırsın, kendini yine sevdirmeğe çalışırsın. Sakalı da sevdirmeğe çalışırsın. O da tebliğdir.
Soru:
–Sünnet-i seniyyeye uygun olarak sakal bıraktım; dua eder misiniz?
–Allah-u Teâlâ Hazretleri mübarek eylesin… Peygamber Efendimiz’in daha öteki sünnetlerini de yapmayı nasib eylesin… Peygamber Efendimiz’in sünnetlerini ihyâ eyleyip şehid sevapları kazanmayı, ona ve bizlere nasib eylesin… Peygamber Efendimiz’in şefaatine erdirip, ahirette Peygamber Efendimiz’e komşu olmayı, bu kardeşimize ve bizlere nasib eylesin…
Soru:
–Okulu yeni bitirdim, henüz askerliği yapmadım. Uzun zamandır sakallıyım. Ailem ve çevrem sakalımı kesmem için çok baskı yapıyor. Özellikle babam, sakalımı kesmezsem evlâtlıktan reddebileceğini söylüyor. Ayrıca sakala o kadar kötü şeyler söylüyorlar ki, en sonunda dinden çıkacaklarından korkuyorum. Ne yapmalıyım; bana yardımcı olabilir misiniz? Ayrıca, ailemin hidayeti için, benim de sabredebilmem için dua eder misiniz?
–Allah sabırlar versin… Bu gibi durumda olan kardeşlerimize ben tavsiye ediyorum ki, geniş olacaklar, sinirlenmeyecekler! Çünkü, çok yaygın bir cahillik var… Bu millet İslâm’ı unutmuş, başka şeyleri öğrenmiş. Yâni, şimdi başka şeyleri bilen bir topluluğun karşısındayız. Onlara yumuşak yumuşak, tatlı tatlı İslâm’ı anlatacağız. Kibarca anlatılınca, yumuşak anlatılınca, deliller gösterilince, işi münakaşaya boğmadan güleç yüzle, tatlı dille anlatılınca, iyi netice alınabiliyor. Böylece emr-i ma’ruf nehy-i münker yapmağa, gerçekleri söylemeğe gayret etsinler. Allah yardımcı olsun…
Tabii, Allah-u Teâlâ Hazretleri hidayet versin de… Allah-u Teâlâ Hazretleri’nin hidayet vermesinin şartı, insanın edebli olmasıdır. Yâni, edebsiz oldu mu insan; Allah onu hidayete getirmez!.. Zalimlere, fasıklara, edebsizlere hidayet vermez!.. Adamda bir kabiliyet olacak da, ondan sonra hidayete gelecek.
Bakın, her zaman okuduğumuz Yâsin Sûresi’nin baş sayfasındaki ayet-i kerimeyi hatırlayın:
(İnnemâ tünziru menittebeaz zikre ve haşiyer rahmâne bil gayb) “Senin sözün, senin ikazın, irşadın ey Rasûlüm; gaybe inanan ve zikre tabî olan insana tesir eder. Ötekisine tesir etmez!” diyor. Edebsiz alamıyor, o hidayete mazhar olamıyor.
Allah hatasını anlayıp, hatasından tevbe edip, edeb sahibi olmaya muvaffak eylesin de, hidayet ondan böyle bucak bucak kaçmasın…
Kaynak : Güncel Meselelere fetvalar
632 – Soru: Bir namazın birinci rekatinde bir surenin sonundan okuyan kimse, ikinci rekatinde başka bir surenin sonundan okuyabilir mi? Böyle yapmasında bir kerahet var mıdır?
Cevap: Bu şekilde okumakta herhangi bir mahzur ve mekruh yoktur.
633 – Soru: Namaz kılan bir kimse, ikinci rekatte birinci rekatte okuduğu sureden daha üstten bir sure okusa, mekruh işlediğini anlayıp ilk rekatte okuduğu surenin önündeki bir sureyi okursa bu kimseye secde-i sehiv lazım gelir mi?
Cevap: Okumaya başladığı sureyi bırakmaz. Böyle bir yanılmadan dolayı da sehiv secdesi gerekmez. Zira bu gibi tertibe riayetsizlik, tenzihen mekruhtur.
634 – Abdürrahim Fetvalarından: “Fatihayı okuduktan sonra bir surenin sonundan birkaç ayet okunsa kerahet yoktur” (H.Ec. c. 1/10)
Açıklama: Bu yanılma ile, manada fahiş bir bozukluk olmamakla vacip yerine gelmiş olur. Okunan kısmın, bir surenin evvelinden, orta veya sonundan seçilmiş olmasında kerahet yoktur.
635 – Behce Fetvalarından: “İmam (namazda Kur’an okurken) tutulsa, cemaatten biri de okunan yerden imamı feth (hatayı düzeltme)de bulunduğunda, imam okuyup tamamlasa namazları fasid olmaz” (H.Ec. I/11)
Açıklama: İmam, Kur’an-ı Kerim’den ezberinde olan en pişkin yerleri okumalı; yanıldığı yeri doğrultmaya cemaati mecbur bırakmamalıdır. Şayet namaz caiz olacak kadar okumuş ise rükua varmalı, aksi halde bir başka yerden okumalıdır. Buna da imkan bulamazsa cemaat içinden biri, imamın yanlışını söyler, o da bu ikaza uyarak hatasını düzeltirse namazları fasid olmaz.
636 – Soru: Bazı kimseler, namazdaki acemiliği yüzünden, okuyacağı sureyi daha bitirmeden rükua varmakta ve bu yüzden surenin bir kısmı, rükuda bitmektedir. Bunda dini bir mahzur var mıdır?
Cevap: Kıyamdan başka bir yerde Kur’an okumak mekruhtur. Bu noktadan hareketle rüku ve secdede Kur’an okunmasının kerahati anlaşılmaktadır. Bu iş de mekruhtur.
637 – Soru: Sabah namazının farzını kılarken, ikinci rekatte unutarak, Kur’an okumadan rükua giden kimsenin nasıl hareket etmesi gerekir?
Cevap: Rükudan kalkıp Kur’an okumayı yerine getirip tekrar rükua gitmesi gerekir. Eğer Kur’an okumazsa namazı fasid olur.
638 – Abdürrahim Fetvalarından: “Yatsı namazının ilk sünnetinde, ka’de-i uladan ayağa kalkınca “Sübhaneke”, “Euzü” ve “Besmele” okuması gerekir” (H.Ec. 1/10)
Açıklama: Her namaza başlandığında Sübhaneke okumak sünnet olduğu gibi, sünnet-i gayri müekkede bulunan ikindi ve yatsı namazlarının sünnetleri ile Teravih namazında ka’de-i uladan kalkınca Sübhaneke okumak ve peşinden Euzü Besmele çekmek sünnettir.
639 – Soru: Bazı camilerde ilk sünnet ile farz arasında, yani kametten önce, üç defa ihlas okunuyor. Bu sıra namaz kılanlar da oluyor. Okumak caiz midir?
Cevap: İhlas okunmasına dair emredici bir hüküm yoktur. İhlas okunmasında ecir vardır, fakat bahsettiğiniz gibi, adet haline getirip okumak yerine terki daha evladır.
640 – Soru: Namazda alışkanlık haline gelmiş bir huyum var. Her sure için besmele çekiyorum. Bu davranışım sakıncalı mı? Bir de namazda okunacak Fatiha’ya “Euzü ve Besmele” ile mi başlanılacak, yoksa yalnız besmele kafi mi?
Cevap: Hanefi mezhebine göre, namazda sure okumaya başlarken besmele okunmaz. Namazın ilk rekatinde, Sübhanekeden sonra “Euzü” ve “Besmele” okunur. Daha sonraki rekatlarda sadece “Besmele” okumak kafidir.
641 – Soru: Namazdan sonra Ayetü’l-Kürsi’yi okuyanca bazı kimseler tesbihe üflüyorlar. Bu neden yapılmaktadır ve yapılması şart mıdır?
Cevap: Böyle bir şart yoktur. Tesbihe üflenmesi de yanlıştır. Şayet üfleyecekse, Huu, diye kendi göğsüne üflemesi münasip olur.
642 – Soru: Namazda zammı sure okurken takıldım. Geriden aldımsa da okuyamadım. Başka bir sure okuyabilir miyim? Okursam bir şey lazım gelir mi?
Cevap: Namaz caiz olacak miktarda okumuş iseniz rüküa gidersiniz. Şayet hiç okumamış iseniz ezberinizde olan başka bir yerden okursunuz. Bundan dolayı bir şey lazım gelmez.
643 – Soru: “İmam ve Müezzin, Cemaat ve Cemiyetler Hakkında Birkaç Uyarı” adlı kitapta beş vakit namazların sünnetleriyle farzı arasında ihlas okunmasının bid’at olduğu yazılı. Bu konuda bizi aydınlatınız.
Cevap: Bir zamanlar Çorum uleması da bid’at olduğunu söylemiş ve onların sözleri diğer Osmanlı uleması tarafından kabul edilmişti.
644 – Soru: Namazların farzlarında okunacak Kur’an-ı Kerim’in miktarını belirtirken çözemediğimiz bir tabir var. “Tıval-i mufassal”, “Evsat-ı mufassal” ve “Kısar-ı mufassal” tabirleri hangi sureleri içine almaktadır?
Cevap: “Tıvâl” kelimsi tavil’in cemilenmiş şeklidir. Tavil ise “Uzun” manasına gelmektedir. “Mufassal” lafzı ise, fasıllan çok olan manasına gelmektedir. Bu sureler şöyle tasnif ve tesbit edilmiş bulunmaktadır: “Tıval-i mufassal”, Sure-i Hucürat’dan Büruc Suresi’ne kadar olan surelerdir. Tarık Suresi’nden “Lem yekun” suresine kadar olan surelere “Evsat-ı mufassal” adı verilmektedir. Bundan itibaren nihayete kadar olan surelere ise “Kısar-ı mufassal” denilmektedir.
645 – Soru: Bir kimse, Sübhaneke’den sonra Fatiha’yı okumadan rükua gitmiş olsa nasıl hareket eder?
Cevap: Geri kalkıp, önce Fatiha’yı, onu takiben sure veya ayetlerden caiz olacak miktar Kur’an okumayı yerine getirir ve tekrar rüku yapar. Evvelki rüku muteber olmamıştır. Şayet rüku tekrarlanmazsa namaz fasid olur. Çünkü rüku gibi mükerrer olmayan rükünler arasında tertibe riayet farzdır. Önce kıraet sonra rüku ifa edilmesi lazımdır.
646 – Soru: Farz namazların ancak iki rekatinde kıraat farz kılındığı halde, nafilelerin her rekatinde farz olmasının hikmet-i sebebi nedir?
Cevap: Nafilelerin her iki rekati müstakil bir namazdır. Bu sebeple her rekatinde kıraat farz kılınmış olmaktadır.
647 – Soru: Vitir, Hanefi mezhebine göre, vacib bulunduğu halde neden her rekatinde kıraat farz olmaktadır.
Cevap: Vitir namazının sünnet olduğu ictihadında bulunan müctehidlere göre, her rekatinde kıraatin farz olmasının sebebi açıktır. Vacib olduğu ictihadında olan müctehidlere göre, her rekatinde kıraatin farz olması ihtimali dikkate alınmış ve ihtiyatla hareket edilmiş olmaktadır.
648 – Soru: İmamla namaz kılarken selam vereceğimiz sırada imam selama başlayasıya kadar olan vakit içerisinde “Rabbena” duasını tekrar tekrar okuyabilir miyim?
Cevap: Okuyacağınız dua ve tesbihatı çabuk bitirip de tekrarlamak yerine ağır ağır okuyup imama ayak uydurmanız daha münasip bir hareket olur.
649 – Soru: Sabah namazından sonra okulan “Lev enzeina” ayetlerinden önce üç kere okunan “Euzü billahissemiıl-alimi mineşşeytanirracim” şeklindeki istiâze neye istinaden okunmaktadır?
Cevap: Tirmizi’nin Ma’kıl bin Yesar’dan rivayet ettiği bir Hadis-i Şerife müsteniden okunmaktadır. Hadis-i Şerifte şöyle ifade edilmektedir; “Kim sabaha erdiğinde üç defa “Euzü billahissemiıl alimi mineşşeytanirracim” der ve sure-i Haşrin sonundan üç ayet okursa, Allah (cc) da buna karşılık olarak yetmiş bin meleği (o kimseye) müvekkel kılar.”
650 – Soru: Bir imamımız var. Namaz kıldırırken iyice dikkat ediyorum. Fatiha’daki “İyyake” kelimesini tek ya ile okuyor. Kendisini uyarıyorsak da, “İmam bildiğini okur” kabilinden bir değişiklik olmuyor. Bu imamın arkasında kıldığımız namazlar fasid olur mu?
Cevap: Bu şekilde okuması doğru olmamakla beraber, namazı bozacak seviyede bir yanlış değildir. Zira, şeddesiz bir harfi şeddeli olarak okumak veya şeddesiz bulunan bir kelimeyi tek harf olarak telaffuz etmek namazı ifsad etmez. (Büyük İslam İlmihali, Namazla ilgili bölüm, madde: 439)
651 – Soru: Bir imam, “Semia…” yerine “Semie” okusa hüküm nedir?
Cevap: Böyle bir okuyuş doğru olmamakla beraber namazı ifsad etmez. Kalın okunacak bir harfi ince, ince okunacak bir harfi kalın okumakta umum belvâ vardır. (Büyük İslam İlmihali, Namazla ilgili bölüm, madde: 439)
652 – Soru: İmamın okuyuşunda namazı bozan bir hususu cemaat cahil olup anlayamasalar iktida eden cemaatin namazı fasid olur mu olmaz mı?
Cevap: Cemaatin, cahilliği bir mazeret sayılamaz. Namaz bozulmuş olur.
653 – Soru: Bir kimse Kur’an-ı Kerim’i okurken “sin” ile peltek “se”yi ayırt edemiyor. Bu kimsenin imamlık yapması sahih ve caiz midir?
Cevap: İmamlığın şartlarından biri de dilde bu gibi özürlerin bulunmamasıdır. Bu itibarla, bahsi geçen kimsenin imamlık yapmaması gerekir.
654 – Soru: Bir kimse namaz kıldırırken surede veya ayette (f) yerine (vav), (ha) yerine (hı) okusa, esre yerine üstün, üstün yerine ötre okusa namazı sahih olur mu?
Cevap: Namazın sahih veya fasid olduğu, manada bozukluk olup olmamasına bağlıdır. Siz bunu bir örnekle belirtmediğiniz için kesin bir şey söylememiz mümkün değildir.
655 – Soru: Bir kimse, giyilmesinde kerahet bulunan ipek takke ile namaz kılacak olsa namazı fasid olur mu?
Cevap: Namazı fasid olmaz. Ancak kerahet olan bir şeyi ihtiyar ettiğinden dolayı edebe aykırı hareket etmiş olur.
656 – Soru: İmamdan önce secdeye giden kimsenin namazı hakkındaki hüküm nedir?
Cevap: İmama uyan bir kimse secdeye, imam başını rükudan kaldırdıktan sonra varmış ve imam, o secdede iken yetişmiş ise, imamın ve muktedinin secdedeki ortaklıkları sebebiyle, o kimsenin namazı sahih ve fakat imamdan önce secdeye vardığı için mekruh olur. Eğer imam, o kimse secdede iken onun secdesine yetişmiş olmazsa bu kimsenin namazı sahih olmaz. (Nimetü’l-İslam, s. 486)
KAYNAK : MEHMET EMRE,ÜÇ BİN SEÇME FETVA
P | S | Ç | P | C | C | P |
---|---|---|---|---|---|---|
1 | 2 | 3 | ||||
4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 |
11 | 12 | 13 | 14 | 15 | 16 | 17 |
18 | 19 | 20 | 21 | 22 | 23 | 24 |
25 | 26 | 27 | 28 | 29 | 30 |
Add some widgets to this area!
WhatsApp ile görüşelim